Yeni Avrupa Komisyonu Hukukun Üstünlüğü Raporunun, ulusal denge ve denetim mekanizmalarını sistemli bir biçimde ortadan kaldırılması çabası içinde olan veya halihazırda bunu hayata geçirmekte olanları caydırması beklenemez. Bu eksiklikler giderilmedikçe, yeni yıllık izleme uygulaması çözeceğinden daha fazla sorun yaratacaktır.
Avrupa Komisyonu'nun 2020 Hukukun Üstünlüğü Raporu, AB'nin mevcut hukukun üstünlüğü alet çantasına yapılan son eklemenin ilk sürümüdür. Temmuz 2019'da açıklanan bu rapor, Avrupa Komisyonu’nun öncülük ettiği yeni yıllık Hukukun Üstünlüğü İnceleme Sürecinin ilk ürününü teşkil ediyor. Bu yeni izleme sürecinin temel amacı, AB'nin "sorunların resmi bir müdahaleyi gerektirdiği noktaya ulaşmasını önlemek için işbirliği ve diyaloğu kolaylaştırmak” üzere “her Üye Devletteki gelişmeler hakkında daha güçlü bir farkındalık ve anlayış” geliştirmesine yardımcı olmaktır.
Bu uzman yorumu, ilk olarak, bu yeni raporlama mekanizmasını kısaca daha geniş bir AB hukukun üstünlüğü alet çantası kapsamında ele alacaktır. Ardından, bir dizi ciddi eksikliğin ana hatlarını çizmeden önce, olumlu yönlerini kısaca vurgulayacaktır.
Okumakta olduğunuz değerlendirmenin iki temel önermesi vardır: birincisi, aşağıda vurgulanan eksiklikler nedeniyle, yeni Hukukun Üstünlüğü Raporunun ulusal denge ve denetim mekanizmalarını sistemli bir biçimde ortadan kaldırılması çabası içinde olan veya halihazırda bunu hayata geçirmekte olanları caydırması beklenemez; ikinci olarak ise, bu eksiklikler giderilmedikçe, yeni yıllık izleme uygulaması çözeceğinden daha fazla sorun yaratacaktır.
1. AB’nin hukukun üstünlüğü alet çantasına son ekleme
Avrupa Komisyonu'nun hukukun üstünlüğüne yönelik, en göze çarpanı Orban'ın Macaristan’ı olan yeni tür bir tehdit söz konusu olduğunu ilk kez kabul ettiğinde “Hukukun üstünlüğü anlayışının gerileyişi” konusundaki farkındalığın artması, AB'nin hukukun üstünlüğü alet çantasında 2012'den bu yana hızlı bir evrim yaşanmasına neden oldu. Avrupa Komisyonu'nun 2013'te yeni bir Adalet Puan Tablosu (Justice Scoreboard) ve 2014'te yeni bir Hukukun Üstünlüğü Çerçevesi yürürlüğe koymasının yanı sıra, Konsey 2014'te kendi Yıllık Hukukun Üstünlüğü Diyaloğu'nu başlattı.
Bundan başka, bu gerileme öncesi dönemde tasarlanan mekanizmalar ilk kez Macaristan ve Polonya'ya karşı kullanıldı (AB Anlaşması m. 7/1) veya yeni mekanizmalar oluşturuldu (örn: Avrupa Sömestri). Adalet Divanı da Şubat 2018'de, üye devletlerin kendi mahkemelerinin bağımsızlığını sağlamaları yükümlülüğü getiren, “Üye devletler, Birlik hukukunun kapsadığı alanlarda etkili hukuki koruma sağlamak için gerekli hukuki başvuru yollarını temin ederler.” şeklindeki AB Anlaşması m.19/1 gereğince nihayet müdahale edebildi. Bu da, sırasıyla, Avrupa Komisyonu'nun, bu yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak ve aynı yıl Polonya'nın bazı sözde “yargı reformları” ile olarak yargı bağımsızlığını korumak için AB’nin İşleyişi Hakkında Anlaşmanın 258. maddesinde belirtilen ihlal prosedürünü nihayet kullanmaya başlamasını sağladı.
27 ülke raporu ve bir çapraz rapordan oluşan Hukukun Üstünlüğü Raporu fikri, AB'nin hukukun üstünlüğü alet çantasına yapılan son eklemedir. Başkanlığını Jean-Claude Juncker’in yaptığı önceki komisyon tarafından, Macar makamlarının Avrupa Komisyonu'nun üye devletleri değerlendirirken “çifte standart” uyguladığı yönündeki uzun süredir devam eden ancak giderek daha sık görülen suçlamalarına yanıt vermek için yürürlüğe kondu.
Mevcut Avrupa Komisyonu tarafından uygulamaya konulduğu üzere, Hukukun Üstünlüğü Raporu, “önemli bir boşluğu” doldurmayı amaçlayan “yeni bir önleyici mekanizma” olarak (yeniden) yorumlandı, “çünkü sorunu daha erken bir aşamada tespit etmemize imkan sağlayacak bir mekanizmadan yoksunduk.” Bununla birlikte, hem Hukukun Üstünlüğü Çerçevesi (“m. 7 öncesi prosedür") hem de ABA m. 7/1, zaten varolan önleyici mekanizmalardı; bu nedenle, tartışmaya açık olsa da, doldurulması gereken bir önleyici mekanizma boşluğu yoktu. Dahası, Hukukun Üstünlüğü Raporu önleyici bir araç değildir, bir olay sonrası raporlama aracıdır. Yeni olan, tüm üye devletleri kapsaması ve kalıcı olmasıdır. Bununla birlikte, muhtemelen eşi benzeri görülmemiş bir şey de değildir zira Avrupa Komisyonu daha önce, 2017’de arkası getirilmeyen iki yıllık bir AB Yolsuzlukla Mücadele Raporu yayınlamıştı.
2. Olumlu Yönleri
Hukukun Üstünlüğü Raporu, hukukun üstünlüğünün hukuki anlamda ve aynı zamanda siyasi, ekonomik, dahili ve harici olarak da neden önemli olduğuna ilişkin berrak bir çerçeve çizmesi nedeniyle övgüye değerdir. Ayrıca, AB Antlaşmalarında, AB ikincil mevzuatında ve Adalet Divanı içtihatlarında ortaya konan temel yasal ilkeleri bir araya getiren, zorlama unsuru içeren bir hukukun üstünlüğü tanımına dayanmaktadır. Ayrıca, Macar ve Polonyalı yetkililerin AB hukukunda, hukukun üstünlüğü açıkça tanımlanmadığını iddia ederek, bu nedenle hukukun üstünlüğünü ihlal edemeyecekleri şeklindeki gülünç argümanlarına karşı, “üye devletler farklı ulusal kimliklere, hukuk sistemlerine ve geleneklere sahip olsa da hukukun üstünlüğünün temel anlamı AB genelinde aynı” olduğunu çok doğru bir biçimde ifade etmektedir.
Avrupa Komisyonu’nun seçtiği “dört sütun” da benzer şekilde memnuniyetle karşılanabilir. Gerçekten, adalet sistemi, yolsuzlukla mücadele çerçevesi, medyada çoğulculuk ve diğer kurumsal denge ve denetim mekanizmaları, doğru bir şekilde “hukukun üstünlüğünün sağlanması için birbirine bağlı temel sütunlar” olarak anlaşılmaktadır.
Yeni Hukukun Üstünlüğü Raporu, devam eden ihlaller, sorunlu gelişmeler ve en iyi uygulamalar hakkında bütün Avrupa’yı kapsayacak bir tartışma yürütülmesini zorlayarak, hukukun üstünlüğünün ulusal düzeyde ve Avrupa düzeyinde daha düzenli bir biçimde tartışılan önemli bir konu haline gelmesine yardımcı olabilir. Avrupa Komisyonu'nun, bu dört “sütun” ile ilgili konuyla alakalı tüm bilgileri, bir çapraz analiz içeren tek bir belgede özetlemek yönündeki bu övgüye değer amacı, uzun vadeli bir olumlu kristalleşme etkisi yaratabilir. Bir hukukun üstünlüğü kültürünün geliştirilmesine özellikle yardımcı olabilir. Ancak kısa vadede birkaç ciddi eksiklik kaçınılmazdır.
3. Olumsuz Yönleri
AB Hukukun Üstünlüğü Raporunun, AB Yolsuzlukla Mücadele Raporunun akıbetiyle karşılaşmaması için, Avrupa Komisyonu ikinci sürümde aşağıdaki eksiklikleri gidermeyi hedeflemelidir.
Gerçek dışı beklentiler
Öncelikle, sadece yıllık rapor yayınlamak, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde hukukun üstünlüğünün gerilemesini sınırlamaya ve ele almaya yetmeyecektir. Gerçekten, Rapor, somut tavsiyelerde bulunmayan bir olay-sonrası raporlama mekanizması olduğundan, yıllık raporlama süreci kendi başına kasıtlı/sistemik hukukun üstünlüğü ihlallerini önlemeye yardımcı olmayacak veya hukuk holiganlarını caydırmayacaktır. Neticede, Bulgaristan ve Romanya'da hukukun üstünlüğü ilkesinin durumuna ilişkin 13 yıllık raporlar var ve hiç kimse “işbirliği ve doğrulama” izleme mekanizmasının herhangi bir fark yarattığını ciddi olarak iddia edemez. Daha da kötüsü, Bulgaristan'da zaman zaman uygunsuz gelişmeleri aklamak için bu uygulamaya başvuruldu.
Bu nedenle, bu son hukukun üstünlüğü aracını “göklere çıkarmamak” en iyisidir, çünkü bu, yalnızca hukukun üstünlüğü yanlısı seçmenlerin "aldatılmış" hissetmesine ve şu anda tasarlandığı gibi, hazırlanan raporların sadece hukukun üstünlüğü ilkesinin altını oymaya çalışanların işine yarayan, defolu kağıt kaplanlar olduğu ortaya çıktığında Avrupa Komisyonu'nun yeterliliğini sorgulamasına yol açacaktır.
Usturuplu Dil
Profesör Kelemen, “usturuplu ve konuyu olduğundan daha önemsiz gösteren bir dil” kullanılarak hazırlanan bu raporlar serisinin, ayrıca, apaçık hukukun üstünlüğü ilkesi ihlallerini normalleştirme konusunda ciddi bir risk yarattığını belirtiyor. Bunun bir örneği, Polonya’nın ülke raporunda “reform” kelimesinin kullanılmasıdır. Yargı bağımsızlığı ilkesine yönelik sürekli, kasıtlı ve anayasaya aykırı saldırıları tanımlamak için nasıl “reform” sözcüğü kullanılabilir? Adalet Divanı bu “reformların” bazılarının AB hukukun üstünlüğü ilkesinin gerekliliklerini açıkça ihlal ettiğine hem de iki kez tespit etmişken ve Avrupa Komisyonu, 2019'da, ulusal anayasa açık ve tekrar tekrar ihlal edilerek benimsenen tüm bu sözde “reformların” ortak örüntüsünün “yürütme ve yasama yetkilerinin artık adalet sisteminin bütün yapısına ve ürettiği çıktılara müdahale edebilmesi olduğu”na işaret etmişken bu 1984vari dili anlayışla karşılamak zordur. Ayrıca, Orbán’ın Yüksek Mahkemesinin AB hukukun üstünlüğü ilkesinin şartlarına uymak zorunda kalmamak için Avrupa Adalet Divanı’ndan bir ön karar talebini hukuka aykırı ilan etmesi üzerine “endişe” belirtilmesi inanılması güç bir durumdur. Bu, AB hukukunun apaçık ihlalidir, öyleyse neden bir ayağı topal bir “endişe” belirtmenin arkasına saklanmak yerine bunu söylemiyorsunuz?
Gerçekliğin reddi
Aynı şekilde, Hukukun Üstünlüğü Raporu da, Başkan von der Leyen’in herhangi bir gerilemenin söz konusu olmadığı alternatif gerçekliğinden kaynaklanıyor gibi görünen, zaman zaman ortaya çıkan bir gerçeklikten kopuştan mustariptir. Tek bir örnek vermek gerekirse, Hukukun Üstünlüğü konusunda hazırlanan çapraz rapor, “hukukun üstünlüğü ilkesine getirilen korumaların esnekliğinin test edildiği ve eksikliklerin daha belirgin hale geldiği" bir durumda olduğumuzu belirtiyor. Bu arada, gerçek dünyada gördüğümüz, bazı ulusal otoritelerin sistematik olarak AB’nin dayandığı temel değerlerin altını oyduğu, bunun da “yargı bağımsızlığının yok edilmesine” yol açtığıdır.
Otokrasi gerçekliğinin reddi
Mevcut Avrupa Komisyonu, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde görülen otokratik gerçekliği kabul etmeye isteksiz görünüyor. Otokrasi gerçekliğinin bu reddi, Avrupa Komisyonu üyeleri Vera Jourová ve Didier Reynders'in, örneğin, Polonya’da bu yılın başlarında mahkemelerin “halı bombardımanı”na[1] tabi tutulması olayıyla ilgili konuşurken haklı olarak seslerini yükselttikleri düşünüldüğünde, çok daha şaşırtıcıdır.
Hukukun Üstünlüğü Raporunun ikinci sürümünün, tüm hukukun üstünlüğü eksikliklerin ve ihlallerin aynı nitelik ve/veya yoğunlukta olmadığını açıkça ortaya koyması umulmaktadır. Hukukun üstünlüğüne yönelik saldırılar ısrarcı ve yeterince yaygınsa, aslında AB dışındaki uzman raporları zaten Macaristan’a ilişkin böyle bir tespitte bulunmuş ve Polonya’yı da bu konuda uyardığı gibi, bir ülke iyi durumdaki bir demokrasi olmaktan çıkabilir. Bu ülkelerde anayasal demokrasiye yönelik halihazırda ortaya çıkan yıkımın boyutundan sadece 2020 AB Hukukun Üstünlüğü Raporu, habersiz görünüyor.
Nitekim, hukukun üstünlüğüne yönelik saldırılar ve ihlaller, Macaristan ve Polonya örneğinde yapısı itibarıyla kasıtlı, yaygın ve sistemik olagelmiştir. Yine de 2020 Hukukun Üstünlüğü Raporu gerçeği kabul etmiyor: tüm denge ve denetim mekanizalarını ortadan kaldırmak için kasıtlı, hesaplanmış ve uzun vadeli bir plan. Bu otokrasi gerçekliğinin reddi, Avrupa Komisyonu'nun genişleme raporları da aynı kusurdan mustarip olduğu için, benzersiz değildir. Öyle olsa bile, Daniel Hegedüs'ün de işaret ettiği gibi, en az iki AB ülkesinde otoriter bir tahkimatın yaşanması gerçekliğini azaltan bir raporlama uygulamasını bitirdik.
Olası bir açıklama, Avrupa Komisyonu’nun, kamusal alanın iktidar partisi tarafından denetlendiği ve çoğulcu medyanın ortadan kaldırıldığı Macaristan gibi ülkelerde sürmekte olan iç karartıcı otokratlaşma gerçekliğini alenen kabul edemeyeceğidir çünkü böyle bir kabul, komisyonun diyalog çağrısının içini boşaltacaktır. Nitekim, birçok uzmanın da belirttiği gibi, otokratlar “sürmekte olan ‘diyalog’a rağmen sahada yeni gerçekler yaratarak AB'yi yenebileceklerini öğrendikleri” için diyalog otokratın en iyi arkadaşıdır. Hukukun üstünlüğünün gerilemesini önlemek umuduyla otokratlarla daha fazla diyalog çağrısı yapmak, yağmur yağdırmak için şarkı söylemeye benzer.
Ağaca bakarken ormanı görmemek
Her ne kadar taslak halinde olsa da, çapraz rapor ve ülke raporları, her bir üye devletin hukukun üstünlüğüne bağlılığını (veya bu konudaki eksikliğini) kasıtlı ve yıkıcı örüntülerini göstermeye yetecek kadar uzun bir zaman boyunca izlemez ve ayrıca gözlemlenen gelişmeler arasında noktaları birleştirmek konusunda da başarısızdır. Başka bir deyişle, yeni Hukukun Üstünlüğü Raporu, ülkelerin gitmekte olduğu yönü ya da çok yönlü otokratlaşma sürecinin ciddiyetine ve kasıtlı doğasına açıklık getirmez. Bu kusur Hukukun Üstünlüğü Raporuna özgü değildir, çünkü Avrupa Komisyonu, “ayrıntılar(ın) büyük resmi boğ(duğu) ... çok fazla ayrıntı ve çok az netlik sunarak esas resmi karart(tığı)” genişleme raporlarıyla ilgili olarak benimsediği sorunlu yaklaşımı sadece yeniden üretiyor.
Bazı ülkelerdeki sorunların sistemik yapısını anlamanın ve raporlarda ortaya konan farklı meseleler arasındaki “bağlantıları görmenin” özellikle önemli olduğuna haklı olarak işaret eden Avrupa Komisyonu üyeleri Jourová ve Reynders'in kamuoyuna yaptıkları açıklamalar düşünüldüğünde, otokratların taktiklerinin çok yönlü ve birbiriyle bağlantılı yapısına yönelik bu körlük, daha da şaşırtıcıdır, “çünkü meseleler çoğu zaman içilmesi mümkün olmayan bir kokteyle dönüşür.” Yine de çapraz rapor, “sistemik” sıfatını bir kez bile kullanmaz.
Kategori hatası
Çifte standartlı davranmaktan kaçınmak adına hukukun üstünlüğü ilkesinin tüm ülkelerdeki durumunu gözden geçirmek ilk bakışta faydalı görünse de, Hukukun Üstünlüğü Raporu istemeden portakalları elma ile değil, organik portakallarla zehirli mantarları karşılaştırmakla sonuçlanıyor. Başka bir deyişle, demokrasilerin hukukun üstünlüğü sicili ile Orbán'ın Macaristan'ı gibi melez, demokratik olmayan rejimlerinki birbiriyle karşılaştırılamaz, özellikle, yukarıda belirtildiği gibi, bir ülkenin zaman içindeki hukukun üstünlüğü sicilini değerlendirmek için bütüncül bir yaklaşım sahip olunmadığında.
Profesör Bárd'ın gözlemlediği gibi, yıllık rapor süreci “otoriter rejimlerin dirençli demokrasilerden niteliksel olarak ne kadar farklı olduğunu” açıklığa kavuşturmayarak anormalliği normalleştirme; pratikte sadece otokrasiyi pekiştirmeye hizmet eden whataboutizmi (bunanediyeceksincilik) kolaylaştırma ve özelliklerini övme (örneğin, enselenmiş bir Medya Otoritesinin yeterli finansmanı) riski taşıyor. Örneğin, hukukun üstünlüğü söz konusu olduğunda “hiç kimsenin mükemmel olmadığını” iddia etmek özellikle sorumsuzluktur, çünkü bu retorik sadece, hem Polonya’da hem de Macaristan’da denge ve denetim mekanizmalarının sistematik, kasıtlı ve aldatıcı bir şekilde ortadan kaldırılmasını normalleştirmeye yol açıyor.
Hukukun üstünlüğü çapraz raporu, en azından, fiilen tek partili bir devlet rejiminin tahkim edilmesini kolaylaştırmak için hukukun üstünlüğü ilkesinin yapısal olarak nasıl zayıflatıldığını göstermek üzere sürmekte olan 7. madde usulleri uyarınca her bir ülkeyi ayrı ayrı ele almalıdır. Buna rağmen, Macaristan ülke raporu, devam etmekte olan 7. madde prosedürüne neredeyse hiçbir atıfta bulunmaz.
Durum bu olsa da, Avrupa Komisyonu’nun neden Orbán ve Kaczyński’nin benzer durumda olana benzer davranılması gerektiğini söyleyerek tekrar tekrar dile getirdikleri “çifte standart” iddiasına cevap verme ihtiyacı hissettiği anlaşılabilir. Ancak, daha renkli bir dille ifade etmek gerekirse, dolandırıcılara yasalara uyan vatandaşlardan farklı muamele edildiğinde çifte standart söz konusu olmaz. Bu nedenle Avrupa Komisyonu, demokratik bir ülke ile demokrasi olmayan bir ülkeye veya otokratlaşma yolunda olanla ve olmayana benzer şekilde davranmaktan kaçınmalıdır. Giderek büyüyen ve daha kalıcı hale gelen nicel farklılıklar, zaman içinde bir noktada niteel farklılıklar haline gelir. Bu tuzağa düşersek, elimizde, ne kadar ayrıntılı ve iyi niyetli olurlarsa olsunlar, net ve doğru bir büyük resim sunamayan bir dizi rapor kalır.
Fırsat maliyetleri ve dikkat dağıtıcı etki
28 ülke hakkında hukukun üstünlüğü raporu hazırlanması, hiç kuşkusuz kaynak-yoğun bir faaliyetti ve “[Avrupa] Komisyon çalışanlarının … çabaları takdire şayandır.” Bununla birlikte, bu raporlama faaliyeti, Avrupa Komisyonu’nun odağını, enerjisini ve sınırlı kaynaklarını tüketmesine rağmen AB hukukun üstünlüğü gerekliliklerinin uygulanmasını sağlama konusunda pek işe yaramamış gibi görünmektedir.
Örneğin, 2012'de Macar yargısının üst düzey kademelerini başarılı bir şekilde temizlediğinden beri Orban’ın “yargı reformlarına” karşı neden tek bir ihlal davası bile olmadığını anlamakta güçlük çekilebilir. Ve yeni Avrupa Komisyonu sürekli hukukun üstünlüğü konusunda “taviz vermeyen” bir yaklaşım geliştireceğini vaat etse de, Kaczyński'nin “susturma yasası” ile ilgili olarak bugüne kadar başlatılan yalnızca bir yeni hukuk kuralı ihlali davası ile gerçekler farklı bir tablo çiziyor; ki bu, AB hukuk düzeninin temelini oluşturan en önemli hukuk ilkelerinin şimdiye kadar gördüğüm en bariz ihlali. Kaş yapayım derken göz çıkaran Avrupa Komisyonu’nun ihlal davası, susturma yasasının kabul edilmesinin üzerinden on bir ay geçmiş olmasına rağmen Avrupa Adalet Divanı'na hâlâ ulaşmadı, bu arada Avrupa Komisyonu Adalet Divanı’nın Polonya'nın “Disiplin Dairesi” ile ilgili 8 Nisan 2020 tarihli açık ihlal kararına gerekli tepkiyi de vermedi. Ve 3 Aralık 2020’de nihayet bir tepki verildiğini görsek de, Avrupa Komisyonu, derhal Adalet Divanı'na geri dönüp Polonya makamları Nisan 2020 kararının gereğini tam olarak yerine getirinceye kadar daha önce verilen geçici tedbirlerin kapsamının genişletmesini ve/veya günlük para ceza uygulamasını talep etmek yerine yerine, “Disiplin Dairesi” uygulamasının hâlâ devam ediyor olmasıyla ilgili ek bir resmi bildirimde bulunmaya karar vererek elindeki en az etkili eylem yolunu kullanmayı seçti. Bu, AB hukukunu açıkça ihlal eden yargıçların görevden uzaklaştırılması ve cezalandırmaları için bu yetkililerin zaman kazanmış olması anlamına geliyor.
Bu konuda herhangi bir aciliyet duygusu hissedilmemesi, Frans Timmermans'ın önceki Avrupa Komisyonu döneminde Polonya Yüksek Mahkemesinin tasfiye edilmesi girişimi üzerine başlattığı ihlal davasıyla keskin bir tezat oluşturuyor: bu örnekte, 3 Nisan 2018 tarihinde yürürlüğe giren bir kanunla ilgili olarak 2 Temmuz 2018 tarihinde başlatılan dava, 24 Eylül 2018 tarihinde Adalet Divanına sevk edilmişti.
Ancak Antlaşmaların Koruyucusunun Antlaşmaları korumaya isteksiz olması sorunu yeni değildir. Gerçekten de, Avrupa Komisyonu, on yıl içinde Macaristan aleyhine AB Anlaşması’nın 2. maddesiyle ilgili sekiz ihlal davasını Adalet Divanı'na göndermiştir. Üstelik, bugüne kadar sadece beş karar çıkmıştır (C-286/12; C-288/12; C-718/17; C-66/18; C-78/18). Macaristan’ı bir yana bırakırsak, 2019'da, AB ülkelerine yönelik yeni ihlal prosedürünün işletilmesini gereken 797 başvuru içinde yargı bağımsızlığını savunmak amacıyla ileri sürülmüş yalnızca bir ihlal davası vardı (C-791/19 sayılı dava halen sürüyor). Ayrıca, Avrupa Komisyonu’nun, Adalet Divanı’nın Polonya’nın “Disiplin Dairesi” ile ilgili olarak verdiği 19 Kasım 2019 tarihli kararını hukuka aykırı bir şekilde geçersiz kılmak üzere geçtiğimiz Eylül ayında aldığı karara tepki vermesini bekliyoruz. Avrupa Komisyonu 2019’da yeni bir “hukukun üstünlüğünün ihlali iddialarının tespiti sürecine stratejik yaklaşım” benimsemeye karar vermemiş olsaydı durumun nasıl olacağını ancak hayal edebilirsiniz.
4.Sonuç
Daniel Hegedüs'ün “Avrupa Komisyonu’nun önceden uyarıldığı her bir tuzağa düşmeyi başardı” şeklindeki ümit kırıcı teşhisi ne yazık ki haklı görünüyor.
İyi niyetli olsa da, yeni Hukukun Üstünlüğü Raporu şimdilik öncelikle otokratların “bakın, her yerde hukukun üstünlüğü sorunları var ...” diyebilmesi için yeni bir bahane yarattı. Ve biz raporları tartışırken ya da daha kötüsü taviz vererek otokratları memnun ederken, örneğin Polonyalı yargıçların hukukun üstünlüğünü savundukları için cezalandırılması, hapisle tehdit edilmesiyle AB hukuk düzeni yavaşlıyor, çözülüyor. Ve Orbán ve Kaczyński, otokrasiye geçişlerini durdurmak için kullanılabilecek yeni araçları zayıflatmak için, oybirliği gerektiren konularda veto haklarını kullanmaya cesaretlendirildi.
Bendenizin de aralarında bulunduğu bazı uzmanlar, 2019’da “[Avrupa] Komisyonunu dikkatini acil öncelik vermesi gereken meselelerden başka yöne çevirmemesi için” AB’nin hukukun üstünlüğü alet çantasının yenilenmesine karşı tavsiyede bulunmuştu: yaptırım, yaptırım ve yaptırım.
[1] Büyük bir hedefi tahrip etmeye yönelik kapsamlı ve sistematik bombalama anlamına gelen askeri bir terim.-ç.n.