Haziran 2015’te Türkiye’de genel seçim yapılacak. Gülen Hareketi’ne karşı yürütülen harekatla AKP bir kez daha sözde darbe iddialarıyla ulusu arkasına almaya çabalıyor. Ulrike Dufner’in görüşleri
Her ne kadar çeşitli gazeteci ve oyuncuların geçen hafta sonu (14.12.2014) tutuklanmalarını kınamak gerekse de, olan biten aslında kimseyi şaşırtmadı. Üstelik birkaç gün öncesinde, anonim şekilde bilgi sızdıran Fuat Avni’nin, geniş çaplı bir tutuklama dalgasının geldiğini Twitter üzerinden bildirmesine rağmen. Hükümetin Gülen Hareketi ile çatışması halen sürmekte. Nitekim, Gülen Hareketi tarafından tetiklenen yolsuzluk skandalını geçiştirip unutturmayı başardı. Aynı şekilde tam bir yıl önce hükümet içindeki oluşuma odaklanmış olan başta organize suç dairesi üyeleri olmak üzere binlerce polis memuru mevkilerinden alınıp sürüldü.
Ancak bu müdahalelerle Gülen Hareketi’nin etkisi engellenebilmiş değil: Bilhassa gazete ve televizyonlardan müteşekkil yoğun kitle iletişim ağları sayesinde eleştirel tavrıyla kitlelere ulaşmayı sürdürdü. AKP hükümeti, kabine üyeleri ve bunların aile fertlerine karşı yürüttükleri tüm bu polis baskınlarıyla Gülen Hareketi’nin bir yıl önce darbeyle hükümeti düşürmeye çalıştıkları konusunda bir izlenim yaratmayı başardı; ancak aynı kamuoyunu “suçsuz” oldukları, “sütten çıkmış ak kaşık” olduklarına ikna edemedi.
Ak Parti artık lekelenmişti. Bu düşünce hükümet partisi ve kurmaylarına rahat soluk aldırmadı. Yolsuzluk skandalının yıldönümünden hemen önce medya organlarını vurmak, tam da bu nedenle bir intikam hamlesi olarak görülebilir. Üstelik bu müdahaleyle, medyanın yolsuzlukların aydınlatılması konusunda neler yapıldığı hakkında haber vermesi de engellenmiş oldu. Üstüne üstlük bu tutuklama dalgası hükümete, “kendi” medyası aracılığıyla Gülen Hareketi’nin bir “darbe” planlamış olduğu görüşünü yaygınlaştırma imkanı da tanıdı.
Bir “mağdur” olarak hükümet
Fuat Avni dün bir kez daha tweet atıp gösterilerin yapılacağı uyarısını verdi: Hükümet göstericiler arasına provokatörler sızdırmayı planlıyordu. Provokatörler üzerlerinde köktendinci yazılar taşıyacaktı. Köktendincilerin inlerine girmek için bu gibi gösterilerden daha iyi fırsat olabilir miydi? Böylelikle yapılan müdahale “Batı”ya karşı da meşru gösterilebilecekti: Bugünlerde kim dini siyaset çevrelerine girmeyi isterdi ki. Üstelik bu sayede IŞİD ile yeterince sert mücadele edilmediği yönündeki suçlamalar da bertaraf edilmiş olurdu.
Aslına bakılırsa işin ucunda çok daha fazlası var: 2015 genel seçimleri kapıda. Geçtiğimiz seçimlerden öğrendiğimiz bir şey varsa, o da siyasi krizlerin, sözde darbe girişimlerinin ya da iç güvenlik tehditlerinin gündeme gelmesinin son yıllarda Türkiye’de seçim mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olduğu. Bu gerçekleştiğindeyse hükümet, son derece tehlikeli ve nankör muhalefetin elinde “mağdur” oluyor. Gösteriler, protestolar ya da eleştirel haberler, hükümete karşı komplo yaftasıyla donatılıp kriminalize ediliyor.
Bu sayede hükümet ulusu arkasında toplamayı, muhalefeti itibarsızlaştırmayı ve ulusun “düşmanı” olarak göstermeyi deniyor. Nitekim yolsuzluk skandalı ya da Gezi protestolarının resmi söylem uyarınca bir “darbe girişimi” olarak nitelendirilmesi başka türlü nasıl açıklanabilir? 2014 Ekimi başındaki gösterilerde hayatını yitiren kırktan fazla kişinin sorumluluğunun HDP’ye yüklenmesinin nasıl bir gerekçesi olabilir? İster gösteriler, ister yolsuzluk nedeniyle yürütülen yasal süreçler isterse eleştiren haberler olsun, her türlü muhalefet bir darbe denemesi olarak değerlendiriliyor ve rejimin kendini buna karşı koruması gerektiği ileri sürülüyor.
Önümüzdeki aylarda başka demokratik protestolara da kara çalındığına tanık olacağız. Zira seçim mücadelesi, var olan hükümetin yerini alıp dümene geçmek.
[1]Fuat Avni adı altında, hükümetin yakın çevresindeki planlar hakkında bilgi veren düzenli Twitter mesajları atılıyor. Fuat Avni mahlasının arkasında kimin olduğuysa henüz belli değil.