Sağ Popülizmin Yükselişi ve Sosyal Hareketlerin Mücadele Yöntemleri

Placeholder Image for Video Content

Placeholder Image for Video Content

Giriş

Sağ Popülizmin Yükselişi ve Sosyal Hareketlerin Mücadele Yöntemleri başlıklı konferans 15-16 Kasım tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirildi. İki gün süren konferansın gerek katılımcı sayısının yüksek olması gerekse de sürdürülen tartışmaların niteliği dolayısıyla oldukça başarılı olduğu söylenebilir. Tüm oturumlar önceden öngörüldüğü üzere ilan edilen isimlerin katılımıyla gerçekleşti. İki gün süren oturumların arkasından değerlendirmelerini sunan Kristian Brakel’ın ifade ettiği gibi, bu konferans dünyanın çok farklı coğrafyalarında öne çıkan ortak bazı siyasal sorunlara işaret etmeye ve hem akademiden hem de sosyal ve siyasal mücadele alanlarından gelen insanların bu sorunlar etrafında birlikte düşünmelerine ve tartışmalarına imkan yaratmış oldu.

Gerek akademik çalışmalarda gerekse de siyasal tartışmalar içerisinde, dünya-tarihsel bir eğilim olarak “popülist bir moment” 

içinde olduğumuz sıklıkla tekrarlanan bir düşünce. Konferans programında da ifade edildiği üzere bir zamanlar “doğuş halindeki demokrasilerin” ürettiği geçici bir siyasal olgu olarak görülürken; bugün popülizm otoriter, hatta bazı biçimlerinde ırkçı ve kadın düşmanı sağ parti ve oluşumlardan sol kitle hareketlerine uzanan bir çeşitlilikte tüm dünyada yükselişte olan siyasal hareketleri tanımlamakta kullanılıyor. Popülist hareketlerin, kendilerini elitist olarak nitelendirdikleri geleneksel temsili demokrasinin kurumlarına bir alternatif olarak sunmaları, halkın iradesini doğrudan yansıtma iddiasında olmaları ortak özellikleri olarak öne çıkarken popülizmin nasıl tanımlanacağı, örneğin bir siyaset yapma tarzı mı yoksa bir siyasal ideoloji mi olarak görülmesi gerektiği konusunda bir uzlaşmaya varılmış bulunmuyor. Bu tartışmalar iki gün boyunca yapılan tüm oturumlarda ortak temalar olarak çeşitli biçimlerde gündeme getirildi.

Küresel Konjonktür ve Dinamikler

Konferansın ilk oturumunda konuşan Evren Balta ve Ersin Kalaycıoğlu, bu kavramsal zorluğuna işaret ederek ortak bir tanım oluşturma çabası yerine konferansın ana temasını oluşturan sağ popülist hareketlerin yükselişlerinin bağlamı ve günümüz konjonktürünün hangi unsurlarınca desteklendiği üzerinde durmak gerektiğini ifade ettiler. Evren Balta konuşmasında sağ popülizmin yükselişinin dünyanın içinde bulunduğu çoklu krizlerle ilgili olduğunu söyleyerek bu krizleri dört başlık altında topladı: i) 2008 küresel ekonomik krizinin devam eden etkileri; ii) siyasal partilerin sınıfları temsil etme iddialarını bırakmalarıyla gündeme gelen siyasal temsil krizi; iii) aileden dine ve diğer kimliklere uzanan kültürel alanda yaşanan değişimi ifade eden bir değerler krizi; iv) ticaret savaşları, uluslararası kurumların ve kuralların aşınması ve küresel düzeyde demokrasiye olan inancı yitimiyle karakterize olan liberal küresel düzenin yitimi. Balta’ya göre popülizmi bu krizlerin yol açtığı, çelişkili ve tedrici bir şekilde ilerleyen yeni bir otoriterleşme dalgasının ifadesi olarak görmek gerekiyor. Ersin Kalaycıoğluna göre ise sağ popülizmi doğuran daha yapısal etkenleri teknoloji alanında yaşanan baş döndürücü gelişmelerde aramak gerekiyor. Yapay zeka, makine öğrenmesi ve big data alanlarındaki gelişmelerin yanı sıra iletişim ve veri derleme kapasitesindeki muazzam artış ekonominin yapısını, ilişkilerini ve işleyişini hızla dönüştürüyor. Ulusal çapta örgütlenmiş sınıfları, ulusal sınırları ve ulusal piyasayı aşındıran ve giderek anlamsızlaştıran bu dinamiklerin, bildiğimiz demokratik kurumlar (örneğin siyasal partiler ve seçimler) tarafından yönetilmesi gün geçtikçe daha da zorlaşıyor. Kalaycıoğlu’na göre popülist hareketler, yıpranan ve işlevlerini yitiren bu siyasal kurumların yerini (kaygı ve güvencesizlik hissinin derinleştiği bir ortamda) demagoji ve nostalji duygusu ile doldurmaya çalışıyorlar. Konferansın ilk oturumunun bir diğer konuşmacısı olan Panagiotis Sotiris ise konuşmasında sağ popülist hareketlerin otoriter ve milliyetçi oldukları kadar neoliberal de olduklarına dikkat çekti. Sotiris’e göre bu durum, her türlü kolektivizmi aşındırmayı hedefleyen neoliberalizme tepki olarak kolektif bir kimlik inşa etmeye çalışan sağ popülizmin en önemli çelişkilerinden birini barındırıyor. Bu nedenle liberalizmin sağ popülizmle mücadelede bir cevap olamayacağını belirten Sotiris, solun post-ulusal ve post-kolonyal bir “halk” fikri üzerinden hareket edebileceğini vurguladı. Ancak “halkı yeniden tanımlamak” önerisi, “popülistlere karşı popülizm yapmak” olarak tanımlanan sol popülizm anlamına gelmiyor. Zira sol popülistlerin en büyük hatası halkı söylemsel olarak ve seçim siyasetine dayalı biçimde inşa edebileceklerine inanmaları. Sotiris’in önerdiği siyasal strateji ise, halkı, toplumsal çelişkilerin ve kutuplaşmaların daha da keskinleştiği günümüz konjonktüründe, alt sınıfların gündelik ve maddi çıkarları ve talepleri doğrultusunda inşa etmeye dayanıyor. Sotiris’in post-ulusal ve post-kolonyal halk nosyonu ile Balta’nın işaret ettiği çoklu krizlerin kaybedenleri arasında kurulabileceğini ifade ettiği ilerici toplumsal koalisyon fikri arasındaki paralelliklere dair ise ne yazık ki bir tartışma gerçekleşmedi.

İktidarda ve Muhalefette Sağ Popülizm

Konferans farklı uluslararası deneyimleri bir araya getirerek küresel bir olgu olan popülizm üzerine karşılaştırmalı bir tartışma zemini sunmayı hedefliyordu. Bu nedenle sağ popülizmin tanımı ve özelliklerine dair tartışmaların yürütüldüğü ilk oturumun ardından yapılan iki oturum sağ popülizmin yükselişte olduğu ülke deneyimlerine ayrıldı. Çay Partisi’nden Donald Trump’a Amerikan sağının dönüşümünü içeren konuşmasında Lawrence Rosenthal, ABD’de sağ ve sol popülizmin halk ve elit karşıtlığını hangi terimlerle kurduğuna göre ayrıştığını ifade etti. Buna göre sol popülizm finansal elite karşı bir öfke ile ifade ediliyorken, sağ popülizm kültürel elit olarak gördüğü kesimlere yönelik bir hınç ile tanımlanır. Rosenthal’in sunumu, 2007-2008 ekonomik krizi ve Obama’nın başkan seçilmesinin yarattığı hayal kırıklığı ile kurulan Çay Partisi’nin, başta serbest piyasa köktencileri ile sağ popülistleri bir araya getiren bir siyasal platform iken göçmen karşıtı bir siyasal söylemle Trump tarafından nasıl daha da radikalleştirildiğini çarpıcı örneklerle gündeme getirdi. Rosenthal’e göre Trump’ın yürüttüğü siyaset bir kimlik siyaseti. Ancak bu, ABD’de çok yaygın olan ve tanınma iddiasını içeren kimlik siyasetinden farklı olarak siyasal ve kültürel mülksüzleşme duygusunu yansıtan bir kimlik siyaseti olageldi. Trump’ın en çok oy aldığı bölgelerin aynı zamanda Amerika dışından en az göç alan bölgeler olmasına ve Trump’ın Cumhuriyetçi Parti sağını kısa bir süre içinde göçmen ve yabancı düşmanı eksende dönüştürmesine dair Rosenthal’in verdiği örnekler, ilgili literatürde popülizmin sadece toplumsal düzeydeki taleplerle anlaşılamayacağı aynı zamanda “arz-yönlü” bir siyasal olgu olarak görülmesi yönündeki uyarıları da hatırlatıyordu. Batı Avrupa’da radikal sağ siyasal partilerin yükselişine ilişkin karşılaştırmalı bir resim sunan Manes Weisskircher ise her ne kadar son yıllarda daha görünür hale gelmiş olsa da Avrupa’da radikal sağın yükselişinin daha uzun dönemli bir siyasal olgu olduğuna dikkat çekti. Merkez partilerin neoliberal uzlaşıyı kabul etmeleri ile birlikte 1990’lı yıllardan itibaren Batı Avrupa’da siyasal rekabet, göç konusu da dahil olmak üzere kültürel konular etrafında şekilleniyor. Diğer taraftan Avrupa ülkelerinin genelinde bakıldığında kamuoyunun göç ve göçmenlere bakışında zaman içinde büyük değişiklikler olmaması dikkat çekiyor. Rosenthal gibi Weisskircher’in de buradan çıkardığı sonuç, merkez partilerin radikal ve popülist sağ partilerin yarattığı gündeme hapsolmaları bu partilerin güçlenmesindeki en önemli faktörlerden biri olarak öne çıkıyor.

Yine bu oturumun bir diğer konuşmacısı olan Saygun Gökarıksel’in sunumu ise iktisadi olarak ve toplumsal formasyonu itibariyle Avrupa’nın çeperinde yer alan Polonya’da milliyetçi muhafazar sağ-popülist parti PiS’in iktidarının nasıl anlamlandırılması gerektiği ile ilgiliydi. Literatürdeki hakim görüşlerden biri, PiS iktidarı öncesinde bir ekonomik kriz yaşanmaması nedeniyle sağ-popülizmin yükselişinin ekonomi temelli değil, kültür temelli gerekçeler ile açıklanabileceği ileri sürmektedir. Gökarıksel ise toplumsal –tarihsel bir perspektifle bakıldığında Polonya’nın kapitalizme geçişinde ortaya çıkan büyük toplumsal çelişkileri, hem AB-Polonya ilişkilerinde hem de Polonya’nın kendi içerisinde ortaya çıkardığı çok boyutlu eşitsizlikleri, vurgulanması gerektiğini belirtti. Örgütlü emeğin ekonomik, örgütsel, kurumsal ve siyasi gücünün bizzat sol ve devamında liberaller tarafından geriletildiği bu süreçte “toplumsal arınma” ve “adalet’ vaat eden sağ popülistler kuvvetli bir siyasi girişimcilik örneği sergileyerek Polonya siyasetini belirleyebilmiştir. Günün son oturumunda da merkez kapitalist ülkelerin çevresinde yer alan toplumsal formasyonlarda sağ popülizmin gelişme dinamikleri tartışılmaya devam etti. Polonya ve Macaristan deneyimlerini kıyaslayan Edit Zgut da, Gökarıksel gibi, solun alt sınıflar nezdinde kredisini tüketmesini, sağ popülizmin bu ülkelerdeki yükselişinin en temel nedeni olarak sundu. Solun AB’nin teknokratik yapısı karşısında eleştirelliği yitirmesi ve piyasa reformlarının uygulayıcısı hale gelmesi; Polonya ve Macaristan’ın popülistlerine anti-sömürgeci ve Avrupa entegrasyonu karşısındaki kuşkucu hisleri ideolojik meşruiyet kaynağı haline getirerek, toplumu liberal-Batıcı elitlerle (ve onların aparatları olarak sundukları aydınlar, STK’lar ve gazetecilerle) milletin yerli ve otantik temsilcileri arasında bölme imkanı vermektedir.

2002 yılından itibaren Türkiye siyasetinde yaşanan dönüşüm ile dünya-tarihsel bir olgu olarak popülizmin yükselişi arasındaki paralellikler ve ayrılıklar konferans boyunca sürekli olarak gündeme geldi. İsmet Akça’nın konuşması bu soruna daha nüanslı bir cevap sunmaya çalıştı. Akça’ya göre son yıllarda popülizm tartışmalarında gözden kaçan bir husus, alt sınıfların siyasi desteğini kazanmak için bu kesimlere yönelik maddi ödünler sunmayan bir popülizmin olamayacağıydı. Türkiye siyasetinde AKP döneminin özgüllüğü, bu partinin uzun yıllar boyunca istikrarlı bir büyüme ortamından faydalanarak hem sermaye sınıfının farklı bileşenlerinin ihtiyaç ve taleplerini karşılayabilmesi hem de sosyal ve finansal içerme mekanizmalarıyla alt sınıfların desteğini kazanabilmesiydi. Bu dönemi neoliberal popülizm olarak adlandıran Akça, 2013 yılından itibaren ekonomik, siyasal ve devlet içi krizlerle karşılaşan AKP’nin toplumsal çelişkileri popülist mekanizmalarla massetme kapasitesini yitirdiğini, baskı ve şiddet araçlarının toplumu yönetmede daha öne çıkmaya başladığını kaydetti.

Sağ Popülizme Karşı Siyasal Alternatifler ve Toplumsal Hareketler

Konferansın bir amacı da hukukun üstünlüğünü, denge ve fren mekanizmalarını, bağımsız sivil toplumu, bireysel ve sosyal hakları ve çoğulculuğu aşındıran otoriter pratikler ve kurumsal düzenlemeler karşısında hangi siyasal ve toplumsal kapasitelerin harekete geçirilebileceğini tartışabileceğimiz bir platform sunmaktı. İkinci gün yapılan tartışmalar daha çok bu sorular etrafında şekillendi. CHP genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen, HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu ve Avrupa Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Evelyn Huytebroeck’in katıldıkları panel, “Sağ popülizmle siyasal olarak nasıl mücadele edebiliriz?” sorusu etrafında şekillendi. Avrupa’da sağ popülist hareketlere karşı başarılı siyasal mücadele yöntemlerine değinen Huytebroeck, yurttaşların gündelik problemlerini dinleyen, yüz yüze yapılan siyasetin önemine vurgu yaptı. Huytebroeck’in konuşmasındaki diğer bir önemli vurgu, ekolojik talepleri sosyal adalet talebiyle birleştiren Yeni Yaşil Anlaşma siyasetinin geniş toplum kesimlerini mobilize etme potansiyeliydi. Gökçe Gökçen ve Filiz Kerestecioğlu’nun konuşmaları ise sağ popülist hareketlerin beslendiği temsiliyet sorunu ve siyasetin toplumsallaşması için neler yapılabileceği üzerinde yoğunlaştı. Gökçen siyaseti elitlerin bir uğraşı olmaktan çıkarıp özellikle gençleri ve kadınların siyasi katılımlarını arttıracak araçların inşası üzerinde durmak gerektiğinin altını çizerken, Kerestecioğlu ise korkuya örgütleyen sağ popülist hareketlerin karşısında solun umudu büyütmesi gerektiğini kaydetti.

Konferansı son oturumu Avrupalı ve Türkiyeli sosyal hareketlerin temsilcilerinin katıldığı bir tartışma toplantısı biçiminde örgütlendi. Sivil toplumu güçlendirme alanında faaliyet yürüten CIVICUS Küresel Sivil Toplum İttifakı’nı temsilen toplantıya katılan Andrew Firmin nefret söylemi ve dezenformasyonun ifşası ve insan hakları söyleminin geri kazanılmasında sivil topluma önemli görevler düştüğünü kaydetti. 2017 yılındaki genel seçimlerde AfD’nin parlamento dışı kalması için etkin bir kampanya yürüten “5’ten Küçük” hareketinin deneyimlerini paylaşan Dunya Ballout ise “radikal nezaket” adını verdikleri, insanları dinleyen ve dertleriyle hemhal olan ancak tartışmaktan da çekinmeyen bir siyaset tarzının önemine değindi. Yeşim Dinçer yasaklar ve şiddet yanında itibarsızlaştırma çabalarıyla da mücadele etmek zorunda kalan Türkiye’deki feminist hareketin hem yeni ve yaratıcı yöntemler bularak hem de dünyadaki diğer kadın hareketlerinden de esinlenerek sağ popülizme karşı en önemli mücadele odaklarından biri olduğunun altını çizdi. Aylime Aslı Demir ise 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında önce hukuki ve sonra fiili olarak devam eden OHAL sürecinin yeni bir devlet inşasına giriştiğini, bunun sosyal hareketler açısından önemli bir özelliğinin öngörülemez bir siyasal ortam yaratması olduğunu kaydetti. Hukukun kendisinin insan haklarını ihlal etmenin bir aracı haline gelirken LGBTİ hareketinin kamuya açık toplantı ve faaliyet yapamaz hale geldiğini ifade eden Demir, “öngörülemez aktivizm” olarak nitelenebilecek ve duyuru ve çağrıları değiştirmek, etkinlikleri beklenmeyen yerlerde yapmak gibi farklı ve yaratıcı yöntemler geliştirdiklerini aktardı. Bu bölümün son konuşmacısı olan Yüksel Taşkın ise siyasal alanın daraltılması karşısında küçük ve konu temelli siyaset yapmanın önemine değindi ve baskı dönemlerine dayanabilecek uzun erimli kurumlar inşasına ağırlık verilmesini önerdi. Tartışma sivil toplumun mücadele imkanları, öğrenme tecrübeleri ve ulusal ve uluslararası çapta dayanışmanın geliştirilmesi için atılabilecek adımların paylaşılması ile devam etti. Sonuç olarak, ele alınan konunun genişliği ve popülizm kavramının süregiden müphemliğine rağmen, konferansın hem ele aldığı konular hem de ilham verdiği başkaca tartışmaların önemi açısından oldukça ilgi çekici ve doyurucu tartışmalarla geçtiği söylenebilir.                               

There is no working template for this Box.