Türkiye’nin önemli dört sendikası ve meslek kuruluşu, çözüm sürecinin sona ermesinin ardından Kürtlerle yeniden başlayan savaşa müzakereler yoluyla son verilmesi amacıyla 10 Ekim 2015’de büyük bir miting yapmaya karar verdiler. Başkent Ankara’daki mitingin hedefi ülkenin dört yanından gelen 100 bin kişinin güçlü bir barış mesajı vermesiydi. Mitingi ana muhalefet partisi CHP ve Kürt hareketiyle sosyalistlerin ittifak partisi HDP de destekliyordu.
Ancak, mitinge katılanların toplanma alanı olan Ankara Garı önünde IŞİD üyesi iki canlı bombanın kendilerini patlatmasıyla Türkiye tarihinin en kanlı “terör” saldırısı yaşandı ve ikisi canlı bomba olmak üzere, toplam 102 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce insan yaralandı.
Ankara’daki patlama, toplumsal gerilimin oldukça yükselmesine neden oldu. HDP başta olmak üzere saldırının hedefinde olan Kürtler ile sol çevreler saldırıdan birinci derecede hükümeti sorumlu tuttular.
Ankara katliamının öncesi ve IŞİD örgütlenmesi
Ankara saldırısı Türkiye tarihin en kanlı saldırısıydı, ama yakın tarihteki tek büyük saldırı da değildi. AKP’nin tek başına iktidarı ve lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın “başkan” olma hayallerini suya düşüren 7 Haziran 2015’deki seçimlerden önce HDP’ye yönelik bir dizi saldırı olmuştu.
HDP’nin Adana ve Mersin bürolarına konulan bombalar tamamen tesadüf eseri can kaybına neden olmadan patlamış, seçimden sadece iki gün önce Diyarbakır’da yapılan HDP mitingine konulan bomba ise dört kişinin ölümüne ve yüzlerce kişinin yaralanmasına neden olmuştu. Diyarbakır’a bomba koyan zanlının Adıyaman ilinden Diyarbakır’a geldiği ve kaldığı otelde olaydan bir gün önce polis tarafından askerlik sorunu nedeniyle kısa süreliğine alıkonulduğu ortaya çıktı. Polis hakkında “terör suçundan yakalama” kaydı bulunan zanlıyı serbest bırakmış ve zanlı da ertesi gün mitinge bomba koymuştu. Bu zanlının ilişkilerinin izini süren gazeteciler Adıyaman ilinde IŞİD’in örgütlenmesine ilişkin detaylara ulaşmıştı. Bu ilde IŞİD örgütlenmesi polisin gözü önünde gerçekleşiyor, IŞİD’e katılan gençlerin ailelerinin polise, bizzat başbakanın yüzüne ve cumhurbaşkanlığına e-posta yoluyla yaptıkları başvurular sonuçsuz kalıyordu.
Diyarbakır saldırısının ardından yapılan seçimde, HDP bütün tahminlerin üzerinde, yüzde 10’luk seçim barajını geçerek yüzde 13 oy aldı ve AKP’nin tek başına iktidar düşüne son verdi. Seçimin ardından koalisyon görüşmelerini sürüncemede tutan AKP, HDP’ye ve Kürt hareketine karşı tutumunu sertleştirmeye başladı.
Suruç katliamı ve sonrası
Böyle bir ortamda 20 Temmuz 2015’de Suriye sınırındaki Suruç ilçesinde Kobanê’ye insanî yardım götürmek üzere bir araya gelen Sosyalist Gençlik Derneği Federasyonu üyesi gençlerin basın açıklamasına IŞİD üyesi Abdurrahman Alagöz’ün yaptığı canlı bomba saldırısında 33 kişi hayatını kaybetti.
Bu saldırının şoku atlatılamadan Ceylanpınar ilçesinde iki polis evlerinde öldürüldü ve PKK bu saldırıyı “yerel birimlerinin yaptığını” açıkladı. AKP hükümeti bu gelişmeleri politikalarını devreye sokmak için fırsat olarak gördü ve birkaç gün sonra çözüm sürecine son vererek PKK’nin Kandil’deki kamplarını vurdu, Kürt şehirlerinde de operasyonlara başladı.
Çatışmalar o tarihten itibaren yaygınlaştı. PKK’nin genellikle mayın ve bombalı eylemleri tercih ettiği savaşta hükümet de kazılan hendekler nedeniyle mahallere giremediği gerekçesiyle ilçelere yöneldi. Varto, Cizre, Nusaybin, Sur başta olmak üzere birçok ilçede sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve bu yasağı ihlâl ettiği gerekçesiyle onlarca sivil öldürüldü.
CHP’nin Adıyaman raporu
Çatışmaların fitilini ateşleyen Suruç saldırısı ile ilgili ortaya çıkan bilgiler ise yine Adıyaman’ı işaret ediyordu. Bu ildeki IŞİD örgütlenmesini araştıran ana muhalefet partisi CHP, polisin IŞİD’e göz yumduğu ve militanların serbestçe gezdiği tespitini yapıyor ve yetkilileri Suruç’tan daha büyük bir katliam için uyarıyordu.
IŞİD’in Adıyaman’daki canlı bomba adaylarına raporunda yer veren CHP, raporu resmî makamlara sunarak önlem alınmasını istiyordu. CHP raporunda ve ilde araştırma yapan gazetecilerin haberlerinde Suruç’taki canlı bomba saldırısını yapan Abdurrahman Alagöz’ün ağabeyi Yunus Emre Alagöz’ün de aralarında olduğu bir canlı bomba listesini gündeme getiriyorlardı. Ankara’daki saldırıda kendini patlatan canlı bombalardan birinin Yunus Emre Alagöz olduğunun ortaya çıkması ihmal iddialarını büyüttü.
Emniyet’e mitinglere yönelik canlı bomba saldırılarının yapılabileceğine ilişkin bir istihbarat bilgisinin patlamadan günler önce, 19 Eylül’de ulaştığına ilişkin haber de güvenlik görevlilerinin patlamaya adeta yol verdiği yorumlarına neden oldu. Ankara’daki mitingte bir patlama olabileceğine ilişkin somut bir istihbaratın olaydan üç gün önce istihbarat örgütleri tarafından Emniyet’e iletildiği, buna rağmen önlem alınmadığı iddiası ise henüz kesinlik kazanmasa da, gelişmeler bu iddianın gerçek olma ihtimalinin güçlü olduğunu gösteriyor.
Hükümetin kurbanları failleştirmesi
Hükümet patlamadan sonra eylemi IŞİD, PKK, Suriye devleti ve PYD’nin birlikte yaptığına ilişkin görüşü güçlü şekilde dile getirdi. Muhaliflerin komik bulduğu bu iddia, soruşturma dosyasındaki hiçbir bulguyla da örtüşmüyordu.
Ancak, yapılan anketler halkın yaklaşık yüzde 40’ının patlamanın PKK veya HDP tarafından gerçekleştirildiğine inandığını gösteriyordu. Hükümetin kurbanları failleştirme başarısının arkasında hükümete yakın medyanın günlerce hiçbir dayanak göstermeden yaptıkları yayınlar yer alıyordu. Başbakan Ahmet Davutoğlu, seçime ilişkin bir anketi televizyon ekranlarından paylaşırken “Patlamadan sonra oylarının arttığı” tespitini yapmaktan geri durmuyordu.
Ankara katliamı ve Türkiye’nin Suriye politikası
Ankara saldırısı ve öncesi Türkiye’nin Suriye politikası ile yakından ilişkili. Türkiye, Suriye’deki iç savaşta baştan itibaren açıkça muhaliflerin yanında yer aldı. Temel hedefi Suriye lideri Beşar Esad’ın ve rejimin devrilmesiydi. Arap Baharı denilen fırtınalı süreçte, AKP Arap ülkelerindeki partneri olarak gördüğü ve desteklediği Müslüman Kardeşler örgütünün yönetimlere gelmesi için elinden gelen bütün desteği sundu. Müslüman Kardeşler örgütünün zayıf olduğu Suriye’de ise kısa sürede en önemli aktör cihatçı güçler oldu.
Türkiye hükümetinin Özgür Suriye Ordusu’na resmî, cihatçı örgütlere ise özellikle istihbarat örgütü aracılığıyla gayrı resmî destekler verdiği artık biliniyor. El Nusra başta olmak üzere IŞİD ve diğer örgütlere, gerek Suriye rejimi ile gerekse Türkiye’nin PKK’nin bir kolu olarak gördüğü PYD güçleri ile savaşta, Türkiye’nin sadece sınır geçişlerine ve örgütlenmeyle izin vermekle kalmadığı, istihbarat örgütü MİT aracılığıyla tırlar dolusu silah taşıdığına ilişkin de çok sayıda iddia ileri sürüldü ve bunları ilişkin önemli deliller de ortaya çıktı. Bu ilişkinin bu şekilde deşifresi iktidara oy veren büyük kitle nezdinde çok az sarsıntı yarattı, ancak kısmî bir aşınmadan da söz edilebilir.
Kutuplaşma politikası ve dipten gelen etki
Ankara Garı’ndaki patlama kimlik eksenli toplumsal kutuplaşmayı artırdığı ölçüde, kutuplaşma politikasının siyasetteki en önemli mimarı olan AKP saflarını kemikleştirme etkisi gösterdiği söylenebilir.
Patlamadan sonra yapılan anketlerde AKP oylarının yüzde 38’lerden yüzde 40’lara doğru yeniden çıkması da başka etkenlerin yanı sıra en çok bu kutuplaşma ortamına bağlanabilir. Bir önceki seçime kadar Kürtlerin en çok tercih ettiği parti olan AKP’nin 7 Haziran’da çok keskin bir düşüş yaşamasının ardından temel amacı MHP’ye giden milliyetçi oyları alabilmekti. Türkiye kamuoyunda bu nedenle PKK ile savaşın da bu temel hedef doğrultusunda çıkarıldığı yönünde güçlü bir kanaat var.
Hükümetin güvenlik tedbiri almayarak yol verdiği iddia edilen Ankara Garı’ndaki saldırının kendisine oy olarak döneceği konusunda güçlü beklentilere sahip. Ancak, hükümetin 7 Haziran’daki seçimden sonra koalisyona yanaşmayan tavrının seçmende yarattığı tepki ve savaş ortamından çıkış talebinin dipten gelen etkisi AKP’ye yeni bir sürpriz de yaratabilir.
Tek başına iktidar olabilmek için kritik sınırda gezen AKP’nin hedefine ulaşması durumunda otoriter uygulamalarını artıracağı yönünde açık mesajlar vermesi de seçmende büyük tedirginlik yaratmış durumda. Her gün bombaların patladığı, yarısında savaş hüküm süren, yolsuzluk iddialarının soruşturulamadığı, gazetecilerin tutuklandığı, basın yayın kuruluşlarına el konan demokrasiden uzaklaşmış bir ülke görüntüsüne seçmenin göstereceği tavır, bu defa gerçekten ülkenin kaderini belirleyecek.