Emekten kurtulmak: Müşterekler dünyasında çalışma ve bakım işleri

Bu yazı, Daniella Gottschlich’in 2013 yılında düzenlenen Ekonomi ve Müşterekler adlı konferansta yaptığı konuşma metnidir.

Herkes için iyi bir hayatı hedefleyen alternatif bir geçim sağlama sistemi arayışıyla düzenlenen bu konferansta konuşmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Konuşmamda “emek” veya “çalışma” ekonomisi kavramını masaya yatırıp “yaşam(ın) bütünü” için “çalışma(nın) bütünü” nasıl düzenlenir ve yönetilir sorularına örneklerle cevap vermeye çalışacağım. Bu konunun feminist ekonomi düşünce tarihiyle nasıl örtüştüğünü görmek bana ilham veriyor. Siyasî ve akademik altyapımda feminist ekonomi önemli bir yere sahip; akademik çalışmalarımda da özellikle bakım ekonomisini inceliyorum. Müşterekler tartışmalarına ve hareketine de bu açıdan yaklaşıyorum.

Bu sunum için hazırlanırken, bakım ekonomisi ile müştereklerin, yani bakım işleri ve müşterekleşmenin birçok ortak noktası olduğunu keşfettim (bkz. Wichterich 2013).

  • Her iki kavram da ekonominin baskın mantığını (kârın en üst seviyeye çıkarılması veya rekabet kültürü) eleştiriyor.
  • Her iki kavram da insan boyutunu vurguluyor; buna göre, zenginlik, “piyasalara hizmet etmek” veya gayrı safi yurtiçi hasılayı arttırıp büyümeyi hızlandırmaktan ziyade insanların geçim ihtiyaçlarını karşılamak üzere oluşturulur.
  • Her iki kavram da işbirliği ve sorumluluğa dayanıyor.
  • Her iki kavram da ilişkisel; sürekli bir şekilde oluşturulmaları ve yeniden oluşturulmaları gerekiyor. Çabalarımızı hiç durmadan yenilersek ancak hayatta kalabilirler.
  • Her iki kavramın da toplumsal ve ekonomik krizlerden doğan çeşitli alternatiflere işaret eden etik kuralları var (bakım ekonomisinin bakımla ilgili etiği, müşterekleşmenin de karşılıklılık etiği var).

Heike Löschmann ve Silke Helfrich ile birlikte bu sunuma hazırlanırken, bakım işleri ve müşterekleşme arasındaki farkı tartıştık. Yapısal bir pencereden bakıldığında iki kavram da birbirine o kadar benziyor ki, birbirinin yerine bile kullanılabilirlermiş gibi görünüyor. Ancak, öyle değil. Kavramlar arasında daha yakından bakmamızı gerektiren önemli farklılıklar mevcut.

Başlıca farklılıklardan biri, örneğin, müşterekler odaklı eşitler arası üretimin eşit haklara sahip ve eşit statüdeki insanlar arasında görülen bir işbirliği olması. Bu, insanların gönüllü olarak kendilerini adamalarına ve kendi muhakemeleri sonucunda yaptıkları seçimlere bağlıdır.  

Bakım işleri ya da “yeniden üretim” faaliyetleri olarak adlandırılan işler, toplumun hayatta kalması için olmazsa olmaz faaliyetlerdir. İnsan, hayatının yarısında başkalarının yardımına muhtaç olan hassas bir canlıdır; ilk olarak hayatının başında, erken yaşlarda, daha sonraysa yaşlandığında bakıma muhtaçtır (Gottschlich 2012). Bakım işinin duygusal boyutları da vardır. Müşterekleşmede olduğu gibi, bakım işinde de dikkat, anlayış ve işbirliği gerekir. Ancak, bakanla bakılan arasındaki işbirliği asimetriktir (Jochimsen 2003: 85). Bu nedenle, bakım işleri farklı bir karşılıklılık türüne dayanır. Ayrıca, bakımdan çıkmak zor, hatta imkânsızken, eşit hak ve statülere sahip kişilerin oluşturduğu bir topluluktan ayrılmak çok daha kolaydır. Özellikle bu sebeplerden ötürü, bu sunum kapsamında toplumun bir bütün olarak yeniden üretiminin sağlanması ve böylece sosyal ve ekolojik geçim desteği sistemlerimizin oluşturulması için bakım işleri ve müştereklerin nasıl birleştirilebileceği sorusunu ele almaktayız.

Şimdi bir adım geri gidelim ve bakım işlerinin organizasyonu ile müşterekler arasındaki bağlantılara bakalım. İlk olarak feminist iktisatçıların (örneğin, Biesecker 2012; Biesecker & Gottschlich 2013; Biesecker & Hofmeister 2010; Gottschlich 2012; Perkins & Kuiper (2005); Plonz (2011); Schnabl 2005; Tronto 2003; Wichterich 2012, 2013; Winker 2012) düşüncelerinden bazı örneklere değineceğim. Daha sonra, günlük hayattan dört hikâye paylaşarak bazı temel fikirleri zihinlerimizde canlandırmaya çalışacağım.

Feminist ekonomi ve bakım ekonomisi: Teorik temel ve normatif eğilim

  • Feminist ekonomi baskın ekonomi anlayışının tek boyutu olmasını eleştirir. Bu anlayışa göre, ekonomi sadece para üzerine kurulu bir tanımdan hareketle pazar süreçleriyle sınırlandırılmıştır. Ücret ödenmeyen bakım işleri ile üretkenlik / doğanın sağladığı hizmetler bütün ekonomik faaliyetlerin temeli ve ön koşulu oldukları halde,  tamamen değersiz, “ekonomi dışı” ve sadece “yeninden üretim işini gören” hizmetler olarak görülmektedir.
  • Feminist ekonomi bakım ve pazar ekonomisi arasında, insan sistemi ve ekosistem arasında ve üretim ve “yeniden üretim” ekonomik süreçleri arasında farklılaşmaya gidilmesini ve bunların yapılarına işlemiş toplumsal cinsiyet odaklı hiyerarşileri eleştirir.
  • Bu farklılaştırma “üretkenliğin” değersizleştirilmesiyle doğrudan bağlantılıdır ve umarsızca sömürülmesine neden olur. Bunun sonucuysa geçim destek sistemlerinin yok olması ve dünya çapında yabancılaşmanın giderek daha fazla artmasıdır. Farklılaştırma, değersizleştirme ve sömürü mevcut sosyal ve ekolojik krizlerin ortak sebebidir. Hepsi tek bir krizin göstergesidir: “Yeniden üretim krizi” (Biesecker & Hofmeister 2010). 
  • Feminist ekonomiyse (yeniden) üretim faaliyetlerinin bilinçli şekilde tasarlanması çağrısı yaparak, “yeniden üretim” faaliyetlerinin üretkenliğini – veya müşterekler felsefesini benimseyenlerin ifade ettiği gibi, “yeniden üretim” faaliyetlerinin yapılarından kaynaklanan üretim gücünü – ve üretim ve yeniden üretimin birliğini vurgular. “Geçim sağlama bütününü” sağlamak için ekonomi bütününü ve (gerekli) işler bütününü biçimlendirmek[1] demek, sadece şu ana kadar farklılaştırılmış veya göz ardı edilmiş ekonomi ve çalışma biçimleri nosyonlarını kullanmaya başlamak veya dikkate almak; bu unsurları karanlıktan aydınlığa çıkarmak değildir. “İş bütünü” kavramı aynı zamanda şu ana kadar çok az incelenmiş ve hâlâ emek kavramının ayrılmaz sabit parçası olarak görülen ücretli iş/kazanca dayalı istihdam kavramlarını da eleştirmektedir. Yabancılaştırılmış ve güvencesiz istihdam eleştirisi feminist ekonominin, müşterekler tartışmasının ve sendikaların paylaştığı bir eleştiridir ve insana yaraşır iş çağrısı yapmaktadır.
  • Feministlerin veya geçim ekonomisi yandaşlarının yeniden üretime dayalı olduğu varsayılan bir şeyin üretkenliğini vurgulaması, müşterekleri uygulayanların müştereklerin üretici üretkenliğinin altını çizmesi kadar anlaşılır. Ancak, baskın ekonomik sistem bu gerçeklikleri görünmez hale getirmiştir. Müşterekleşme ve bakım işleriyle yaratılan zenginlik ile ekosistemin üretkenliği muazzamdır, ancak bu ölçülemez. Bu zenginlik uzun zamandır ne yansıtılmış ne de takdir edilmiştir (daha açık ifade etmek gerekirse, ekosistem hizmetlerini parasallaştırmaya yönelik son çabalar bu soruna cevap olamaz).
  • İşin yeniden yapılandırılmasına yönelik çabalar için, pazar mantığı ile bakım mantığının yeniden bir araya getirilmesi dahil olmak üzere, birbirinden ayrılmış bu alanların yeniden bir araya getirilmesi artık bir öncelik değildir. Bunun yerine, sosyal ve ekolojik yıkıma yol açmadan toplumsal üretimi sağlayacak bir sisteme ihtiyacımız var. Bunun gerçekleşmesi için bakış açımızı değiştirmemiz ve mevcut ekonomik sistemi bir bütün olarak değiştirmek için bakım ekonomisi ile müşterekler ekonomisi ilkelerini kullanmamız gerekiyor, çünkü toplumsal ve ekolojik niteliklerin devam ettirilmesi için gereken iş türü budur. Bu ne kadar az yapılırsa, toplumsal ve ekolojik krizin ciddiyeti de o kadar artar. Sürdürülebilirliği teşvik eden bir dönüşüm sürecini mümkün kılmak için yeni bir standart toplumsal uygulamaya ihtiyacımız var, bu da daha fazla bakım ve daha fazla müşterekleşmeden geçiyor. Bakım ve müşterekleşme önleyicidir, rekabetten ziyade işbirliğini vurgular ve (büyüme oranları yerine) geçim sağlamanın gerektirdiklerine odaklanır.
  • İnsan kaynaklı ve doğal yeniden üretim faaliyetlerinin müştereklerin ayrılmaz bir parçası olduğunu görmek ve bunu tam olarak idrak etmek hepimiz için zorlu bir süreç olacaktır. Gelgelelim kültürel değişimi başarılı bir şekilde gerçekleştirmek için, baskın ekonomi mantığını yavaş yavaş alaşağı etmek ve sonunda yerine tamamen yenisini getirmek için tek yol budur.
  • Yaşam ve çalışma tarzımızı değiştirmek için sadece düşünmek ve yeniden değerlendirmek yetmez, aynı zamanda yeni bir dil kullanmak gerekir. Eski terimleri geride bırakıp yenilerini türetmemiz gerekiyor, aksi halde, eski terimlerin anlamları zihnimizin içinde kendilerine yeniden yer bulmayı asla bırakmayacak.

Hikâyeler

Anlatacağım hikâyeler aşmamız gereken “yeniden üretim” krizini gözler önüne seriyor. Bu hikâyeler aynı zamanda, dönüşüm için gereken öngörüler ile bakım ve müşterekleşme uygulamalarının bir araya getirilmesine ilişkin örnekleri içeriyor.

Hikâyeleri Almanya’da karşı karşıya olduğum gerçekliklerden yola çıkarak ve bir Avrupalı bakış açısıyla anlatacağım. Konferansın uluslararası ortamında bu kadar çok ve farklı yaşamın ve dünyadaki uygulama örneklerini görmekten gerçekten büyük memnuniyet duydum, bu örneklerin bakış açımı ve anlayışımı zenginleştireceğinden, genişleteceğinden eminim.

Bu hikâyeleri anlatarak (yeniden) üretimin bütün ekonomik faaliyetler için bir temel teşkil ettiğini ve artık göz ardı edilmemesi, küçümsenmemesi veya sömürülmemesi gerektiğini daha da net bir şekilde ortaya koyabilmeyi umuyorum. Konuşmamın sonunda, “Emekten kurtulmak: müşterekler dünyasında çalışma ve bakım” konusunda gerçekten ciddiysek sormamız gereken soruları ele alacağız.

Birinci hikâye: Jan, Hung Shung ve ördek

Veya: Sosyal ve ekolojik kör noktalar olmadan müşterekler ile ve müşterekler içinde (örneğin insanlar arası) özerk iş nasıl başarıya ulaşır?

Hikâyemiz Jan hakkında. Jan Almanya’da, Lüneberg Leuphana Üniversitesi’nde İş Bilgi Teknolojisi ve Siyaset eğitimi görüyor. Müzik ve film paylaşmayı çok seviyor. Şu an tohum, ilaç ve yazılıma ilişkin fikrî mülkiyet hakları konusunda tartışmaları ele alan bir makale üzerinde çalışıyor. Film ve müzik paylaşanları suç işleyen yazılım korsanları olarak gören bir hocasıyla birkaç kez sözlü tartışmaya girdi. Jan toplumun bilgiye ücretsiz erişim için ve kısıtlamalara ve özelleştirmelere karşı mücadelesinin (yani bilgi müştereklerinin) neden hayatî önem taşıdığını anlatabilmek için canla başla çalışıyor ve araştırıyor. Marcin Jakubowski’nin “açık kaynaklı ekoloji”sinin harika bir fikir olduğunu düşünüyor. Üniversiteden mezun olduktan sonra mümkün olduğunca bağımsız, ortak bir çalışma alanında, ofis hizmetlerini başkalarıyla paylaşarak serbest çalışmak istiyor. Kendi yönettiği projelerde ücretsiz yazılım geliştirmek onun için biçilmiş kaftan.

Peki, bu şekilde yeteri kadar para kazanıp iyi bir hayata sahip olabilecek mi? Herkes için taban bir gelir söz konusu olsaydı, nasıl geçineceğim diye endişelenmeden bunu deneyebilirdi. Jan bir taraftan bağımsız çalışmayı severken, diğer taraftan, başkalarıyla işbirlikleri oluşturmayı da denemek istiyor. Kararları veren büyük patron olmayacak. Bu sayede ebeveynlerinin yaşadığı stresleri yaşamayacağını biliyor. Bir taraftan da piyasanın neden olduğu sıkıntıları daha iyi yöntemlerle aşma fikri de hoşuna gidiyor. Örneğin, bazı şeyleri, hatta yaşam için en gerekli olanları bile, süpermarketten almaktansa üç boyutlu yazıcılar sayesinde özel olarak üretmek fikri onu heyecanlandırıyor. Kendi verdiği kararlarla şekillenen bir hayatı ve işi olmasının, yani aynı anda hem tüketici hem de üretici olmanın bilincine varmış durumda. Jan’ın karnı acıkmış. Alışverişe gitmeyi unutmuş. Ev arkadaşları da dışarıda, evde daha önceden lezzetli bir yemek pişirmiş kimse yok. Buzdolabı tamtakır. Jan bir Çin lokantasından sevdiği bir yemeği sipariş etmeye karar veriyor. Üstelik, tatlı ekşi ördek ucuz da.

Şimdi de Hung Shung’dan bahsedelim. Birazdan 5.50 Avroluk yemek parasını almak için en fazla iki dakikalığına Jan’ın yanına gidecek. Hung Shung’un saatlik ücreti 3 Avro’dan az. Tek kelime Almanca bilmediği için normalde servise gitmiyor. Yemek götüren arkadaşı hasta olduğundan Hung onun yerine geçmiş.

Hung Shung Almanya’da bir lokantada özel mutfak şefi olarak çalışmak üzere Çin’de işe alınmış. Özel mutfak şeflerinin ülkeye girişi bazı kurallara bağlı. İstihdam şirketine 10 bin Avro ödemiş, şu an borçlu durumda. Almanya Yabancılar Dairesi vize başvurularına, yalnızca çalışanın işverenle imzaladığı sözleşmede uygun bir maaş görürse onay veriyor. Hung Shung’un imzaladığı, ancak anlamadığı Almanca sözleşmede aylık brüt maaşı 1.433 Avro olarak görünüyor ve ayrıca, uygun konaklama ve yemek olanakları da sağlanıyor. Ancak, Hung Shung Almanca sözleşmeden farklı Çince ikinci bir sözleşme daha imzalamış.

Hung Shung lokantada haftada yedi gün, günde 10 saatten fazla çalışıyor. Lokantanın kilerinde yer yatağında yatıyor. Patronu pasaportuna el koyduğu için patronuyla tartışmak istemiyor. Vizesi sadece bu lokantada çalışması koşuluyla geçerli. Hung Shung çalışmak için Almanya’ya gelirken böyle bir durumla karşılaşacağını tahmin etmiyordu. Çok çalışırsa çok para kazanabileceğini söylemişlerdi halbuki.   

Jan, Hung Shung’un insan kaçakçılığı kurbanı olduğundan habersiz. Jan için Hung Shung küresel üretim zincirleri tarafından sömürülen milyonlarca insandan biri sadece. Jan’ın bilmediği bir diğer şeyse yemeğindeki etin nereden geldiği. 

Bu, bir Pekin ördeğinin eti. Bu ördek güzel bir çiftlikte mutlu bir hayat sürmedi. Hatta güneşi hiç görmedi. Pekin ördekleri su kuşlarıdır, fakat bu ördek bir kere bile suda yüzmedi. Almanya’nın kuzeyinde adı artık endüstriyel kümes hayvancılığıyla özdeşleşmiş Emsland bölgesinde yer alan Vechta kasabasındaki bir kanatlı besi çiftliğinde yetiştirildi. En fazla altı haftalık bir ömrü var. Hatta son evrelerinde, azami kiloya ulaşması için kas gelişimi yavaşlatıldığından ayaklarının üzerinde bile duramaz hale gelmişti.

Ne Jan ne de Hung Shung bu tür hayvan yetiştirme yöntemine hayvan hakları savunucuları tarafından “işkenceci besicilik” dendiğini biliyor. 

Bu hikâye şu kaynaklara dayanıyor: Cyrus, Vogel & de Boer (2010); http://de.wikipedia.org/wiki/Linux#Entwicklung_heute, http://opensourceecology.org/; KTBL (2009); Moldenhauer (2004, 2005); PETA (2012); Statistisches Bundesamt (2012); Wassermann & Winter (2001).

Analiz

  • Jan’ın iyi hayat vizyonu, büyük ölçekli dönüşümler için hayatî önem taşıyan birçok unsuru yansıtıyor. Bunlar: başkalarıyla birlikte bağımsız şekilde çalışmak, herhangi bir yabancılaştırmaya maruz kalmadan insanların işlerinin uygulamadaki değerine odaklanmak, “küresel bilgi müşterekleri”ne ilgisi ve insanlar, toplum ve doğa arasında yeni bir ilişki oluşturmaya yönelik “açık kaynaklı ekoloji” hevesi.
  • Marcin Jakubowski gibi kişiler açık kaynak, permakültür ve teknoloji çevrelerini birleştirerek bir taraftan insanın temel ihtiyaçlarına cevap verirken bir taraftan da toprağı gözetmeyi, kaynakları sürdürülebilir şekilde kullanmayı ve sürdürülebilir geçim elde etmeyi amaçlıyor. Açık olarak paylaşılan bilgi endüstriyel ürünleri açık kaynaklı tasarımlar ve dijital üretim yoluyla yerelde üretmemizi sağlayan bir armağan. 
  • Jan daha iyi bir dünya için mücadele etse de bakım işlerini (şu ana kadar) göz ardı etmiş. Bakım işi derken, kendisine bağımlı olanlara bakmak ve bununla gelen sorumluluktan, yani kişinin yaptığı bireysel katkıdan ve sorumluluğun müştereken alınması için yapılar oluşturma çabasından bahsediyoruz. Jan çok genç. Henüz çocuğu yok ve ailesinden veya arkadaşlarından bakıma muhtaç kimse de yok.
  • Şu soru akla geliyor: Birbirinden farklı yaşamları ve geçmişleri olan insanlar müştereklere dayalı bir sisteme dahil olabilmek için eşit fırsatlara sahip midir? Üçüncü hikâyede bu konuyu ele alacağım.
  • Jan, Hunh Shung ve ördeğin hikâyesi bize doğayla uyumlu iyi bir hayat yaklaşımının yakınından bile geçemediğimizi gösteriyor. Hung Shung ve isimsiz ördek baskın üretim süreçlerinin yıkıcılığına maruz kalan bileşenleri temsil ediyor. Burada canlı olma hali kâr elde etme ve kârı en üst seviyeye çıkarmaya indirgenmiş.
  • Pazar nezdinde, yemek hazırlama gibi yeniden üretim faaliyetleri genellikle düşük maliyetli ve çok az değere sahip hizmetlerdir. 
  • Verdiğim örnek abartılmış bir hikâye değil. Hung Shung’un hikâyesi Berlin’de bir insan hakları kuruluşuna bildirilmiş bir hikâye (Cyrus, Vogel & de Boer 2010). Münferit bir vaka da değil.
  • Bu konferansın amacı “müşterekler dünyasında çalışma ve bakım işleri” için bir vizyon yaratmak. Vizyon oluşturmanın aynı zamanda eleştiri yapmak anlamına geldiğini düşünüyorum. Bu sebeple, mevcut sistemin hayata karşı ne kadar düşmanca olduğu gerçeğine dikkat çekmemiz gerekiyor. Bu düşmanlığın sebeplerini tespit etmek de bir o kadar önemli. Bunun için baskın pazar mantığına bakmamız yeterli.
  • Bu eleştiriden yola çıkarak ittifaklar oluşturabilir ve sendikalar ile insan hakları savunucuları arasında ortak paydaları bulmaya çalışabiliriz. “Emekten kurtulma” çağrısının sendikacıların kulağına garip geldiğini tahmin edebiliyorum. Bu açığı insana yaraşır iş çağrısı yaparak ve bu konu üzerinde birlikte kafa yormanın yollarını arayarak kapatabiliriz. “Hangi ücretli işleri iyi bir hayata katkıda bulundukları için desteklemeye hazırız?” sorusuna cevap vermek için ortak bir tartışma yapmak da isteyebiliriz. Bu tartışma, dikkatlerimizi kalite ve amaç sorusuna kaydıracak ve çalışmanın anlamını bulmamızı sağlayacaktır.
  • Her canlıya saygı duyulan bir dünya için kurulan ortaklıklar, hayvan veya ekoloji hareketlerinden veya hayvanlarla ilgili çalışmalardan bildiğimiz bir olgu. Kuzey yarıkürenin bir hayli sanayileşmiş tarım sektöründe hayvanlara hakları olan birer yaratık, birer canlı olarak yer kalmadı. Bakım ve müşterekler dünyasında insanlar/toplum ve hayvanlar/doğa arasında yeni bir ilişki kurmamız gerekiyor.

İkinci hikâye: Sonja, annesi ve Polonyalı bakıcı

Veya: Ulusötesi bakım işi zincirlerinin ekonomi ve etnik açıdan incelemesi

Sonja bir ayakta tedavi ve bakımevinde yaşlılara bakım işinde çalışıyor. Çok para kazanmıyor ve baktığı yaşlıların yalnızlığı ve zihinsel düşkünlükleri nedeniyle duygusal anlamda zorlanabiliyor. Yine de bu işe girdiğine hiçbir zaman pişman olmadı. Ancak, son birkaç yıldır, değişen durumları göz önüne aldığında, bu işin kendisi için en iyi iş olup olmadığı konusunda bazı endişeler duymaya başladı. Yaşlı bakımı işiyle ilgili gereklilikler giderek daha da zaman baskısıyla sıkıştırılır oldu. Bütün işler zamanla ifade ediliyor, bakıcıların ise hiç zamanı yok. Sanki insanlara yemek yedirmek, onların yıkanmasına yardımcı olmak veya bezlerini değiştirmek daha hızlı yapılabilecekmiş gibi. Bütün bu işler ve zaman sıkıntısı nedeniyle yaşlılarla sohbet edecek vakti kalmıyor. Onlarla konuşursa işlerini zamanında yetiştiremez.

Geçen ay, kontrol için gelen ajansın tavsiyesi üzerine, bakımevinin yönetimi Sonja ve kadın meslektaşlarından (şu an erkek meslektaşı yok), bütün “görünmeyen” işlerin bir listesini yapmalarını istedi. Bu görünmeyen işler belli kategorilere ayrıldıktan sonra, zaman ve paradan tasarruf etmek ve daha verimli çalışabilmek adına günlük iş akışından çıkarıldı. Bu işler arasında posta kutusundan bakımevinde kalan yaşlılara gönderilen mektupların alınması ve kendi alamayacak durumda olan sahiplerine mektupların teslim edilmesi de vardı. Sonja ve diğer bakıcılar yine de mektupları almaya devam etti. Fakat bu, karşılığında ücret almadıkları ilave bir görülmeyen iş haline geldi.

Sonja’nın aklında hep demans hastası annesi var. Annesi çok uzaklarda, Almanya’nın güneyinde kız kardeşiyle birlikte yaşıyor. Sonja bakımevlerinde personelin hastalarla özel olarak ne kadar az ilgilenebildiğini bildiği için annelerini bir huzurevine yerleştirmek istemediler. Fakat, bir taraftan tam zamanlı çalışıp bir taraftan da hasta annesiyle ilgilenemiyor. Annesinin 7 gün 24 saat bakıma ihtiyacı var. Sonja annesine baktığı için kız kardeşine ve hanenin geçimini tek başına sağlayan eniştesine minnet duyuyor. Bir taraftan da üzülmeden edemiyor, çünkü annesi zamanında çocukluğunun çok rahat geçmesini sağlamıştı, kız kardeşi şimdi kendisine hiç zaman ayıramıyor ve eniştesi eskiden maddî yükü kız kardeşiyle birlikte çekerken şimdi eve ekmek getiren tek kişi.

Sonja kendi yaşlılığını ve bakıma muhtaç kalırsa ne yapacağını düşünüp endişeleniyor. Yaşlandığında beraber ev paylaşabileceği biriyle henüz karşılaşmadı. Farklı nesillerin bir arada yaşadığı bir ev daha iyi olabilir, çünkü evi paylaşan herkes yaşlı ve muhtemelen hasta olsa, bu sefer kim kime yardım edecek? Peki, farklı yaşlardan insanların bir arada yaşadığı evde bakım işlerinin sağlanması gerçekten mümkün mü? Yaşlı komşusunun yaptığı gibi Polonyalı bir bakıcı tutmayacağından adı gibi emin. Sonja bina girişinde Ola ile karşılaştığı günü dün gibi hatırlıyor. Karşılaştıklarında Ola çok üzgündü, çünkü o gün küçük kızının doğum günüydü ama kızının ve ailesinin yanına, Polonya’ya gidememişti.

Sonja kısa süre önce televizyonda yeni ve umut verici bir uygulamayla ilgili bir haber izledi. Haberin başlığı “Topluluk içinde yaşlanmak” idi. Haber Eichstetten’de yer alan Bürgergemeinschaft adlı bir toplulukla ilgiliydi. Bu toplulukta yaşayanlar, köyde farklı nesillerin birbiriyle yardımlaşmasını günlük hayatın bir parçası haline getirmek üzere anlaşmaya varmış. Bu, isteyenlerin kendi evlerinde yaşlanabileceği anlamına geliyor. Hem gönüllülük hem de sosyal çalışmayı barındırdığından bu fikir Sonja’nın çok hoşuna gitti. Sosyal işleri ve temel kamu hizmetlerini topluluk kendisi düzenliyor. Ancak, Sonja kendi çalıştığı bakımevinde olduğu gibi, bu düzende de asıl yükü kadın bakıcıların çekeceğini fark etti.

İkinci hikâyemizin kaynakları: Biesecker & Gottschlich (2005); Brenssell (2012); Çağlar, Gottschlich & Habermann (2012); Gottschlich (2012); Lang & Wintergerst (2013); Wichterich (2013).

Analiz

  • Bu örnek, yaşlı bakımının ülkedeki demografik değişim nedeniyle büyük bir sorun haline gelmeye başladığı Almanya’dan. Bu örnek de şunu açıkça gösteriyor: Mevcut ekonomik sistem yeniden üretim faaliyetlerini/bakım hizmetlerini kasten dışsallaştırıyor. Bu da piyasa tarafından sağlanan bakım hizmetlerinin değerinin azalmasına ve küçük görülmesine neden oluyor (bu örnekte ücretli yaşlı bakımı). Ücretler çok düşük, çalışma koşulları giderek kötüleşiyor ve hizmeti genellikle kadınlar sağlıyor.
  • Piyasa diliyle anlatacak olursak, düşük ücretlerin nedeni düşük verimlilik. Aslında, bu faaliyetlerin verimliliği ve etkinliği arttırılamaz. Bakım işlerinin değeri piyasa kriterleriyle ölçülmeye devam edildiği sürece, hiçbir zaman tam olarak yerini bulamayacaktır, çünkü bu işler asla daha kârlı hale getirilemez veya iş verimliliği ancak çok sınırlı imkânlarla arttırılabilir (Wichterich 2013).
  • Bu nedenle, bakım işleri piyasada hüküm süren kârlılığın en üst seviyeye çıkarılması ve verimlilik mantığına ters düşer. İnsanların bakımına ayrılan süre giderek azalıyor. Hasta ve bakıma muhtaçların bakımı listeli birim fiyatlara dayanan parça başı iş haline geldi. (Malî) faydaların en üst seviyeye çıkarılmasına yönelik bu kısa vadeli mantığın insan onuruyla veya yaşam kalitesiyle ilgisi yoktur. Ücretli bakım işleri de (kişisel hizmet olarak verilen hizmetler) yaşlı ve hastalara veya günlük hayatın idamesinde başkasının yardımına ihtiyaç duyanlara destek vermeyi amaçlar. Bunlar zaman alan işlerdir. Bakım işini yapanların da bir hayatı vardır, onlar da insandır. Bakım işlerinin kapitalist ekonomik ilkelerle yönetilmesi sadece bakım hizmetine muhtaç olanlar için değil, aynı zamanda işini ciddiye alan bakıcıların da hayatında yıkıcı etkiler doğurmaktadır (Gottsclich 2012).
  • Bakım işi özel olarak sağlandığında ise yeniden üretim faaliyetlerine ilişkin krizin başka boyutları ortaya çıkıyor. Bakıcılar büyük bir psikolojik ve fiziksel stresle mücadele içinde, sağladıkları bakım hizmetleri karşılığında ücret almadıklarından geçimlerini sağlamada zorluk çekiyorlar. Bu sorunu gidermek içinse genellikle geleneksel yöntemlere geri dönülüyor ve toplumsal cinsiyet tabanlı işbölümü yapılıyor (kadınlar bakılması gerekenlere bakıyor, erkekler para kazanıyor).
  • İşte bu sebeple, bakım işini toplumun tamamını ilgilendiren bir sorun olarak görmek gerekiyor. Bunun için değer dizisinin değiştirilmesi, yani bütün toplumun faydalandığı yeniden üretim faaliyetlerine katkı sağlayan işlerde hem soyut (takdir etme) hem de somut (geçim sağlama) anlamda toplumun farklı değerlendirme kıstasları kullanması gerekiyor.
  • Boyutları giderek büyüyen ulusötesi etnikleştirilmiş bakım zincirlerine (Polonyalı kadın bakıcı) de eleştirel gözle bakmamız gerekiyor. Birey için bu, hane içi çalışan veya evde bakıcılık yapan yabancı kadınların güçlendirilmesi anlamına gelebilir (bu, kadınların bağımsızlıklarının arttırılması ve ülkelerindeki ekonomik, sosyal, kültürel ve dinî baskılardan bir anlamda kurtulmaları olarak algılanabilir). Gelgelelim, bu bireyler ailelerinden ve arkadaşlarından ayrı düştükleri için bu özgürlüğün bedeli de büyüktür. Yapısal açıdan bakıldığında, bu, yeniden üretim faaliyetlerinde iş bölümünün toplumsal cinsiyet temelinde, yani kadınlar ve erkekler arasında yapılmaya devam ettiği ve bunun üstüne kadınlar arasında etnik kökenlerine göre de iş bölümü olduğu anlamına geliyor. Almanya’da bakıcı bulamama sorunu Polonyalı kadınları işe almakla “çözülüyor”. Polonya’da bakıcı bulamama sorunu ise Ukraynalı bakıcılarla “telafi ediliyor”. Christa Wichterich (2013) bunu “egemen yeniden üretim süreci” olarak adlandırıyor.
  • Güney Almanya’daki Eichstetten şehrinde kurulan vatandaş topluluğu örneğinde bakım işleri müşterekleşmiştir. Farklı kültürden gelenler için dünyanın en normal şeyi olabilir bu. Hatta “çocuk büyütmek için köy gerekir” gibi deyimler vardır. Ancak bu, Almanya standartlarında küçük bir (kurumsal) devrimdir. Yine de bu müşterekleşme örneğinde bile bakım işleri kadın işi olarak görülmeye devam edilmektedir; model neredeyse tamamen kadına dayalı hazırlanmıştır (Lang & Wintergerst 2013; Wichterich 2013). Toplumumuzun devamlılığını sağlayacak yeniden üretim işlerinden hepimiz sorumlu değil miyiz?

Üçüncü hikâye: Marlin, Neela ve çocuk bakımı

Veya: Geçim sağlamaya yönelik işler ve hayat ile iş arasındaki boşluğun doldurulmasında görülen zorluklar 

Marlin diğer ebeveynlerle görüşmek üzere çocuk bahçesine gidiyor. Hava güzel. Önceki gece ebeveynler arasındaki toplantıda yarım kalan tartışmaya devam etmek istiyorlar. Tartışma konusu ev işlerine ücret ödenmeli mi? Ödenmeliyse ne kadar? Marlin’e sanki zamanda geri gidiyormuş gibi geliyor. Annesinin 1970’lerin sonunda benzer tartışmaları yaptığını hatırlıyor. Ancak, o zamanki amaçları bütün faaliyetlerin para karşılığını bulmak değildi. Amaç ev işleriyle ilgili bilinç uyandırmaktı. Ev işleri o zamandan beri ekonomik sistemin dışında tutuluyor ve bu işleri genellikle kadınlar yapıyor; bu da kapitalist sömürünün diğer yarısı olarak tanımlanabilir.

Kısa süre önce, Hindistanlı arkadaşı Neela telefonda kendisine ister üretimde ister bakım işlerinde çalışsınlar “bütün kadınlar/erkekler işçidir” sloganıyla Hindistan’daki bir kadın hareketi tarafından başlatılan bir kampanyadan bahsetti. Bu kampanya da ekonomik sistemi genel olarak eleştirmekte. Kampanya müşterek havuz kaynakları aşırı derecede sömüren ve giderek artan biçimde şirketlerce yönetilen büyüme paradigmasına karşı denge oluşturmak üzere güçleri birleştirmeyi hedefliyor ve geçim sağlama işlerinin etiketlenmesini, parasal değerinin belirlenmesini reddediyor. Neela açıkça belirtti: Burada söylenmek istenen işin parasını verip gerisini unutmak değil; aksine, toplumların karşılıklı ve müşterek destek biçimlerini geliştirmesi ve bakım işlerine saygı duymaya başlaması için gerekli adımları atmak.

Marlin bunun sebebini açıkça görebiliyor. Aynı yollardan o da geçti. Çocuklarının doğumundan beri, kocasıyla geleneksel kadın ve erkek rolünü üstlendiler. Çocuk sahibi olmadan önce, temizlik, çamaşır yıkama ve yemek pişirme gibi bütün yeniden üretim işlerini paylaşıyorlardı. Marlin çocuklarıyla vakit geçirmeyi çok seviyor, ama gazetecilik yaptığı günleri de özlüyor. Eskiden, Wikipedia’ya makale yazmaya bayılırdı. Ne var ki, şimdi çocukları uyuttuktan sonra hiçbir şeye hali kalmıyor.

Tanıdığı bütün ebeveynler zaman kısıtlılığından şikâyetçi. Ne kendilerine ne de politik faaliyetlere ayıracak zamanları var. Tüm ebeveynlerin, hatta arkadaşları Kristin ve Murat gibi yeniden üretim işlerini paylaşanların bile durumu aynı. Onlar da çocuklarıyla mümkün olduğunca çok vakit geçirmeye çalışıyor, ama bir taraftan da (kazanca dayalı) bir meslek sahibi olmak da hoşlarına gidiyor. Hayat tarzlarına bakınca zaten her ikisinin de para kazanması gerektiği görülüyor. Tek maaşla geçinmek çok zor. Kristin bu yüzden iki arada bir derede. Hayatı ücretli istihdamın belirlediği koşullarla yönetiliyor. Bu koşulları karşılamak için de yeniden üretim faaliyetlerinin duruma uydurulması gerekiyor. Kreşler veya okullar tatil zamanı kapalı olduğundan her zaman sorun yaşıyorlar ve ne kendisinin ne de kocasının yeterli izin süresi var. Çocuklar hastalandığında veya sabah mızmızlandıklarında Murat’ın treni kaçırıp işe geç kalmasıysa ayrı bir sorun.

Marlin’in aklına iş-hayat dengesini kurmuş, farklı alanlarda çalışıp uyumlu bir bütün oluşturmayı başarabilen, geçim derdi olmayan ve herkesin iyi bir hayat idame ettirdiği bir dünya için faal olarak mücadele veren kimse gelmiyor. Ertesi gün bir konuşma dinlemeye gidecek. Çocuklarına bakması için bir bakıcıyla konuştu. Konuşmanın konusu: Ev İşi Müşterekleri: Bir Toplulukta Ev İşi Yapmayı Tercih Etmek. Konu ilgisini çekti. Konuşmacı ABD’de bu amaçla kurulmuş topluluklarda uygulanan zaman paylaşımına dayalı ekonomiyle ilgili  deneyimlerinden bahsedecek. Bundan ilham alabilir. Değişim mümkün olabilir.

Üçüncü hikâyede kullanılan kaynaklar: Biesecker & Gottschlich (2013); Dalla Costa & Jones (1973); König & Jäger (2011); Winker (2012; Allen Butcher, (2013).

Analiz

  • Dünya üzerindeki gerçeklikler birbirinden ne kadar farklı da olsa ev işleri ve çocuk bakımı nereye gidersek gidelim azımsanıyor ve çocuk bakımı işini veya ev işlerini üstlenenlere ya çok az sosyoekonomik güvence sunuluyor ya da hiç sunulmuyor. Bu konu dünyanın her köşesinde toplumsal cinsiyet adaletsizliğiyle bağlantılı.
  • Feminist açıdan bakıldığında, hayatı ve çalışmayı birleştiren bu faaliyetlerin parasal karşılığının belirlenmesi söz konusu olamaz. Bu nasıl ölçülür? Çocuklarla oynamak, oyundan sonra ortalığı toparlamak, çocukların kıyafetlerini yıkamak, canları acıdığında onları avutmak, masal okumak, uyutmakla mı? Müşterekler söylemine aşina olanlar için bu sorunun çok bariz bir cevabı var. Müşterekler ölçülemez, değerine paha biçilemez. Müşterekler ortak zenginliktir.
  • Sorulması gereken en önemli soru şu: Başkalarına bakarak yaşadığımız, ama hayatımızı devam ettirebilmek için hâlâ paraya ihtiyaç duyduğumuz bu dünyada bize kim bakacak? Bir geçiş stratejisine ihtiyacımız var. Mesela, soruna geçici bir çözüm getirmek açısından bakım işi yapanlara temel bir maaş verilmesinin düşünmeye değer olup olmadığını tartışmamız gerek.
  • Şu an için, ücretli ve ücretsiz iş arasında birbirine bağlı ve hiyerarşik bir ilişki var. Konuşmamın girişinde de söylediğim gibi, ücretli işlerin yapılabilmesi için ücretsiz yapılan bakım işleri temel oluşturur. Aynı zamanda, ücretsiz işleri ve bakım işlerini bu kadar zorlaştıran da ücretli işlerin neden olduğu zaman sıkıntısı, verimlilik koşulları ve rekabete ve maddî faydanın en üst seviyeye çıkarılmasına dayalı mantığıdır.
  • Öne çıkan ve tartışılması gereken bir sorun daha var. Piyasanın mevcut yapısına ve bakım ekonomisinin yapısına dahil olmak, bir başka deyişle, başkalarına bakarken bir taraftan da para kazanmanın gerekliliği. Mevcut sistemin yerine geçecek alternatifleri düşünmek ve bulmak için çok az zaman ve imkân var. İnsanın kendini geliştirmesi ve eğlenme/dinlenmeye yönelik faaliyetler yapması için, siyasî faaliyetlere katılması için hiç zamanı yok. Müşterekleşme için hiç zaman yok. Kendi deneyimlerim ışığında söyleyebilirim ki, insanlar ücretli istihdam ile yeniden üretim faaliyetlerinin birbirini tetikleyerek oluşturduğu krizin etkilerini çocuk sahibi olduklarında ve/veya hasta veya yaşlı akrabalarına bakmak zorunda kaldıklarında görmeye başlıyor. Toplumsal cinsiyete bağlı iş bölümü genellikle ilk çocuk doğduğunda ortaya çıkıyor veya yoğunlaşıyor. Ancak, bu durumun üstesinden gelmek üzere strateji olarak kullanılabilecek bazı istisnalar mevcut. İnsanlar yeniden üretim alanında aldıkları desteğin, özellikle temizlik işlerinin parasını karşılamak için ücretli istihdama daha çok yöneliyor (işte bu noktada da küresel yeniden üretim zincirlerinin etnikleştirme süreçleri devreye giriyor. Almanya’da başkalarının evlerini çok düşük ücret karşılığı temizleyenler genellikle göçmenler).
  • İyi bir hayat çerçevesini çizmek için öncelikle kendimize bir vizyon belirlememiz gerek. İyi bir hayatın parçası olmayan bütün faaliyetler nasıl azaltılır ve iyi hayat hayalimizi gerçeğe dönüştürmemizi sağlayacak faaliyetlerin kalitesi ve miktarı nasıl arttırılır sorularına cevap vermemiz gerek. Bu faaliyetler karşılığı ücret alıp almadığımız fark etmez.    

Dördüncü hikâye: Veronica, mısır ve geçim çiftçiliğinin yok oluşu

Veya: Malî piyasalar ve boş tencereler arasındaki ilişki

Bu akşam üç çocuğunu nasıl doyuracağı konusunda Veronica Diaz’ı endişelendiren şey finans piyasalarıyla ilgili duyduğu son haberler değil. Ancak yine de sorunun kökeni borsalarla ilgili haberlere dayanıyor. Nihayetinde, mısırın fiyatı bu haberlere bağlı ve Meksika’nın temel yiyeceği tortilla mısırdan yapılıyor. Çoğunlukla çiftçilikten geçinen, bazen ek işler de yapan ve Campesino olarak anılan milyonlarca Meksikalı gibi, Veronica da uluslararası tarım işletmelerine karşı rekabete dayanamamış ve köyünü terk edip ülkenin kuzeyinde büyük bir şehir olan Tijuana’nın kenar mahallelerinden birine taşınmak zorunda kalmış.

Veronica Diaz dünya pazarına hizmet veren bir fabrikada, bir Maquiladora’da çalışıyor. Ancak 30 yaşına geldiği için işini kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğunu da biliyor, çünkü fabrika kötü çalışma koşullarına karşı sesini çıkarmaya cesaret edemeyen çok genç işçileri çalıştırmayı tercih ediyor. Bugün ise Veronica başka bir sorunla karşı karşıya: Maaşıyla ulaşım ve yeme içme masraflarını ancak karşılayabilirken artan mısır fiyatlarına karşı ne yapacağını bilmiyor.

Dün komşusuyla aralarında dünyanın ne kadar yıkıcı bir yer olduğuna dair bir konuşma geçti; öyle bir dünya ki, gerçek ekonomiye yatırım yapmak malî piyasalara yatırım yapmaktan daha az kârlı; öyle bir dünya ki, mısır, buğday ve diğer gıdaların fiyatları üzerine bahis oynamak mümkün. Dünya sanki büyük bir kumarhane. Kuzey yarıkürede yaşayan pek çok kişi farkında olmadan tarım ürünleriyle ilgili spekülasyonlara giriyor. Yaşlandıklarında sığınacakları güvenli bir liman olması için yatırım yaptıkları emeklilik fonları veya hayat sigortalarında para bazen gıda spekülasyonlarına yatırılıyor. Sonuçta, Veronica’nın çocuklarının bu akşam tortilla yiyip yiyemeyeceğini bu fiyatlar belirliyor. 

Gerçek ekonomiye yatırımsa aslında istenilen bir şey değil. Veronica şu an çalıştığı lens fabrikasına daha birkaç yıl önce girdi, ama işini yaparken her gün maruz kaldığı zehirli maddelerin cildinde oluşturduğu bozulmayı şimdiden görmek mümkün. Çokuluslu şirketlerin ödediği düşük maaşlar ve insanlık dışı çalışma koşulları nedeniyle çoğu kadın olan işçilerin sömürülmesi etik değil, ama gerçek.

Veronica bugünün iş koşullarında köklü değişiklikler yapılması gerektiğine inanıyor. Gelgelelim “yeşil ekonomi” gibi yeni fikirler bile mevcut eşitsizliklere değinmedikleri gibi, durumu daha da kötüleştiriyor.

Güney yarıkürede geçim sağlamak amacıyla yürütülen çiftçilik faaliyetleri örneğin, yenilenebilir enerji üretimi için gereken araziler nedeniyle sürekli yıkıma uğruyor. Yeşil ekonomi açısından bu sadece bir dönüştürme tedbiri. Arkadaşı Bettina Cruz Velazquez 2012 yılının baharında Avrupa’yı dolaşarak köylerindeki tarım arazilerini rüzgâr türbini inşası için bir enerji şirketine vermek zorunda kaldıklarını anlattı. Halbuki 1910 Meksika Devrimi sırasında, Meksikalılar bu topraklar için canla başla mücadele etmiş ve mücadelenin sonucunda topraklar kendilerine devredilemez müşterek arazi olarak verilmişti.

Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) yürürlüğe girdiğindeyse bu topraklar yeniden özelleştirildi. Aynı anda, (pitaya gibi) yenebilir meyvelerin yetiştiği ormanlar da yine aynı amaçla yok edildi. Yaşamak için yemek zorunda oldukları balıkların yaşadığı denizler açık deniz enerji kurulumlarıyla dolduruldu. Geçimlerini idame etmelerini sağlayan bütün doğal kaynaklardan yoksun bırakılan halk tek bir seçeneğe mahkum edildi: büyük şehirlerin kenar mahallelerine göç. Buradaysa her şey parayla, dolayısıyla durumları eskisine kıyasla çok daha kötüleşti.

Bu hikâyede kullanılan kaynaklar: Çağlar, Gottschlich & Habermann (2012); Foodwatch (2011); Oxfam Deutschland (2012). 

Analiz

  • Hikâye resmî ekonomi verilerine girmeyen, ancak geçim sağlamaya destek olan geçim çiftçiliğine odaklanıyor. Geçim çiftçiliğinin giderek yayılan yokoluşu da (yeniden) üretim krizinin bir sonucu. Silke Helfrich ve David Bollier’in açılış konuşmasında dinlediğimiz gibi, serbest ticaret anlaşmaları ve serbestleşme politikaları mısır çeşitliliğini azalttı ve fiyatları arttırdı. 
  • Geçim çiftçiliğini tehdit eden bir diğer husus ise toprak üzerinde dönen rekabet. Toprak artık geçim çiftçiliği için değil, yenilenebilir enerji üretimi için yani, enerji hammaddesi üretmek ve örneğimizde bahsedildiği gibi rüzgâr tarlaları kurmak için kullanılıyor.
  • Mevcut ekonomik sistem dahilinde, “toprak sorunu” müşterek ürünlerin (burada gerçekten ürünlerden bahsediyorum) devletin rant mantığına maruz kalması demek. Sadece bir şeye sahip olmak veya mülkiyet haklarını elinde bulundurmak bile maddî kâr sağlayabiliyor. Bu sırf petrol, bazen de bilgi için değil, aynı zamanda toprak için de geçerli (rüzgâr tarlaları için kullanılan topraklar da dahil). Toprağı kiralayanlar toprağın tek amaçla kullanımından ve ablukaya alınmasından kâr sağlıyor.
  • Özelleştirilen ve aşırı kullanıma maruz bırakılan doğanın üretkenliği yok oluyor. İyi bir hayata ulaşmak için kullanılabilecek bu üretkenliğin kaybı ise en çok müşterekleri etkiliyor.
  • Yapmamız gereken, tek bir kişiye ait olmayan bu kaynakların devletin rant mantığından ayrıştırılması.  

Sonuç

Alman iktisat profesörü Armin Falk’ın “Science” dergisinin son sayısında yayınlanan bir makalesi var. Bu makale birçok iktisatçının dünyasını alt üst etti. Falk piyasanın insanları etiğe aykırı işler yapmaya teşvik edip etmediğini ölçmek için bir deney yapmış. Birçok insanın piyasanın anonimliği sayesinde tasarruf etme veya para kazanma fırsatı elde ettiğinde ahlakî değerlerini gözardı etme eğilimde olduğu ortaya çıkıyor. Piyasa biz ve eylemlerimizin sonuçları arasında bir mesafe yaratıyor. Hung Shung veya Veronica Diaz gibi kişilerin küresel üretim zincirlerinin yarattığı çalışma koşulları altında çektikleri acıları görmediğimiz gibi ucuz gıda alırken Kuzey Almanya’daki fabrika üretimini de görmüyoruz. “Herkes yapıyor, o yüzden bireyin yarattığı etki devede kulak. Bu toplumun genel kabulü haline gelmiş bir ihlal” (Heuser 2013:21).

Piyasa tarafından yaratılan mesafe nedeniyle sorumluluklar ortadan kalkmış gibi görünse de bakım işleri ve müşterekleşme yakınlık ve sorumluluk gerektirir (bakım işleri ilişkilere dayalı işlerdir) ve bu sayede ahlaki değerleri ve sosyal normları güçlendirir.

Yeni bir yaşam ve çalışma tarzı geliştirme amacının ikili bir amaç olduğu sonucuna varabiliriz:

  1. Yıkıcı piyasa mantığını kökten eleştirmek ve bu mantığı bertaraf etmek için çaba sarf etmek.
  2. Üretken bir müşterekler sisteminde insanın (yeniden) üretim faaliyetini ve bunun yapısal rolünü (yeniden) düşünmek. Bu, bireysel ve toplumsal sorumluluk arasında, kadın ve erkek arasında, farklı etnik kimliğe sahip kişiler arasında, Kuzey ve Güney arasında, vb. adil bir sorumluluk dengesini nasıl kuracağımız sorusunu da beraberinde getiriyor.

Bir taraftan da tartışmanın farklı boyutlarının ayrımına varmamız gerek: eleştiri mi vizyon mu, geçiş stratejisi mi halihazırda uygulanan stratejiler mi, yoksa hayalimizde yeşerttiğimiz seçenekler mi?

İlk hikâyede işbirliği grupları oluşturmaya çalışan Jan’ın yaptığı gibi yeni çalışma ortamlarının yaratılmasıyla birlikte üretici ve tüketici arasındaki mesafeyi kısaltabilir ve üreten tüketici kavramına ulaşabiliriz. Üreten tüketiciye ulaşmak demek üretim ve yeniden üretim alanlarının birbirine uzaklığından kaynaklanan sorunları tam olarak aştığımız anlamına henüz gelmiyor. Yine de her iki kavram da tek bir madalyonun iki yüzüdür, bu madalyon “(yeniden) üretkenliktir” (Biesecker & Hofmeister 2010).

Amaç, kalıcı bir geçim sağlama sistemi oluşturmak için gereken bütün faaliyetleri bir bütün olarak şekillendirmektir. Bu sayede, diğerleri yanında, (yeniden) üreten tüketim vizyonuna ulaşabiliriz. Bu birleşik vizyonu işin yeniden düzenlenmesi için de kullanmamız gerekir

Çalışma saatlerinin, azaltılması, asgarî ücretler, insana yaraşır çalışma koşulları, sosyal ve ekolojik standartlar; değişim için bütün bunlar elzem.

Ne var ki, bütün bu eylemler kazançlı istihdam/ücretli emek modelinin değiştirilmesi anlamına gelir. Bunun önemi tartışılmaz. Kazançlı istihdam ise ancak her bir bireyin, toplumun ve doğanın iyi bir hayata kavuşmasını sağlayacaksa yeni çalışma ortamlarına ilişkin vizyonda kendisine yer bulabilir. Kazançlı istihdam sorunun bir parçası olan yabancılaştırılmış işi de içerdiğinden, çalışma sisteminin merkezinde yer almaya devam etmeyecektir. Son olarak, diğerleri kadar önemli bir hususa daha değinmek istiyorum, sendikaların da bu yeni eğilimi kucaklamak için kendi faaliyetlerini yeniden tanımlama sürecinden geçmeleri gerekiyor. Bu yeni eğilim, işin sadece iyi bir hayat için değil, aynı zamanda iyi bir hayat olacak şekilde yeniden düzenlenmesidir.  

Bu vizyonun hayata geçirilmesi için ihtiyaç duyduklarımız:

  • yeni ittifaklar,
  • dönüşümün gerçekleşmesi tek bir şablona bağlı olmadığından dönüşüm için gereken çeşitli koşulların neden olduğu karmaşık durumla eşleşecek çeşitli stratejiler,
  • topluluk olarak düşünme ve deneme için alan.

Düşüncelerin, algıların, değerlerin ve yargıların değişimi için çıkılan bu yolda hâlâ cevaptan çok soruyla karşı karşıyayız. Bu soruları tek tek ele alıp cevap ve çözümlere ulaşmamız gerekiyor.

Son olarak, hepinizi önümüzdeki günlerde üretken bir müşterekler sisteminde (yeniden) üretim faaliyetinin ve bunun yapısal rolünün (yeniden) düşünülmesi için çıktığımız yolculuğa davet ediyorum.

Teşekkürler.

Kaynakça

Biesecker, Adelheid (2012): „Auftakt zum interdisziplinären Salon Zeit für Allmende“. Tätigsein in den Commons – Jenseits von Lohnarbeit und Geschlechterhierarchie, Berlin, http://commonsblog.files.wordpress.com/2008/04/biesecker-arbeit-geschle…

Biesecker, Adelheid/ Gottschlich, Daniela (2005): Effizienz, in: ABC der Globalisierung. Von „Altersicherung“ bis „Zivilgesellschaft“, hrsg. v. Wissenschaftlichen Beirat von attac, Hamburg: VSA Verlag, pp. 34-35.

Biesecker, Adelheid/ Gottschlich, Daniela (2013): Wirtschaften und Arbeiten in feministischer Perspektive – geschlechtergerecht und nachhaltig?, in: Hofmeister, Sabine/ Katz, Christine/ Tanja Mölders (Hrsg.): Geschlechterverhältnisse und Nachhaltigkeit. Die Kategorie‚ Geschlecht‘ in den Nachhaltigkeitswissenschaften, Opladen: Barbara Budrich, pp. 178-190.

Biesecker, Adelheid/ Hofmeister, Sabine (2010): Focus: (Re)productivity. Sustainable Relations Both Between Society and Nature and Between the Genders, in: Ecological Economics 69 (2010) pp. 1703-1711.

Brenssell, Ariane (2012): Krise, Krankheit, Widerstand. Die aktuelle Finanzkrise macht den Alltag unerträglicher – für alle, in: die tageszeitung v. 18./19. August 2012, S. 22/23.

Butcher, Allen, http://commonsandeconomics.org/2013/05/15/in-time-based-economies-all-l…

Cyrus, N./ Vogel, D./ de Boer, K. (2010): „Menschenhandel zum Zweck der Arbeitsausbeutung – Eine explorative Untersuchung zu Erscheinungsformen, Ursachen und Umfang in ausgewählten Branchen in Berlin und Brandenburg – im Auftrag des Berliner Bündnisses gegen Menschenhandel zum Zweck der Arbeitsausbeutung“, Berliner Bündnis gegen Menschenhandel zum Zweck der Arbeitsausbeutung (BBGM), p. 63, http://www.gegen-menschenhandel.de/index.php?option=com_content&view=ar…

Dalla Costa, Mariarosa/Jones, Selma (1973): Die Macht der Frauen und der Umsturz der Gesellschaft. Berlin: Merve-Verlag.

Falk, Armin/ Szech, Nora (2013): Morals and Markets, in: Science Vol. 340 Nr. 6133 (2013), pp. 707-711.

Foodwatch (2011) : Die Hungermacher. Wie Deutsche Bank, Goldman Sachs & Co auf Kosten der Ärmsten mit Lebensmitteln spekulieren,Berlin, http://foodwatch.de/foodwatch/content/e10/e45260/e45263/e45318/foodwatc…

Gottschlich, Daniela (2012): Sustainable economic activity: Some thoughts on the relationship between the care and the green economy. A background paper pre-pared for the project Green Economy Gender_Just initatied by genanet – focal point gender, environment, sutainability, Ber-lin, http://www.genanet.de

Gülay Çağlar, Gülay/ Gottschlich, Daniela/ Habermann, Friederike (2012): Zum Verhältnis von Gender, Green Economy und Finanzmärkten. Warum nachhaltiges, geschlechter_gerechtes Wirtschaften auch eine andere Gestaltung der Finanzmärkte braucht

Heuser, Uwe Jean (2013): Was ist Ihnen das Leben dieser Maus wert?, in: DIE ZEIT, 23.5.2013, p. 21.

http://de.wikipedia.org/wiki/Linux#Entwicklung_heute

http://opensourceecology.org/

Jochimsen, Maren (2003): Careful Economics. Integration Caring Activities and Economic Science, Boston/ Dordrecht/ London: Kluwer Academic Publishers.

König, Tomke/ Jäger, Ulle (2011): Reproduktionsarbeit in der Krise und neue Momente der Geschlechterordnung. Alle nach ihren Fähigkeiten, alle nach ihren Bedürfnissen!, in: Demirovic, Alex/ Dück, Julia/ Becker, Florian/ Bader, Pauline (Hrsg.): VielfachKrise. Im finanzdominierten Kapitalismus, Hamburg, pp. 147-164.

KTBL (2009): Produktionsverfahren in der Pekingentenmast, http://www.ktbl.de/index.php?id=549

Lang, Eva/ Wintergerst, Theresia (2013): Das gute lange Leben. Wie unsere alternde Gesellschaft eine Zukunft haben kann, in: Netzwerk Vorsorgendes Wirtschaften (Hrsg.): Wege Vorsorgenden Wirtschaftens, Marburg: Metropolis, pp. 349-384.

Löschmann, Heike, Working page to frame the conference stream "Doing away with labor - work-ing and caring in a world of commons at the Economics and the Commons Conference, http://p2pfoundation.net/ECC2013/Working_and_Caring_Stream

Moderner Sklavenhandel (2009): Fahnder durchsuchen 180 China-Restaurants, http://www.spiegel.de/wirtschaft/soziales/moderner-sklavenhandel-fahnde…

Moldenhauer, Oliver (2004): Zukunft des P2P. Kultur-Flatrate statt Knast, SPIEGEL online, 22. Juli 2004, 12:59 Uhr

Moldenhauer, Oliver (2005): Über geistige Monopolrechte, Fairsharing und die Kulturflatrate://omega.twoday.net/stories/596593/

Oxfam Deutschland (2012): Mit Essen spielt man nicht! Die deutsche Finanzbranche und das Geschäft mit dem Hunger. Berlin: Oxfam, URL: http://www.oxfam.de/sites/www.oxfam.de/files/20120511_mit-essen-spielt-….

Perkins, Elli/ Kuiper, Edith (2005): Explorations Feminist Ecological Economics. In: Feminist Economics 11, 3, 107-150.

PETA (2012): Enten in der Fleischindustrie, http://www.peta.de/web/entenmast.6023.html

Plonz, Sabine (2011): Mehrwert und menschliches Maß. Zur ethischen Bedeutung der feministisch-ökonomischen Care-Debatte. In: Das Argument 292 53, 3, S. 365-380.

Schnabl, Christa (2005): Gerecht sorgen. Grundlagen einer sozialethischen Theorie der Fürsorge, Fribourg.

Statistisches Bundesamt (2012): Pressemitteilung: 1. Quartal 2012: Fleischproduktion um 1,5 % gestiegen, https://www.destatis.de/DE/ZahlenFakten/Wirtschaftsbereiche/LandForstwi…

Tronto, Joan (1993): Moral Boundaries. A political argument for an ethics of care. New York/London: Routlege Veil.

Wassermann, Andreas und Winter, Steffen (2001): Vechta des Ostens, DER SPIEGEL 34/2001, S. 50, siehe auch http://www.spiegel.de/spiegel/print/d-19915848.html

Wichterich, Christa (2012): Die Zukunft, die wir wollen. Eine feministische Perspektive. Schriften zur Ökologie, Band 21. Berlin: Heinrich Böll Stiftung.

Wichterich, Christa (2013): Gemeinschaftlich Sorge tragen, Impulsreferat für den politischen Salon der Heinrich-Böll-Stiftung: “(Ver-) Pflegen und (Ver-) Kümmern. Sorgearbeit und Commons”, Donnerstag, 18. März 2013, Berlin, http://commonsblog.files.wordpress.com/2008/04/wichterich-praesi-common…

Winker, Gabriele (2012): Menschenwürde statt Profitmaximierung. Zur sozialen Reproduktion in der Krise und einer Care Revolution als Perspektive, Website des Feministischen Instituts Hamburg, http://www.feministisches-institut.de/menschenwuerde/

[1] Bu nosyon Brigitte Kratzwald’den esinlenerek ortaya çıkmıştır.