24 Kasım günü Orient-Institut Istanbul’da düzenlediğimiz panelde konuşmacılarımız Suriyeli kadınlardı. Kadınlar geçiş sürecindeki ülkede kadın haklarıyla ilgili duyulan endişeyi teslim etse de, açık bir mesaj da verdiler: “Bizler kurban değil, siyasi özneleriz.”
Suriye’de Baas rejimi devrileli bir yılı geçti. Ancak ülke hala sancılı bir geçiş sürecinde. Yıllar süren savaş ve baskının ardından umutlar diri, kaygılar da…
Ülke ile ilgili en çok merak edilenlerden biri de, savaş öncesinde de hiç iyi durumda olmayan kadın haklarının daha kısıtlanıp kısıtlanmayacağı. Geçiş döneminin İslam inancını referans alan yasal düzeni, kadınların kendilerini birer kurban değil aktör olarak gördükleri sivil toplumun varlığına rağmen bu kaygıları besliyor.
Peki Suriyeli kadınlar ne diyor ve ne düşünüyorlar?
24 Kasım’da Suriye’den üç ve Türkiye’den bir kadın uzman, kendi aktivizm ve meslek alanlarından görüş ve deneyimleriyle sahnedeydi.
Heinrich Böll Stiftung İstanbul Ofisi’nin Orient-Institut Istanbul işbirliğiyle gerçekleştirdiği “Söz Suriyeli kadınlarda: Kadın hakları için feminist stratejiler” başlıklı panele, sivil toplum, akademi ve basından Türkiyeli ve yabancı 70 dinleyici yer aldı.
“Ortak bir feminist itirazın mekânı”
Panelin açılış konuşmasını yapan Heinrich Böll Stiftung İstanbul Ofisi koordinatörlerinden Yonca Verdioğlu, patriyarkal devlet aklının iki ülkede de benzer yöntemlerle işlediğine işaret etti:
“Kadınların haklarının pazarlık konusu yapılması, bedenlerinin siyasal meşruiyetin aracı haline gelmesi, temsil mekanizmalarının erkekler tarafından tekelleştirilmesi, hukukun ve dini referansların bir baskı aracına dönüştürülmesi hepimizin bildiği, yaşadığı şeyler. Suriye’de yaşananları istisnai bir kriz gibi değil, bölgesel patriyarkanın ortak pratiği olarak görmek zorundayız. Bu nedenle Suriyeli kadınların verdiği mücadele, Türkiye’deki feminist hareketin mücadelesiyle doğrudan bağlantılı. Bu panel de tam olarak bu yüzden, sadece dayanışmanın değil; patriyarkal siyasal düzene yönelik ortak bir feminist itirazın mekânı.”
Panelin ilk sunumunu, etkinliğe çevrimiçi katılan Suriyeli araştırmacı ve insan hakları uzmanı Lina Ghoutouk yaptı. Ghoutouk “Yasa ile uygulama arasında Suriyeli kadınlar” başlıklı sunumunda Ghoutouk, Esad rejimi sonrası döneme dair incelikli bir tablo çizdi. İnanç referanslı kısıtlamalara ilişkin Ghoutouk, kaygılara karşın birçok Suriyeli kadın için kamusal gündelik hayatın nispeten erişilebilir olmaya devam ettiğini, ancak güvenlik yapılarının bazı bölümlerinde kurumsal İslamileşmeye dair işaretler belirdiğini ifade etti.
Ghoutouk, Suriye’nin vesayet, miras, çok eşlilik, hareket özgürlüğü ve velayet gibi alanları düzenleyen Kişisel Statü Yasası’nın özellikle kadınları ciddi biçimde sınırlamaya devam ettiğini de aktardı. Buna rağmen kadınların savaş yıllarında hane geçimini üstlenmekten örgütlenmeye uzanan ağır sorumlulukları omuzladığına dikkat çeken Ghoutouk, bugün kaçırılma ve kamuya düşük güven dahil olmak üzere devam eden güvenlik boşluklarıyla karşı karşıya olduklarını, azınlık topluluklarının ise bilhassa kırılgan olduğunu belirtti:
“Siyasi alanda kadınlar hâlâ marjinalize durumda: Son parlamento seçimlerinde adayların yalnızca yüzde 14’ü kadındı ve sadece altı kadın sandalye kazandı.”
Panelist, Suriye’nin dönüşümünün Suriye’den başlaması gerektiğini vurgulayarak şu çağrıları yaptı: “Yerel kadın örgütlerini güçlendirmek, bağlama duyarlı yasal reformlara yönelmek, hesap verebilir polislik ve adalet mekanizmalarını güçlendirmek, kadınların yönetişime katılımını genişletmek ve dışarıdan dayatılan üstten aşağı şablonlar yerine Suriyeli kadınların kendi anlatılarını merkeze almak.”
Rekabet hâlindeki anlatılar
Gazeteci ve Enab Baladi’nin kurucu ortağı Kholoud Helmi ise, Suriye’de geçiş sürecinin kurumlar kadar anlatılar üzerine de bir mücadele olduğunu, medyanın ise kadın haklarının savunulduğu ya da sulandırıldığı bir mücadele alanına dönüştüğünü savundu. “Suriye kadın hakları savunuculuğunda medyanın rolü” başlıklı sunumunda Helmi, erken dönem alternatif medyanın kadınlara açıkça konuşabilecekleri, hak ihlallerini belgeleyebilecekleri ve ataerkil normlara meydan okuyabilecekleri “ara alanlar” yarattığını, ancak militarizasyon ilerledikçe bu alanın taciz, engelleme ve yeniden erkek kontrolünün tesis edilmesiyle daraldığını hatırlattı.
Helmi, marjinalleştirilen kadınların seslerini merkeze alan bir feminist medya gündemi, kadın gazetecilerin korunması, geçiş sürecinin toplumsal cinsiyete dayalı sonuçlarının izlenmesi, topluluklar arası dayanışmayı güçlendirme ve kadınların yalnızca sembole indirgenmesine karşı koyma çağrısı yaptı. Kadınların medya alanındaki seslerinin gücünün, onların hukuk, siyaset ve toplumdaki güçlerini belirleyeceğini vurguladı.
Üçüncü panelist, “Suriyeli kadın dayanışması için sivil toplumun güvenli bir alan olarak rolü” başlıklı konuşmasıyla aktivist ve siyasetçi Kinda Hawasli idi.
Hawasli, iç savaşın kadınları kitlesel yerinden edilme, belge yitimleri, gözaltı ve kayıplar, artan aile içi şiddet, erken yaşta evlilik ve eğitimde keskin düşüşlerle (7–12 yaş için yüzde 8, 13–15 yaş için yüzde 17 okulu bırakma oranı) belirlenen derin bir güvencesizliğe ittiğini aktardı.
Buna karşın zorunluluk nedeniyle genel işgücüne katılımın arttığını belirten Hawasli, 2024 sonu itibariyle yerinden edilmişlerin kaldığı kampların (IDP) neredeyse yarısının muhalif bölgelerde yer aldığını söyledi. Burada hane halklarının yüzde 8’inin kadınlar tarafından idare edildiğini ve yardımların azalmasıyla kamp sakinlerinin yalnızca dörtte birinin geri dönebildiğini söyledi.
Güvenli alanlara ihtiyacımız var
Hawasli’nin anlattığı kadarıyla sivil toplumun karnesi de karışıktı: “Kadın odaklı projeler, istihdam, araştırmalar ve siyasi eğitim alanı genişletti; fakat çok sayıda girişim bağlamdan kopuk, kısa vadeli, bağışçı odaklı ve elitist kaldı. Gerçek ihtiyaçları ıskaladı ve kimi zaman toplumsal gerilimi artırdı.”
Hawasli, kapsamlı ihtiyaç analizlerine dayanan uzun vadeli programlara (eğitim, mesleki eğitim, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten korunma, ekonomik güçlenme), karar alma süreçlerinde anlamlı temsilin sağlanmasına ve bölgeler arası gerçek dayanışma ağları ile güvenli alanların inşasına yönelme çağrısı da yaptı.
Panelde son sözü “Suriyeli kadınların siyasal temsilini güçlendirmede Türk feminist savunuculuğunun rolü” başlıklı konuşmasıyla Meriç Çağlar aldı. Çağlar dünya çapında yükselen toplumsal cinsiyet karşıtı tepkinin yardım mekanizmalarını, dili ve aktivizmi yeniden şekillendirdiği uyarısında bulundu. Çağlar’a göre bu eğilim, toplumsal cinsiyet çalışmalarını marjinalleştiriyor, bütçeleri daraltıyor ve muhafazakâr aktörlerin fonları ele geçirmesini kolaylaştırırken sivil alanın “toplumsal cinsiyet” kelimesini kullanmaktan dahi kaçınmasına yol açıyor.
Türkiye’de bu eğilim, aile odaklı politikalara yönelim, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme ve feminist gruplar üzerindeki baskı ile kesişmişti. Çağlar da gidişatın mülteci hakları çalışmasını “projeye indirgenmiş” bir yapıya büründürdüğünü, birçok Suriyeli kadının siyasi aktör değil, “yararlanıcı” olarak görüldüğünü söyledi.
Kürt ve queer hareketlerinin, kadın mülteci liderleri süreçlere entegre etmede daha başarılı olduğunun altını çizen Çağlar, Türkiye’nin hukuk savunuculuğundaki güçlü deneyimlerinden yararlanan, dönüş politikalarına ve koruma boşluklarına toplumsal cinsiyet merceği uygulayan, bağış döngülerinin ötesine geçen dayanıklı ittifaklar kuran ve gençlerle rezonans kuran, eşitliği depolitize etme çabalarına direnen, daha cesur ve kamusal bir dille konuşan sınır aşan, hiyerarşik olmayan bir feminist hat kurulması çağrısında bulundu.
Etkinlik bir saati bulan dinamik bir soru cevap bölümü ile kokteylin ardından sona erdi.