Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin (SKH) BM tarafından Eylül 2015’de kabul edilmesinin ardından düzenlenen HABITAT III Konferansı, uluslararası toplumun insan haklarını sürdürülebilir kentsel kalkınmanın merkezine yerleştirme yükümlülüğünü yeniden gözden geçirme ve düzenlemesi için güncel bir fırsat sunuyor. Büyüyen eşitsizlik, artan evsizleşme ve topraksızlaşma düzeyleri, zorunlu göç, çevresel bozulma ve iklim değişikliği ile belirlenen küresel bağlam, bir olumsuzluk arz ediyor.
SKH ve COP21 (BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi)’nde ortaya konan iddialı hedefler, sadece hükümetler tarafından yerine getirilemez. Son on yıldır sivil toplum grupları sadece hizmet sunumunda araçlar olarak değil, aksine eşit ortaklar, izleme örgütleri ve yenilik yaratan yapılar olarak vazgeçilmez rollerinin tanınmasını güvence altına almak üzere kampanya yürütüyorlar.
Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin hukukun üstünlüğü, adalete erişim, şeffaflık, iyi yönetim ve bir dizi sosyal ve ekonomik haklar çerçevesinde oluşturulan hedefleri kapsamak üzere genişletilmesi, asıl olarak sivil toplumun, özellikle de insan hakları aktörlerinin, hem etki eden hem de uygulayıcılar olarak uluslararası kalkınma süreci açısından öneminin altını çizmektedir.
Sivil toplumun değeri ve önemi, Yeni Kentsel Gündemin başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için yerel yönetimler ve sivil toplum arasında yakın bir işbirliği öngören son taslağının her aşamasında tanınmıştır.
Sivil toplum olmadan Yeni Kentsel Gündem olmaz
Diğer yandan uluslararası kalkınma gündeminde insan haklarının kapsanması ve HABITAT III’ün zamanlaması, insan hakları eylemcilerinin hiç olmadığı kadar büyük bir saldırı altında olduğu bir döneme denk geldi. Gittikçe artan yasal sınırlamalar, kriminilizasyon, taciz ve insan hakları aktivistlerine yönelik küresel düzeydeki saldırılar, SKH’nin hedeflerinin, marjinalleştirilmiş olanların seslerini yükseltme, ayrımcılığın nedenlerini birbiriyle ilişkilendirme ve eşit hakların gelişimini desteklemekten sorumlu insan hakları ve kalkınma aktörlerine yönelik daha fazla korunma sağlanmadan gerçekleştirilebilir olup olmadığı sorusunu doğuruyor.
Yeni Kentsel Gündemin eleştirel ortaklar olarak tanımlandığı sivil toplum aktörleri, ihtilaflı ve politik olarak hassas konuları kapsayan alanlarda çalışma yaparken kendilerini giderek sınırlama veya tehdit olmaksızın faaliyet yürütemez durumda buluyorlarsa, “sivil toplumun daralan alanı” olarak tanımlanan durumun potansiyel etkisi, Yeni Kentsel Gündemin başarısı üzerinde ciddi sonuçlar üretebilir.
Sivil toplumun daralan alanı: belirtiler ve faktörler
İnsan hakları aktivizmi hiç bir zaman risksiz olmamasına rağmen, son 5 yıl, insan hakları aktivistlerine yönelik şiddet, kriminilizasyon ve taciz artışına tanık oldu. Frontline Defenders 2015’in ilk 11 ayında Hindistan, Brezilya ve Meksika gibi demokrasileri de içeren 25 ülkede 156 insan hakları savunucusunun öldürüldüğünü rapor etti.
Fiziksel şiddet kullanımının yanı sıra hükümetler, insan hakları aktivizminin artan görünürlüğü ve etkisine, bu etkiyi azaltmak ve gelişimini engellemek üzere artan ölçüde uluslararası inceleme ve kınamaya yol açması daha az muhtemel özgün ve kurnazca stratejiler geliştirerek karşılık veriyorlar.
2015’de CIVICUS Sivil Toplum İzleme Raporu en az 96 ülkenin insan hakları savunucularının çalışma yürütme olanaklarını, ifade özgürlüğü, barışçıl gösteri hakkı ve örgütlenme hakkını kısıtlayarak sınırlandırdığını gösteriyor.
Sadece örgütlenme özgürlüğü üzerindeki artan sayıdaki kısıtlamalar, 2012’den bu yana hükümetler tarafından önerilen veya uygulamaya sokulan 100’den fazla yasa ile STK’ların kayıt yaptırmalarını, faaliyet yürütmelerini ve özelikle de insan hakları savunucularının büyük çoğunluğunun küresel çapta kendi ülkelerindeki fon sağlayıcılarından çok az destek gördükleri bir ortamda fonlarını sınırlandırmayı amaçladı.
Şiddet ve cezalar – Hükümetler aktivistlere düşman gibi davranıyor
Kısıtlayıcı yasalara sıklıkla hükümetlerin, medyanın ve bazı durumlarda özel sektörün insan hakları savunucularını ulusal çıkar karşıtı, kalkınma karşıtı, yabancı ajanı ve bazı durumlarda ulusal güvenliğe tehdit oluşturan kişiler olarak damgaladıkları karalama saldırıları eşlik etti.
Uluslararası sivil toplum kuruluşları tarafından yapılan araştırmalar, yasal ve fiziksel şiddetle karşılaşması en muhtemel insan hakları savunucularının, özellikle şeffaflık, hesap verilebilirlik ve yönetim gibi alanlarda çalışanlar, yerel toplulukları toprağa zorla el koyma ve çevresel bozulmaya karşı savunanlar ile ayrımcılığa ve zulme uğrayan azınlık gruplarının haklarını destekleyenler olduğunu ortaya koyuyor.
Peki, ülkeden ülkeye yayılan bir bulaşıcı hastalığa benzetilen bu yaygın kısıtlayıcı önlemleri açıklayan nedir? Uzmanlar bu eğilimi bir dizi karışık faktöre bağlıyorlar. Otoriter liderler, eski Sovyetler Birliği ve daha yakın bir zamanda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da popüler protestoların gücü tarafından sarsıldılar ve artan bir şekilde sivil toplum aktörlerini bağımsız ve tarafsız aktörler olarak değil, “beklemede olan politik muhalefet” olarak görmeye başladılar.
Sivil toplum sadece otoriter devletlerde baskı altında değil
Son üç yıl içerisinde Rusya devlet başkanı Putin, Mısır generali Sisi ve Azerbaycan devlet başkanı Aliyev, politik muhalefetin büyük oranda yok edildiği ve böylelikle geriye yöneticilere ayna tutacak sadece sivil toplumun kaldığı bir ortamda, STK yasalarını hak savunucularını kriminalize etmek ve karalamak üzere kullandılar.
Demokrasiler de küresel çapta demokratik bir momentumun olmamasından etkilendiler. Sierra Leone ve Hindistan, kendi ekonomik ve politik programlarına veya çıkarlarına meydan okumaya çalışan herkesi susturmayı amaçlayan hükümetlerin en son örneklerini oluşturuyorlar. Mart 2015’de Sierra Leone hükümeti şeffaflık ve hesap verilebilirlik alanında çalışan STK gruplarını susturmaya yönelik bir STK yasası önerdi.
Oysa bu gruplar, yalnızca hükümetin Ebola krizi için harcanan fonların üçte birine ne olduğunu neden açıklayamadığını öğrenmek istiyorlardı. Üç ay sonra dünyanın en geniş demokrasisi Hindistan ise, ülkenin “ekonomik çıkarlarına” ters düşen her hangi bir grubun fonlarını kısıtlamak üzere yasaları ağırlaştırdı.
Hükümetin bu hareketi, geniş ölçekli altyapı ve enerji projeleri dolayısıyla yerli toplulukların kitlesel yer değiştirmesi önerisine karşı mücadele eden çevre ve insan hakları aktivistlerine karşı 13 ay boyunca karalama saldırısı yürütmesinin ardından gerçekleşti.
Daralan alan olgusu başta ABD yönetimi ve bazı Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere geniş bir uluslararası ilgi ve kınama ile karşılandı. Fakat gerçeklik sözlerin nadiren cezalandırıcı eylemlerle takip edildiğini gösteriyor ve en baskıcı hükümetlerin birçoğu batı hükümetleri ile bu hükümetlerin ekonomik, güvenlik ve jeopolitik çıkarları sivil toplum için elverişli bir ortam yaratmanın önemine baskın geldiği için ticaret yapmaya veya bu hükümetlerden askeri yardım almaya devam ediyorlar.
Daralan alanın Yeni Kentsel Gündeme etkisi
Habitat III sürecinde önemli rol oynayan hükümetlerin çoğu, kendi ülkelerinde insan hakları aktivistleri için elverişli bir ortam sağlanmasını kısıtlamakla suçlanıyorlar. Habitat III’e ev sahipliği yapan Ekvator’da çevre, yerli hakları ve iklim değişikliği aktivistleri merkezi hükümetin faaliyetlerine artan müdahalesini ve tacizi rapor ediyorlar.
Türkiye’de 2013 Gezi Parkı protestoları, yöneticilerin sert bir şekilde karşılık vermesinin İstanbul’da yerel bir kentsel alan tartışmasının nasıl ülke genelinde sonrasında ağır polis şiddeti ile karşılık verilen ve 8000’den fazla kişinin yaralanmasına yol açan bir hükümet karşıtı protesto dalgasına dönüştüğünü gösterdi. Geçtiğimiz yıl boyunca, AKP hükümeti, Türkiye’deki güvenlik ortamının kötüye gitmesini muhalif ve karşıt olarak algıladığı her kaynağı susturmak için bir bahane olarak kullandı ve aktivistlere yönelik saldırılar, gözaltına alma, tutuklama ve şiddet saldırıları dâhil olmak üzere arttı.
Bir diğer bölgesel oyuncu olan Brezilya ise, son yıllarda Olimpiyat Oyunlarını Rio’daki favelalarda yaşayan binlerce kişiyi sürmek ve anti-terör yasasını toprak ve barınma hakları aktivistlerini susturmak üzere çok hızlı bir şekilde uygulamakla suçlandı.
Hindistan da barınma ve toprak haklarını savunmaya çalışan insan hakları savunucularının devlet tarafından hedef alınması ve şiddete, karalama, keyfi gözaltı ve yasadışı tutuklamaya maruz kalmalarının sayısız örneğini sunuyor.
Kito, İstanbul, Rio ve Orissa’dan hikâyeler, kent yoksulları ve toprak ve barınma hakları aktivistleri küresel ölçekte yolsuzluğa, evsizleştirme ve zorla tahliyeye, polis şiddetine ve en kırılgan ve marjinalleştirilmiş kesimlerin haklarının sistematik ihlaline karşı mücadeleleri nedeniyle gittikçe daha fazla kalkınmaya engel olarak görüldükleri Nairobi, Karaçi, Bombay, Meksiko, Cape Town gibi birçok farklı kentte tekrarlanıyor.
Olumlu işbirliği örnekleri umut veriyor
Sivil toplum alanının gittikçe daralması, hükümetler ve sivil toplum arasındaki işbirliği ve birlikte çalışmanın artık mümkün olmadığı anlamına mı geliyor? Öncelikli olarak hizmet sunumu alanında çalışma yürüten sivil toplum örgütlerinin özellikle onarım, yeniden inşa veya temel hizmetlerin genişletilmesi gibi ihtilafsız konularda yerel otoriteler ile yakından çalışma imkânlarına sahip olmaya devam etmeleri daha olası görünüyor.
Küresel İnsan Hakları Fonu’ndaki bizim deneyimimize göre, savunma ve kampanya örgütleri de yerel yönetimler ve yasal kurumlar ile yapıcı çalışma ilişkileri ve işbirliği geliştirebilirler. Fas’taki kadın hakları örgütleri aile içi şiddete karşı devletin verdiği tepkiyi geliştirebilmek için yerel yönetimler ve polisle ilişkilerine yıllarca yatırım yaptılar.
Delhi’de işçi hakları savunucuları, Delhi yerel yönetimine aynı anda hem çevreyi hem de çöp toplayıcılarının geçim kaynağını korumasına olanak sağlayan katı atık idaresi çözümü sundular. Hatta Mısır kadar baskıcı bir ortamda dahi konut hakları savunucuları yerel yönetimlerle birlikte çalışarak, tarihi eserleri toplumun katılımı ile restore etme konusunda başarı sağladılar.
Şu an için normdan ziyade istisnayı temsil eden bu örnekler, sivil toplumun en zorlu bağlamlarda dahi yapmak zorunda olduğu katkıyı ve de karmaşık insan hakları sorunlarına pratik çözümler bulmak için toplulukların ve aktivistlerin uzmanlık ve enerjilerinden faydalanan yerel yönetimlerin elde edeceği ekonomik, sosyal ve politik yararları gösteriyor.
Bunun SDG 11 ve Yeni Kentsel Gündem’in gerektirdiği ölçekte gerçekleşebilmesi için, yerel yönetimlerin sadece güven inşa etmenin değil, aynı zamanda sivil toplumdaki partnerleri için elverişli ortamı aktif olarak desteklemenin de yollarını bulmaları gerekiyor.
Bu makale HBS Berlin Ofisinin Habitat III- Sürdürülebilir Kentsel Kalkınma dosyasının bir parçasıdır.