Tıpkı Yaşar Kemal’in dediği gibi: “… Sağlıklı toprakta en önemli öğe yüz örtüsüdür. Yani vatan, ormanları, çayır çimenleri, çiçekleri, böcekleri, kuşları, yabanıl hayvanları, suları, daha binlerce öğesiyle bir bütündür.” Toprak Atlasından bir makale;
Toprak bizi, doğayla birlikte üretmeye, ürettikçe de hak ettiğimiz kadarını almaya odaklayan bir kültürün sahibi kılar. Fakat aynı zamanda onu gelecek için saklamakla da görevlendirir. Bu nedenle üzerinde yaşadığımız toprak, kültürümüzü belirleyen, canlılığı var eden yaşamın temel öğesidir. Yani, toprak, sadece kum ve kilden oluşan bir yapı değildir. Toprağın üzerinde gezinen birisi ayağının altında milyonlarca canlının yaşadığını hissetmez, bilmez. Oysa toprağı toprak yapan içinde yaşayan canlılardır. Toprakta yaşayan canlıların hemen hepsi birer geri dönüşüm uzmanıdır. Bitkilerin ölü bölümlerini, salgılarını veya kadavralarını öyle güzel işlerler ki buradan çıkan besinleri bitkiler tekrar geri alır.
Toprak çok önemlidir; üretimin beşiğidir, rahmidir, anasıdır. Ve ancak toprağa bakılırsa toprak korunabilir ve verimli bir biçimde kullanılabilir. Böylece üzerinde yetiştireceği bitki de kuvvetli olur ve bu kuvvetli bitki hastalık ve haşerelere karşı koyabilir. Tohum da sağlıklı toprak ile buluştuğunda güçlü bir biçimde gelişir. Tohumun saçılacağı toprak eğer sağlıksızsa tohum yeterince gelişemez; bitkiye dönüştüğünde de sağlıklı ve lezzetli ürünler veremez.
Sağlıklı toprak için benimsenmesi gereken üretim tarzına en iyi örneğin ise bilge köylü çiftçiliği olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu çiftçiler, üretim yapacakları toprağın önce hangi özelliklere sahip olduğunu belirlemekle işe başlar. Sonra bu özelliklere sahip toprakta en iyi yetişen bitki çeşidini seçerler. Diğer taraftan da seçtikleri bitkinin yöre iklimine uyup uyamayacağını araştırırlar. Eğer uygunsa o bitkiyi tercih ederler. Ayrıca bitkiye can veren ve onu yaşatan toprağı da dengeli ve sağlıklı tutmayı iş edinirler. Bilge çiftçilerin önceliği bitkinin yeterli beslenmesine olanak sağlamaktır. Bu amaçla küçük çiftçiler;
- Münavebeli ekim yapar,
- Doğal atıklarla oluşturulan kompost gübreyi kullanır,
- Toprağı dinlendirir ya da diğer bir deyişle nadasa bırakır.
Çiftçiler üretim yaparken mutlaka toprağa dışarıdan gıda desteği yapmak zorundadır. İşte bilge çiftçiler, toprağı dışarıdan desteklerken yapay ve kimyasal gıdaları değil, doğal maddeleri tercih eder. Toprağa dışarıdan yaptığı gıda desteğinin doğayla dost olmasına özen gösterir.
Endüstriyel tarımda ise çiftçilikler toprağın yapısının bozulmasına aldırmaz, sadece kazanacakları paraya bakarlar. Onlar toprakta azalan gıdaları, toprağa organik madde ile takviye ederek tekrar kazandırmazlar. Çeşitli kimyasalları doğrudan toprağa verirler. Bu kimyasallar toprakta canlılar tarafından parçalanarak bitkinin alabileceği hale getirilemez, zira onlar bir tür hazır gıdadır. Bu gıdalar bitkiyi doğrudan beslerken toprakta yaşayan canlılar için zehir olurlar.
Su ile eritilerek toprağa dökülen ya da katı olarak toprağa atılmış olsa da yağmurla eridikten sonra bitki tarafından alınan yapay gübrenin fazlası toprakta atık olarak kalır. Zehirli çöp olarak toprakta kalır. Bu zehirli çöplerin miktarı arttıkça toprağın yapısı bozulur. Toprak, toprak olmaktan çıkar. Bu kimyasallar topraktan yer altı ve yerüstü sularına karışır. Bu sular aracılığıyla da diğer bitkileri, hayvanları ve insanları zehirler. Kimyasal gübre ile beslenmiş bitkileri tüketen insanların vücutlarında biriken kimyasallar, bağışıklık sisteminin bozulmasına neden olur.
Kimyasal maddelerle beslenen toprak, bu kimyasallara bağımlı hale geldiğinden çiftçiler de yapay gübreleri üreten şirketlere bağımlı hale gelirler. Yani bu döngünün tek bir kazananı vardır; kimyasal gübre üreten şirketler. Fakat artık toprak üzerinden para kazanan sadece kimyasal gübre şirketleri değil. Kapitalizmin küreselleşmesi ve paralelinde küreselleşmenin doğurduğu kriz toprağın sorunlarına başka sorunlar da ekliyor: Krizden çıkışın yolu olarak kırsalın işaret edilmesi toprağı yeni bir sömürüyle karşı karşıya bırakıyor. Siyasetçilerin sık sık kullandığı “ekonomik büyüme” ve “daha fazla endüstrileşme” argümanları ise öncelikle şirketlerin çıkarını ülkenin çıkarıyla eşitliyor ve doğaya saldırıyı meşrulaştırıyor. Böylece doğa ve doğaya analık yapan toprak tahrip ediliyor.
Türkiye’nin yüzölçümünün % 54’ünden daha fazla bir alan için maden şirketlerinin ruhsat almış olması tehlikenin boyutu hakkında yeterince fikir veriyor. Maden şirketlerinin maden yataklarını ararken kullandıkları yöntem, toprağı toprak olmaktan çıkarıyor. Toprağın üzerinde yaşayan bazı canlıları yok ediyor, bazılarının ise yaşam alanlarını yok ediyor. Altın ve gümüş madenciliğinde kullanılan siyanür toprağı, suyu ve doğayı zehirliyor. Uşak Eşme’deki altın madeninde 26-28 Haziran 2006’da meydana gelen kazadan sonra bin beş yüzün üzerinde insan siyanürden zehirlendi. Bergama, Erzincan’a bağlı İliç ilçesinde, Sivas’ın Kangal ilçesine bağlı Bakırtepe, Eğricek, Elkondu ve Pınargözü köylerini kapsayan alanda altın arama faaliyetleri devam ediyor. Bu arama faaliyetleri için topraklar gasp ediliyor. Gasp edilen topraklardan daha fazlası kirletiliyor, yöredeki temiz sular alınarak kirletilmiş olarak toprağa salınıyor.
Nehir tipi HES’lerle toprak ile suyun bağlantısı kesiliyor. En verimli topraklara sahip olan ovalara termik santraller kuruluyor. Verimli tarım alanlarına güneş enerji santralleri inşa ediliyor. Yaban hayata yaşamı zehir eden rüzgâr enerji santralleri, santralin araziye ve bölgeye uygunluğu göz ardı edilerek her yere yapılıyor. Bütün bu projeler için topraklar gasp edilirken “Toprak artık geçindirmiyor, çiftçi toprağı terk etmelidir” argümanını öne sürüyorlar. Ancak çiftçiyi zor durumda bırakanın bizzat kendilerinin olduğunu gizliyorlar. Köylüler ise hükümet-şirket ittifakına ve bu ittifak tarafından meşrulaştırılan projelere, bu projelerin yarattığı doğa katliamlara karşı dernek ve platform çatısı altında örgütlenerek Yaşar Kemal’in tabiriyle tam da şunun için mücadele ediyorlar: “… Sağlıklı toprakta en önemli öğe yüz örtüsüdür. Yani vatan, ormanları, çayır çimenleri, çiçekleri, böcekleri, kuşları, yabanıl hayvanları, suları, daha binlerce öğesiyle bir bütündür.”
---------------------------------
Kaynak bilgisi:
s.73 Andrea Mertiny, Çev., Sevtap Emir, Toprakta Neler Yaşar, İzmir, Tudem, 2007, s.36. s.73 Yaşar Kemal, Binbir Çiçekli Bahçe, Yapı Kredi Yayınları.