ABD ile İran arasında bir savaşın, provakatif hava operasyonlarının ve sınırlı askeri saldırıların ötesine geçildiğinde bu iki ülkeyle sınırlı kalmayabileceği ihtimali alelade bir bilgi. Ortadoğu’daki bölgesel güçler ki bunlara benzer bir konuma sahip olmak isteyenler de dahil, karmaşık bir çıkar kesişimi ve ilişkiler ağıyla birbirlerine bağlıdır. ABD’nin çok taraflı nükleer anlaşmadan, Ortak Kapsamlı Eylem Planı’ndan, tek taraflı olarak çekilmesi Sadece İran’ı ve İran halkını değil Ortadoğu ve Körfez bölgesindeki tüm ülkeleri çatışmaya sürükleme potansiyeline sahip. Bu durum en açık, İran’ın farklı milisler ve askeri örgütlenmeler aracılığıyla dahil olduğu Suriye’de iç içe geçen çıkar ilişkilerinde görünüyor. Mevzu Irak’ta İranlı hiziplerin güvenlik aygıtının kimi bölümlerine egemen olması ile de görünür hale geldi. Yaygın bir bakış açısından yola çıkarsak partilerin ve hareketlerin kendilerini açıkça Şii kimlikli Irak milliyetçisi olarak tanımlamaya başladıkları ve yeni bir çatışmaya girme eğilimlerinin çok düşük olduğu söylenebilir.
Bölgesel kutuplaşmanın diğer ucunda İran’ı ciddi bir tehdit olarak gören Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri var. Suudi Arabistan, kısmen de İran etkisini sınırlandırmak için, Yemen’de sonuçları insani bir felaket olan aşırı yıkıcı bir savaşı yükseltiyor. Ve doğası gereği İsrail, İranlı ya da İran destekçisi güçlerin yayılmasını durdurmak için Suriye’ye yönelik askeri operasyonlar gerçekleştiriyor.
Lübnan’a gelince kilit aktörlerden biri listede görünmüyor. Yani Hizbullah; aynı zamanda Lübnan’daki son parlamento seçimlerinde (2018) politik etkinliğini artıran, bakanlığa ve devlet katında resmi temsiliyete sahip olan bir siyasi parti. Aynı zamanda yüksek düzeyde silahlanmış bir askeri güç, Esad’ın 2012/2013 yıllarındaki savaş suçlusu rejimine stratejik müdahalesiyle destek olan bir parti. ABD ve AB nezdinde terörist örgüt olarak ilan edilen Hizbullah kendini Şii-İran projesinin destekçisi olarak görürken Güney Lübnan’da güçlü milliyetçi köklere de sahip.
Üst üste gelen kritik tehlikeli çatışmaların ortaya çıkardığı zehirli gruplaşmayla tüm gözler Körfez ve çevresindeki gelişmelere döndü. Bir sonraki İran füzesi bir insansız hava aracını değil de ABD pilotunun kullandığı bir uçağı hedef aldığında ne olacak? Ya da bir ABD saldırısı arkasında orantısızca yüksek sayıda kurban bıraktığında… Diğer aktörler gerilime doğrudan hedefli eylemlerle dahil olabilirler, aynı Mayıs ve Haziran’da Yemen’in, uluslararası petrol tankerlerine sabotaj yapılmasına denk gelen süreçte, Suudi Arabistan’daki havaalanına yönelik füze saldırıları gibi. Keza Mayıs’ta Bağdat’taki Yeşil Bölge’ye atılan füze bir başka örnek. Bunların hepsi tesadüften ibaret olabilir ancak askeri harekatın İran’la sınırlı kalmayacağını da gösterir.
Tüm gözler bölgedeki olaylara mı döndü mü? Hepsi değil
Lübnan’da ülkenin çevresindeki dinamiklerle hiçbir ilişkisi olmadığı izlenimine kapılabilirsiniz. Jeopolitik bir oyunda sahneye çıkmışçasına ortak payda, bölgesel bir savaşın sadece dahil olanlara zarar verebileceği yönünde bir mantık çerçevesinde yapılan bir değerlendirme. Ciddi kaygılar gözden kaçıyor. Hükümet bloğundan bir milletvekilinin geçen hafta Beyrut’ta bir etkinlikte konuşurken söylediği gibi, Lübnan’daki herkes “evdeki divanda televizyon karşısında oturmuş bölge medyası aracılığıyla yayılan komplo teorilerini hararetle tartışan politika guruları”. Ancak algı TV’lerde yayınlanan bu senaryoların gerçekle bir bağı olmadığı yönünde. Beyrut’ta herhangi bir heyecan gözlenmiyor. Yükselen krize hazırlıkla ilişkilendirilebilecek herhangi bir ekstra güvenlik önlemi, siviller için acil durum tatbikatları ya da bezer bir çalışma söz konusu değil. Lübnan hükümeti belirgin bir tutumla geride duruyor. Bileşenlerinin çıkarları çok farklı.
Tartışmaların birinci sırasında Suriyeli mülteciler var
Tehdit kendi kazanılmış haklarına ya da İran rejiminin ayakta kalmasına yöneldiğinde Hizbullah kuşkusuz İsrail’e düşmanca tutum almaya ya da yoruma açık olarak söylersek, bu yönde hazırlıklara başlayacaktır. Ülkenin güneyinde İsrail sınırında yaşayan Şii nüfus muhtemelen bir felakete dönüşecek çatışmanın sonuçlarına katlanmak zorunda kalacak. Teorik olarak İsrail’e bir saldırı İran’ın caydırıcılık politikasına destek olarak görülmeli. Bölgesel bir savaşın maliyeti çok yüksek olacağı için düşük bir ihtimal olsa da İran rejimine yönelen ciddi tehditler dikkate alındığında göz ardı edilemez bir ihtimal olduğu söylenebilir. Hizbullah ile yaşanan son doğrudan çatışmada ülkenin diğer kısımları büyük oranda savaşın dışında kalırken güneyi yıkılmıştı.
Yine de Lübnan’da şu anda tek bir konu tartışıldığı görünüyor: Suriyeli mültecilerin varlığı. Açıkça ırkçı konuşmalar yapan popülist politikacıların hükümetteki etkisi artıyor. Kolluk kuvvetlerinin yasalara aykırı biçimde Suriye’ye sınır dışı işlemleri yapmaya çalıştıklarını sekiz Lübnan insan hakları örgütünün kurduğu birlik tarafından raporlandı.
İran açısından ülkeyi yerle bir edecek bir bölgesel savaş sorun olarak görünmüyor.
Hareket seçenekleri
Anlaşmaya geri dönmek ihtimal dışı görünüyor. AB özellikle de Almanya, Fransa ve İngiltere tarafından öngörülen alternatif ticaret mekanizması INSTEX (Instrument in Support of Trade Exchanges -Ticari Mübadeleyi Destekleme Aracı) yarı gönüllü biçimde yürürlüğe kondu ve etkisizliği ispatlandı. Sistemin amacı Avrupalı şirketlerin Amerikan yaptırımlarına rağmen İran’la ticaret ortaklığı kurmalarını sağlamaktı. Ayrıca AB ve üye ülkeler söz konusu krizin gidişatı üzerinde çok sınırlı bir etkiye sahipler.
Irak hükümeti çatışmanın yayılmasına ilişkin tüm bölgeye çok açık uyarılar yapıyor. Şubat’ta Irak Cumhurbaşkanı Behram Salih, Donald Trump’ın Irak’taki ABD birliklerinin gözlerini İran’ın üstünde tutmak için orada bulunduklarına ilişkin açıklamasına karşı, çok net bir biçimde altını çizerek Irak’ın başka amaçlara alet edilmemesini söyleyerek tepki gösterdi. Irak’taki Şii kökenli diğer aktörler büyük bir toplam oluşturuyor ve İran destekçisi olmaktan ziyade bağımsız bir profil çiziyorlar. Mukteda El Sadr, 2018’deki parlamento seçimlerinin galibi, 2000’lerdeki İran destekçisi “Mehdi Ordusu”nun lideri olduğu günlerden bu yana ciddi bir dönüşüm geçirdi ulusal bir gündeme sahip bir siyasetçi haline geldi, hatta İran’dan bağımsızlığını göstermek için Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. Tüm bu Iraklı güçlerin hedefi ülkelerinin büyük bir bölgesel savaşın sahnesi haline gelmesini önlemek.
Diğer Körfez ülkeleri arabuluculuk yapmaya çalışıyor ancak büyük oranda perde gerisinde kalarak. Suudi Arabistan ile sınırı olan Katar İran’da dikkate alınmaya en yakın ülke olabilir. Aynı zamanda bu küçük ülke Körfez’deki en büyük ABD askeri üssüne ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Umman da kendini arabulucu olarak görüyor. Umman bölgede hiçbir zaman özel bir öneme sahip olmamakla birlikte kendi rolünü uzlaşmaz çelişkilere sahip Körfez Arap ülkeleri arasında tarafsız bir elçilik olarak değerlendiriyor.
ABD’nin bölge stratejisinin bir mantığı yok
Bu koşullarda tahminler kolayca katıksız spekülasyonlara dönüşebilir. ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesinin herhangi bir bölgesel strateji ile desteklenmediği çok açık. “İran üzerindeki baskıyı maksimuma çıkarmak” İran rejimi tarafından verilecek herhangi bir tavize yol açmayacağı gibi süregiden bir gerilim durumuna neden olması muhtemel.
Bu koşullarda bölgesel bir gerilim ihtimali her zaman mevcut hatta böylesi bir gerilime mantıken aktörlerden herhangi birinin niyet etmiyor olmasına rağmen. Söz konusu gelişmelere paralel olarak, İsrail Filistin çatışmasını çözecek “Yüzyılın Anlaşması” diye adlandırılan, ABD’nin Ortadoğu’daki ikinci büyük girişimi Bahreyn’de açıklandı. Etraflı paketin bugüne dek açıklanan ve kamuoyuna sunulan her bir parçası konuya dahil olanların çoğu tarafından kabul edilemez bulunurken gelecekte de pozisyonların daha da sertleşmesine neden olacak gibi görünüyor.