“Arap Baharı” adıyla bölgenin siyasal ve sosyal kimliğini değiştirmeye aday ayaklanmaların ilk durağı Tunus’tu. Tunus’u Libya ve Mısır takip etti. Libya, Mısır ve Tunus’ta olduğu gibi yönetimleri değiştirmeye muktedir olmasalar da Yemen başta olmak üzere daha birçok Arap ülkesinde gösteriler, ayaklanmalar oldu. 2011’in başlarında bir gencin kendini yakmasıyla Suriye’de de “Arap Baharı”nın fitili ateşlendi. Suriye’de halk bir yandan on binlerin katıldığı gösterilerle sokaklara çıkarken bir yandan da hükümet binalarına saldırılar düzenleyerek artık geri dönülmez bir noktada olduğunu, Suriye rejiminin değişmesi gerektiğini gösterdi.
Esad yönetiminin toparlanamayacağını, gidici olduğunu gören ülkeler içinde en etkin denebilecek tepkiyi, Suriye’yi adeta düşman ilan edercesine, ilk Türkiye verdi. Irak’ta birinci ve ikinci Körfez savaşlarından dili yanan, bu nedenle Irak’ın değişim ve dönüşüm sürecinde istediği gibi etki kuramayan, daha çok ABD’nin belirlediği sınırlar içinde hareket etmek zorunda kalan Türkiye, Libya’da yaşadığı ikilemi Suriye’de de yaşamak istemiyordu anlaşılan. Bu nedenle olacak ki, “değişime gebe” Suriye’nin en etkin aktörü olma yolunda hızlı bir yönelime girdi.
Türkiye’nin hamleleri ve karşı hamleler
“Arap Baharı”nın hemen öncesinde, Suriye ile aradaki vizeyi kaldıracak kadar etkili bir yakınlaşmaya yönelen, önemli ticarî anlaşmalar imzalayan, Özellikle Öcalan’ın Suriye’den çıkmasından sonra PKK karşıtlığı temelinde işbirliğine giden, hatta AKP’nin 2009’da ortaya attığı Türkiye’deki Kürt sorununun çözümüne dönük Açılım Politikaları sürecinde, PKK’ye katılmış Suriyeli Kürtlere özel af çıkartılmasını bile konuşabilecek düzeyde “kanka” olan Esad ve Erdoğan ne oldu da bu kadar karşı karşıya geldi?
Belli ki, Türkiye’yi tetikleyen en önemli mesele Kürt meselesiydi. Yönetimi değişecek bir Suriye’de muhtemel yeni yönetimi daha işin başındayken yanına almak isteyen Türkiye, önce Dışişleri, akabinde tüm yönetim birimleri aracılığıyla Müslüman Kardeşler’den Suriye Ulusal Konseyi’ne, daha sonrasında ise Özgür Suriye Ordusu’na, El Kaide yanlısı El Nusra Cephesi’ne ve Irak Şam İslam Devleti’ne kadar tüm Suriyeli muhalifleri, kıskaca almaya başladı. Bununla da kalmadı, Suriye muhalefetini örgütlemeye, bazı iddialara göre de silahlandırmaya, özcesi Suriye muhalefetine alabildiğine etkili bir destek vermeye başladı.
Türkiye, ilk olarak 2011 Temmuz’unda “Değişim Konferansı”nı topladı. Konferans beklendiği kadar etkili olmasa da, başlangıç açısından olumlu bir girişimdi. Antalya’daki konferans, Türkiye ve Türkiye’nin bu role soyunmasına destek veren ABD ile bazı Batılı ülkelere, en azından kimin ne olduğu, bu kesimlerle nereye kadar yürünebileceği konusunda iyi fikir vermişti. Bu konferansın dikkat çeken bir diğer yönü de Kürtlerin dışlanması girişimiydi. Türkiye bu ilk toplantıda Kürtlerin dışlanmasında başarılı olmuştu. Konferansa katılan birkaç Kürt muhalif birey, cılız bazı tepkiler verseler de, deyim yerindeyse, genelin bakış açısına teslim olmuştu. Kürtlerin neredeyse hiçbir talebi, Türkiye etkisindeki bu ilk toplantının gündeminde dikkate alınmamıştı. Bu ilk toplantının dışında da çok sayıda toplantı organize edildi Türkiye’de. Bazılarına Arap ülkelerinin temsilcileri de katıldı.
Giderek taşlar yerli yerine oturmaya, muhalefet şekillenmeye başladı. Suriye’nin güçlü örgütlerinden Müslüman Kardeşler Türkiye’yi dışlamayan, onun etkisini gözardı etmeyen, ama tamamen ona bağlı olmayan bir politika izlemeye başladı. Her ne kadar Suriye Ulusal Konseyi’nin kuruluşu, 2011’in Temmuz ayında Türkiye’de ilan edilse de muhalefet öyle sanıldığı gibi birebir Türkiye’nin etkisi altına girmedi. Başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere, Sünni Arap liderliklerinin yönettiği devletlerden de destek alan Suriyeli muhalifler, Müslüman da olsa Arap olmayan bir milletin kendilerine öncülük yapmasına pek sıcak bakmadı. Türkiye’nin rolündeki abartı, Aralık 2011’de Hatay’da düzenlenen ve ağırlıkla Suriye’nin konuşulduğu “İkinci Ortadoğu Konferansı”nda daha net görüldü. Araplar Suriye’yi Türkiye’ye terk etmeyeceklerinin altını çok net bir biçimde bu konferansta dile getirdiler. O günden sonra, Türkiye’deki gazete ve televizyon haberlerinde, köşe yazılarında Türkiye’nin rolünü alabildiğine abartan yaklaşımlarda da gözle görülür bir değişim oldu.
İki darbe ve Suriye Kürtleri
Suriyeli Kürtleri bölgedeki diğer Kürtlerden ayıran en önemli etken, hiç kuşku yok, onların yarı legal denebilecek konumlarıdır. 1925’teki Şeyh Sait isyanı sonrasında Suriye’ye kaçan Türkiye Kürtleri Suriye ve Lübnan’da çoğu kültürel ve edebî önemli çalışmalara imza attılar. Bölge devletleri arasında en az Kürt nüfusa sahip olan Suriye, Fransız boyunduruğundayken Kürtlerin kültürel girişimlerine, kendilerini bu alanda geliştirmelerine sessizdi. Bu durum Suriye’nin Fransız boyunduruğundan çıkmasından sonra da devam etti. Suriye Kürtlerine dönük uygulamalar, 1963 yılında Baas partisinin iktidara gelmesinden sonra giderek değişmeye başladı.
Baas darbeyle iktidara gelmeden önce, Suriye’de yapılan nüfus sayımında 150 bin civarında Kürt kimliksizleştirilerek mülteci statüsüne alınmıştı. Kimliksizleştirme politikası, 1963 Baas darbesi ile birlikte Kürt bölgelerinde bir Araplaştırma politikasını da beraberinde getirdi. Baba Esad, Hizan-ul Arab adı verilen yasayla Kürt bölgelerinde etkin bir Arap nüfuzu oluşturmak için adımlar attı. Suriye yönetimine göre Kürtler Türkiye’den gelen göçmenlerdi. Bu nedenle, Suriye Kürtlerinin kültürel bir topluluk olarak çeşitli etkinlikler yürütmesine, genellikle “bakarkör” davranıldı.
Türkiye’deki 1980 askerî darbesi Kürt siyasetçilerin yoğun bir biçimde Suriye’ye geçmesine neden oldu. Türkiyeli Kürt örgütlerin özellikle lider kadrosunun neredeyse tümü Suriye’de konuşlandı. Kürt örgütleri arasında Suriye’deki varlığını 1998’de Suriye’den çıkıncaya kadar en iyi değerlendiren Kürt örgütü, PKK ve lideri Abdullah Öcalan oldu.
PKK, 1990’lara gelindiğinde, artık Ortadoğu’daki önemli aktörler arasında yerini almaya başlamıştı. Silahlı mücadeleye başladığı ilk yıllarda sadece Suriye’ye sıkışık bir örgüt konumundayken, 1990’larda Irak Kürdistanı’nın dağlarında çok sayıda askerî kampı olan, bir o kadar askerî kampı da Türkiye’de, Kuzey Kürdistan bölgesinde bulunan, ciddi kitlesel desteğe sahip bir örgüt konumundaydı.
PKK’nin bu konumu Suriye’deki Kürt siyasetinin değişiminde de etkili oldu. 1990’ların başlarına kadar, Suriye Kürtleri arasında Irak Kürdistan Demokrat Partisi (I-KDP) ile Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği (I-KYB) ekseninde siyaset yapan Suriyeli Kürt örgütleri etkindi ve PKK’nin Suriye’de hâkimiyetini ilan edip kitlesel destek almasıyla bunlar giderek zayıfladılar. Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkması ve Suriye yönetiminin Türkiye ile işbirliği içinde PKK’ye karşı yürüttüğü operasyonlar/politikalar PKK’yi Suriye’de nispeten zayıflatsa da, “Arap Baharı”na gelinceye kadar Suriye’nin en güçlü Kürt örgütü yine PKK ve ona yakın siyaset yürütenlerdi.
Suriye Kürt muhalefetinin şekillenmesi: Üçüncü Yol
“Arap Baharı”ndan sonra, Suriye Kürtlerinin “cepheleşmesi” başlangıçta iki eksende oldu. PKK’ye yakın siyaset yürüten PYD, kendisine yakın Arap muhalifleri ve bir kısım Kürt entelektüelle birlikte Batı Kürdistan Halk Meclisi’ni (MGRK) kurdu. PPDKS (Suriye Kürtleri İlerici Demokrat Partisi) ve S-KDP’nin (Suriye Kürdistan Demokrat Partisi) öncülük ettiği diğer yapılanmalar ve bir kısım “örgütsüz” birey de Suriye Kürdistanı Ulusal Meclisi’ni (ENKS) oluşturdu. Elbette bunların yanı sıra Avrupa’da yaşayan bir kısım Suriyeli Kürt de vardı ve bunlar, özellikle Türkiye’nin desteğini de alan Arap muhalefeti ve Türkiye dışişleriyle içli dışlı olmayı yeğlediler. Bunlardan bazılarına SUK (Suriye Ulusal Konseyi) içinde önemli görevler de verildi.
Suriye Arap muhalefetinin, özellikle de Müslüman Kardeşler’in Kürtlere karşı mesafeli duruşu muhalefetin Esad’a karşı örgütlendiği ilk dönemde hep vardı. Suriye krizinin başlangıcında muhalefetin en örgütlü gücü olan Müslüman Kardeşler adeta 1982 Hama katliamının rövanşını Kürtlerle yaşıyordu. Hama katliamından Kürtleri de sorumlu gören Arap muhalefetinin o dönemdeki en büyük gücü Müslüman Kardeşler, 2011’in Kasım ayında Kahire’de düzenlenen ve Suriyeli tüm muhaliflerin katıldığı toplantıda Kürtleri, Sünni ve Şii Arapların yanı sıra Suriye’nin üçüncü temel gücü olarak kabul etmedi. Geleceğin Suriye’sinde statüsüz bir halk olarak kalmanın figüranı olmayacaklarını belirten Kürtler, iki ayrı cephede olsalar da 2012’nin Mart ayından itibaren esas olarak kendi iç örgütlenmelerine yöneldiler. ENKS sonradan Ahmed El Carba liderliğindeki muhalefete katılsa da PYD, Üçüncü Yol adını verdiği politik hat üzerinden yürümeye başladı.
Rojavalı Kürtlerin en büyük örgütünün öncülüğündeki MGRK, 2012’nin Mart ayından itibaren Üçüncü Yol politikasını stratejik bir temele büründürerek açıktan uygulamaya koydu. Bir taraftan, Rojava sokaklarında rejim karşıtı gösteriler giderek güçlenirken, diğer taraftan, Kürtler adım adım özyönetimlerinin altyapısını örgütlediler. 2012’nin Temmuz ayına gelindiğinde, ilk ateş Kobanê’de yakıldı. Kobanê halkı öncelikle devletin kendilerini kimliksizleştirerek el koyduğu topraklarını geri aldı. Yerel halk meclisleri oluşturularak, sağlıktan eğitime, belediye hizmetlerinden güvenliğe birçok alanda halk yönetiminin tohumları ekildi, ilk adımları atıldı.
Kobanê’de yakılan ateş, Derik’te, Efrin’de, Qamışlo’da da harlandı. Kürtler hem kendilerini yönetiyor, kendi bölgelerinin güvenliğini sağlıyor, hem de bölgenin rejim ile muhaliflerin çatışma alanı olmaması için etkin bir politika izliyorlardı.
Bu arada, Kürtlerin önde gelen iki cephesi, ENKS ile MGRK arasında birlik görüşmeleri de başlamıştı. Rojavalı siyasî güçler Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin girişimiyle Erbil’de toplandılar. Erbil Anlaşması’nı 2012’nin Temmuz’unda imzalayan Rojavalı Kürtler, yönetiminde MGRK’den ve ENKS’den beşer üyenin yer aldığı Kürt Yüksek Konseyi’ni (KYK) oluşturdular. KYK’nin oluşturulması ile Rojava’nın askerî örgütü Halk Savunma Birlikleri YPG’nin resmen kurulması aynı tarihlere denk gelir. 2012’nin 19 Temmuz’una gelindiğinde, Rojava’nın üst siyasal yönetimini KYK, askerî gücünü ise YPG tamamlıyordu.
Kürtler arası gerilim ve IŞİD’in sahneye çıkışı
KYK’yi oluşturan taraflardan biri olan ENKS, yönetimdeki ortaklığını yaşamın her alanında kaba eşitliğe taşımaya yönelince ilişkiler gerildi. Giderek Rojava’nın iki partisi, ENKS’nin önde gelen partilerinden S-KDP ile MGRK’nin etkin partilerinden PYD arasında gerginlikler yaşanmaya başlandı. Gerginlik, Rojava ile Irak Kürdistanı Bölgesi arasında yeni sorunlara yol açtı. Rojava ile Irak Kürdistanı Bölgesi arasındaki önemli geçiş noktalarından biri olan Sêmalka sınır kapısı I-KDP’nin girişimiyle insanî geçişler dışındaki tüm geçişlere kapatıldı.
Bu gelişmeyle eşzamanlı, Türkiye üzerinden de Rojava’ya dönük ambargo girişimleri başladı. 2012 Temmuz’unda Kobanê’de yakılan ve giderek büyüyen özgürlük meşalesi söndürülmek isteniyordu. Halk açlıkla terbiye edilerek göçe zorlanıyordu. İnsansız bir Rojava’da saldırgan El Kaide yanlısı örgütlerin denetiminde yeni bir savaş cephesi oluşturulmak için yoğun çaba harcanıyordu.
Bölge devletlerinin, özellikle de Kürt karşıtlığı kartı üzerinden Suriye’deki gelişmeleri yönetmek isteyen Türkiye’nin desteğiyle gerçekleştiği bugün daha aşikâr olan Rojava’ya dönük askerî saldırılar da gecikmedi. Daha öncesinde de kısmî saldırılar vardı. Ancak, Mart 2013’te El Kaide yanlısı Nusra Cephesi Urfa’nın Ceylanpınar ilçesi üzerinden geçtiği Serêkaniyê’de kapsamlı bir saldırıya yöneldi ve bölgeyi YPG’den temizlemek istedi. YPG’nin direnişi buna izin vermedi. Bir ay içinde Nusra Cephesi geri çekilmek ve YPG ile ateşkes imzalamak zorunda kaldı. YPG’nin El Nusra karşısındaki direnişi Rojava devriminin sembolü olan kadınların da ayrı bir birlikle bölgenin güvenliği ve savunmasına katılmasını sağladı. YPG’nin yanı sıra Kadın Savunma Birlikleri YPJ de kuruldu.
Mart 2013 saldırısını hazmedemeyen Nusra Cephesi Temmuz 2013’te Serêkaniyê’ye bir kez daha saldırdı. Saldırı noktası yine Türkiye üzerindendi. Bu kez El Nusra’nın hedefinde yalnızca kendi güvenliklerini sağlamak için kurulan Halk Savunma Birlikleri YPG değil, aynı zamanda henüz yeni kurulan Kadın Savunma Birlikleri YPJ’de vardı. Ceylanpınar’ın hemen karşısında yer alan Serêkaniyê’yi Rojavalılar devasa bir direnişle savundular.
Karşılarında bölge devletlerinin desteğini alan, sınırları yolgeçen hanı gibi kullanan, ağır silahlarla donanmış El Nusra gibi bir yapılanma olmasına rağmen, Kürtler Serêkaniyê’yi korudular. Kısa bir müddet sonra Serêkaniyê’ye bölgenin siyasî iradesini temsil eden KYK’nin bayrağı asıldı.
Bugün Rojava’nın ve tüm bölgenin başına bela olan Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) ortaya çıkışı da bu döneme rastlar. El Nusra ile faaliyetleri ağırlıkla Irak’ta olan IŞİD, tek örgüte dönüşmek için görüşmelere başladılar. Görüşmeler istendiği gibi olmasa da, Irak Şam İslam Devleti, El Nusra’nın da kendilerine katıldığını iddia ederek kuruluşunu ilan etti. Suriye’nin en güçlü muhalif örgütlerinden Müslüman Kardeşler’in giderek gücünü yitirdiği bu dönemde, böylece Rojava ve Suriye’de yeni bir İslamî örgüt gerçeği öne çıktı: IŞİD.
IŞİD de El Nusra’nın aldığı destekleri aldı. Türkiye üzerinden giden militanlar Suriye savaşına rahatlıkla dahil olabildiler. Irak’ta Felluce ve Anbar’da etkinlik kuran IŞİD, Suriye’nin Sünni bölgesinde yer alan Deyrezor üzerinden Rakka’ya yöneldi. Bu arada Rojava’da, hem Serêkaniyê’ye, hem de Kobanê’ye saldırdı.
Suriye’nin orta bölgelerindeki Sünni yerleşim yerlerinin neredeyse tamamını ele geçiren IŞİD, Rojava direnişi karşısında etkisiz kaldı. Rojavalılar, yalnız kendilerini değil, IŞİD’in saldırdığı Arap köylerini de koruma altına aldı. IŞİD’in saldırılarının yoğunlaştığı dönem, Rojava’nın özerklik ilanına yoğunlaştığı döneme denk geldi.
Rojava: Halkların nefes alabildiği bir vaha
2014’ün ilk ayında, önce Rojava Anayasası olarak adlandırabileceğimiz Toplumsal Sözleşme kabul edildi. Toplumsal sözleşmenin kabulünü kantonların ilan edilmesi takip etti. Sırasıyla 21 Ocak’ta Cızire, 27 Ocak’ta Kobanê, 29 Ocak’ta ise Efrin kantonu ilan edildi.
1960’ların ortasından itibaren uygulanan Araplaştırma politikası, özerkliğin Rojava’da kanton modeliyle yaşama geçirilmesinin de nedenidir. Savaşın en acımasız yaşandığı Suriye’de kantonların ilanıyla birlikte Rojava yalnız Kürtlerin değil Arapların, Süryanilerin, Ermenilerin ve diğer halklarla inançların nefes alabildiği bir vahaya dönüşmüştü.
Bu vahanın en büyük saldırganı IŞİD iken ona destek verenler, önünü açanlar da azımsanmayacak kadar çoktu. Türkiye topraklarını kullanan, Suudi Arabistan ve Katar’dan maddî yardım ve silah desteği alan IŞİD, Irak’ta da Başbakan Nuri Maliki’nin Sünni karşıtı politikalarını kendi lehine değerlendirerek Felluce ve Anbar’da başlattığı askerî hareketliliği yaygınlaştırdı.
10 Haziran 2014 hem Irak hem de Rojava açısından yeni bir başlangıcın tarihi oldu. IŞİD, Ninova eyaletinin başkenti 3 buçuk milyonluk Musul’u en küçük bir direnişle karşılaşmadan ele geçirdi. Irak ordusunun terk ettiği askerî karargâhlardan ele geçirdiği silahlarla IŞİD Irak’ın Selahattin ve Diyala eyaletlerine yöneldi. Bir taraftan da Bağdat’ı zorlamaya başladı.
Kürtlerin Rojava’daki direnişini bir türlü aşamayan IŞİD, Irak’tan ele geçirdiği ağır silahlarla Rojava’nın en zayıf halkası olarak gördüğü Kobanê’ye saldırdı. Cızir kantonu ile Kobanê kantonu arasındaki Til Ebyad’ı, yani Kobanê’nin doğu cephesini daha önce denetimine alan IŞİD Efrin kantonu ile Kobanê arasındaki batı cephesi olan Cerablus’u da ele geçirmişti.
IŞİD, Kobanê’nin güney cephesi olan Suriye’nin petrol bölgesi Rakka’yı da aldı. Ele geçirdiği bölgelerde kendisine biat eden yeni güçlerle birlikte ilerleyen IŞİD’in hedefine Rojava Kürtleri yeniden girdi. IŞİD, 2 Haziran 2014’te, Kobanê’nin batı cephesindeki Cerablus üzerinden Zor Mıxar köyüne saldırdı; Kobanê’nin üç cephesinden ağır silahlarla Kobanê’ye saldırılarını giderek artırdı.
YPG sözcüleri IŞİD’in sivil halka dönük katliamlar yaptığını açıkladı. IŞİD’in YPG’lilere yönelik saldırısında kimyasal silahlar kullandığına dair iddialar da var. Kobanê Sağlık Bakanlığı uzman doktorları tarafından yapılan inceleme sonucunda üç YPG’linin cesedinde kimyasal madde emarelerine rastlandığı belirtildi. YPG komutanlarından Rêdur Xelil, uluslararası güçlere IŞİD’in kimyasal saldırılarını inceleme çağrısında bulundu. Ağır saldırıların yaşandığı bu dönemde bölgenin etkin askerî gücü YPG’nin yanı sıra Rojava’nın en güçlü partisi PYD’nin çağrıları gündeme damgasını vurdu. Çağrı tüm Kürt halkınaydı: “Kobanê düşerse, Rojava düşer, Kerkük düşer...”
Kobanê’nin çığlığına PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı da eklendi. PKK lideri İmralı Cezaevi’nden yaptığı açıklamada, Kobanê’nin seferberlik çağrısına yanıt verilmesini istedi. Türkiye’den binlerce insan Kobanê sınırında, Suruç’ta Rojavalıların direnişine destek için nöbet çadırları kurdu. Yüzlerce genç, Kobanê direnişine destek vermek için Rojava’ya geçti.
Rojava Devrimi’nin ateşi 19 Temmuz’da Kobanê’de yakıldı. Kobanê, şimdi bu devrimin bekçiliğini IŞİD saldırganlığına karşı direnerek devam ettiriyor. Suriye’de ise Esad rejimi hâlâ işbaşında ve Suriye’nin önemli bir bölümü en tehlikeli terörist örgütler listesinde yer alan El Kaide yanlısı ya da uzantısı örgütlerin denetiminde.