SURİYE KRİZİNİN GÖLGESİNDE TÜRKLER VE KÜRTLER: Korkular ve tarihsel fırsatlar

Teaser Image Caption
Rojava ile Dayanışma mitingi. Leipzig, 1 Kasım 2014.

Abdullah Öcalan’ın tutuklanmasının yıldönümü olan 15 Şubat 2016’da büyük hoparlörlerle donatılmış ve geleneksel Kürt renklerine boyanmış bir minibüs, Suriye’den Türkiye sınırına gitti ve “Rojava” ve “Bakur” arasında yer alan, yani Kürdistan’ın batısını kuzey kısmından ayıran dikenli telin hemen önünde durdu. Kuzeye doğru çevrilmiş hoparlörlerden, bilhassa İmralı’da tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan’ı övgüye boğan slogan ve türküler bangır bangır çaldı. Birkaç gün önce Türkiye, Suriye’nin Kürt bölgelerindeki gelişmeleri endişeyle izlediğini ve PYD’nin (Demokratik Birlik Partisi) askerî kanadı olan YPG’nin (Halk Koruma Birlikleri) Şam bölgesindeki eylemlerine seyirci kalmayacağını bir kez daha ifade etmişti. Ancak bu karşılıklı restleşmeler, nadiren göstermelik eylem ve ifadelerle kısıtlı kaldı. 

Suriye krizi her iki aktöre de, yani hem Türkiye hükümetine ama bilhassa da PYD’ye ve içinden geldiği PKK’ye, konumlarını güçlendirmek ve birbirleri üzerine baskı yapmak konusunda tarihî bir fırsat tanıdı. Nitekim, Suriye krizinde Türkiye, görece olarak hızlı şekilde konumlanmakta gecikmedi ve Suriyeli muhalifleri destekleme kararı alıp rejim karşıtı bir duruş takındı.

AKP yönetimindeki Türkiye, aslında Kürtlerin amaçları karşısındaki kronik korkunun itkisiyle, Esad sonrası dönemde etkisini arttırmak ve Kürtlerin çabalarını sınırlandırabilmek için Sünni Arap muhalefete yatırım yaptı. Komşu Suriye’de oluşacak, Sünni Müslüman yönde yeni bir iktidar yapısı, AKP yönetimindeki Türkiye’nin nüfuz alanını büyütecek ve yeni Suriye’deki, bilhassa Kürtlerin statüsü ile ilgili siyasî mekanizmalara etki etmek konusunda olağanüstü imkânlar sunacaktı.

PYD 2012 Temmuz’unda üç Kürt kantonu olan Cizir, Kobanî ve Efrin’de bir özyönetim çağrısında bulundu. O dönemden bu yana, 19 Temmuz 2012 PYD’nin gözünde Rojava devriminin başlangıcı kabul ediliyor. PYD, Öcalan’ın fikirlerine dayanarak, Rojava’da ilan edilen özyönetimi tüm Suriye için çözüm modeli olarak kullanma çağrısı yaptı. Ancak PKK lideri tarafından propagandası yapılan bu yerel özyönetim anlayışının sadece Suriye için değil, Türkiye dahil tüm Ortadoğu için geliştirildiği de gizlenmedi.

Suriye’deki Kürt uyanışı sınırın diğer tarafında, yani Bakur’da (Kuzey) da heyecanla karşılandı. Yüzlerce insan, göndere çekilmiş olağandışı büyüklükteki PYD ve özyönetim bayraklarını kendi gözleriyle görmek için sınıra gittiler. Birçoğu, sırf bulundurmaktan ağır şekilde cezalandırıldıkları ve onlarca yıl Kürtlerin Türkiye’deki savaşlarının nişanesi olmuş aynı bayrakları Rojava’da özgürce dalgalanırken gördüklerinde gözlerine inanamadı.

Türkiye’nin açmazı

Türkiye, Kürtlerin komşu ülkedeki bağımsızlık çabalarına göz yummayacağını hiçbir zaman gizleme gereği duymadı. Türkiye’nin işini zorlaştıran bir başka önemli etmen ise PYD’nin, Suriye’nin Kürt bölgesindeki siyasî ve askerî dizginleri hızla eline almış ve rakip Kürt aktörleri kararlı bir tutumla ve kısmen şiddetle uçlara itmiş olması. PKK’nin iktidar yelpazesinde hareket eden bir örgütün Suriye’deki Kürt bölgeleri üzerindeki hakimiyeti üstlenmiş olması, Türkiye’nin Suriye’deki nüfuz olanaklarını kaybetmesinin yanı sıra, Türkiye’deki Kürtlerin konumunun hissedilir şekilde güçlenmesine ve Kürdistan’ın büyük kesimlerinde Kürt sorununun çözümünde PKK’nin etkili olmasına da yol açtı.

Rojava’da yaşananların potansiyel sonuçları, Türkiye içindeki gelişmelerde ve PKK ile yürütülen barış süreci açısından Türkiye hükümetinin karar değiştirmesinde de etkin bir rol oynadı.

Türkiye ile Sünni Arap komşuları arasında bir duvar olarak Rojava IŞİD’in Kobanî’den çıkarılması ve Tal Abyad’ın fethinin (2015) yanı sıra YPG’nin Şam eyaletindeki Azzaz çevresinde ilerlemesiyle, üç kantonu birbirine bağlama ihtimalinin gerçek olmaya bir adım daha yaklaştığı görülüyor. Böyle bir durumda, Kürtler Türkiye’yle 500 kilometrelik sınırı olan bütünleşik bir alanı kontrol altına almış olacak.

Bunun Türkiye tarafındaki Kürtler üzerinde sadece simgesel bir etkisi olmayacağı açık. Suriye’de küçük bir Kürdistan’ın kurulmasıyla, Rojava Türkiye’nin yeni komşusu konumuna gelecek, Türkiye’yi Sünni Arap komşularından ayıracak, tüm Suriye’deki faaliyet ve nüfuz olanaklarını azaltacak ve Kürt politikasını istemese de revize etmek durumunda bırakacak.

AKP hükümetinin, desteklerini Suriyeli muhaliflerin Sünni Arap kısmına odaklamak suretiyle onları iktidara taşıma ve böylelikle Kürtlere zaten vaatte bulunmamış bir merkeziyetçi Suriye devletini hayatta tutma hesabı, çarşıya uymadı. Bütünleşmiş bir Rojava, son yıllarda Türkiye’nin sadece ılımlı muhalifleri değil El Nusra Cephesi ile IŞİD de dahil olmak üzere radikal İslamcı örgütleri desteklemek için kullandığı sevkiyat yollarını büyük oranda kesecektir.

PKK/PYD: Tarihî fırsatın cazibesi

Buna bir de Rojava’daki gelişmelere yön verenin sadece PKK’nin Suriyeli kardeş örgütü PYD olması ekleniyor; zira PYD buradaki siyasî ve askerî güce sahip yegâne kuvvet.

PKK kurulduğu günden bu yana Kürtlerin ulusal mücadelesinin önderliğini üstlenme iddiasını temsil ediyor. Buna rağmen PKK’nin birincil hedefi Türkiye’deki Kürt sorununun çözümü olmayı sürdürüyor.

Türkiye’nin merkeziyetçi yaklaşımı, PKK’nin Kürdistan’ın diğer bölgelerindeki siyasî tutumunu daima belirledi. Nitekim, bu nedenle 80’li ve 90’lı yıllarda PKK, gerek rejimle ilişkileri gerekse Suriye koruması altında bulunan Lübnan’daki kamplara izin verilmesi nedeniyle Suriye’deki Kürtlerin lehine aktif bir siyaset yürütmedi. Daha ziyade Suriyeli Kürtleri Türkiye’deki ana savaşın potansiyel savaşçıları ve destekçileri olarak görmeyi tercih etti.

Bu dönem sergilenen tutumu haklı çıkarmak için kullanılan söylem daima aynıydı: “Bakur, Kürdistan’ın merkezidir. Burayı kurtardığımızda Rojava’nın kurtuluşu birkaç güne bakar. Bu hedefe ulaşmak için Rojava’nın şimdi Bakur’daki savaşı desteklemesi ve kendi taleplerini ertelemesi gerek.”

Ancak, 10 Ekim 1998’de, Suriye ile Türkiye arasında imzalanan ve Suriye’nin PKK’ye desteğini durdurup Öcalan’ı sınır dışı etmesi sonucunu doğuran Adana Mutabakatı’nın ardından, PKK kendini yeniden konumlandırmaya başladı. PYD, Suriye’de çalışmak üzere 2003’te Kandil’de kuruldu. Fakat rejimin emniyet güçleri tarafından ciddi bir tahkikata maruz kaldılar ve diğer Kürt partilerine kıyasla etkili gösteriler yapamadılar.

Ancak, 2011’deki Suriye devrimi sürecinde, o güne dek Suriye’de tutuklanmak üzere aranmakta olan PYD kurmayları Suriye’ye geri döndü ve katı bir disiplinle kadrolarını kurmaya ve potansiyel siyasi rakiplerini tek tek susturmaya başladılar. Rojava’daki üç kantonun PYD tarafından kurulması, Türkiye ile PKK arasında yürütülen barış sürecini doğrudan etkiledi.

Suriye’deki Kürt bölgeleri üzerinde hakimiyet kurulması ve askerî kadrolarının oluşturulmasının yanı sıra, YPG’nin uluslararası arenada İslâmcı teröre karşı etkili olabilen yegâne partner olarak tanınması, PKK’nin AKP hükümeti karşısında elini ciddi anlamda güçlendirdi. Türkiye’deki Kürt nüfus arasında da Rojava fenomeni durdurulmaz bir dayanışma ve coşku dalgası yarattı. Türkiye’den birçok genç Kürt hâlâ Rojava’daki çatışmalara katılmak için bölgeye gidiyor.

Türkiyeli Kürtler, çeşitli tahminlere göre, YPG ve kadın ordusu YPJ saflarında çarpışanların yaklaşık yüzde 40’ını oluşturuyor. PKK Suriye’deki gelişmeleri, maruz kaldıkları haksızlığı ve Lozan Antlaşması’nın sebep olduğu ve kolektif belleklerinde derin iz bırakmış aşağılanmayı kaldırmak için Kürtlere cazip bir fırsat tanıyacak tarihî bir dönem olarak değerlendirirken, Kürt nüfusun büyük kısmı da aynı görüşü paylaşıyor. PKK/PYD ekseni İslâmcı terörle yürütülen uluslararası mücadelenin değişmez bir parçası olmaya ve böylelikle Suriye’nin geleceği hakkında yürütülen müzakerelerde Rojava’nın statüsünü konsolide etmeye çalışırken, AKP Türkiye’si Kürt sorunu karşısında, bölünme korkusunun ve kendi siyasî çözümlerini üretememenin gölgesindeki tarihsel çizgisine sadık kalmayı sürdürüyor.

Türkiye’nin Kürt fobisi

AKP hükümetinin, 2012 Kasım’ında Resulayn kenti etrafında yürütülen çatışmalar sırasında ve 2014/2015’deki Kobanî saldırısında sergilediği tutum, Türkiye’nin Rojava’daki gelişmeleri kendi istikrarı için ne denli büyük bir tehdit olarak gördüğünü gösteriyor. 2012’de İslâmcı savaşçılara açıkça destek sağlanır ve Resulayn’a Türkiye topraklarından geçiş sağlanırken, kuşatma altındaki Kobanî’de YPG ve YPJ savaşçıları haftalarca hiçbir destek alamadı.

Bilhassa Kobanî vakası, Türkiye’nin YPG’ye göre IŞİD’i ehveni şer olarak gördüğünü ve kendi ulusal çıkarları için bir tehlike olarak değerlendirmediğini açıkça gözler önüne sermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürtlerin bağımsızlaşması karşısında duyduğu kronik fobi, en beklenmedik yüzünü göstermiştir. Ancak, Türkiye artık yeni bir yola girmek ve tarihî kararlar vermek zorunda. Suriye ve Rojava’daki gelişmeler nedeniyle, Kürt sorununun çözümü için koşullar kökten değişmiş oldu. Yani Rojava PKK için Türkiye’deki Kürt sorunsalı açısından işlevsel bir rol üstlenmiş durumda. PKK Suriye’deki gelişmeler sayesinde belli bir ağırlık kazandı ve bunu “Merkez Kürdistan”daki olası bir Kürt sorunu çatışmasında eninde sonunda kullanması kaçınılmaz görünüyor –en azından PKK’nin niyeti bu yönde.

Rojava’daki gelişmelerin ve buranın özerk statüsünün uzun ömürlü olup olmayacağı son derece muğlak. PYD’nin gerek Rusya gerekse ABD ile kurmayı başardığı askerî işbirliği, İslâm Devleti’nin (IŞİD) güçlenmesiyle oldu. Her ne kadar her iki ülke de YPG’yi askerî açıdan destekleseler de, IŞİD’le mücadele alanındaki bu işbirliği, henüz PYD’nin somut bir siyasî değer kazanmasını sağlamadı. Başta ABD olmak üzere, her iki ülke de Suriye’deki Arap muhaliflere karşı sergiledikleri temkinli yaklaşımın yanı sıra, bilhassa Türkiye’nin itirazları nedeniyle, PYD’nin Cenevre’deki müzakerelere eşit hakka sahip bir katılımcı olarak davet edilmesi yönünde güçlü bir irade sergilemedi.

Yakınlaşma yolunda başarısız denemeler

PYD ile Türkiye daha 2013’te bir görüşme zemini bulmaya çalıştı. Türkiye istihbarat servisi temsilcileriyle Mısır’ın başkenti Kahire’de yapılan birkaç görüşmenin ardından PYD eşbaşkanı Salih Müslim bir ay içinde iki kez Ankara’ya davet edildi. Ancak Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan ile yapılan görüşmeler karşılıklı güvensizliği ortadan kaldırmaya yetmedi.

Anlaşılan, Türkiye Kürt meselesinin çözümü konusunda, Kürtler için siyasi statü öngörmeyen, onun yerine sadece sınırlı kültürel ve idarî haklar tanıyan anlayışından vazgeçmeye hazır değil. Bu nedenle, Türkiye’nin PYD’den beklentisi, Suriye’nin Kürt bölgelerinde, en nihayetinde Türkiyeli Kürtlerin çabalarını güçlendirip ilerletecek başarılar elde etmemesi yönünde. Ancak, PKK açısından Suriye’deki gelişmeler, AKP hükümetinin çözüm yaklaşımını çoktan aşmış ve Türkiye’deki Kürt meselesini, ancak sarih bir siyasî çözümün sorunu yatıştırabileceği kadar ilerlemiş bir evreye taşımış durumda.

Görünen o ki, PKK-PYD ile Türkiye arasında bir yakınlaşma, en azından yakın gelecekte gerçekçi bir beklenti değil. Suriye’deki savaş henüz bitmedi ve buradaki Kürtlerin siyasî statüsü ne ulusal ne de uluslararası çapta tanınmış durumda. Arap muhalefeti PYD’yi Beşir Esad rejiminin tarafında bir aktör olarak görüyor ve bu nedenle barış müzakerelerine katılımlarını reddediyor. Buna ilave olarak, PYD totaliter üslubu nedeniyle diğer Kürt siyasi ve sivil güçleri acımasız baskı ve tehditlerle kendine düşman etmiş durumda. 2013 yılında Amude’de olduğu gibi, PYD’nin siyasi hasımlarını bertaraf etmesine dair örnekler kadar sivil toplum merkezlerinin doğrudan hedef alınması veya eleştirel gazetecilerin Irak Kürdistan’ına sürülmesi gibi vakalar da, yalnızca itaatkar siyasi güçlerin ve kontrol altında bir sivil toplumun kabul gördüğünü göstermekte.

Öte yandan, Türkiye YPG’nin üç kantonu birbirine bağlama çabasını, elindeki tüm imkânlarla engellemeye çalışıyor. Türkiye’nin Azzaz yakınlarındaki YPG mevzilerini bombalaması, iki taraf arasındaki gerilimin hangi ölçülere kadar tırmanabileceğinin en açık göstergesi. Türkiye hükümeti buna ilave olarak İran ile eskilere dayanan bir Kürt karşıtı ittifakı yeniden canlandırmak niyetinde; zira her iki ülke de kendi Kürt sorunlarına sahip ve Suriye’de yaşanacak Kürt rönesansının etkilerinden muaf olmayacaklarının farkında. İran, Rusya ile ilişkilerini normalleştirmesi ve böylelikle PKK-PYD’nin önemli bir müttefikini devre dışı bırakmak amacıyla Türkiye adına arabuluculuk rolü oynayabilir.

En nihayetinde, Suriye’deki dinamiklerin nasıl geliştiğinden bağımsız olarak Kürt meselesi Türkiye’nin varoluşsal meselesi olmayı sürdürecek. Türkiye ve Rojava’daki Kürt meselelerinin birbirine karışması ve sınırın iki yanındaki Kürtlerin arasındaki sosyal bağlar, Türk-Kemalist siyaset açısından Türkiye’nin bölgesel homojenliği için bir tehdit görünmekle beraber, Türkiye’ye, cumhuriyetin kurulmasından neredeyse yüz yıl sonra tarihsel bir uzlaşı yoluna gitme ve Kürt meselesinin çözümü üzerine ciddiyetle eğilebilmesi için iyi bir fırsat da içeriyor. Zira, ancak yurt içinde sıfır sorun siyaseti yürütüldüğünde, komşularla sıfır sorun statüsüne erişilebilir.