Güvenlik Sektörü Siyasa Raporu 1 - Demokratikleşme

Türk siyasal sisteminde güvenlik, sadece güvenlik sektörünün önemi, yapısı ve örgütlenmesi açısından sistem
içindeki yeri, işlevi ve organizasyonu nedeniyle değil, sahip olduğu özerk konum ve yönlendirici işlevi nedeniyle de sorunlu ve tartışmalı bir alan olmuş ve olmaya devam etmektedir.

Güvenlik sektörünün bu sorun üreten yapısına üç farklı noktadan yaklaşmak mümkündür. İlk olarak, sistemin tüm unsurları bir arada ele alındığında, karşımıza tarihsel bir süreklilik gösteren, güvenlik merkezli bir yapı çıkmaktadır. Güvenlik algısının ve tanımlamasının genişliği ve kapsayıcılığı, anayasadan protokollere uzanan tüm mevzuatın güvenlik eksenli olarak tasarlanmış ve düzenlenmiş olmasında kendini gösterir. Mevzuata ilişkin bir diğer özellik, güvenlikle ilgili tüm tanımlama ve atıfların muğlaklığıdır; bu muğlaklık, ilgili kavramların içeriğinin istendiği anda yeniden tanımlanıp genişletilmesine, daha az görünür kılınmasına, hatta bazı zaman gizli alt mevzuat yoluyla üstünün örtülmesine ve böylece güvenliğe ilişkin bir bilgi tekeli oluşturulmasına imkân tanımaktadır.

İkinci nokta, mevzuattaki bu sorunların güvenliğe ilişkin örgütlenmeye birebir tercüme edilmiş olmasıdır. Siyasi otorite ile güvenliğe ilişkin bürokratik yapı arasındaki karar alma, yürütme ve denetlemeyi içeren ilişki terstir; devlet alanı ile siyasi alanın keskin bir hatla birbirinden ayrıldığı, ilkinin alanının ikincisi aleyhine genişletildiği bir idare modeli mevcuttur. Tüm bu yapıyı kuşatan kapsamlı güvenlik algısına ek olarak, düzenleme ve denetleme görevi güvenlikle ilişkili kurumların hâkimiyeti altındadır.

Son olarak karşımıza çıkan, güvenlik örgütlenmesinin temelini oluşturan ordunun özerkliği ve merkezi yapılanmasıdır. Silahlı Kuvvetlerin devlet mekanizması içerisindeki yeri özerk ve ayrıcalıklıdır. Askeri otoritenin iç ve dış siyaset ile temel politikalar alanında belirleyici bir rol oynamasını sağlayan bu ortam, aynı zamanda TSK’nın sivil yönlendirmeye tamamen kapalı ve denetlenemez, izole edilmiş bir iç örgütlenmeye sahip olmasına da imkân vermektedir. Bu örgütlenme aşırı merkeziyetçidir; yetkilerin dağıtılmadığı, tek bir makamda toplandığı bu askeri yapılanma, kendi içinde müdahaleye imkân tanımayan, ancak dışarıya müdahalede geniş alana sahip bir güç merkezinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmaktadır.

Güvenlik sektörünün Türkiye’deki büyük ölçüde kendine özgü bu yapılanmasını incelemek ve sektörün sivil toplum tarafından denetlenmesine imkân tanımak amacıyla, TESEV tarafından ilki Mayıs 2006’da, ikincisi ise Haziran 2009’da yayınlanan “Güvenlik Sektörü ve Demokratik Denetim” başlıklı Almanakların bir devamı niteliğindeki bu rapor, odağına güvenlik yapılanmasının askeri boyutunu alarak, ilk iki Almanak’ta ele alınan konuların bütüncül bir analizini yapmayı ve saptanan sorunlara ilişkin çıkış yollarını tartışmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle rapor, güvenlik sektöründeki diğer aktörleri büyük ölçüde kapsam dışı bırakarak, Türkiye’deki askeri yapılanmayla ilgili yukarıda bahsi geçen üç farklı noktayı açıklamaya ve örnekler çerçevesinde incelemeye, bu alanda kapsamlı bir değişim için gerekli adımları belirlemeye çalışmaktadır. Ancak, Türkiye’de güvenlik sektöründe kurumları ve uygulamaları içeren reformları ele alırken, Ümit Cizre’nin bu konudaki uyarılarını hatırlatmakta fayda vardır:

[…] asıl önemli reform alanı, teknik olmayan düşünce ve kavrayışlara ilişkin alandaki dönüşümdür. Çünkü asıl ima edilen üst gerçek şudur: güvenliği sağlamakla yükümlü kurumları, güvenlik kavramının anlamında ve ona paralel yürüyen kamu felsefesinde, yaşam biçimlerinde, demokrasi anlayışında ve maddi dünyada oluşan değişimlerden ve ortaya çıkan yeni eğilimlerden soyutlayarak ıslah etmeye çalışmak beyhude bir gayrettir. Bu gayretin adı olsa olsa fiziki modernleşmedir. Aslolan, iki cephede birden eşzamanlı olarak savaş vermektir, kurumlar üzerinde çalışılarak bir yandan daha etkin ve sonuç getirir bir güvenlik yapılanmasına giderken, diğer yandan tüm bu faaliyetler daha geniş ve kapsayıcı bir zihinsel proje olarak toptan bir demokratikleşme ve barış çerçevesi içine oturtulmak zorundadır. Dolayısıyla aslolan, içinde yaşadığımız sıcak çatışma ortamına, bu ülkenin güvenlik yelpazesinin ne pahasına olursa olsun güçlü kılınması olmayıp, çağdaş demokratik önceliklerle bütünleşmiş bir biçimde güçlü kılınmasıdır. Çünkü gelinen noktada “güvenlik”in anlamı budur.

Bu çerçeve içerisinde ilk olarak Türkiye’de milli güvenlik siyasetini belirleyen temel aktörler arasındaki rol dağılımı ele alınmıştır. Daha sonra TSK’nın kurumsal yapılanması, iç güvenlik alanındaki varlığı ve yetkileri incelenmiştir. Bu üç başlıktaki sorunların güncel gelişmeler ışığında değerlendirildiği bölümü, geleceğe yönelik tavsiyeleri de içeren sonuç bölümü takip etmektedir.

Raporun PDF hali için tıklayınız