HES’ler: Büyük felaket, büyük kötülük - Yayınlar

Image removed.

Önce bize beldenizi biraz anlatır mısınız, Artvin’in
neresinde?

Dursun Sevim: Şavşat Meydancık Beldesi. Papart Vadisi
Karçal dağlarının devamında. Rize’de Kaçkar dağları var, Artvin’de de Karçal
dağları.

HES kurulmak istenen derenin adı nedir?

Dursun: Papart Göknar Deresi. Bu bir taraftan Gürcistan’a
kadar ulaşıyor. Vadinin başlangıç yeri Gürcistan sınırı.

Vadi devam ediyor yani.

Dursun: Vadi devam ediyor ama bize gelen sular ayrı.
Yukarıdaki dağlardan bir kısmı bize geliyor işte.

Peki bu dere sizin oturduğunuz Meydancık Mahallesine ne
kadar uzakta?

Dursun: Köyün ortasından geçiyor. Karçal dağlarında,
Papart Vadisi’nden, yaylalardan doğan bu sular, Göknar deresi adı altında
akarak Artvin’de su kavuşumu dedikleri yerde Çoruh’la birleşiyor. Şimdi Papart
vadisinden gelen bu su sekiz köyün ortasından akıyor. Çoruh’un bu Göknar
deresinin sağında solunda köyler var. Meydancık Beldesi Mısırlı, Taşköprü,
Meydancık, Balıklı mahallelerinden oluşuyor. Bu mahallelerin ortasından Göknar
deresi akıyor, sekiz HES de bu derenin üzerinde kurulmak isteniyor.

HES de bu derenin üzerinde kurulmak isteniyor.

Hepsini aynı firma mı yapıyor?

Servet Ekin: Hayır. EBARA şirketi dört tanesini yapıyor.
Öbürleri birer tane.

Yabancı bir şirket mi?

Servet: EBARA Elektrik Üretim A.Ş. Asıl sahibi Japon. Ama
taşeron şirket Rize’de.

Dursun: Şimdi süreç şöyle işliyor. Çevre ve Orman Bakanlığı,
Devlet Su İşleri projeleri hazırlıyor. Bazen Elektrik İşleri Etüd İdaresi de
hazırlıyor projeyi. Projeler Devlet Su İşleri tarafından internetten ilan
ediliyor. Firmalar talip oluyor. Bir de firmalar proje hazırlayıp Devlet Su
İşlerine başvurabiliyorlar. Bu başvuru üzerine ihaleye çıkılıyor. İhaleye çıkarılması
da öyle birdenbire olmuyor tabii. ÇED raporunun da hazırlanması gerekiyor. Halkın
katılımı toplantılarının yapılması gerekiyor.

Burada HES yapılacağını ne zaman, nasıl duydunuz?

Servet: 2008’de. Dört köyün merkezinde bir kahve var,
insanlar genelde orada toplanır. Ben bir gün o kahvede arkadaşlarla otururken kahveye
iki yabancı geldi. Merhabalaştık. Birisi mühendis, Arhaviliyim dedi. Arhavi
Artvin’in bir ilçesidir. Ben de Arhavi’de öğretmenlik yapmıştım. Arhavi’yi iyi
tanıyorum, çalıştığım köyü sordum. Ben o köylüyüm dedi. O köyden benim hatırladığım
isimleri sordum. Biraz bocaladı. Yalan söylediğini sonradan anladım.

Arhavili değil miymiş yani?

Servet: Arhaviliymiş ama benim çalıştığım köyden
değilmiş. Bize, buraya bir şelale aramaya geldik dedi. Bize bir şelale lazım,
doğal şelale dediler. Ne yapacaksınız diye sorduk. Elektrik üreteceğiz dediler.
Bir de rüzgardan elektrik üreteceklerini söylediler. Bu konuşmayla süreç başlamış
oldu.

Dursun: Önce suyun üzerine debi ölçer aletler koydular.
Bundan kuşkulandık ama kimseden bilgi alamadık.

Servet: Bu ortaya çıkıncaya kadar, o suları elimizden
herhangi bir kimse alır diye aklımızdan geçmezdi. Kimse böyle bir ihtimali
düşünmüyordu. Su devamlı akıyor, içinde balıklar yaşıyor, insanlar yüzüyor; her
şey gayet güzel. Daha sonra projeler yavaş yavaş meydana çıkmaya başladı.
Niyetleri HES’ler yapmakmış ama biz burada HES yapacağız, suları kanala alacağız,
bu derelerdeki sular bir daha böyle akmayacak, ya az akacak ya hiç akmayacak
gibi bir şey söylemediler. Şelaleden düşen suyun enerjisinden faydalanarak
elektrik üreteceğiz dediler. Birkaç ay sonra yine geldiler, HES’ler yapacağız,
bunları 49 yıllığına biz devletten kiraladık dediler. Sonbahardan sonra
insanlar büyük kentlere gittikleri için buralarda az insan kalır. Halkın katılımı
toplantısını o zaman yapmışlar ve bunları açıklamışlar.

Dursun: Halkın katılım toplantısı 10 Nisan 2008’de yapılıyor.
Toplantıda niyetlerini açıklıyorlar. 26 Haziran 2008 tarihinde bizim haberimiz
oluyor.

Muhtarın hiç haberi olmamış mı, suya debi ölçer filan
konduğunda, muhtara gelip söylememişler mi?

Dursun: Belde olduğu için mahalle muhtarları var, onlar
belde başkanı ile ilişki kuruyorlar. Önce belde başkanını ikna ediyorlar.

Servet: Debi ölçer konuldu ve yıllarca orada durdu. Suyu
ölçüyorlar ama niçin ölçüyorlar, ne yapacaklar, bunun üzerinde kimse durmadı.
Haberi de olmadı kimsenin. Zaten suya bu aleti şu amaçla koyduk diyen de olmadı.

Ama halkın katılım toplantısını yapınca burada
santrallerin yapılacağını anladınız.

Dursun: Evet ama HES’in ne olduğunu da bilmiyoruz. Ne
yapacaklar, nasıl yapacaklar? Hidroelektrik santrali diyorlar, elektrik
üreteceğiz, insanları işe alacağız, bedava elektrik yaktıracağız. Bir sürü
yalan ve dolanla halkı ikna etmeye çalışıyorlar. Burada amaç ileride
oluşabilecek tepkiyi önleme.

Halkın katılımı toplantısına katıldınız mı?

Servet: Biz katılmadık, biz İzmit’teydik.

Dursun Ali Durmuş: Hiç katılan yok içimizde.

Dursun: Toplantıyı ikna ettikleri insanlarla, itiraz
etmeyecek insanlarla yapıyorlar. O toplantıda bir tek kişi itiraz etmiş. Onu da
toplantı salonundan dışarı atmışlar.

Zorla mı atmışlar?

Dursun Ali: Belediye başkanı kalkmış, çık dışarı demiş,
kovmuş.

Dursun: Ne zaman ki bize açıktan ilan edildi, biz kendi
aramızda, bu işte koşturacak insanlar bir ön görüşme yaptık, araştıralım dedik.
2008’in Haziran ayında Hopa’da bir panele katıldık. Orada Derelerin Kardeşliği
Platformu’nun sözcülüğünü yapan bir avukatla tanıştık. Rize’de de, Çayeli’nde,
Fındıklı’da neler oluyor gördük. Rahmetli Metin Lokumcu (*) ile de Hopa’da tanıştık.
Şöyle bir hikaye anlattı, bir gün köyden inerken deredeki ölçüm aletini görmüş,
nedir bu deyip kopartmış kafasını, atmış. Orada Fındıklı’dan, Rize’den
Çayeli’nden gelenlerle konuştuk, sorular sorduk. Biz de karar vermiştik,
tepkisiz kalmayacağız diye ama neler yapılıyor, onlarla nasıl birlikte hareket
edebiliriz diye görüş alışverişinde bulunduk.

HES yapılacağını öğrendiniz, Hopa’da panel var gidip
bilgilenelim mi dediniz? Bu işin kötü olduğuna nasıl karar verdiniz? Başka bir
yer mi sizi şüpheye düşürdü?

Dursun: Fırtına vadisini biliyorduk.

Servet: Zaten duyulan şeyler var, göz görüyor. Suyu
havuzdan boruya aldığın zaman o suyun alındığı yerden döküldüğü yere kadar en
az 5-10 km bir mesafe oluyor. Bu 10 km mesafede köylülerin o dere üzerinde
sulama kanalları var. Arazileri sulamak için yüzlerce sene önce yapılmış sulama
kanalları. Su boruya girdiği zaman bize su kalmaz, kanalımız da arazimiz de
kurur endişesi kendiliğinden başladı.

Fırtına Vadisi örneği de size örnek oldu…

Dursun: Tabii, tabii. Biz Meksika’da yaşananları da
biliyoruz. Dünya Su Forumu’yla yapılanları da.

Dursun Ali: Bizim oralarda kimsenin böyle bir şey olacağından
haberi yoktu, bir gün mahalleden yukarı doğru giderken bizim köyde yaşayan
İsmunur Abla beni çağırdı. Bir ahbabı bir gün bu ablaya telefon etmiş ve 20-25
kişilik bir yemek hazırlamasını istemiş, misafir getireceğim demiş. Yemeğe 20
kişilik bir grup gelmiş ve yemekten sonra iki gruba ayrılmış. Bir grup yaylaya
doğru giderken diğer grup Papart’a gitmiş. Niye geldiler, ne yaptılar diye
sorduğumda, bunlar suları inceliyorlar yanıtını verdi. Bunlar sularımızı
götürecekler haberiniz olsun dedi bana. İsmunur Abla bunu sezmişti. Ertesi yıl
da Papart’ta çalışmalar başladı.

Katıldığınız bu panelden sonra HES’lere karşı çıkacağız
diye karar aldınız mı?

Dursun: Beldenin merkezinde çevre köylerden (5-6 köy)
gelen kişilerle bir toplantı yaptık, halkla buluşma toplantısı düzenledik ve
belediye başkanı da katıldı. Belediye başkanı bizim zorumuzla katılmıştı.

Servet: Belediye başkanı ikili oynadı.

Dursun: Belediye başkanı açıktan yapılsın diyemiyor yapılmasın
da diyemiyor. Toplantılara katılıyor daha sonra direnişe de katıldı, oralarda
konuşmalar da yaptı.

Karşı olmak zorunda kaldı yani.

Servet: Evet dese bile karşı olmak zorunda kaldı.

Dursun: Biz şunları biliyorduk; bunların arkasından
özelleştirme geliyor. Bütün halk biliyor, köylüler de bilir. Toprak kutsaldır.
Su yaşamdır. Susuz yaşam olmaz. Havasız yaşam olmaz. Gelmiş devlet zamanında
halktan ceviz ağaçlarını almış, ormanını almış. Tepki göstermişler ama
yetmemiş. Şimdi de geldi suyunu alıyor. Bunları alınca göç başlamış çünkü doğal
yaşamı bozmuşlar. Cevizi adam ekmeğine katıp çocuğunu besliyordu ama artık
ceviz ağacı yok.

Nasıl aldılar ceviz ağaçlarını?

Dursun: Kesip kesip götürdüler. Parayla satın aldılar.
Öküzlerle halatlarla çekip Çoruh suyunda dereden akıttılar. Artvin’de
kamyonlara yüklettiler İstanbul’da mobilya oldu bu ağaçlar. Bölgede ceviz
bitti. Sonra orman bitti. Orman bitince kendine yeten halk geçim sıkıntısı
çekmeye başladı.

Yeniden sürece dönelim, Hopa’daki panelden sonra biz bu
işe karşı çıkacağız diye kesin bir karar aldınız mı?

Dursun: Evet. Panelle beraber, özelleştirmelerin
Meksika’daki sonuçları ve bunun Türkiye’ye yansımasının nasıl olacağına dair
öngörümüz oluştu. Çünkü en küçük bir pınara, kaynak suyuna işaret konulmuş.
Betondan bir taş dikmişler, kalıp yapmışlar. Üzerine de işaret koymuşlar.
Haritaları var. Hangi su nerede biliyorlar. Bütün temiz su kaynaklarını
işaretlemişler. Bu HES’ler de bu alanda yapılacağı için halkın sulama kanallarını
susuz bırakıyor ve burada yaşayan hayvanlarda susuz kalıyor.

Beldede kaç kişi yaşıyor?

Dursun: Yaz nüfusu 2000’i geçiyor. Kışın bine yakın insan
yaşıyor.

Neyle geçiniyorlar?

Dursun: Tarımla. İnekleri var, patates ekiyorlar.

Yani, susuz yapılmayacak işler yapıyorlar, suya
muhtaçlar.

Dursun: Evet. Bu HES’ler de bu alanda yapılacağı için aynı
suyu hem borulara hem kanala dolduruyor ve doğayla ilişkisini kesiyor, dereyi
kurutuyor. Halkın sulama kanallarını da susuz bırakıyor. ÇED (Çevre Etki
Değerlendirme) raporunu göreceksin, çevrede yaşayan hangi tür hayvanlar var
onların hepsini göreceksin.

Sizin evinizde bu su var değil mi?

Servet: Var. Su kaynaklardan alınmış, evlere kadar
getirilmiş.

Şebekeden değil, dağdan getirilen su.

Ali Alkan: Dağdan gelme.

Biz kentte belediyenin şebekesine mecburuz ama sizin
suyunuz zaten o kaynaktan, dağdan geliyor. Şimdi bu kaynaktaki suyu HES alırsa
size su kalmayacak öyle mi?

Dursun: Riske sokacak.

Ayla Alkan: Sular azaldı mı üst kısımlardan çıkan pınarlarımız
bile kesiliyor.

Servet: Biz Rize’ye gittik, oradan Çayeli’ne. Kalın
boruların yanına ince borular getirmişler. Orada çalışanlar dediler ki, çapı 45
cm ince borularla doğadaki kaynak sularını toplayıp büyük olana katacaklar. O
çalışmalar bize gösterdi ki, yer üstünde 1 gram suyu kimseye vermeyecekler.
Endişe oralardan başladı zaten.

Sonra ne oldu, toplantıdan bir karar çıktı mı?

Dursun: Toplantı sonrası köylülerle ilişki kuracak bir
heyet oluşturduk. Birinci hedef halkı sürekli aydınlatma. İkincisi, yörede şirketlerin
elemanlarına dokunmadan, şiddete başvurmadan çalışacakları alanlarda mitingler
düzenlemekti.

Kaç miting yaptınız?

Dursun: Bir tane yaptık, ondan sonra vazgeçtiler. Çok
büyük bir miting oldu, çevre halkı, herkes katıldı. Ben 67 yaşındayım. 70-80
yaşındaki adamlar da katıldı. Belediye başkanı konuşma yaptı, muhtarlar konuşma
yaptı. Halk konuştu ve ortak bir karar, bir meclis oluştu orada. Meydancık
Beldesi Halk Meclisi oluştu. Bu meclisin ortak kararı suyumuzu ne olursa olsun
vermeyeceğiz idi. Her şeye rağmen bu suyu bizden kimse alamayacak, burada ortak
karar olarak çıktı. Arkasından sanırım Ağustos ayının ortasında 55 araçla,
otobüslerle Artvin merkezde basın açıklaması yaptık. Emniyet ve valilik bizden
görüşme talep etti. Biz de vadide görüşeceğiz dedik. Biz dilekçelerimizle
başvuru yaptık, ikazlarımızı yaptık ama hiçbirini dikkate almadınız, asıl
görüşmemiz ÇED toplantısında olacak diyerek halk valilikle görüşmeyi reddetti.

Herkesin ortak kararı mıydı?

Dursun: Herkesin ortak kararıydı, canlı bir basın açıklaması
yapıldı. 2009 yılında da İstanbul Taksim’de miting yaptık. Davullu zurnalı, tüm
televizyonlar ve gazeteler yazdı. Muhtarlarla toplantılar yaptık. Bu toplantıların
birinde fiili mücadelenin yanında hukuki mücadeleye de başlamamız gerektiğine
karar verdik. Bu da 2008 Ağustos sonuna doğruydu.

Bu sırada şirketler ne yapıyordu?

Servet: Etüd çalışmalarına devam ediyorlardı. Ama
endişeleri de vardı. Halkın müdahalesini içlerine sindiremiyorlardı. Hükümet
bizim arkamızda, istediğimizi yaptırırız diye bir inançları vardı. Mahkemeye
verince, Rize İdari Mahkemesi’nin getirdiği bilirkişinin yaptığı inceleme
sonucunda yöre halkı haklı bulundu ve ÇED raporu iptal edildi.

ÇED ne zaman iptal edildi?

Dursun: Rize İdari Mahkemesi’ne ÇED raporunun iptali için
açtığımız tarih Aralık 2008.

Hemen karara itiraz ettiler. Bir üst mahkeme, Bölge İdare
Mahkemesi Trabzon’dadır. Onlar da Rize’nin kararına uydu. Daha sonra Danıştay’a
gittiler. Danıştay da Rize’nin kararını onaylayınca ÇED iptal edildi. Biz de
bir yandan bölgenin Sit alanı olması için 600 dilekçeyle Anıtlar Kurulu’na
başvurduk. Sit alanı başvurumuz da kabul edildi.

Sonuçta HES’leri yaptırmadınız...

Dursun: Hayır. Biz bir şirkete ait dört tanesini
durdurduk. Cüneyt-1, Cüneyt-2, Cüneyt-3, Cüneyt-4. Bu iptal ettirdiğimiz HES
projeleri. Yapan şirket EBARA. Diğer dört taneden biri üretime geçti diğeri de
geçmek üzere.

Onlarla ilgili bir talebiniz olmadı mı, Sit alanının dışında
mı kalıyorlar?

Servet: Hepsiyle mücadele edilmediği için onlar yapıldı.

Dursun: Çok masraflı bir iş.

Aşağı yukarı ne kadar harcadınız bu mücadeleye?

Dursun: 100 bin liraya yaklaştık, değil mi?

Servet: Halkın yardımıyla topladık.

Dursun: Bizim yöre halkı Nisan-Mayıs’ta köylerine
gidiyor, Kasım-Aralık gibi geri dönüyor, sekiz ay yörede, üç-dört ay büyük
kentlerdeler. Bu dört ay konuyu gündemden düşürmemek, Ankara’da devlet üzerinde
bir baskı unsuru oluşturmak için dernekleşme faaliyeti de yürüttük. Artık bir
derneğimiz var. Derneğimizin adı Mey-Der.

Diğer HES’ler neden durdurulamadı?

Servet: Onlar pasif kaldılar. Hatta bir tanesinde taşeron
o köylü olduğu için yakın akrabalarını susturdu. Onlar da diğer insanlara baskı
kurdu, alavere dalavere işini götürmeye çalıştı.

Dursun Ali: Servet Abi’nin az önce söylediği o
müteahhidin o köyden olması kendi çevresini, akrabalarını etkiledi.

Ali: Ekonomik çıkarlar, şahsi menfaatlerde etkili oldu
tabii.

Peki, oradaki derelerin üzerine HES yapılması sizi
etkileyecek mi?

Ali: Etkilemez olur mu? Yapılan yer bizi etkiliyor, bizi
şöyle etkiliyor, kurtardığımız yerde bizim sulama kanallarımız var. O sulama
kanallarına giden suyu vadiden aldığımız zaman aşağıda yapılan HES’ler zarar
görecek.

Servet: Susuz kalacak. Devlet Su İşleri’ne diyecek ki
suyu sen bana sattın ama köylüler benim suyumu kesti. Çelişkiler devam edip
gidecek orada.

Siyasî durum nasıl beldede? İki bin kişiyi yan yana
getirmişsiniz, hepsi aynı siyasi görüşte mi?

Ali: Değil.

Dursun: Şöyle bir hedefte buluştu halk, şunu gördü. Dedik
ya cevizi gitti, ormanı gitti, suyunun da gideceğini gördü. Su gidecekse hayat
burada bitecek. Bu noktada herkes siyasi görüşüne bakmadan birleşti, bütünleşti
ama daha sonra seçim süreci girdi. 
Seçimde yine farklı partilere oy attılar.

Servet: Evet.

HES birleştirmiş sizi.

Ali: Tabii birleştirdi.

Ali Bey başka bir şey söylüyor. HES bir taraftan
birleştirdi, bir taraftan da dağıttı diyor. Yani Balıklı Mahallesi’nde başka
bir şey oldu diyor.

Ali: Balıklı baştan beri bize uysaydı… Balıklı’da
görüştüğümüz arkadaşlar var. Biz 30 yıldır köye gelmiyorduk, anlamadık böyle
olacağını diyorlar. Bizi yalnız bıraktınız, biz böyle düşünmüyorduk diyorlar.
Pişmanlar, pişmansınız ama son pişmanlık fayda etmiyor, iş işten geçti, bu
HES’ler yapıldı. Müteahhit de şimdi şunu düşünüyor. Yukarıdaki HES’ler yapılmazsa,
Meydancık’ta diğer sulama kanallarına su giderse aşağıya dereye onların
santrallerine yeterli su gitmeyecek.

Öyleyse onlar da çok rahat değiller.

Ali: Rahat değiller. Şimdi o işbirlikçiler de öğrenmiş:
Karşı tarafın yanında yer alanlar, kendisini uyanık, aydın görenler şahsi
menfaatleri için aradıklarını bulamadıklarından biz de HES’lere karşıyız
diyorlar. Ama iş işten geçti.

Dursun: Rahatlar, ama sonra rahatları bozulabilir. Biz
sulama kanallarına suyu alırsak o zaman bozulabilir. Dolayısıyla sorun burada,
sekiz HES’in dördü iptal edildi. Danıştay karar verdi ama sorun bitmedi.

Su çok azalırsa, siz tarım için su kullandığınızda geriye
bir şey kalmayabilir, öyle mi?

Servet: Kuraklık yaparsa olabilir.

Hükümet bu izinleri vererek karışık bir durum yaratmış.
Bir taraftan iptal edilen HES’ler var. Ortada su var ama ne olacağı belli
değil. Aynı suyu tarım için kullanmak isteyen var, HES için kullanmak isteyen
var, durum karışık.

Dursun: Karışık. Burada sekiz tane HES yapılmak
isteniyordu. ÇED raporlarında bu HES’lerin kaynakları ayrı ayrı gösterilmiş.
Aslında hepsinin kaynağı aynı yer. Hepsinin aynı kaynak üzerine kurulduğunu
göstermemek için başka başka isimler vermişler.

O zaman bu ÇED’lerin hepsi yanlış.

Dursun: Kaynak bir, dere bir, isimler farklı. Sekiz
HES’ten dördü iptal edildi. Danıştay kararı var. Bu artık halkın suyu ama yine
de tehdit var. İnşaatı devam eden HES’ler yapılırsa, yukarıdan o HES’lere giden
su azaldıkça firma sahipleri su benim hakkım diye itiraz edecek. Ben yine
jandarmayla karşı karşıya geleceğim.

Çok çatışma, kavga oldu mu bu süreçte?

Dursun: İzin vermedik. İlk bilirkişi heyetini etkiledik.
Öyle bir gösteri yaptık ki heyet gelirken, miting gibiydi. Dört mahallenin halkı
pankartlarla, dövizlerle karşıladı onları. Jandarma geldi, yasal değil indirin
dedi ama biz kaldırdık. Gelip elimizden toplayamadı. Heyette bunları görünce
gelip sizinle sohbet edeceğim dedi. Gitti keşfini yaptı, dönüşte bizimle sohbet
etti. Burada söylediklerimizi heyete de söyledik. Kavgaya gürültüye meydan
vermeden hoşgörü içerisinde yaptık. Yalnız bir şey oldu. İki defa kadınları
topladılar, karakola götürdüler.

Gerekçe neydi?

Servet: Gerekçe, sürece müdahale ediyorsunuz diye. Gözaltına
aldılar, karakola götürdüler. İfadelerini alıp bıraktılar.

Dursun: Şunu atlamayalım. Şimdi halk biraz bölündü ama
önce birlikteydi. Balıklı Mahallesi başta sonuna kadar sizinleyiz dedi. Paraysa
para, fiili mücadeleyse fiili mücadele sizinle beraberiz. Ama orada inşaatı
yapan Ati Şirketi Kemal Türkoğlu denen mühendis o köyden, o mahalleden. O
köyden istemeyenlerle bütünleşti ve dayanışmayı, birliği bozdu. Boşa akıyor,
komşum yararlanıyor diyorlar. Müteahhit ufak tefek işlerini de yaptırıyor
tabii. Camileri var, camiye yardım ediyor. Yolu var, yoluna yardım ediyor.

Dursun Ali: Dava açtık ama kaybettik.

Dursun: Ati şirketi açılan davayı kaybettik. Dava Cüneyt
1-2-3 ile beraber açılsaydı, dava o vadiyi bütün olarak değerlendirecekti. Bir
de bilirkişi heyeti değişti. İlk heyet olsaydı onu da katardı ama. Zaten
bilirkişi heyeti referandum sonrası geldi, öyle değil mi?

Dursun Ali: Davayı 12 Eylül Referandumu kaybettirdi,
başka bir şey değil ki. Şimdi o mahkemeler yerindelik denetimi yapamaz diye bir
madde var orada. O maddeye dayanarak.

Dursun: Önceki bilirkişi ile sonraki bilirkişi değişti. İlk
bilirkişi Rize’den geldi, öbürleri Erzurum’dan geldiler.

Dursun Ali: İlk bilirkişinin ardından hemen yürütmeyi
durdurma kararı verdi mahkeme. Ondan sonra mahkeme heyeti değişti, gelen
mahkeme heyeti bizim aleyhimize kararlar verdi.

Servet: Referandumda verilen evet oyları Türkiye’nin yıkımı
oldu. Yani Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca bu evet oylarının verdiği zararı
hiçbir şey vermedi. Çünkü evet oylarıyla Anayasa değiştirildi, mahkemelerin bağımsızlığı
ortadan kalktı. Mahkemeler bağımsızdır deniyorsa da bunlar yalan. Başbakanın
iki dudağı arasından çıkan lafla karar veriyorlar. Evet diyenlerin Türkiye için
yaptıkları en büyük felaket, en büyük kötülük. Savaşı kaybetmek kadar kötü.
Mahkemeleri değiştirdiler, bağımsız düşünen kimseden korkmayan, doğrudan yana
karar veren yargıçlar gitti başımızdakiler ne istiyorsa o doğrultuda karar
veren insanlar geldi. Biz hukukla kazandık bu davayı ama daha önceki hukukla.

Ya şimdi açsaydınız?

Servet: Kazanamazsınız, mümkün değil.

Dursun: Kazananlar da var. Tortum’da türbanlı bir kızcağız
sembol olmuş. Demek ki arkasında halk durursa…

Servet: Halkın direnişi başka.

Dursun: Önemli olan bu, halkın direnişi. Mücadelede
devletle karşı karşıyasın. Ona karşı yürüteceksin mücadeleyi. Müteahhitle karşı
karşıyasın, müteahhide karşı halk olarak örgütleneceksin. Bir de o yörede
yaşayan işbirlikçiler. Bu üç unsur bütünlüklü olarak karşımızda olacak. Sen de
bunun karşısına bütünlüklü çıkacaksın. Kararlı olacaksın.

Buradan şu sonuç çıkıyor. 2010 referandumundan sonra yargıya
daha az güveniyorsunuz.

Servet: Hiç güvenmiyoruz.

Mahkemelere ne olursa olsun hiç güvenmiyoruz ama halk
birlik olursa bu mücadeleyi kazanırız diyorsunuz, öyle mi?

Dursun: Evet. Esas olan bu. Çünkü bu doğrudan insan hayatına
bir saldırı. Hem doğayı hem suyu yok ediyor. Dolayısıyla halk siyasi olarak
nerede durursa dursun, hangi hükümet olursa olsun, halkı karşısına alıyor yaşam
alanlarına müdahale ediyor. Bu müdahaleye karşı kenetleneceksin. Yoksa alt
edemezsin.

Peki bu mücadelede kadınlar ne yaptı?

Ayla Alkan: Tepkileri oldu.

Yürüyüşlere gittiniz mi mesela sizde?

Ayla: Şahsen gitmedim. Ama hem kendi köyümden hem çevre
köylerden kadınlar itiraz ediyor ve mitinglere katılıyorlar.

Vesbiye: Kadınlar gittiler, Papart’ta eylem yaptılar. Sağ
olsunlar komşu kadınlar ve diğer köylerdeki kadınlar da gittiler ve mücadele
ettiler, orada eylem yaptılar, yapılan eylemlere katıldılar.

Ayla: Bunların bu dereceye geleceğini böyle bilseydik
tabii ki burada köy adına, insanlık adına, yaşam adına, su adına biz de
örgütlenirdik, karşı çıkardık.

Vesbiye: Biz sadece mitingler vardı, onlara gittik.

Dursun: Kadınlar mücadelenin içinde var. Artvin’deki
konuşmacı kadındı. Papart’ta konuşmacılar kadındı. Muhtar konuştu, belediye
başkanı konuştu ama kadınlar da konuştu.

İki yıl çok hareketli geçmiş, süreç içerisinde vazgeçen,
göç eden birileri oldu mu?

Servet: Üç-beş kişi arazimi istimlak ettireyim, paramı
alayım dedi ama azınlıktı bunlar. İnsanlar suyun yaşam kaynağı olduğunu
biliyor. Suyumuz kalmazsa biz burada yaşayamayız, bu bilinci taşıyorlar.

İnsanlar suyun yaşam kaynağı olduğunu bilir diyorsunuz
bunu nasıl biliyorsunuz? Ben kentte büyüdüm, benim için su hiç çaba harcamadan
edindiğim bir şey. Musluğu açıyorum, su geliyor.

Servet: Köylünün yaz boyu elinde kazma
var kürek var, sulama işiyle uğraşıyor. O arazisini sulamazsa kendisine
araziden hiçbir fayda gelmeyeceğini iyi bilir. Susuz yaşayamaz, bunu çok iyi
bilir. Belki, oturup bunu size anlatamaz, düşündüğünü ifade edemez ama suyun
kendisine faydalı olduğunu en iyi su mühendisinden daha iyi bilir. Susuz hayat
olmaz, onu çok iyi bilir.

Vesbiye: Bahçeye su veremediğim zaman ağaçlar kuruyor,
meyve yok. Yaylalara gittiğimizde koyunlarımızı, kilimlerimizi derelerde yıkardık,
o sularda hayvanlarımız da su içerdi, biz de güzel yaşıyorduk, şimdi Ağustos ayında
suyumuz yok, bahçeleri sulayamıyoruz, meyvemiz yok.

Servet: Yaşam bitiyor, suyu halkın
elinden alırsanız halkın yaşamını bitirirsiniz. Bunu dallandırmaya hiç gerek
yok. Bana göre bu işin özünde elektrik üretimi yok. Gelecekte dünyanın en pahalı
kaynağının su olacağını kapitalistler çok iyi bilir. Elektrik üretimini bahane
ederek dağdan gelen temiz sulara şimdiden el koymanın peşindeler. Panellere
gittiğimiz zaman bize elektrik mühendisleri anlatıyor. Bütün Türkiye’de yapılmakta
olan HES’lerin üreteceği elektrik Türkiye’nin tüketeceği elektriğin binde 4’ü.
Bu kadar az bir elektrik kaynağı için milyonlarca senede zor meydana gelmiş o
güzelim doğayı tahrip ediyorsunuz. Bu vatan için dedelerimiz, babalarımız can
vermiş. O insanların torunları orada suyla yaşıyor, siz gelmişsiniz o insanların
suyunu alıyorsunuz. Bunu yapanlar halka en büyük ihaneti yapıyor. Bu ihaneti
hiç kimse ifade edemez. O kadar ağır ve yıpratıcı, öldürücü ki, sudan mahrum
etmek feci bir kötülüktür. Türkiye’de iletim hatlarındaki kayıplar yüzde 25.
Eğer kalkınmış ülkeler seviyesine gelirse yüzde 15 elektrik boşa gitmeyecek.
Yüzde 15’i feda ediyor, binde 4’ü için Türkiye’yi mahvediyor. Bunu yapanlar
kendilerini nasıl savunacaklar?

Peki, diyelim ki bu mühendisler haklı, HES’ler yapılmazsa
Türkiye elektriksiz kalacak. Elektriği daha az kullanmak zorunda kalacaksınız,
televizyonunuzu mesela iki saat önce kapatacaksınız. Kapatır mısınız?

Vesbiye: Kapatırız.

Servet: Tasarruf etmek, tutumlu olmak benim ilkemdir. Bir
lambayla ben evimi aydınlatıyorsam, beş tanesini fuzuli yakıyorsam benim insanlığımda
bir eksiklik vardır, ben böyle düşünüyorum. Bizim oraya bu HES’çiler kamyon
dolusu yalanlarla geldiler. Bize dediler ki elektrik olmazsa karanlıkta kalırız.
Aradan beş sene geçti bir de duyduk ki, Suriye bizden elektrik alıyormuş ve
vazgeçmiş almaktan. Hani elektrik yetmiyordu? Türkiye’de elektrik kıtlığı yok,
sadece yöneticilerin yalanları var.

Ali: Benim için elektrik tabii ki medeniyettir ama su hayattır.
Benim hayatım yoksa, sağlığım yoksa, temizliğim yoksa elektrik neye yarar?
Elektrik olmadığında da yaşıyorduk.

Kaçta geldi köye elektrik?

Ali: 1980-82’lerde elektrik geldi. 1980’e kadar yoktu.
Kar yağdı, 10 gün arıza oldu, elektriksizliğe dayanıyorum ama su kesilse… Her
şeyin başı su.

Servet: Merzifon’dan geçerken gördüm. Tepelerde rüzgar
türbinleri dikmişler. Peki, elektrik sadece suyla mı üretilir, elektrik sadece
atom enerjisiyle mi sağlanır, rüzgarla da elektrik üretilir. Erzurum yaylarında
bu yapılsa dünyaya yetecek enerji üretilir. Oraya niye gitmiyorlar? Çünkü
rüzgar satılmıyor, alınmıyor. Su yarın satılacağı için suya sahip çıkıyorlar,
suyu bu amaçla bizim elimizden alıyorlar. Su akıyor, biz bakıyoruz diyenler çıkıyor.
Bu dereler 40-50, 100 senedir akıyordu da ne oldu, orada sağlık vardı, temizlik
vardı. Karıncalar, kurtlar kuşlar, her şey yaşıyordu, tüm hayvanlar yaşıyordu.
Bütün bunlar su sayesinde gerçekleşiyor. Elektriksiz hayat olabiliyor ama susuz
asla olmaz. HES olmazsa size elektrik yok mantığı da çok ayıp. Rüzgarla
elektrik üretilir, ben lambamı da yakarım. Çernobil patladığı zaman yüz
binlerce insan kanser oldu hayatını kaybetti. İnsan hayatı mı önemli, elektrik
mi önemli? Atom enerjisiyle nükleer santral kuracaksın, orada yüz binlerce
insanın hayatını tehlikeye atacaksın, sen elektriği satıp para kazanacaksın,
insanları solucan yerine koyacaksın. Böyle mantık olmaz.

Suyun kullanım hakkı sadece halka mı ait, diğer canlılara
ait değil mi?

Dursun: Tabii, su kullanım hakkı A veya B şirketinin
değil. O yörede yaşayan halk onu kullanıyor, kullanmış bugüne kadar ama bugün
artık bu özelleşiyor. Neden özelleşiyor, bunu iyi düşünmek gerekiyor. Türkiye
temiz su kaynakları açısından fakir bir ülke. Kişi başına tüketilen su açısından
baktığın zaman düşük. Ancak giderek artacak. Ne yapıyor şimdi uluslararası su
şirketleri? Temiz su kaynaklarını şimdiden kontrol altına alıyor. Elektrik
üretimi bahanesi.

Asıl gerekçenin bu olduğuna inanıyorsunuz.

Dursun: Evet, buna inanıyoruz. Hazır su boruların içine
girmiş, yarın akıtacak pet şişesine veya petrol boru hattı gibi uzatacak.
Kolayca ulaştırabilecek dünyaya. Zaten Tayyip (Erdoğan) öyle diyor. Artvin’in
suyunu İstanbul’a akıtacağım diyor.

Vesbiye: Haberlerde söyledi.

Dursun: Dolayısıyla burada elektrik üretimi bahane
edilerek suyun borularla kanallara alınması, el konulması, 49 yıllığına
uluslararası konsorsiyumlarla verilmesi bu yüzden. Ebara taşeron şirket, Ati
taşeron şirket. Dolayısıyla özelleştirilecek bu sular, yarın halkın elinden tamamen
çıkacak, o yöreyi de herkes terk etmek zorunda kalacak.

Göçe zorlanacaksınız.

Dursun: Göçe zaten zorlanmış, yaban hayvanlar da su
içemeyecek artık. Eskiden ayılar köyün içine, mahallenin içine gelmezdi. Çünkü
ormanda meyve vardı. Ama kestiler meyve ağaçlarını. Şimdi ayı ormanda yiyecek
bulamayınca yazın dalıyor köylere, bahçedeki mısırı, dutu, kirazı yiyor.

Orman Bakanı çözüm buldu biliyorsunuz, biber gazı sıkın
diyor ayılara
. (Gülüşmeler).

Dursun: Evet gaz sıkın diyor…

Dipnot

BES’te
rekor HES’te arayış.

httP: //www.hurriyet.com.tr/ekonomi/22627371.asp adresinde 5 Mart 2013
tarihinde görüldü.
* 31 Mayıs 2011’de, Tayyip Erdoğan seçim kampanyası kapsamında konuşma
yapmak üzere Artvin–Hopa’ya gitti. Mitingin öncesinde bölge halkı HES’lere karşı
“Su Haktır Satılamaz” pankartıyla bir eylem yapmıştı. Eylemciler polisin
bibergazı ve sert müdahalesiyle karşılaştılar. Grup içerisinde yer alanlardan
biri de emekli öğretmen Metin Lokumcu’ydu. Bibergazı ve tekmeler sonucunda
fenalaşarak kalp krizi geçiren Metin Lokumcu 53 yaşında hayatını kaybetti