Döviz bolluğuna ve faizlerin düşüklüğüne dayalı spekülatif büyüme modelinin sonuna gelinmesiyle birlikte, Türkiye en kırılgan ekonomilerin başında sayılıyor. Artık “yüksek büyüme” miti yerine, dış borçların millî gelirden hızlı büyüdüğü, finansmanın kısa vadeli yabancı sermayeye dayandığı konuşuluyor. Uluslararası kredi kurumlarının riskli olarak tarif ettiği, büyüme beklentilerinin düşürüldüğü bugünlerde krizin kapıda olduğunu hissediyoruz.1
Ekonomik büyümenin faydalarının nasıl dağıldığı bölüşüm dinamiklerine bağlı olarak değişir; ancak, madalyonun öbür yüzü olan krizlerin maliyetini en yakıcı olarak istihdamda, ücretlerde ve yoksulluk rakamlarında izleriz. İstihdam yaratmayan spekülatif büyüme modeli yüksek büyüme rakamlarıyla çift haneli işsizliğin birarada yaşanmasını getirdi. Ocak 2014 itibariyle, tarım dışı asgari tanımlamaya dayanan işsizliğin yüzde 12,3 olduğunu düşündüğümüzde, güvencesizliği ve işsiz kalma riskini her an hisseden çalışan kesimlerin kriz ihtimaliyle nasıl sarsıldığını anlayabiliriz. Ekonomik dalgalanmaların sosyal maliyeti, popüler tabirle insanî yüzü ise tanıdığımız yüzlere dönüştükçe, kimlik kazandıkça daha iyi görülüyor.
Durgunluk ve kriz dönemlerinde kadınların emeği
Toplumsal cinsiyet rollerinin ekonomik hayata katılımın temel belirleyenlerinden olmayı sürdürmesi, piyasa ilişkilerinin ve bizatihi piyasaların cinsiyetçi yapısı bu değişimlerin yükünün iki cins arasında farklı dağılmasına neden oluyor. Cinsiyete duyarlı bakış üretim ve yeniden üretim süreçlerini bir bütünün ayrılmaz parçaları olarak tanımlar, çalışmayı da ücretli ve ücretsiz çalışmanın toplamı olarak görür. Ekonomik bakımdan görünür olan piyasada ücretli çalışma, özel ya da kamu sektöründe formel ya da enformel kontrat altında olabilir. Ücretsiz çalışma ise geçimlik üretimi, gönüllü çalışmayı, aile ya da hane üyeleri için ücretsiz bakım emeğini, ev işlerini ve ev yaşantısının döngüsünü sürdürmek için yapılan diğer faaliyetleri içerir. Kadınlara yüklenen ve kadınların yapması doğal kabul edilen ücretsiz, yeniden üreten çalışma kadınların diğer çalışma türlerine katılma süreçlerini, koşullarını ve sahip olduğu seçenekleri belirler. Üretim ve yeniden üretim alanlarının kuralları arasına sıkışan kadınlar açısından cinsel işbölümünün son derece yakıcı maddî ve manevî eşitsizliklere yol açan sonuçları vardır.
Durgunluk ve kriz dönemlerinde kadınların emeği ücretli ve ücretsiz çalışma arasında paylaşılamaz hale gelir. Zira Türkiye gibi ekonomik darboğazların etkilerini sınırlayıcı sosyal devlet uygulamalarından ve ekonomik çevrimlerin aksi yönünde işleyen maliye politikalarından söz edilemeyen ülkelerde, hane gelirindeki düşüş karşısında refah seviyesini koruma sorumluluğu kadınlar üzerinde hem ücretli çalışma hem de (hane içinde) ücretsiz bakım emeğini arttırma baskısı yaratır.
Ekonomik krizler işsiz kalan aile fertleri, ücret kesintileri, gelirin düzensizleşmesi, sosyal devlet harcamalarının azalması gibi sonuçlarıyla hane gelirinin ve refahının düşmesine neden olur. Hane gelirinin düşmesi, hem yeni gelir olanakları aranmasını hem de harcamaların kısılması (tasarruf yollarının bulunması) gereğini beraberinde getirir. Ekonomik zor, “evi erkek geçindirir” sosyal kuralını norm olmaktan çıkarır, kadınların geliri hane refahı açısından yaşamsaldır. Öte yandan, özellikle düşük gelirli haneler, piyasadan satın alamadıkları hizmetleri ya da ürünleri tüketebilmek için de kadının ücretsiz emeğine bağımlıdır. Zamanları üzerinde çifte baskı yaşayan kadınlar için ücretli çalışmanın alternatif maliyeti hane refahını arttıran ve tasarruf sağlayan ücretsiz faaliyetleridir. Bu anlamda, zaman yoksulluğu altında ezilen kadınların çalışma kararı (işgücünü arz etme kararı) alınacak ücretin yaratacağı refah ile ücretli çalışma nedeniyle vazgeçilen ücretsiz çalışmanın yaratacağı refahın karşılaştırmasına bağlıdır.2
Ne var ki, özellikle kriz dönemlerinde bu gül bahçesi olamayan seçim bile bir lükse dönüşmektedir. İşverenlerin işgücü maliyetini düşürme çabaları iyi işler olarak tarif edilen tam zamanlı, güvenceli, formel işlerin çözülerek esnek, güvencesiz, enformel, düşük ücretli işlere dönüşmesini beraberinde getirmekte ve bu süreçle kadın işgücüne olan talep arasında bir paralellik görünmektedir. Kriz dönemlerinde erkeklerin kabul etme eğilimlerinin daha düşük olduğu işlerde kadınların çalışması, ekonomik zor altında piyasaya itilen kadınların rasyonel bir seçişten çok hayatta kalma çabasıyla hareket ettiklerini gösteriyor. Bu anlamda, krizlerin kadınların ücretli emeği üzerindeki etkilerini ancak ücretli/ücretsiz ayırımının ötesine geçerek bu iki tür çalışmanın kaçınılmaz etkileşiminin, birbirini belirleme gücünün ve emek piyasasına iten ve çeken dinamiklerin içiçeliğinin farkında olarak ele alabiliriz.
Talep açısından kriz dönemlerinde birden fazla eğilimle karşılaşırız. Kadın işgücüne olan talep: a) sektörel kaymalara, b) işverenlerce benimsenen cinsiyetçi tavırlara/toplumsal cinsiyet normlarının pekişmesine ve c) maliyet düşürücü stratejilere bağlı olarak şekilllenir. Krizin bazı sektörleri öncelikle ve/veya ağırlıklı olarak etkilemesi işgücü talebinde de sektörel kaymalara neden olur. Kadınların ve erkeklerin sektörlerde ve mesleklerde eşit temsil edilmemesi, kadın işleri ve erkek işlerinin ayrışması krizle birlikte yaşanan sektörel kaymalardan iki cinsin farklı etkilenmesine neden olur. Yaygın olarak rastlanan ikinci eğilim ise emek piyasasına eğreti bir şekilde dahil olan kadınların işten çıkarmalarda öncelikle gözden çıkarılmasına neden olan, kimi zaman mevcut eşitsizliklerle rasyonelleştirilen ve bu eşitsizlikleri pekiştiren kimi zamansa açıkça ayrımcılığa dayanan bakış açısıdır. Neden öncelikle kadın çalışanları işten çıkardıklarını beşeri sermaye yaklaşımıyla açıklayanlar kadınların bu dezavantajlı durumunu, kadınların tipik olarak daha niteliksiz olduğu, daha az eğitim aldıkları, kıdemsiz olmaları, sendikasız olmaları ve daha kırılgan pozisyonlarda çalışmaları gibi emek piyasası eşitsizlikleriyle açıklayarak bir kısır döngüye hizmet eder. Öte yandan, nitelik ve diğer özellikler açısından eşdeğer durumda olmaları halinde dahi “evin ekmeğini erkek kazanır” yargısıyla kadınların gelirleri ek gelir olarak yorumlanarak öncelikle kadınların işten çıkarılması daha kolay görülebilmekte, erkeklerin iş kaybına yeğ tutulmaktadır. Bir diğer olasılık ise işverenin kadınların bu dezavantajlı durumunu işgücü maliyetini düşürmek istedikleri kriz dönemlerinde bir fırsat olarak görmeleridir. Ekonomik darboğazlarda kadın işçiler erkeklerin yerine tercih edilmekte, ucuz, örgütsüz ve düşük pazarlık güçleri nedeniyle kolay ikna edilebilir olmaları istihdam koşulları çözülürken kadınları bu sürecin motor gücü haline getirmektedir.
2008-2009 küresel finans krizinin istihdama yansıması
2008’de ABD’de finans krizi olarak başlayan, sonra AB ülkelerine sıçrayan ve borç krizine dönüşen küresel kriz ardında uzun bir durgunluk dönemi ve süreklilik algısı bıraktı. Kriz öncesi yüksek büyüme oranlarına rağmen çözülemeyen ve dünya genelinde bir sorun olan işsizlik 2007’den bu yana 28,5 milyon iş kaybı ve 39 milyon kişinin işgücünün dışına düşmesiyle en akut sorunlardan biri. Emek piyasasında işsizlik sorununun iş bulma ümidini kaybedenler ve uzun süreli işsizler kategorilerinde büyümesi artan işsizliğin yapısallaşarak kalıcılaştığını, bu eğilimde ise hem krizle birlikte yaşanan sektörel kaymaların hem de işini koruyanlardan beklenen verimlilik artışının istihdam seviyesini düşürmesinin etkili olduğunu görüyoruz (ILO, 2013).
Küresel krizle birlikte, 2002-2007 arasında istihdamda cinsiyet eşitliği açısından sağlanan olumlu gelişmeler tersine dönmüş, iki cins arasındaki uçurum artmaya başlamıştır. (ILO, 2011 ve 2013). Gelişmiş ülkelerde dış ticarete dayalı sektörlerde ağırlıklı olarak erkekler çalıştığı için kriz ilk elde erkekleri etkiledi; gelişmekte olan ülkelerde ise ihracat sektörlerinde kadınların yoğunlaşmış olması aksi yönde bir etki yarattı. Artan işsizlikle beraber çalışma koşulları bozuldu, güvenceli işlerin parçalanması sonucu erkekler işlerini kaybederken kadınlar istikrarsız ve her açıdan kırılgan koşullarda çalışmak üzere iş piyasalarına itildi. Dünya genelinde kadınların bir kısmı kriz öncesinde çalıştıkları işlerini kaybederek emek piyasasının dışına düşerken, bir kısmı ise hane gelirindeki azalmayı karşılamak üzere her koşulda çalışmaya hazır ek işçiler olarak emek piyasasına dahil oldu. Enformelleşme, çalışan yoksullar ve yapısal işsizlikle birlikte kalkınma hedeflerindeki gerileme ve insana yakışmayan yaşam koşullarının yaygınlaşması politika tartışmalarını her zamankinden daha çok krizin sosyal maliyetlerini giderme çabalarına odakladı. İşsizliğin yapısallaşması ve güvencesiz esnek istihdamın yaygınlaşmasının karşısında aktif istihdam politikaları uygulanması ve insana yaraşır, güvenceli işler yaratılması şart. Kriz sonrası yayınlanan uluslararası raporların hemen hepsinde bu yönde aktif istihdam politikaları ve talep yaratıcı politikalar öneriliyor ve bu politikalar içinde devletin kriz dönemlerinde bizzat iş yaratması gibi politikaların daha çok uygulanması gerektiği özellikle vurgulanıyor. (DB, 2011; ILO, 2013)
Krizin Türkiye emek piyasasına yansımaları
Krizin merkezi olan ABD’ye ve AB’ye hem finansal hem de ticarî açıdan bağımlı olan Türkiye krizin yansımasını sermaye akımlarındaki ve ihracat gelirlerindeki düşüşle hissetti. Finansal serbestleşme (1989) sonrasında birbirini takip eden diğer krizlerden farklı olarak 2008 krizinin 2009’da Türkiye’ye ithal edilmesi Türkiye’nin dış şoklara ne kadar açık ve dışa bağımlı hale geldiğini ortaya koydu. Krizle birlikte millî gelir yüzde -14.3 oranında düşmüş, 2009 millî geliri yüzde -4.7 olmuştur. (Akyüz, 2010, s. 24)
2007-2009 daralma döneminde resmî işsizlik oranındaki mutlak değişim hem kadınlar hem de erkekler için son derece yüksek (yüzde 4,5). Resmî işsizlik oranındaki değişimler, erkek işsizliği yüzde 42 artarken kadın işsizliğinin yüzde 27 arttığını, özetle son krizin erkek işsizliği açısından daha çarpıcı bir değişime neden olduğunu gösteriyor. Kuşkusuz erkek işsizliğindeki büyümenin göze çarpmasının ardında kadın işsizliğinin kriz öncesinde de son derece yüksek olması yatıyor. Kriz döneminde istihdam edilen kadın sayısının yüzde 10 civarında, işgücüne katılan kadın oranının ise yüzde 12,6 oranında arttığı görülüyor. Bu artışın üçte ikisi kadınların istihdamdaki payının erkekler pahasına artmasından kaynaklanmıştır. Diğer bir deyişle, kadınlar emek piyasasında erkeklerin yerine ikame edilmiştir. (İzdeş, 2013).
2008-2009’da ihracattaki küçülme millî geliri yüzde 3,4 daraltırken en çok etkilenen sektörler inşaat, toptan ve perakende ticaret ve imalat sanayi oldu. (Uygur, 2010). Krizle birlikte Türkiye’de istihdam 2008’in ilk çeyreğinde yüzde 12, 2009’un ilk çeyreğinde ise yüzde 23 küçülen sanayi sektöründen, kayıtdışının ve aile işçiliğinin yaygın olduğu hizmetler ve tarım sektörlerine kaydı. Krizin hangi sektördeki çalışanları öncelikle etkilediğine bakıldığında, 2007-2009 döneminde imalat sanayi, ticaret ve imar sektörlerinde çalışan erkeklerin daha çok etkilendiği, kadın istihdamının ise gene imalat sanayi, toptan ve perakende satış, bankacılık gibi kadınların yoğun olarak çalıştıkları sektörlerde olumsuz etkilendiği, bunun yanında madencilik ve imar sektörlerindeki daralmanın kadınları da vurduğu görülüyor. (Yücel, 2012). Kadınların formel istihdamının yaklaşık yarısını teşkil eden finans sektöründe kriz döneminde öncelikle kadınlar işten çıkarıldı.
Hane gelirinin düşmesi ve alım gücünün azalmasının maliyeti hanelerin eğitim ve sağlık gibi temel harcamaları kısması ve dahası gıda giderlerini de azaltması oldu (DB, 2011, s.45). Bu harcamaları kısmanın maliyeti ise bunların eksikliğini hissettirmemeye çalışan kadınların omuzlarına yüklendi. Geçinebilme çabasıyla kadınlar emek piyasasına ek işçi olarak katıldı. Çalışanların içinde ek işçilerin payı yüzde 11 iken kadınların bunun içindeki payı erkeklerin çok üzerinde. Kocalarının işsiz kalmasıyla birlikte işgücüne katılma ihtimali yükselen kadınlardan ek işçilere dönüşenlerin yüzde 74,5’i ev kadınıydı. (İlkkaracan, 2012). Düşen hane gelirini telafi etmek için piyasada çalışmaya başlayan kadınların çalışma koşulları da çok önemli. Ne yazık ki, yaratılan işlerin önemli bir kısmı kayıtdışı ve güvencesiz. Dolayısıyla, 2009 krizinin şerrinden bir hayır doğması ihtimali oldukça düşük. Ayrıca, krizin kadının görünmeyen emeğini erkeğe oranla daha fazla arttırmasıyla, kadının çalışmaya başlamasının cinsiyetçi işbölümünü çözmeyen, aksine kadınları çifte yük altında ezen bir yapı ortaya çıkardığı görülüyor. (Memiş ve Kaya Bahçe; 2011). Kadınların zamanının sonsuz esnek olmadığı ve mevcut haliyle üretilen hayatta kalma reflekslerinin sürdürülemez olduğu aşikâr. Yeniden krizi konuştuğumuz şu günlerde, krizlerin görünen maliyetlerinin yanında “görünmeyen” maliyetlerini de hesaplayan politikalara ihtiyacımız var, zira kriz bazılarını teğet geçmiyor.
KaynakçA
Akyüz, Yılmaz (2010), The Global Economic Crisis and Asian Developing Countries: Impact, Policy Response and Medium-term Prospects, Third World Network, Penang, Malaysia.
DB (Dünya Bankası) (2011), The Jobs Crisis, Washington D.C.
Ertürk K. ve Nilüfer Çağatay (1995), Macroeconomic Consequences of Cyclical and Secular Changes in Feminization: An Experiment of Gendered Macromodeling, World Development, Vol. 23, No 11, ss. 1969-1977.
İlkkaracan, İpek (2012), Economic Crises and Gendered Outcomes in the Labor Market, Poverty and Time-Use Conference, Ankara University.
İzdeş, Özge (2013), (yayınlanmamış makale), Global Financial Crisis and Turkey: A Gendered Analysis of the Labor Market.
Memiş, Emel ve S.A. Kaya Bahçe (2011), Estimating the Effect of the Economic Crisis on Work Time inTurkey’, Working Paper 686, Levy Economics İnstitute of Bard College , NY.
Uluslararası Çalışma Örgütü, (ILO) (2011), The Global Crisis; Causes, Responses and Challenges, Geneva.
Uluslararası Çalışma Örgütü, (ILO) (2013), Global Employment Trends 2013: Recovering From A Second Dip, Geneva.
Uygur, Ercan (2010), ‘The Global Crisis and Turkish Economy’, Third World Network, Penang, Malaysia.
Yücel, Yelda (yayınlanmamış makale) (2013), How Does Responding to the Crisis Affect Gender Segregation in The Labor Market? The Case of Turkey.
------------------------------------------------------------------------------------
1 Uluslararası kuruluşlar kamu finansmanında sorunlar, dış finansmanda artan baskılar, yabancı sermaye akışının aniden durma riskinin yükselmesi ve siyasî çalkantılar nedeniyle kredi notunu düşürmüştür: Moody’s :Baa3-, Standard and Poors: BB-. Ayrıca, IMF ve DB Türkiye için 2014 büyüme beklentilerini sırasıyla yüzde 2,3’e ve yüzde 2,4’e düşürmüştür.
2 Ertürk ve Çağatay (95) kadının emeği üzerindeki bu çifte baskının ve bu iki alternatifin yatırımlar ve hane tasarrufları üzerindeki sonuçlarıyla ilişkilendirerek bu kararın makro değişkenleri ve krizden çıkma dinamikleri üzerinde etkisi üzerinde durmuş, iki tür çalışmanın etkileşiminin makro sonuçlarını ortaya koymuştur.