Srebrenitsa Soykırımı’ndan 25 Yıl Sonra İnkâr Etme! Hatırla!

O günlerden, 1995 yazından, çocukluk günlerinden, Sırp birliklerinden kurtulmak için güvenli bölgelere kaçarken alelacele oyuncaklarını bavullara sıkıştırdıkları zamanlardan bahsediyorlar. Saldırılardan, nasıl korktuklarından; dünyanın o günlerden onlar için nasıl sessiz kaldığından…

BM’nin sözde güvenli bölgesinin artık herhangi bir koruma sağlamadığını anladıkları anda ne hissettiklerini anlatıyorlar. Uluslararası toplumun kendilerini koruyacağına dair umutlarının, Sırpların nefret dolu ilerleyişi karşısında buharlaştığı anda ne hissettiklerini anlatıyorlar. Tam da Bosna’da 1992’den itibaren süregiden ve Srebenitsa’da doruğa ulaşan şiddet ile karşı karşıya kalınca uluslararası toplumun çırpınmaya başladığı esnada olanları. Hayatta kalanlardan biri, bir noktadan sonra artık bir babasının olmadığını anladığını söylüyor.

Okuma süresi: 1 dakika

Srebrenitsa Soykırımı’ndan 25 Yıl Sonra İnkâr Etme! Hatırla!

O günlerden, 1995 yazından, çocukluk günlerinden, Sırp birliklerinden kurtulmak için güvenli bölgelere kaçarken alelacele oyuncaklarını bavullara sıkıştırdıkları zamanlardan bahsediyorlar. Saldırılardan, nasıl korktuklarından; dünyanın o günlerden onlar için nasıl sessiz kaldığından…

BM’nin sözde güvenli bölgesinin artık herhangi bir koruma sağlamadığını anladıkları anda ne hissettiklerini anlatıyorlar. Uluslararası toplumun kendilerini koruyacağına dair umutlarının, Sırpların nefret dolu ilerleyişi karşısında buharlaştığı anda ne hissettiklerini anlatıyorlar. Tam da Bosna’da 1992’den itibaren süregiden ve Srebenitsa’da doruğa ulaşan şiddet ile karşı karşıya kalınca uluslararası toplumun çırpınmaya başladığı esnada olanları. Hayatta kalanlardan biri, bir noktadan sonra artık bir babasının olmadığını anladığını söylüyor.

Srebrenitsa Hafıza Merkezi’nin video kayıtları Doğu Bosna’nın bu küçük kasabasında 25 yıl önce neler yaşandığına ilişkin çarpıcı belgeler. Kardeşlerini, babalarını, kuzenlerini ve amcalarını kaybeden yüzden fazla tanığın, ikinci dünya savaşındaki Nazi teröründen sonra Avrupa topraklarında işlenen en ağır suçlara ilişkin eş zamanlı hatıraları. Srebrenitsa’da çoğunluğu Müslüman 8300 erkek çocuk ve erkek Sırp birlikler tarafından öldürüldü. Bu eylemler belgelendi, Den Haag’daki Eski Yugoslavya Savaş Suçları Ceza Mahkemesi’nde çok sayıda tanık beyanıyla ispatlandı ve mahkûm edildi: “… Srebrenitsa’da gerçekleştirilen eylemler esas olarak Müslüman topluluğu yok etme hedefine yönelmişti.” Soykırım.

Yine de mevcut hal ve yargı kararları Avrupa tarihinin bu kara sayfasının hatıralarda kalmasını sağlamaya yeterli olmuyor. Tersine yaşanan vahşetin inkârı ve saptırma eğilimi yükselişe geçti. Politik söyleme sızdı ve üst düzey politikayı zehirledi. Sırp politikacıların hatta bizzat Bosna Hersek devlet başkanlığının söylediğine göre, soykırım hiç olmamış. Bu inkâra bir de faillerin yüceltilmesi eşlik ediyor. Çok sayıda katil ve tecavüzcü, infaz timleri ve bunların ardındaki esas isimler hiç de az olmayan sayıdaki ulusal aktör tarafından kahraman olarak değerlendiriliyorlar.

Savaştan yirmi beş yıl sonra yaşananların bu şekilde yeniden yorumlanması Bosna Hersek’in ve aslında tüm Balkanların acilen ihtiyaç duyduğu barışın hayata geçmesini engelliyor. Savaş bittikten yirmi beş yıl sonra hâlâ istikrarlı bir barış söz konusu değil. Gerçekleştirilen vahşettin adı konmadığı ve faillerin katil ve suçlu olduğu ifade edilmediği sürece de barışın istikrar kazanması mümkün değil.  

İnkâr ve en baştan itibaren örtbas etmek

Srebrenitsa bölgesinde gerçekleşen vahşetin hemen ardından 1995 yazının sonunda Sırp birlikleri toplu mezarları kazarak ölüleri çıkartıp başka mezarlara naklederken ölü bedenlerin taşınması esnasında parçalanması nedeniyle çok sayıda ölünün vücutlarının parçaları farklı mezarlara dağılmıştı. Kurbanların beden parçalarının farklı yerlerde bulunması nadir rastlanan bir durum değildi ve bu dehşet verici ayrıntı bugüne dek ölülerin kimliklerinin belirlenmesini zorlaştırmaya devam etti. Soykırımda ölen binden fazla insana dair hâlâ herhangi bir iz bulunamadı. Faillerin en baştan beri yaklaşımı inkâr ve örtbas oldu.

Bugün artık ortaya çıkan yerlere ve politik sorumlularına ilişkin açıklık temel alınacağına Sırp karşıtı komplolar yapıldığına ve mahkemelerin – özellikle de Eski Yugoslavya’daki suçların yargılandığı Den Haag’daki mahkemeye ilişkin- meşruiyetinin soru işareti olduğuna ilişkin saçma teoriler dolaşıma sokuluyor. Konunun görelileştirilmesi ve inkâr eğiliminin vardığı nokta Nobel Ödül Komitesi’nin 2019’da Nobel Edebiyat Ödülü’ne Avusturyalı Peter Handke’yi layık görmesi oldu. Peter Handke, kimi 1995 Temmuz’unda ailesindeki bütün erkekleri kaybeden tanıkların ifadelerini zan altında bırakan inkâr mekanizmasının savunucularından biri. Handke komplo teoricilerinin ve soykırım inkârcılarının sesini duyulur kılan önemli bir isim. Nobel Ödül Komitesi Handke’yi ödüllendirerek Balkan savaşları bağlamında imha ideolojilerinin görelileştirilmesi durumunu uluslararası düzeye taşımış oldu.

Bosna savaşı esnasında işlenen diğer suçlar da sistematik olarak inkâr ediliyor. Bosna Hersek’teki ve Hırvatistan’daki Hırvat milliyetçiler kendi cephelerinden, Den Haag’da yüz on yıl hapisle cezalandırıldıkları, paralel Herzeg-Bosnia devletini kurmak amacıyla yaptıkları eylemleri aklıyorlar. Hırvatlar için de mahkûmiyetler bir yüzleşmeye neden olmadı. Tersine Bosna Hersek’te Hırvatların hâkim olduğu yerlerde Hırvat aşırılıkçıların uğursuz bayrakları yeniden dalgalanmaya başladı.

Bu esnada Sırplar hedeflerine doğru ilerlemeye devam ediyor: Republika Srpska, imha ile “kendi sınırları” dâhilindeki tüm Sırp olmayan unsurlara yönelik sistematik katliam, tecavüz ve yerinden etmelerle, nasıl bir toplumsal yapının söz konusu olduğunu gösteriyor. Ve bu olanlar tümüyle Dayton Barış Anlaşması’nın tarihsel hatası; “savaştaki başarıyı” son tahlilde devlet olarak sağlamlaştırmak. RS’nin öncü politik kadroları bugün her şeyi, Bosna Hersek’in bir bütün olarak devlet işleyişine sahip olma yetkesini baltalayacak şekilde kontrol altında tutuyor. Belgrad’ın desteğiyle, RS bağımsız bir yapıya sahipken yanlışlıkla Bosna devletine dâhil olmuş ve bu yanlış eklemlenmenin acil olarak düzeltilmesi gerekiyormuş gibi, “bir tür devlet” inşa ediliyor.

Yüzleşme yerine yeni bir nefret

Republika Srpska’nın politik liderleri ayrılmayı kutsal kelam olarak telakki ediyor. Milliyetçi aşırılıkçılığın azaldığına dair herhangi bir emare yok. Tersine, son dönelerde Srebrenitsa soykırımını yöneten Sırp General Ratko Mladic’in duvar resimlerinin önünde gururla poz veren bir Sırp jenerasyonu yetişiyor. Oradaki okullarda Sırp çocuklar Çetniklere biat açıklıyor nefret şarkıları eşliğinde kasabada yürüyüş yapıyorlar. Soykırımdan sağ kalanlar için tüm bunlar yıkımdan da öte bir anlam taşıyor. Hayatta kalanlardan biri “Tüm ailemi sonuçta aynı noktaya gelmek için mi kaybettim” diye soruyor.

Srebrenitsa Hafıza Merkezi Müdürü Emir Suljagic “Soykırımın inkârı gelecekteki şiddetin en açık göstergelerinden biridir” diyor ve “Yeni bir politik şiddet riskiyle karşı karşıyayız” diye ekliyor.

Tüm dünyadaki sağcı aşırılıkçılar Balkanlardaki eylemlerden ilham alıyor. Örneğin 2019’da yeni Zelanda’da iki camiye saldırı düzenleyen ve elliden fazla kişinin ölümüne sebep olan eylemci internette yayınladığı eylem görüntülerinin fonunda Sırp milliyetçilerinin savaş şarkısı “Karadzic, Sırplara önderlik et”i çalarak Sırp Lider Radovan Karadzic’e biatını açıklıyordu. Karadzic 2016’da BM’nin Eski Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi’nde Bosna’daki savaş suçları nedeniyle kırk yıl hapse çarptırıldı. Kardzic ve Mladic’in suçları, Müslümanlara yönelik şiddet, maalesef Christchurch’deki terörist saldırıyla devam ettirildi.

Göstergeler neler?

Sarsıcı bir barbarlıkla yaşamak istemeyen bir dünya için suçlarla yeterince ilgilenmeme ya da suçları önemsizleştirme kabullenilemez. Bosna’daki barbarlıkla hesaplaşılmadığı, hatta bugüne kadar övgüye değer bulunduğu, son zamanlarda milliyetçi politikacılar açısından hâkim eğilim haline geldiği ve her üç etnik grup da savaş değerlendirmelerinde kendilerini akladığı için birbirlerinin peşi sıra nefreti kanıksatıyor ve şiddeti uygulamaya sokuyorlar. Canice eylemlerin kanıksanması, yüceltilmesi ve kutsallaştırılması, medeniyetin ve hukuk normlarının dayandığı evrensel değerler sisteminde bir saldırı anlamına gelir.  Uluslararası Bosna Hersek Cemiyeti’nin önceki baş temsilcisi Prof. Christian Schwarz Schilling 2007’deki konuşmasında durumu şöyle açıklıyor: “Soykırımı reddedenler medeniyet normlarının dışına çıkıyorlar.”

Hatırlama kültürü: Avrupa’nın Srebrenitsa dersi

Akılcı bir öngörü ile Schwarz-Schilling hukukun teminatı ve Bonn Powers’ın verdiği hak dâhilinde Srebrenice-Potocari Mezarlığı’nı ve Soykırım Kurbanları Şehitliği’ni Bosna devletinin sorumluluğuna verdi; böylece Republika Srpska’nın suçları inkâr eden temsilcilerinin yetkileri alınmış oldu. Bu adımla Almanlar, milliyetçi öfke ile yapılan egemen ayrıcalık yorumlarından ve etnik milliyetçilikten azade,  bağımsız bir hatırlama kültürünün temellerini attı. Çünkü Srebrenitsa’nın hatırası bazen pek de popüler olmayabiliyor, özellikle pek barışçı Hristiyan “Batı” saldırgan bir İslam tehdidi altında kaldığında egemen anlatıda kırılmalar yaşanıyor. Tersi Srebrenitsa’da yaşanandı.

Her durumda Schwarz-Schilling’in kararı bugün yansımasını buluyor. Ücradaki küçük Srebrenitsa’nın ve onun dokunaklı tarihini unutmamanın uluslararası toplumun görevi olduğu anlaşılmalı. En dehşet verici eylemlerin değerlendirmesini tarih yalancılarına ve şiddeti yüceltenlere bırakmama çağrısı bu.

Soykırımdan yirmi beş yıl sonra bu çağrıyı yinelemek gerekli görünüyor: Srebrenitsa’nın hatırası canlandırılmalı ve gölgeler ardından çıkarılıp Avrupalı hatırlama kültürünün odağına yerleştirilmeli. Tüm Avrupa okullarında milliyetçi yanılsamanın neye yol açtığı öğrenilmeli.

Srebrenitsa sadece Balkan savaşlarını yani geçmişi değil geleceğimizi de ilgilendiriyor. Srebrenitsa, medeniyet ve insan hakları gibi ilkeleri postallar altında ezmeye çalışanlara karşı bu ilkeleri savunmaya hazır olduğunu ispatlama ihtiyacındaki Avrupa’yı ilgilendiriyor.

Heinrich Böll; mütemadiyen çalışmalarında savaşa ve şiddete karşı durduğu için 1972’de Nobel Edebiyat Ödülü alan, büyük Alman yazarı ve düşünürü şöyle diyor: “Kelimeler öldürebilir, mevzu… vicdanın, dilin kanlı alanlara sürüklenmesine izin verip vermeyeceğidir.”

……………………………………………………………….

Soykırımın üzerinden 25 yıl geçmiş olması sebebiyle Heinrich Böll Vakfı, sesleri git gide duyulmaz kılınan, milliyetçi tahrifatçı bir düzen tarafından bastırılan, tüm kurbanlar ve yakınları adına bir direniş ortaya koymak amacıyla, unutmaya, kendini inkâra ve önemsizleştirmeye karşı bir ses olarak görerek, uluslararası bir çalışmayı yayımlamaktadır.

-------------------------------------------------------------------

Bu metin İngilizce'den Türkçe'ye Hülya Osmanağaoğlu tarafından çevrilmiştir.