Kooperatifler, stokların azalması ve gelirin düşmesi sonucunda ortakları arasında işbirliği yaratmada zorluklar yaşıyor. Bunun yanı sıra kıyı balıkçısı ile endüstriyel balıkçı, ticari balıkçı ile amatör balıkçı, yasal ve yasadışı avcı grupları arasında zaman zaman şiddet de içeren çekişmeler yaşanabiliyor.
Denizlerde balık stokları hızla azalırken, balıkçılıkla ilgili meseleler gün geçtikçe keskinleşiyor. Balığı tutan, satan, tüketen, üzerine bilimsel çalışma yapan ve balıkçılığı düzenlemeye çalışan gruplar arasında tansiyon artarken, bir yandan da yeni işbirliği olanakları ortaya çıkıyor. Kısa vadede geçim derdi ile uzun vadede gelecek nesillerin balık tüketemeyeceği kaygısı iç içe geçmiş durumda. Bir yandan aşırı avlanma, yasadışı avcılık, balıkçılık filolarındaki aşırı kapasite gibi etmenler, kaynaklar üzerinde büyük baskı oluşturuyor, bir yandan iklim değişikliği kaynakların gelecekteki durumuna ilişkin bilinmezliği daha da arttırıyor.
Türkiye’de devlet balıkçılıkta da önemli bir rol oynuyor. 1970’lerden beri artan av miktarlarının, devlet tarafından sağlanan sübvansiyonlar ve vergi indirimleri gibi koşullar etrafında şekillendiği söylenebilir. Hem balıkçılık filosunun ekipman bakımından geliştirilmesinde, hem de endüstriyel balıkçılığın önem kazanmasında devlet desteği büyük rol oynadı. Fakat bu destek, günümüzde küçük ölçekli kıyı balıkçılarının ve endüstriyel balıkçıların karşı karşıya olduğu aşırı avlanma ve aşırı kapasite problemlerine de neden oldu; birim efor başına düşen av miktarının azalmasına yol açtı. Öyle ki Türkiye’de orkinos avlamak için kapasitesi arttırılan 50-60 metre boyunda endüstriyel teknelerin Afrika sularında avlanmaya başladığı medyada sıklıkla gündeme geliyor.
Küçük ölçekli balıkçılık, Türkiye’de filonun yaklaşık %90’ını oluşturuyor, ancak tutulan balığın sadece %10’u küçük ölçekli balıkçılar tarafından avlanıyor. Küçük ölçekli kıyı balıkçılığı genellikle 5-12 metre uzunlukta, 10-25 beygir gücünde motorlarla yapılıyor. 12 metreden büyük ve daha güçlü motorlara sahip trol ve gırgır tekneleri ise endüstriyel balıkçılık yapan tekneler olarak kabul ediliyor. Bu grupların yanı sıra avladıkları miktar resmi rakamlara dahil edilmese de önemli bir av baskısı oluşturduğu düşünülen amatör (rekreasyonel) balıkçılar da mevcut. Amatör balıkçıların, ticari balıkçıların aksine, avladıkları balığı satmaları yasal değil.Gıda ve Tarım Örgütü’nün verilerine göre Türkiye’de 2012 yılında toplam 16 bin 988 lisanslı balıkçı teknesi vardı. Bunun 699’u trol (%4), 610’u gırgır (%3,6) ve 15 bin 540 tanesi (%91,4) küçük ölçekli tekneydi. Bir balıkçının ortalama yıllık geliri 2012 yılında 9 bin 500 ABD doları civarındayken ve asgari ücretten (yıllık 5 bin 904 ABD doları) yüksekken, küçük ölçekli balıkçılar aynı yılda asgari ücretten düşük bir gelir elde ediyordu (4000 ABD doları). Küçük ölçekli balıkçıların en önemli maliyetlerini enerji masrafları oluşturuyor (%33), büyük ölçekli endüstriyel balıkçıların en önemli maliyet kalemleri ise çalışan ücretleri (%57) ve enerji masrafları (%46). Balıkçılığın, Türkiye’nin gayri safi yurtiçi hasılasına katkısı %1’den düşük. Fakat 53 bin 799 kişi balıkçılık alanında (avcılık, yetiştiricilik ve işleme dahil tam zamanlı ve yarı zamanlı işlerde) istihdam ediliyor.
Balıkçılığı ve diğer su ürünleri üretimini devlet 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu ile düzenliyor; 4 yılda bir tebliğler oluşturarak düzenlemeleri güncelliyor. Düzenlemeler en çok doğrudan regülasyona dayanıyor, örneğin, avlanabilir asgari boy, av sezonu, balıkçılığa kapalı koruma alanları, avlanması yasak türler vb. konularını içeriyor. Toplam avlanabilir miktar ve kota sistemi de bazı türler için uygulanıyor (orkinos ve kum midyesi). Pek çok balıkçının talebi kotaların hamsi gibi büyük miktarda avlanan diğer türlere de uygulanması. Fakat av verisinin güvenilir olmaması ve Türkiye’de denizlerin çok sayıda türü barındırması kotaların başka türler için uygulanmasını zorlaştırıyor
Yerelde bir araya gelmiş en önemli grup su ürünleri kooperatifleri. Ortaklarının çoğu küçük ölçekli kıyı balıkçılarından oluşuyor, fakat endüstriyel balıkçılar da kooperatiflerde temsil ediliyor. Kooperatiflerin sayısı 1970’lerden itibaren artmış olsa da yakın zamana kadar kooperatif ortağı olmanın en önemli sebebi malzeme ithalatı ve ucuz krediye ilişkin kooperatiflere sağlanan devlet desteğiydi. 2004’te Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği’nin (SÜRKOOP) kurulmasıyla bu durum değişmeye başladı. Balıkçıların geçim sıkıntılarını, düzenlemelere dair taleplerini, tuttukları balığı pazarlama ve kendi malzemelerini üretme isteklerini dile getirmeye başlayan SÜRKOOP bünyesinde yaklaşık 13 bin ortaklı 243 kooperatif, balıkçılık yönetiminin katılımcı unsurlarla şekillenmesi için önemli bir itici güç oluşturuyor.
Balıkçıların en çok mustarip olduğu sorunların başında yasadışı avcılık ve aracılara ödemeleri gereken büyük borçlar sebebiyle daha fazla avlanmaya mecbur kalmaları geliyor. Aşırı avlanmanın, tuttuğu balığı kendi satamayan balıkçıların ekonomik sıkıntılarıyla yakından ilintili sistemik bir sorun olduğu ortada. Bu nedenle kooperatifler bir yandan pazarlamaya ve aracılara ilişkin sıkıntılarını çeşitli mecralarda dile getirirken, bir yandan da Greenpeace, Slow Food gibi sivil toplum kuruluşlarıyla ve de su ürünleri alanında çalışan bilim insanlarıyla yakın temastalar.Kooperatifler, stokların azalması ve düşmesi sonucunda ortakları arasında işbirliği yaratmada zorluklar yaşıyor. Bunun yanı sıra kıyı balıkçısı ile endüstriyel balıkçı, ticari balıkçı ile amatör balıkçı, yasal ve yasadışı avcı grupları arasında zaman zaman şiddet de içeren çekişmeler yaşanabiliyor. Küçük ve büyük ölçekli balıkçılar Türkiye’de genellikle aynı bölgelerde aynı türleri avlamayı hedefledikleri için (hamsi ve çaça hariç) sıklıkla karşı karşıya geliyorlar. Kıyı balıkçıları söylemlerinde sürdürülebilir avcılık vurgusu yaparken, endüstriyel balıkçılar denizlerin kirlenmesini aşırı avlanmadan daha çok ön plana çıkarıyor. 2016’da çıkan yeni tebliğ, avlanabilir asgari balık boyları, ışıkla avlanma gibi konularda bu iki grup arasında tansiyonun artmasına sebep oldu. Stoklara ilişkin güvenilir verinin bulunmaması ve balıkçıların avladıkları miktarı yeterince kesin bildirmemesi gibi nedenlerle, balıkçı grupların arasındaki çekişme artıyor ve zaman zaman sağlam bilimsel dayanaktan yoksun kalıyor. Su ürünleri alanındaki bilim insanlarının sağladığı veri ve yaptıkları önerilere balıkçıların şüpheyle bakmasına yol açan bu durum, devlet bürokratlarının düzenlemelerde sürekli farklı lobi gruplarının etkisinde kalmasına sebep olabiliyor.
Çeşitli biyolojik ve kurumsal belirsizlikler içeren, düzenlenmesi zor, dinamik bir sistem olan balıkçılığın sürdürülebilir yönetimi, ancak kooperatifler, diğer kaynak kullanıcıları ve bilim insanlarının etkin ve eşit bir şekilde katılımının ve temsilinin sağlanması ile mümkün olabilecek gibi görünüyor. Küçük ölçekli kıyı balıkçılığının sosyoekonomik ve kültürel olarak toplumda önemli bir yeri olduğu ve kooperatiflerin hem aktif katılım hem de iç denetim açısından önemli kurumsal yapılar oldukları da mutlaka göz önünde bulundurulmalı. Tebliğ ve yasalar yapılırken farklı grupların taleplerini ve önceleyen, bölgesel farkları gözeten, dünyadaki ve ülkedeki bilimsel çalışmaların sonuçlarını göz önünde bulunduran, yapılan düzenlemelerin denetimini etkin bir şekilde ve herkese eşit koşullarda uygulayan bir katılımcı sistem, hem güvenilir, lezzetli, sürdürülebilir gıda talebinde bulunan tüketicilerin, hem de geçim sıkıntısı ile aşırı avlanmaya itilen farklı balıkçı grupların yararına olacak.