Değerli misafirler, değerli konuşmacılar,
Türkiye siyasetinde ordunun rolü başlıklı konferansımıza hoş geldiniz.
İki gün boyunca Türkiye’nin demokratikleşme yolunun ortasında kocaman bir kaya gibi duran ordu-siyaset ilişkisi üzerine değerli araştırmacıların çalışma sonuçlarını ve bu kayanın kaldırılmasına yönelik önerilerini dinleme firsatına sahip olacağız.
Değerli konuşmacılarımız, bizimle bu konferansta bilgilerinizi paylaşacağınız ve yol göstereceğiniz için şimdiden çok teşekkür ederim.
Bu açılış konuşmasını hazırlarken bilimsel literatüre bakarak Almanya ve çeşitli Avrupa üye ülkelerinin ordu-siyaset veya daha geniş bir bakışla ordu – siyaset ve kamusal alan üzerine yürütülen tartışmalarını yakalamaya çalıştım. Kendimi birdenbire katıldığım eski tartışmaları hatırlarken buldum ve yeni gelişmeler ve bunlarla ilgili tartışmalardan çok etkilendim.
Ama bir adım geri attığımda ve Türkiye’nin bu konuda dopdolu gündemine bakmaya çalıştığımda Almanya’daki tartışmalar „lüks tartışmalar haline dönüşüyor“.
Bu konuda araştırma yürüten Herfried Münkler’e göre Alman toplumunun bir ‚post-heroic toplumu’ – bir post kahraman toplumu – olarak sıfatlandırabiliriz.
Kahramanları reddeden bir toplum hem sivil hem de askeri ölüyü kabul etmez.
Yani Afghanistan’da savaşan Alman ordusuna ait ve Afghan sivil halkına ait ölüleri kabul etmez. Kahramanları reddeden bir toplum ordunun ölüsüne şehit demez. Ama, yine de ölümlerinin bir manası olmalıdır:
Bugünkü Almanya’da ordu-siyaset-kamusal alan konulu bilimsel ve siyasi tartışmalar; Eylül 2009 ayında Berlin’de – yani başkentte - görev sırasında ölen askerler için açılan anıt ile ilgili idi.
İkinci tartışma konusu ise genç askerlerin yemin törenlerini nerede yapacakları idi? Kışlalarında mı yoksa 1996’dan beri giderek artan bir şekilde kamuoyu önünde mi? Örnek olarak bu sene yemin töreni Reichstag binasının - yani meclis binasının – önünde yapıldı.
Tartışılan bir diğer nokta, bu yemin törenlerinin özellikle 20 Temmuz tarihinde düzenleniyor olması ile ilgili. 20 Temmuz 1944 tarihinde Alman ordusu Wehrmacht’ın birkaç subayı Hitler’e yönelik bir suikast girişiminde bulundu. Yemin törenlerinin tam bu suikastın yıldönümünde düzenlenmesinin manası tartışılıyor:
Acaba yemin törenlerini bu suikasta bağlayarak tek tek askerlerin kendi vicdanlarına bağlılıkları mı söz konusu ediliyor? Bu durumda vicdani gereksinim sözkonusu ise emir komuta zincirine tâbi olma zorunluluğunun kaldırılması mı sembolize edilmek isteniyor?
Ya da Alman ordusu - Wehrmacht’ın Nazi dönemindeki olumsuz rolü kamufle edilmeye çalışılıp Alman halkında yeniden ‚olumlu’ bir asker imajı yaratıp kamuda askerin kabülünün arttırılmasına mı çalışılıyor?
Alman ordusunun değişen rolü yüzünden artık askerlerin yemin törenlerin yeniden kamuoyunda sergilenmekte, anıtlar dikilmekte vs sembol yüklü vakalar gündeme taşınmaktadır. Alman halkının böylece savaşlara katılması ve ölüm olasılığına alışması sağlanarak, bu durumun kabulüne; ölmüş askerlerin yakınlarına ölümlere bir mana yükleterek bir formül bulunmaya çalışılıyor.
Alman ordusu, Afghanistan savaşında Almanya’yı savunmak için değil de – en azından resmi söylemine göre – uluslararası demokrasi ve insan haklarının korunması için savaşa gönderiliyor. Hal böyleyken yeni semboller, yeni törenler ve yeni sembolik tüketim malzemeleri geliştirmek zorundalar,Alman ve Avrupa devletleri .
Bugünkü Almanya’da yürütülen tartışmalar Türkiye için de önem taşıyor. Tam bu konuda geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin cesitli gazetelerinde sıkça yer almış olan Kürt bölgelerine gönderilip çatışmalarda ölmüş askerlerin yakınlarına ölümün manası konusunda neler önerilebilinir? Bu ölümlere bir mana yüklemek gerekiyor. Eşler, çocuklar, anne ve babalar sevdiklerini gereksiz bir sebepten dolayı kaybetmiş olmaya tahammül edemiyorlar. Acılarını bir şekilde kapatmak için, askerliğin ve de kaybettikleri yakınlarının katıldığı çatışmaların bir manası olmalı. Aynısı da çatışmalara gönderilen askerler için geçerlidir. Hayatlarını tehlikeye atmalarının bir manası olmalıdır.
Bugüne kadar tabutlar milli bayrağa sarılı olarak geliyor, cenazelerde milli marş çalınıyor. Yani bir tür ‚milli’ bir mana yüklenmeye çalışılıyor.
Ölü sayısın artması ile beraber, her hükümet halkın tepkisinden korkmaya başlar ve yürütülen savaşların veya katılınan çatışmaların önemi daha da vurgulanmaya başlanır. Milli semboller veya Afghanistan örneğinden gördüğümüz gibi başka semboller ile bu ölümlere bir mana verilmeye çalışılır.
Başka bir politikaya girmek istendiğinde yeni bir dil, yeni semboller de geliştirmek gerekecektir. Eskisi yerine barışcıl bir ‚birliktelik’ için bir toplumun paylaşabileceği bir perspektife ihtiyacı var, ona uygun semboller ve siyasi adımlar gerekir.
Bunun ilk adımları, orduyu gittikçe sivil kontrol altına almak, siyaseti sivil bir alan olarak ifade etmek, siyasal alanı askeri sembollerden temizlemek ve toplumun kendi siyasetini ve iradesini geliştirilebileceği bir yol açmaktır.
Geçtiğimiz günlerde okuduğumuz darbe planları ile ilgili haberler korkunçtur ve demokrasilerde asla kabul edilemez. Bu darbe planlarında adı geçen Türkiye’nin demokratikleşmesine yönelik önemli araştırmalar yürüten ve bizimle birlikte bu konferansı organize eden çok değerli TESEV’e yönelik iftiralar ve fişlenmeler asla kabul edilemez.
Hükümet, siyasi partiler, bilim insanları, sivil toplum kuruluşları ve bütün demokrasi savuncuları ordunun bu tür faaliyetlerinin demokrasi ile bağdaşmayacağını yüksek sesle ifade etmeli ki, toplumda korku yerine yeni bir anlayış gelişebilsin. Türkiye ordusu tarihte hangi rolü ve önemi oynamış olursa olsun, demokratik Türkiye’de siyasetten ve siyasal alandan çekilmesi lazım.
Demokratik bir Türkiye’de ordunun ve tüm mensuplarının siyasette bir rolü yoktur. Kamuoyunda ülke ve hükümetin siyasetine yönelik açıklama yapamaz. Savunma politikasına ve de orduya yönelik karar verenler ordunun kendisi olmamalıdır. Almanya’dan bir örnek olarak; barış dönemlerinde ordunun en üst karar vereni savunma bakanıdır. Savaş halinde karar veren Alman şansölyesidir. Askerlerin sayısı üzerine parlamento karar verir, savunma bakanı bile bu konuda karar yetkisine sahip değildir. Ordu mensuplarının görev süresinde işlediği bir suç sivil yargı organlarının önünde yargılanır. Ancak askerler yurtdışında bir suç işlemişse o zaman askeri bir yargı sistemi oluşturulmaktadır.
Bugünkü Türkiye bu durumdan epeyce uzak bir yerde duruyor. Bu konferansta varolan durumu tespit edilip geleceğe yönelik tavsiyeler geliştirilmeye çalışılacaktır. Pazar günkü oturumumuzda, TESEV, bizimle Güvenlik Sektörü Reformu Siyasa Raporu başlıklı arştırma sonuçlarını paylaşacaktır.
TESEV’e bizimle beraber bu konferansı yürüttüğü için özellikle teşekkür ederim.
Bu konferans ile hepimizi Türkiye’nin demokratikleşme yolunun ortasında duran kayanın kaldırılmasına katkı sağlayacağımızı umut ediyorum.
Teşekkürler
Dr. Ulrike Dufner