KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ - FREN OLARAK OKYANUS

Teaser Image Caption
hbs

İklim değişikliği ve küresel ısınmaya aslen petrol ve kömür gibi fosil yakıtların kullanılması sonucunda atmosfere saldığımız CO2 yol açıyor. On dokuzuncu yüzyıldaki Sanayi Devrimi’nin başlangıcından bu yana atmosferdeki CO2 miktarı %40 arttı. Bir sera gazı olan CO2, okyanuslar olmasaydı dünyanın sıcaklığını şimdikinden çok daha fazla yükseltebilirdi.

Okyanuslar, hava ile su arasındaki yoğunluk farkı nedeniyle havaya salınan CO2’nin dörtte birini alır. Havadaki karbondioksit miktarı arttığında dengeyi sağlamak için okyanuslar da daha fazla gaz çekmeye başlar. Su ne kadar soğuk olursa süreç o kadar etkili işletilir. Labrador ve Grönland denizlerinin yanı sıra kutup bölgelerinde de büyük miktarlarda yüzey suyu, CO2’nin uzun süreliğine depolanabildiği derin denizlere dökülür. Sanayi Devrimi’nin başlangıcından bu yana bu yolla depolanan CO2’nin büyük kısmı, ancak birkaç yüzyıl içinde yeniden yüzeye çıkar ve hatta bir kısmı kalıcı olarak deniz tabanına çökelir. Okyanuslar böylece iklim değişikliğini belirgin biçimde yavaşlatmayı başarır.

Ancak okyanusların CO2 depolama kapasitesi sınırsız değildir ve dalgalanmalar arz eder. Örneğin 1980 ile 2000 yılları arasında Güney Kutbu’nda deniz daha az CO2 almışken sonraki yıllarda bu miktar yeniden artmaya başladı. Okyanuslar sadece karbondioksitin önemli kısmını depolamakla kalmıyor, insan kaynaklı sera etkisine bağlı oluşan ilave ısının da neredeyse tamamı okyanus sularınca çekiliyor. Öyle ki son 40 yıl içinde bu ısının %93’ü bu şekilde depolandı. Havanın ısınması, bu ilave enerjinin sadece %3’lük kısmından kaynaklanıyor. Okyanuslarda depolanmış bu ısı yavaş yavaş daha derin katmanlara doğru ilerliyor. Okyanusların bu olağanüstü ısı tutma kapasitesi nedeniyle yüzeydeki sıcaklık artışı ancak çok düşük hızda gerçekleşiyor. Ancak her şeyin bir bedeli var. Karbondioksit alımı denizlerin giderek daha asidik olmasına sebep olurken ısınma, deniz seviyesinin yükselmesine ve deniz ekosistemi içinde büyük değişikliklere yol açıyor.

Okyanusların ısınmasının beraberinde getirdiği bir başka risk de pozitif geri besleme olarak tanımlanıyor. Deniz yüzeyinde buharlaşma artıyor. İşte bu su buharı, atmosferin daha da ısınmasına yol açıyor ve hatta bu konuda su buharı karbondioksitten daha etkili bir sera gazına dönüşüyor. Bu sürecin olumlu bir yanı da var, zira milyonlarca yıldır dünyayı yaşanabilir hale getiren doğal sera gazı etkisinin yaklaşık üçte ikisini su buharına, sadece dörtte birlik kısmını CO2’e borçluyuz. Ne var ki şimdi atmosfere ilave CO2 salmak suretiyle bu gaz, kendi kendini besleyen bir sarmal oluşturur. Bunun akabinde su buharı CO2’nin ısıtma etkisini iki katına çıkarır, sıcaklık daha da artar ve daha büyük bir su kütlesi su buharına dönüşür. Bu yolla karbondioksitin asıl etkisi birkaç katına çıkabilir. Deniz buzullarının sıcaklık artışına bağlı erimesi, bir diğer pozitif geri besleme unsurudur. Kuzey ve Güney Kutbu denizlerindeki buzullar, koruma kalkanı görevi görerek, güneş ışımasının %90’ını geri yansıtır. Isınmanın ilerlemesiyle beraber denizdeki buzların miktarı giderek daha da azalır. Bu eridiği için denize düşen güneş ışınlarının %90’ını su emer ve bunun sonucunda daha fazla ısınır. Su ısındıkça daha fazla buz erir.

İklimdeki ısınmayı öngörülemez biçimde hızlandıran bu pozitif geri beslemeler, okyanuslara neden ilave yük bindirilmemesi gerektiğini bir kez daha ortaya koyar. Bunun için de Paris’teki Dünya İklim Konferansı’nda alınan, küresel ısınmayı 2ºC’nin altında tutma kararına mutlaka uyulmalıdır.