Habap çeşmeleri

Yıllar önce Fethiye Çetin’in ‘Anneannem’ kitabını (Metis Yayınları, 2004) ağlayarak okuduğumda, bir gün Heranuş’un köyüne gideceğim aklımın ucundan bile geçmemişti.

Elazığ’ın Kovancılar ilçesinin bir köyü olan Habap (yeni adıyla Ekinözü), 1900’lü yılların başına kadar Ermeniler’in yaşadığı, içinde iki kilise, iki okul ve bir manastır olan bir köydür. Fethiye’nin anneannesi Heranuş da bu köydendir. 1915 felaketinden sağ kurtulan birçok insan gibi, Heranuş da doğup büyüdüğü yerlere geri dönemedi. Torunu Fethiye Çetin, Zeynep Taşkın ile birlikte, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Hrant Dink Vakfı’nın katkıları ile bu köydeki çok gözlü iki çeşmenin restorasyonunu, Türk-Kürt-Ermeni gönüllü gençleri ile birlikte gerçekleştirdi. ‘Çeşme’ dendiğine bakmayın, her biri üç gözlü muhteşem yapılar!

İki çeşmenin açılışının olduğu 23 Mayıs 2012 Pazar günü köye erken gidenlerden olduğum için gelen kafilelerin davul-zurna eşliğinde halaylarla karşılanmasına şahit oldum. Fethiye, otobüs ve minibüslerle İstanbul, Ankara, Dersim, Fransa’dan gelen herkesi ev sahibi olarak köyün girişinde büyük bir mutlulukla karşıladı. Dünyanın dört bir yanından gelen kalabalık bir grup olarak çeşme başına gidildi. Nebahat Akkoç, Kovancılar Kaymakamı, Belediye Başkanı, ve muhtarın yaptığı konuşmaların ardından Rakel Dink de kısa ve duygu dolu bir konuşma yaptı.

Yerel sanatçılar ile Kardeş Türküler’in müzik ziyafeti eşliğinde halaylar çekildi ve ardından yukarı çeşmelere gidildi. Tabii halaya burada da devam edildi. Bu arada belki çeşme başında konser vermek gibi bir ilke de imza atılmış oldu.

Aşağı ve yukarı çeşme ziyaretlerinden sonra, köydeki kadınların hazırladığı yöresel yemeklerin ikram edildiği köyün girişinde, caminin altında bulunan taziye evine gidildi. Öğrendiğimize göre, kadınlar bu yemekleri bir önceki gece, sabahın üçüne kadar oturup hazırlamış, sonrasında da halaylar ve türkülerle eğlenmiş. Yemekten sonra ise aşağı çeşmenin solundan, belli bir yere kadar arabalarla gidilip oradan da tırmanarak ‘Vank’ denen manastır kalıntılarının bulunduğu bir tepeye çıkıldıi. Eşsiz bir manzaranın olduğu tepeden tüm köy ve civarını izledik. Hemen altında iki kardeşin evleri ve tarlalarının olduğu bölgeyi sulamak için kullanılan bir gölet etrafında köyün gençleri toplaşmıştı. Bizi tepeye kadar çıkaran şoför, yaptığımız sohbette çok güzel bir örnek verdi: ‘Ben arabamı park yerinde bırakıp bir yere gittiysem, döndüğümde arabamı almak istemem neden mümkün olmasın?’ Bu köylülerin, ‘buradaki restorasyon çalışmaları için gelen Ermenilerden, acaba topraklarını, evlerini geri alacağı kaygısı duyuyor mu’ sorusuna verdiği örnekti. ve bu çeşmelerin restorasyonun köyleri için bulunmaz nimet olduğunu, herkesin çok memnun olduğunu anlattı.

Restorasyon çalışmalarının başlangıç aşaması her ne kadar güç olmuş olsa da köylülerin ve mülki amirlerin Fethiye’ye gösterdiği saygı inanılmazdı. Sürekli yanına birileri gelip öpüyor, sarılıyorlardı. Tabii bu etkinlikte en çok çocuklar eğlendi. Daha çok erkek çocuklar etrafta koşturup duruyor, bizlerin yabancı olduğunu düşünüp İngilizce bildikleri sözcükleri sıralıyorlardı.

Keşke köyün kadınları da uzakta tepede oturup izlemek yerine, çeşmenin önündeki halaylara katılabilseydi ama maalesef bu da bu yörenin bir gerçeği.

Heranuş’un dediği gibi ‘O günler gitsin, bir daha gelmesin.’ Habap’ta yaşanan bu güzelliklerin tüm ülkeye yayılması umuduyla...