Son zamanlarda, Macar iktidar partisi ve medya imparatorluğu, bağımsız politika analistlerine ve muhalefet partilerine karşı, onları aşı karşıtı görüşleri yaymakla suçlayan büyük bir kampanya başlattı. Çok sayıda ilk derece mahkemesi, kampanyanın asılsız bir iddia üzerine kurulduğuna karar vermişse de suçlamalar devam ediyor. Bununla birlikte, Macaristan’da iktidarda olan partilerin yürüttüğü uzun bir manipülatif kampanya dizisi içinde sadece tek bir örnek teşkil eden böyle bir dezenformasyon kampanyası şaşırtıcı değildir. Bu kampanyaların tipik bir işleyiş tarzı var: tek bir bilgi parçasından başlıyorlar ve bağımsız seslere karşı bir tür ayrımcı yasal düzenlemeyle son buluyorlar.
Bu yorum yazısı, yerel devlet destekli dezenformasyonun AB demokrasisini nasıl tehdit ettiğini araştıran “Dezenformasyonda Boğulmak” başlıklı dosyamızın bir parçasıdır.
Birinci adım: kendi medya imparatorluğunu kur
Nitelikli bir parlamento çoğunluğuyla, 2010 yılında iktidara gelen ikinci Orbán hükümetinin tartışmalı ilk adımlarından biri, ülkenin medyayı düzenleyen yasalarında yapılacak bir dizi değişikliği onaylamasıydı. Bu değişiklikler içinde, medya satın almaları da dahil olmak üzere Macar medya pazarını denetlemekten sorumlu bir Ulusal Medya ve Bilgi-İletişim Kurumu (National Media and Infocommunications Authority-NMHH) ve Medya Konseyi kurmaya yönelik bir yasa vardı. İktidardaki Fidesz partisine sadık üyelerle doldurulan Medya Konseyi, Macar medya sektöründeki, kuruluşlarını yavaş yavaş hükümetin sözcüsü durumuna dönüştürmüş olan hükümet yanlısı oligarkların büyümesini sağladı. Büyümelerinin sonucu, hükümetin üzerlerinde nüfuz sahibi olduğu yaklaşık 500 medya kuruluşunu kapsayan Orta Avrupa Basın ve Medya Vakfı’nın (Central European Press and Media Foundation-KESMA) kurulması oldu. Eşzamanlı olarak, kamu medyası da Fidesz’e sadık olanlar tarafından ele geçirildi. Orbán hükümeti böylece Rusya’dakine benzer bir medyayı merkezileştirme modeli kurdu ve merkezî olarak kontrol edilen bir dezenformasyon yoluyla nüfusun maniple edilmesine ve siyasi talimatları yerine getiren bir medya imparatorluğuna yol açtı. Macar iktidar partisi, bu çabalarının sonucunda, doğrudan veya dolaylı kontrolü altında muazzam sayıda medya kuruluşuna ve hem talimatlara sorgusuz sualsiz uyan hem de iktidar partisinin (muhayyel) herhangi bir rakibine yöneltilebileceği bir propaganda makinesine sahip oldu.
Küçük bir bilgi kırıntısı al ve pireyi deve yap
Heti Válasz, Ağustos 2013’te, sözde “Soros ağı”nın Macaristan’da gerçekleştirdiği iddia edilen eylemleriyle ilgili makalesini yayınladığında, medyayı merkezileştirme süreci bugün olduğu yerden epey uzaktı. Buna rağmen ülke içinde üretilen dezenformasyon kampanyalarının gelecekte nasıl işleyeceğine dair erken bir bakış sunuyordu. Bu ilk makaleden sonra, diğer birkaç hükümet yanlısı yayın organı, orijinal hikâyeyi yeniden yayınladı ve sonraki birkaç ay daha ayrıntılı bilgiler verdi. Bu makalelere göre, Macar Sivil Özgürlükler Birliği’ni, Suistimale Karşı Kadınlar için Kadınlar (Nők a Nőkért az Erőszak Ellen), Öğrenci Ağı gibi feminist örgütleri veya 444.hu ve Magyar Narancs gibi bağımsız medya kuruluşlarını George Soros finanse ediyordu. Ardından, Fidesz’in o zamanki sözcüsü Péter Hoppál gibi hükümet yetkilileri, Amerikan parasıyla finanse edilen Macar Helsinki Komitesi’nin ülkeyi ve hükümetini itibarsızlaştıran “sözde sivil toplum örgütlerinden” biri olduğunu söyleyerek tartışmaya katıldı.
Heti Válasz’ın makalesinde ayrıca, daha eşit bir Avrupa’ya katkıda bulunmaya ve Norveç ile 15 yararlanıcı ülke arasındaki ilişkileri güçlendirmeye ayrılan bir fon olan ve Macaristan’a da tahsis edilen Norveç Hibeleri’nin de aynı ağ tarafından dağıtıldığından bahsediliyordu. Makaleye göre, Soros’un vesayeti altındakilerin içinde olduğu kurul, Temmuz-Ağustos 2013’te 3,5 milyon Euro’nun kaderi hakkında karar verdi ve bunun üçte biri “Açık Toplum Vakıflarının finansman listesindeki kuruluşlara” verilmişti. Nisan 2014’te, dönemin Başbakanlık Ofisi Temsilcisi János Lázár, Norveç hükümetine resmi bir mektup yazarak Macaristan’a tahsis edilen Norveç Hibelerinin bir Macar siyasi partisiyle, LMP (Macaristan Yeşiller Partisi), yakın bağları olan bir sivil toplum örgütü, Ökotárs Vakfı, tarafından yönetildiğini iddia etti. Hemen bir ay sonra, Hükümet Kontrol Ofisi, Ökotárs’a fonların yönetimine ilişkin bir soruşturma açıldığını bildirdi. Bu arada, o sırada Başbakanlık Ofisi Başkanlığında görevli bir devlet bakanı olan Nándor Csepreghy, Macaristan’a tahsis edilen Norveç Hibeleri’nin 2008 ve 2011 yılları arasındaki yönetim süreci hakkında Ernst & Young (EY) tarafından hazırlanan bir denetim raporuna atıfta bulunarak, bazı sivil toplumun gruplarını “organize suça” iştirak etmekle suçladı. Ancak bu suçlamalardan kısa bir süre sonra, EY’nin projenin yürütülmesini “tatmin edici” bulduğunu ve sistemsel herhangi bir sorun görmediğini ifade eden raporunun tam metni internete sızdırıldı. 8 Eylül 2014’te polis, Ökotárs Vakfı’nın ve DemNet gibi Norveç Hibelerini yöneten konsorsiyumda yer alan diğer birçok kurumun ofislerini bastı. Ökotars’ın başkanı Vera Móra gözaltına alındı. Ulusal Denetleme Ofisi tarafından yapılan açıklamaya göre, fonları zimmete geçirme ve yetkisiz mali faaliyetlerde bulunma iddialarını soruşturuyorlardı. Daha sonra ortaya çıktığı üzere, soruşturma emrini veren bizzat Başbakan’dı.
Kimsenin tekerleği yeniden icat etmesi gerekmiyor
Bu kampanyalar, yaygın olarak kullanılan manipülatif yöntemler üzerine inşa edildi. 2008 ve 2011 yılları arasında Norveç Hibelerinin yönetimine ilişkin EY raporunu zaten vurgulamıştık. Bu örnekte, Nándor Csepreghy, denetim firmasının bulgularını yanlış yorumladı, firmanın işaret ettiği sorunları çılgınca abartarak, bilgiyi iktidar partisinin dünya görüşüne uydurmak için seçici bir şekilde kullandı ve projenin yönetiminin tatmin edici olduğu genel sonucunu görmezden geldi. Kampanyanın ikinci önemli kısmı, varolan olgular arasında yanlış bağlantılar kurmaktı. Açık Toplum Vakfı (OSF), kimleri finanse ettiğini çevrimiçi ortamda yayınlıyor, dolayısıyla hangi kuruluşların onlardan hibe aldığını ortaya çıkarmak için sağlam araştırmacı gazetecilik becerilerine gerek yok. Bununla birlikte, hükümet yanlısı Macar medyası, OSF tarafından Macar sivil toplumuna nakit olarak verilen tüm hibelere, gizli bir planın parçası muamelesi yapıyor. Hükümet, Başbakan Viktor Orbán’ın kendisinin de söylediği gibi, bazı Macar sivil toplum üyelerinin “dış finansmanlı siyasi aktivistler” olduğunu düşünüyor ve hükümetin etkisi altındaki medya, okuyucularına tam olarak bu resmi aktarıyor. Bu uğraşların en önemli amacı, Macar toplumundaki herhangi bir “bağımsızlık” kavramını yapıbozuma uğratmaktır: Macar kamusal alanındaki tüm aktörler ya “bizimle” ya da “onlarla” olmalıdır. Kopenhag Üniversitesi İletişim Fakültesi doçenti Miklós Sükösd, Élet és Irodalom’a, hükümetin bu kampanyalardan eleştirel sesleri kamuoyu tartışmalarında yer almaktan vazgeçirmek için de yararlandığını ekledi.
Bu kampanyaların üçüncü önemli özelliği, başlangıçta ortaya atılan iddianın, yani dezenformasyonun, daha sonra ortaya çıkan gerçeklerden her zaman çok daha viral olmasıdır. Péter Hoppál, Macaristan aleyhine yurtdışında kampanya yürüttüğünü iddia ettiği ifadeleri nedeniyle, insan haklarına adanmış kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Helsinki Komitesi’nin açtığı tazminat davasını kaybetti. Norveç Hibelerinin yönetimine yönelik polis soruşturmasından hiçbir sonuç çıkmadı. Ama hükümet kontrolündeki medya, tahmin edilebileceği gibi, okuyucularını bu sonuçlar hakkında baştaki iddialarda olduğu kadar gayretli bir biçimde bilgilendirmiyor. Bu nedenle dezenformasyon kampanyalarının hedeflerini boşa çıkaran hukuk davalarının ve soruşturmaların sonuçlarının hiçbir şekilde kamuoyunu etkileme şansı yok.
Ayrıca, hükümet etkisi altındaki medya, kaybedilen her iftira davasından sonra kampanyalarına devam ediyor. Yüz milyonlarca Macar forintinin {Macar para birimi-ç.} “Macaristan’a saldırmaları” için “solcu-liberal sivil toplum örgütlerine” gittiğiyle ilgili STK’lar hakkında ortaya atılan iddialar hükümet yanlısı yayın organlarında varlığını koruyor. Macaristan Ulusal Meclisi, 2017 yılında, Rusya’nın Yabancı Temsilciler Yasası’ndan (Act on Foreign Agents) esinlenerek, yurt dışından 7,2 milyon Macar forintinden fazlasını alan sivil toplum kuruluşlarını “dış kaynaklı kuruluşlar” olduklarını açıklamaya zorlayan bir STK yasası kabul etti. Hükümet şimdi bu yasayı yürürlükten kaldırmayı planlıyor, ancak bunun yerine eski bir Fidesz milletvekili tarafından yönetilen Ulusal Denetim Ofisi’nin, toplam varlıkları 20 milyon Macar forintinin üzerinde olan STK’ları denetlemesine izin veren hükümler getirecek. Denetim raporları, hükümet kontrolündeki medyanın Macar sivil toplumunu itibarsızlaştırmaya devam etmesi için muhtemelen iyi bir fırsat sağlayacaktır.
Yöntemi bir kez öğrendikten sonra, her zaman kullan
Doğal olarak, Orbán hükümetinin hedefindekiler sadece STK’lar değil. Başbakan Viktor Orbán, Ekim 2015’te Çağın İşaretleri başlıklı bir konferansta katıldığı tartışmada, Avrupa’nın göç krizinde ihanete uğradığını ve bu durumda aklına George Soros’un gelmesinin tesadüf olmayacağından bahsetti. Bu gelişigüzel iddia, daha sonra Amerikalı hayırseverin, onun finanse ettiği sivil toplum kuruluşlarının ve genel olarak sol kanat politikacıların ve solcu medyanın çok kültürlü bir toplum yaratarak üye devletleri yok etme çabası içinde olduklarını iddia eden, yıllar süren bir kampanyaya dönüştü. Haziran 2018’de Ulusal Meclis, STK’ların ve diğerlerinin “yasadışı göçe yardım etmesini” yasaklayan, Soros’u Durdur yasası adı verilen bir yasa kabul etti. Bu kampanya kısmen Amerikalı kampanya stratejistleri tarafından icat edildi.
Hükümetin etkisi altındaki medya kuruluşlarının muhalefetin, bu makalenin ikinci yazarı da dahil olmak üzere, siyaset analistlerinin verdiğini iddia ettikleri tavsiyelere dayanan siyasi bir aşı karşıtı strateji izlediğini ileri süren geniş çaplı kampanyasını gerçekten işte bu bağlamda açıklayabiliriz. Hükümet yanlısı medya 600’den fazla yalan haber yayınlayarak bu yalanı yaydı, oysa iki ilk derece mahkemesi kampanyanın gerçekleri yansıtmadığına karar vermiştir. Başbakanın kendisi de dahil olmak üzere bir düzineden fazla hükümet politikacısı bu kampanyaya katıldı; bu da eleştirel sesleri sindirmeyi amaçlayan bu resmî saldırıların merkezi yapısını bir kez daha gösteriyor.
İçerde üretilen dezenformasyon Kremlin’inkinden daha etkili olabilir
Genel olarak, Macar hükümetinin dezenformasyon kampanyalarının, Kremlin’de olduğu gibi, yabancı otoriter aktörlerin medyayı ele geçirme sürecini yürütüş biçimi, operasyon yöntemleri ve kullanılan manipülatif teknikler ile dikkate değer benzerlikler gösterdiği sonucuna ulaşabiliriz. İçeride üretilen dezenformasyonun başarıya ulaşması için kilit adım, aslında, bu manipülatif kampanyaların kayda değer bir alıcıya ulaşmasını sağlamak için siyasi bir güce hizmet eden yeterince geniş bir yerel medya imparatorluğunun yaratılmasıdır.
Bununla birlikte, Macaristan’da doğrudan Rus kaynaklı dezenformasyon çok yaygın değil ve bunun nedeni de açık. Rus devletinin kontrolündeki bir televizyon ağı olan RT, Budapeşte’de bir ofis açmak istedi ancak hükümet yanlısı medyanın onların yapacağı işi yaptıklarını görüp Macaristan’da faaliyet göstermelerine gerekmediğine karar verdiler ve bu fikirden vazgeçtiler.
İçeride üretilen dezenformasyonun daha fazla dikkat ve ihtiyat gerektirmesinin üç önemli nedeni vardır. Birincisi, yerel yönetimler kendi nüfuslarının tercihleri ve ihtiyaçları hakkında daha fazla bilgiye sahip olduklarından (örneğin, iç kamuoyu yoklamaları yoluyla) içeride üretilen dezenformasyon kampanyaları çok daha etkili olabilir. Doğrusu, iç manipülasyon çabaları daha da kutuplaşmayı daha da artırabilir: bu kampanyalar genellikle belirli bir siyasi güç tarafından yürütüldüğünden, bir taraf üzerinde diğeri üzerinde olduğundan daha güçlü bir etkiye sahip olacaktır. Örnek olarak: Macaristan’daki STK’ların yabancı çıkarların gizli sesleri olduğunu düşünen Macarların oranı %27 iken, Fidesz seçmenleri söz konusu olduğunda oran %49’a çıkıyor. Hükümet etkisi altındaki medyanın uzun yıllardır izlediği Rusya ve Çin yanlısı yayın anlayışının bir sonucu olarak, Fidesz seçmenleri bu otokratik rejimler hakkında muhalefetin takipçilerine göre daha olumlu fikirlere sahipler. İkincisi, altyapıyı ve tasarrufları altında önemli miktarda kamu fonu bulunduran ulusal hükümetler, Kremlin yanlısı yerli portallara kıyasla çok daha geniş bir erişime sahip olabilirler. Örneğin Macaristan’da kampanyalar kabinenin medya imparatorluğu aracılığıyla yürütülüyor. Üçüncüsü, yerel çabalar kaynaklarını bir ülkeye daha güçlü bir şekilde odaklanmak için kullanabilirken, Kremlin çok daha geniş bir coğrafi alanı kapsamak zorundadır (tek tek ülkeleri hedefleyen daha incelikli mesajlar söz konusu olsa bile). Tüm bunlar, yerel, devlet destekli dezenformasyonun, nefreti körüklemek, toplumları kutuplaştırmak ve şiddeti belirli grup ve bireylere yönlendirmek konusunda daha etkili olabileceği anlamına geliyor ─çoğunlukla, sembolik olarak ancak bununla sınırlı olmayarak. Bu fenomenle meşgul olan uluslararası uzmanlar ve politikacılar topluluğunun, yerel, devlet destekli dezenformasyon meselesini, dış kaynaklı otoriter aktörlerin girişimleri kadar ciddiye almaya başlamasının tam zamanı. AB üye devletlerinin bu fenomene karşı bağışık olduğu yanılsaması tehlikeli bir yanılsamadır ve bu tür girişimlere karşı kör kalmanın, Avrupa’nın ortasındaki demokrasilerin yıkımında payı olabilir.
Bu metin Türkçeden İngilizceye Deniz Tuna tarafından çevrilmişti.