Kasım ayında seçmenlere sandığa gitmek için daha çok vakit sağlamak adına hükümet kış saatine geçişi seçimlerden sonraya erteleme kararı aldı. Sebebin saat mi olduğu bilinmez ama %84,2’lik bir oranla bu milletvekili seçimlerine katılımın Haziran ayındaki seçimden belirgin biçimde (fazladan 2 milyon oy) fazla olduğu su götürmez.
Seçim akşamında ise, zamanın geri alınmasına çok farklı bir biçimine tanık olundu. Muhalefet partileri CHP ve HDP’nin taraftarları ilk projeksiyonları, yüzlerinde taşlamış ifadelerle ekran başından izlediler. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin şaşırtıcı derece yüksek seçim başarısının seyrinde gece boyunca herhangi bir değişiklik olmadı. Her ne kadar nihai sonuçlar ancak iki haftada ortaya çıkacak olsa da, AKP’nin Hazirandaki seçimle beraber kaybettiği çoğunluğa yeniden ulaştığı ve oyların %49,3’üyle (317 koltuk) tek başına hükümeti kurabileceği kesinleşmiş durumda. Cumhuriyet Halk Partisi oy oranında sadece küçük bir büyüme kaydederken (%24,9’dan %25,4’e; 134 koltuk), parti içindeki tüm reformlara karşın seçmen potansiyelinin tükenmiş olduğu da ortaya çıkmış oldu.
Meclis bu seçimde de nispeten çeşitlilik arz etmekle beraber ortaya çıkan tablo, Haziran seçimlerindekinin bir uzantısı olmaktan uzak. Haziranda meclise seçilen 97 kadın milletvekilinin sayısı bugün 75’e düşmüş durumda (AKP: 317’de 32, CHP: 134’de 21, HDP: 54’de 19, MHP: 40’da 3).
Bu seçim sonuçları, bir önceki akşamdan seçim sonrası büyük bir zafer kutlaması yapılmayacağını ilan eden AKP’nin kendisi de dâhil olmak üzere herkes için şaşırtıcıydı. Anlaşılan askeri kutuplaşma ve siyasi rakiplerin düşmanlaştırılması stratejisinin bu kadar işe yarayacağını onlar da tahmin etmiyordu. Gerçi Ekim ayı başında Ankara’da yaşanan bombalı saldırının ardından kamuoyu yoklamalarında AKP’nin oyları az da olsa yükseliş göstermişti ancak parti yönetimi de, AKP tarihçesinin zirve noktası kabul edilen 2011 genel seçimlerinden (%49,8) biraz daha düşük bir sonuçtan ziyade, en fazla yüzde 2 ila 3 oranında bir artış elde edileceğini düşünüyordu.
Kamuoyu yoklamalarının nasıl ve hangi nedenlerle bu kadar yanıldığı konusu daha uzun uzadıya tartışılacak olmakla beraber, birçok seçmenin oylarını AKP’ye atmaya son anda karar verdiklerine kesin gözüyle bakılıyor. Bu süreçte AKP bilhassa dört etmenden faydalandı. 1) Gerek yurtiçi gerekse yurtdışında seçime katılım oranının genel olarak yükselmiş olması (2015 Hazirandan sonra 200 bin yurt içinden, 32bin yurt dışından yeni seçmen katıldı) Haziran ayındaki seçimlerde sandığa gitmemeyi tercih etmiş birçok AKP destekçisi, fark yaratabilecek olduklarını anladıklarından bu seçimde sandıklara koştu. 2) Yazın Milliyetçi Hareket Partisi’ni desteklemiş olan kararsız seçmenler, reddetmeci tavrı nedeniyle (MHP seçimlerden hemen sonra, tabanı istemiş olmasına karşın, AKP’nin her türlü koalisyon görüşmesini reddetmişti) partiyi cezalandırırken aynı zamanda AKP’yi, Kürtlere karşı izlediği sert askeritutum nedeniyle ödüllendirdi. 3) Aynı zamanda eski kardeş parti olan Saadet Partisi gibi küçük İslamcı sağ partilerden de AKP’ye oy akışı oldu. 4) AKP’nin çözüm süreci konusundaki oyalamacı tavrı nedeniyle bir önceki seçimde oylarını HDP’den yana kullanan muhafazakâr Kürtler, tekrar AKP’ye döndü.
Halkların Demokratik Partisi, Hazirandaki seçimlere göre, çoğu AKP’ye olmak üzere bir milyon civarında oy kaybetti. Buradan AKP’nin Kürtlerden de oy almada başarılı olduğu anlaşılıyor. Kürt bölgesinin gizli başkenti kabul edilen Diyarbakır’da bile AKP %21,4’lik bir oy almayı başardı. HDP’nin yönetici kadrosu seçim akşamı, kendilerine ve parti altyapılarına karşı yürütülen saldırılar nedeniyle etkili bir seçim kampanyası yapamadıklarını haklı olarak dile getirse de, yeni kazandıkları seçmenlerin büyük bir kısmının partiye sırt çevirmesinin asıl nedeninin, Güneydoğu’da yeniden alevlenen savaş olduğunu düşünmek gerekiyor.
Seçimlerin böyle sonuçlanmasının birçok nedeni var. Muhalefet partilerinin, MHP’nin reddedici tavrı nedeniyle birlikte hareket etme konusunda yaşadıkları başarısızlık elbette bunlardan biri. Sebeplerden bir başkasıysa, aralarında muhafazakâr Kürtlerin de bulunduğu seçmenlerin, demokratik olmayan ancak istikrarlı bir AKP’yi, iç savaş günlerine dönüşe yol açacak istikrarsız bir koalisyona yeğlemeleri oldu. AKP gerek Kürt sorununu kızıştırmak gerekse toplumsal kutuplaşmayı arttırmak suretiyle bu seçim kampanyasını ülkenin istikrarına dair bir meseleye dönüştürdü. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik darboğaz – Türk Lirası Haziran’dan beri önemli ölçüde değer kaybına uğradı ve seçimlerden sonra yeni yeni toparlanıyor- birçok haneyi zorladı. Ülkenin içinde bulunduğu,Türk Lirasının Hazirandaki seçimden bu yana gördüğü ve ancak yavaş yavaş toparlandığı ağır düşüşünün neden olduğu ekonomik darboğaz, ülkedeki birçok haneyi zorladı. Türklerin büyük bir kesimi AKP dönemi öncesindeki koalisyon hükümetleri yönetiminde geçen huzursuz yılları hâlâ net biçimde anımsıyor. PKK’yla çatışmanın sonucunda ciddi anlamda keskinleşen güvenlik sorunu, Ortadoğu’daki komşu ülkelerde yaşanan savaşlar ışığında Türkiye’nin de istikrarsızlaşabileceğine dair kaygıların doğmasına neden oldu. Bu arada, PKK’yı çatışmanın ana müsebbibi olarak görenler de AKP’nin kemik seçmenleriyle kısıtlı değil. Her ne kadar HDP, PKK’dan uzaklaşmayı sürdürmek adına adımlar atmış ve şiddetin sona ermesi için çağrıda bulunmuş olsa da, birçok seçmen için bunlar yeterli olmadı. Çatışmanın PKK gençliği tarafından kentlere taşınmış olduğu gerçeği ve gerek emniyet güçlerinin gerekse PKK’nın acımasız müdahaleleri nedeniyle sivil halkın ağır biçimde mağdur olması, birçok Kürt seçmenin bir kez daha AKP’ye oy vermesine yol açtı.
Başbakan Davutoğlu’nun zafer konuşmasında terörle mücadeleye devam edileceğini ancak Barış Sürecini yeniden başlatacaklarını dile getirmesi, AKP’nin seçim kampanyası süresince takındığı bu sert söyleminin ve milliyetçi yaklaşımın, salt taktik amaçlarla yapıldığını gösteriyor. Barış Sürecini bu yaz kesintiye uğradığı yerden yeniden yeşertmek kuşkusuz zor olacak, zira AKP, seçim kampanyası sürecinde toprağa fazlaca tuz atmış durumda. Üstelik Suriye ve Irak’ta güçlü bir PKK’nın oluşturduğu konjonktür, halen geçerliliğini korumakta. AKP, halihazırda MHP’den yeni kazandığı milliyetçi oyları mı konsolide edeceği, yoksa Kürtleri mi kendine bağlayacağı konusunda bir seçim yapmak zorunda. Buradaki ilk seçenekle Barış Süreci mümkün olmayacaktır.
AKP’nin son yıllardaki tüm siyasi yanlışlarına karşın son seçimlerdeki gibi büyük bir seçim zaferine nasıl ulaşabildiğini anlamak, Avrupalı gözlemciler için çoğunlukla kolay olmuyor. Zira bu esnada AKP’nin diğer siyasi partilerden daha iyi örgütlenmiş ve olağanüstü mali kaynakların yanı sıra devlet eliyle bir patronaj şebekesine sahip olmakla kalmadığı, aynı zamanda Türkiye toplumunun geleneksel fay kırıklarını aşmakta hâlâ en etkili parti olduğu genellikle gözden kaçırılıyor. AKP her ne kadar son yıllarda izlediği radikal yaklaşım nedeniyle bu son anılan özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş olsa da, 13 yıldır iktidarda olmasına karşın halen küçük insanların yanında duran parti olma söylemini korumayı başardı. AKP dışında bu iddiada bulunabilecek yegâne parti HDP olabilir; ancak HDP de çekirdeğindeki Kürt kimliği nedeniyle Türk seçmenin çoğu nezdinde kabul görmeyen bir parti. AKP tarafından atfedilen, HDP seçmeninin Müslüman olmadığı iddiası da zihinlere yerleşmiş durumda.
Türkiye, kelimenin tam anlamıyla bir seçim maratonunun ardından teorik olarak yeniden sükunete kavuşabilir. Ne var ki, ülke halen çok sayıda siyasi güçlükle karşı karşıya (göçmenlerin durumu, Irak ve Suriye’deki iç savaş, giderek artan işsizlik). “Orta gelir tuzağına” düşme tehlikesini önlemek için gerekli olan ekonomik reformu uygulamak ise, kendi kurduğu patronaj şebekesinin çıkarlarına aykırı davranmak anlamına geleceğinden AKP için oldukça zor olacak.
Dolayısıyla geriye hareket serbestisinin olduğu yegâne alan olarak dış politika kalıyor. Ancak son yıllarda sürdürülen ideolojik motivasyonlu siyasetin Türkiye’nin yalnızlaşmasına neden olduğu, seçim zaferiyle eli güçlenen Başbakan Davutoğlu başta olmak üzere partinin yönetici kadrosu tarafından açıkça görülmekte. AKP içindeki ikinci bir güç odağı olmayı başaran Davutoğlu’nun bu konuda sözünü geçirip geçiremeyeceğiyse, başka konularda da olduğu gibi Erdoğan’la çatışmaya girmeyi göze alıp almadığına bağlı olacak. Nitekim şimdiye dek Davutoğlu’nun böyle bir girişimi olmadı.
Elbette AKP’nin bir başka büyük projesi olan anayasa reformu da gündemden kalkmış değil. Parti her ne kadar, seçmenleri nezdinde dahi olumlu karşılanmayan başkanlık sistemini, seçim kampanyasının merkezine oturtmamak konusunda çaba gösterse de, AKP kurmayları seçim zaferi konuşmalarında bu konuyu eskisi kadar önemsediklerini belli etti. Söz konusu değişikliği bir referandum vasıtasıyla gerçekleştirmek için gerekli 5/3’lük (330 koltuk) çoğunluğu AKP sadece 13 koltukla kaybetti; referandumsuz değişiklik için gereken 3/2’lik (367 koltuk) çoğunluk hedefiyse oldukça uzak görünüyor. Ancak AKP’nin gerekli milletvekili oylarını muhalefetten elde etmek için diğer partilere teklif götürmeye hazır olup olmadığı henüz kesinlik kazanmış değil.
AKP’ye oy veren büyük çoğunluğa rağmen, ülke halkının bir birlik ve beraberlik halinde olduğunu söylemek mümkün değil. Görünen o ki, kararsız seçmenlerin çoğu bu seçimde pragmatik oy kullandı. Ülkenin içinde bulunduğu derin yarılmanın ortadan kaldırılması, ancak AKP’nin muhalefete ve diğer gruplara tutarlı biçimde yaklaşmasıyla gerçekleşebilir. Nitekim başbakanın takındığı uzlaşmacı sözler de, bu yönü işaret etmekte. AKP’nin bu sözlerin altını, cumhurbaşkanının da arkasında duracağı kökten bir siyaset değişimiyle doldurup doldurmayacağıysa belirsizliğini koruyor.