Akkuyu’dan İğneada’ya nükleer algı operasyonu

Okuma süresi: 1 dakika
Teaser Image Caption
İstanbul'da yapılan nükleer karşıtı gösteriden. (26/04/2015)

Politikanın en eski numaralarından biridir: Politikacı herhangi bir nedenle bir işte çuvalladığında halkların dikkatini ustalıkla başka bir tarafa çekiverir. Çekiverir ki, kimsecikler “Yahu ne oluyor?” demesin, daha da ötesi hesap sormasın. Ve rayından çıkan işler kimsenin ruhu duymadan bir biçimde rayına sokulabilsin, yeni bir ray mevzubahisse de ona uygun bir kılıf bulunabilsin. Kılıf uydurmak politikacı için zor bir zanaat değildir, hatta politika denen şeyin eski numaralarından bir diğeri de birbiriyle çelişip çelişmediğini önemsemeden bütün konular için çeşit çeşit kılıflar uydurmaktır. En son İğneada meselesinde de böyle oldu Yoksa Akkuyu meselesi mi demeli!?

Jetler Akkuyu’yu vurdu!

Suriye’deki savaşta farklı taraflarda olsalar da bu farklı taraflarda olma halinin aralarındaki ticarete yansımaması için çaba harcayan Rusya ile Türkiye, Rusya’ya ait uçakların Suriye üzerinden Türkiye’nin hava sahasını ihlâl etmesiyle hayli gerildi. Gerginlik ister istemez akıllara “Rusya’nın yapıp işleteceği Akkuyu Nükleer Santrali’nin ahvali ne olacak?” sorusunu getirdi. Nükleer karşıtları “Bu hengame arasında Akkuyu kurtulacak galiba” umuduyla sevinirken “Eyvahh! Akkuyu?” diyenlerden biri de Cumhurbaşkanı Erdoğan olmalı ki, kendisi Rusya’yı uyarma (!) ihtiyacı duydu: “Mersin Akkuyu’yu onlar yapmazsa bir başkası gelir yapar. Oraya üç milyar dolarlık bir yatırım yaptılar zaten. Dolayısıyla, o konuda daha hassas olması gereken Rusya. Biz Rusya’nın bir numaralı doğalgaz tüketicisiyiz. Türkiye’yi kaybetmek, ciddi bir kayıp olur. Türkiye gerektiğinde doğalgazı çok farklı yerlerden temin yoluna da gidebilir.”1

Erdoğan, Rusya’nın vanaları kapatıp “Sana doğalgaz satmıyorum kardeşim!” diyerek Türkiye’yi gerçekten karanlıkta bırakma ihtimalinden hiç söz etmedi elbette. Söz konusu olan sadece doğalgaz değildi ki; Rusya “Ürettiğin narenciyeleri almıyorum. Git kendine başka pazar bul!” da diyebilirdi örneğin, ki daha sonra dedi. Ama bunun üzerinde de durulmadı. Politikanın bir başka kuralıydı: bütün dünya senin ülkene muhtaçmış gibi davran! 

Rosatom: Akkuyu etkilenmeyecek

Erdoğan’dan bir gün sonra, 9 Ekim’de, eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız gerginliğin tonunu en fazla bir tık azaltabildi, şöyle diyerek: “Rusya Federasyonu ticari bir iş yapıyor. O yüzden burada böylesi bir projenin riske girmesi halinde, ki riske girebileceğini çok düşünmüyorum, asıl cebinden para çıkacak Rusya Federasyonu’dur.”2 Bu açıklamada vurgu “Projenin riske girebileceğini düşünmüyorum” cümleciğindeydi ve Yıldız, Rosatom yetkililerinin projenin bu krizden etkilenmeyeceğini söylediklerini de araya sıkıştırıverdi.

Nerede bu üç milyar dolar?

Gerginlik azalsa da bir kere çuvallanmıştı işte. Ortaya çıkmıştı ki, geçen bunca yıla rağmen elde somut bir Akkuyu projesi yoktu! Zira projeye çoktan başlanmış ve yıllar içinde proje ilerlemiş olsaydı, “Sen yapmazsan başkası yapar” denemezdi. Zira bu, teknoloji değiştirmek anlamına gelirdi, ki özellikle nükleer santral mevzu bahis olduğunda mümkün değildi. Ortaya çıkanlar bununla da sınırlı kalmadı. Pek çoğumuzun gözünden kaçan konuyu BirGün’deki köşesinde gazeteci Özgür Gürbüz dile getirdi.3 Ortada Akkuyu NGS’nin Ankara’daki merkez binası, Mersin ve Büyükeceli’deki bilgilendirme ofisleri ve reklam filmine yapılan harcamalar dışında hiçbir şey yoktu ve proje henüz başlamamıştı. Peki, Erdoğan’ın sözünü ettiği üç milyar dolar nereye harcanmıştı?

Dünyada nükleer santrallerin rüşvet iddialarıyla beraber anılmasından olsa gerek, ister istemez akıllara bunun Akkuyu için de geçerli olma ihtimali geldi. Bu durumda Türkiye yasalarına göre kurulan Akkuyu NGS, harcamalarını kalem kalem göstermeliydi. Ancak, şirket paranın nerelere harcandığına dair herhangi bir açıklama yapmadı.

Elde var İğneada

Hal böyleyken meseleyi kurcalayacak insan sayısı -iki kişi bile olsa- artmasın diye dikkatleri başka tarafa çekmek gerekiyordu. Elde, nükleer konusunda ne zaman sıkışılsa imdada yetişen İğneada vardı. İki aylık seçim hükümetinin Enerji Bakanı Ali Rıza Alaboyun üçüncü nükleer santrali “muhtemelen” İğneada’ya kuracaklarını söyleyiverdi. Ancak, açıklamasında dikkat çeken ayrıntı, Alaboyun’un kullandığı muhtemelen sözcüğünden de anladığımız üzere, yer için İğneada henüz kesinleşmemişken kurulacak santral için firmalarla görüşmelerin başladığı iddiasıydı. Alaboyun bu görüşmeleri şöyle anlattı: “Şu an üçüncü de Çinliler ve Amerika’nın Westinghouse firmasıyla mutabakat zaptı şeklinde bir anlaşma imzalandı. Onlar bir çalışma yapıyor, ama tabii ki bu diğer firmalara açık değil anlamına gelmez. Bu konuda teklif vereceklerle görüşüyoruz. Japonların yine ilgisi var, bu nükleer tesisin teknolojisinin de aynı olmasını istiyoruz.”4

Rusya’ya mesaj

Dişe dokunur bir açıklama değildi doğrusu bu. Zira ne üçüncü santral ne de bu santralin İğneada’ya yapılacağı kesindi. Bir niyetten söz ediliyordu. Firma adı telaffuz edilmiş olsa da sözler son derece muğlaktı. Kaldı ki üçüncü nükleer santrale talip olan ülkelerin arasında Rusya’nın adının geçmemesi de manidardı. Bu da akıllara bu ilişkilerin gergin olduğu Rusya’ya “Bizim pastada çok pay var ve talip çok. Sen ancak akıllı olursan payını kaparsın!” mesajının verildiği ihtimalini getiriyordu.

Üçüncü nükleer santral meselesi önce sosyal medyadan sonra da basından büyük tepki toplayınca konuyla ilgili yeni bir açıklama yapılmadı. Nasılsa bir taşla iki kuş vurulmuştu. Hem ilgili ülkeye mesaj verilmiş hem de halkların dikkati çoktan İğneada’ya çekilmişti. Operasyon tamamdı.

Ancak, 24 Kasım’a gelindiğinde olanlar oldu. Sınır ihlâli gerekçesiyle Türkiye bir Rus uçağını düşürdü, sonra hep birlikte seyreyledik gümbürtüyü! Bütün hengâmeden geriye iki ülke arasında kopma noktasına gelen ilişkiler, Suriye bataklığında diplere yakın bir yerlerde seyreden Türkiye ve Putin’in Türkiye’ye yönelik imzaladığı ekonomik yaptırım paketi kaldı. Bir de Rusya Analiz Merkezi’nin Stratejik Enerji Araştırmaları Direktörü Alexander Kurdin’in yaptığı “Akkuyu Nükleer Güç Santrali projesi tamamen iptal olmaz, fakat herhangi bir siyasi gelişme projenin ertelenmesine sebep olabilir”5 açıklaması. Türk Akımı boru hattı projesi rafa kalktı.

 

İğneada Longoz omanlarından bir görüntü. Bu yılın Temmuz ayında, bölgede yapılması planlanan termal santralin tüm Trakya için olası olumsuz sonuçlarına dikkat çekmek üzere bir araya gelen Kuzey Ormanları Savunması aktivistleri, düzenledikleri kamp etkinliğiyle projeye karşı direniş için dayanışma çağrısında bulundular.

İğneada’ya nükleer santral kurulamaz

Yani, Akkuyu’da işler iyiden iyiye sarpa sardı. Tam da bu yüzden, İğneada’ya nükleer santral kurulması için alınmış hiçbir kararın bulunmamasına6 ve Trakya Bölge Planı ile Danıştay kararlarına göre sadece İğneada’ya değil, tüm Trakya bölgesine enerji üretim santrallerinin kurulmasının mümkün olmamasına rağmen, Sinop ve İğneada’nın adlarının artık daha sık telaffuz edilmesi ihtimal dahilinde. Dedik ya, bunlar hep algı operasyonu!

Unutmamalı ki, hukukî olarak İğneada’ya nükleer santral kurmak mümkün olmasa da günün birinde siyasî iktidarın İğneada nükleer santralini muştulamayacağını garantilemek zor. Santral yapılamayacak olsa bile bu, bu işe girişmeyecekleri, inşaat sürecinde ekolojik dengeyi bozmayacakları, herhangi bir ülke ile anlaşma imzalamayacakları ve nihayetinde santral inşası bir nedenle yarım kaldığında anlaşmaya uyulmadığı için halkların omuzuna tazminat yükünü bindirmeyecekleri anlamına gelmiyor maalesef.

Bulgaristan koruyor, Türkiye yok ediyor

Hal böyleyken bölge insanı ve ekolojistler hayli endişeli. Onları endişeye gark eden konular bunlarla da sınırlı değil elbette. En çok dile getirileni İğneada’daki longoz ormanları. Longoz, nam-ı diğer subasar orman, derelerin denize doğru getirdiği kumların birikerek kıyıda set oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucunda akarsuyun biriktiği yerde oluşan özel bir ekosistem. Bu nadir ekosistemden Türkiye’de sadece Kırklareli-İğneada, Sinop-Sarıkum ve Sakarya-Acarlar’da bulunuyor. İğneada’daki longoz ormanları Avrupa’nın en büyüğü, dünyanın ise Amazon’dan sonra ikincisi.

Bu eşsiz ormanların kıymetini Bulgaristan ve dünya biliyor. Istranca dağlarının Bulgaristan tarafındaki longoz ormanları UNESCO tarafından belirlenen Dünya Biyosfer Rezerv Alanı ve Avrupa Birliği sınırları içindeki çevre koruma ağı Natura 2000’in korumasında. Türkiye tarafındaki longoz ormanları ve bu ormanlarda yaşayan canlılar ise mermer ocaklarının, Danıştay kararına rağmen beş tane termik santralin ve nükleer santral olasılığının tehdidi altında.

Yaşam kaynağı

İğneada hayvan çeşitliliği açısından da son derece zengin. Türkiye’deki memelilerin yüzde 57’si, kuş türlerinin ise yarıdan fazlası burada yaşıyor. İğneada ayrıca tehlike altındaki 184 kuş türüne de ev sahipliği yapıyor. Türkiye taraf olduğu Avrupa Yaban Hayatı ve Yaşam Ortamlarını Koruma (Bern) Sözleşmesi uyarınca, tehlike altındaki bu 184 kuş türünü korumak zorunda. Longoz ormanlarında üçü endemik, on bir tanesi ise küresel ölçekte tehlike altında olmak üzere tam 544 bitki türü, 310 böcek türü, 28 balık türü, 17 sürüngen türü bulunuyor.

İğneada bir yaşam kaynağı. Zira hem doğadaki canlıların hem de Trakya’nın içme suyu ihtiyacını karşılıyor. Doğal güzellikleri anlat anlat bitmiyor. Bölgede balıkçılık ve ekolojik tarım yapıldiği gibi, ekoturizm potansiyeli de yüksek.       Olası bir nükleer santral daha inşaat esnasında ve santraldan üretilecek elektriği dağıtmaya yarayacak iletim hatlarının kilometreler boyunca açılması aşamasında longoz ormanlarına zarar verecek. Longoz ormanlarındaki tatlı suyun yerini denizden gelen tuzlu suyun alması ise buradaki tüm canlı yaşamını bitirecek. Trakya’nın temiz su kaynakları yok olacak. Balıkçılık sekteye uğrayacak.

Radyasyon sınır tanımaz

Konu nükleer santral olunca, santralin kurulması planlanan yerin doğal güzelliklerinden ve yaşamsal açıdan öneminden dem vurmak adetten. Farkındalığı arttıran bu vurgunun sınırları var ama! “Bu cennete nükleer santral kurulur mu?” tepkilerinin, burası bir cennet parçasına benzemiyor olsaydı nükleer santral kurulabilirdi anlamını taşımadığına özellikle dikkat çekmek gerek. Zira nükleer santral sadece bulunduğu yeri etkilemiyor. Olası bir kazada ortaya çıkan radyasyon ne şehir ne de ülke sınırı tanıyor.

Ya kaza olursa?

Çevre Mühendisleri Odası’nın (ÇMO) İğneada’ya kurulma olasılığı olan nükleer santrale dair yaptığı modelleme çalışmasında, bir kaza halinde Trakya’nın tamamının, İstanbul’un ve Kuzey Ege’nin, yani tarım alanları, zeytinlikler ve turizm merkezlerinin çok büyük ölçüde etkileneceği görüldü. Batı Karadeniz, Kıyı Ege ve Kıyı Akdeniz de radyasyon bulutlarından kaçamıyor.

Hemen vurgulayalım, olası bir kaza sadece Türkiye’yi değil pek çok ülkeyi tehdit ediyor. İğneada Bulgaristan sınırına sadece 12 kilometre uzaklıkta. Başta Bulgaristan olmak üzere, Yunanistan, Balkan ülkeleri ve Akdeniz ülkeleri de tehlike altında. Bulgaristan nükleer santralle ilgili endişesini bildirdi bile. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun komşu ülkelerin barolarına Sinop nükleer santralinden hareketle gönderdiği nükleer tehdide karşı dayanışma çağrısını içeren mektubuna Bulgaristan’dan yanıt geldi. Bulgaristan Barolar Birliği Çernobil faciasından dolayı nükleer santral kurulması fikrine kesinlikle karşı çıktığını belirtti ve devam etti: “Komşu ülke olarak muhtemel bir nükleer kazadan endişe duymaktayız.”7 Bu, Bulgaristan’ın Sinop’ta kurulması planlanan nükleer santrale dair duyduğu endişe. Sınırlarının dibindeki İğneada’ya yapılacak olası bir nükleer santrale karşı daha sert tepki göstereceklerini tahmin etmek hiç de zor değil.    

Komşuyu hafife alma

“Komşu ülkeler Türkiye’nin nükleer santrallerine karşı çıksa ne olur” demeyin. Uluslararası düzeyde Türkiye’yi sıkıştırabilirler örneğin. Başta Bulgaristan ve Yunanistan olmak üzere AB ülkeleri, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Ermenistan 1991 tarihli Sınır Aşan Çevresel Etki Değerlendirme Sözleşmesi (ESPOO)’ya taraf. Bu sözleşme sınır aşan boyutta çevre kirliliğine yol açan faaliyetlerin proje aşamasında taraf ülkelerin ve kamunun katılımıyla değerlendirilmesini amaçlıyor. Hiçbirimizin şaşırmayacağı üzere, Türkiye ise ESPOO’ya taraf değil! Bütün bunların üzerine, dünyanın en büyük nükleer enerji lobisi olan Uluslararası Atom Enerji Kurumu’nun dahi nükleer altyapısını yetersiz bularak Türkiye’ye sıfır verdiğini düşünürsek, komşu ülkelerin uluslararası arenada Türkiye üzerindeki yaptırım gücünü hiç de küçümsememek gerektiği ortaya çıkıveriyor.

Lakin tam da bu noktada, Türkiye’deki nükleer santrallere nasılsa komşu halklar karşı çıkar diye beklemek yerine komşularla işbirliği yapmak nükleer santralleri durdurabilir ancak. Uluslararası işbirliği ise hiç de ilk anda göz korkuttuğu gibi zor değil. Politikacıların onca numarasına karşı halkların en büyük numarası da yaşam söz konusu olduğunda bir araya gelivermek zira.

1    “Erdoğan: Akkuyu’yu başkası yapar”, 8 Ekim 2015, www.aljazeera.com.tr/haber/erdogan-akkuyuyu-baskasi-yapar.

2    “Taner Yıldız’dan nükleer santral açıklaması”, Habertürk gazetesi, 9 Ekim 2015. www.haberturk.com/ekonomi/enerji/haber/1138001-taner-yildizdan-nukleer-….

3    Özgür Gürbüz, “3 milyar dolar nereye harcandı?”, BirGün, 16 Ekim 2015, www.birgun.net/haber-detay/3-milyar-dolar-nereye-harcandi-92490.html.

4    Hazal Ocak, “İğneada’ya nükleer darbesi”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2014,  www.cumhuriyet.com.tr/haber/cevre/388237/igneada_ya_nukleer_darbesi.html.

5    Alexander Kurdin: “Nükleer santral iptal olmaz, ama ertelenebilir”, Hürriyet, 26 Kasım 2015, www.hurriyet.com.tr/alexander-kurdin-nukleer-santral-iptal-olmaz-ama-er….

6    Hüseyin Şimşek, “Hangisi yalan söylüyor?”, BirGün, 16 Ekim 2015, www.birgun.net/haber-detay/hangisi-yalan-soyluyor-92466.html.

7                      “Sinop’ta yapılmak istenen nükleer santrale komşular da tepkili”, BirGün, 9 Kasım 2015,  www.birgun.net/haber-detay/sinop-ta-yapilmak-istenen-nukleer-santrale-k….