Başka bir aile anlayışı mümkün mü? - Yayınlar

Image removed.

Heinrich Böll Stiftung Derneği 9-10 Kasım 2013 tarihlerinde, ataerkil aile anlayışının ve toplumsal cinsiyet rollerinin aile politikalarına nasıl yansıdığını, son on yılda bu konuda yaşanan değişimi ve farklı modelleri tartışmak üzere “Başka Bir Aile Anlayışı Mümkün mü?” konulu altı panelden oluşan bir konferans düzenledi.

“İdeal aile algısı nasıl oluşuyor?” panelinde, mahremiyet kavramı ve aile mahremiyeti, İslamî görüş açısından kadının ailedeki yeri ve kadın erkek eşitliği, Macaristan örneği üzerinden siyasî iktidarların aile ve kadın üzerindeki etkileri konuşuldu. İstanbul Üniversitesi’nden İnci Özkan Kerestecioğlu Osmanlı-Türk modernleşmesinde aile kavramını ve günümüzde ideal aile anlayışının somut politikalara dönüşüp kurumsallaştığını, modern toplumda ailenin mahrem alan niteliğini yitirdiğini anlattı. Mahremiyete değer veren muhafazakâr zihniyetin mahrem alanlara hoyratça saldırarak mahremiyeti ihlal etmeye kalkmasının ironik olduğunu söyledi. Muş Alparslan Üniversitesi’nden Fatma Bostan Ünsal ise evliliklerdeki sorun ve boşanmaların bir kısmının çocuk evlilikleriyle bağlantılı olduğunu belirterek kadının belli bir yaşa ve ekonomik seviyeye gelmesinin sağlıklı evlilik kurabilmesi için önkoşul olduğunun üzerinde durdu. Ünsal kadın-erkek eşitliği maddesinin 2002’de anayasaya girdiğini hatırlatarak kotayla kadınların nispeten daha etkin siyasete katılımı yönünde bir gayret olduğunu, ancak bazı muhafazakârların “kadın-erkek eşit değildir” açıklamalarının bu çabalara zarar verdiğini dile getirdi. Central European Üniversitesi’nden Andrea Petö ideal aile konusunun Macaristan ve Türkiye’de benzer gelişmeler gösterdiğini belirterek konuşmasına başladı. Macaristan’daki gelişmeler çerçevesinde jeopolitik güç odaklı ve anti-modernist bir yaklaşımın siyasette öne çıktığını anlattı.

“Aile, Emek ve Hukuk” panelinde, çalışma hukuku ve esnek çalışma kadınlar açısından değerlendirildi. “Hangi Çalışma Hukuku? Aile Dostu mu, Kadın Dostu mu?” başlıklı sunumuyla Hacettepe Üniversitesi’nden Kadriye Bakırcı medenî hukuk, çalışma hukuku ve iş hukuku kapsamında aile yapısı içindeki kadının haklarını analiz ederek yasaların uygulanmamasından dolayı kadınların yaşadığı ayrımcılık ve eşitsizlikleri dile getirdi. Pamukkale Üniversitesi’nden Çağla Ünlütürk Ulutaş ise hükümet tarafından gündeme getirilen “Kadın İstihdam Paketi”nde “iş ve aile yaşamını uyumlaştırma” politikası doğrultusunda kadınlar için öne çıkarılan “esnek çalışma”nın kadınları yaşam boyu ayrımcılığa mahkûm edeceğini ortaya koydu.

“Aileye Yönelik Sosyal Politikalar” panelinde ise Boğaziçi Üniversitesi’nden Ferhunde Özbay “Demografik Dönüşüm Sürecinde İktidar, Kadın ve Aile” başlıklı sunumuyla demografik dönüşüm sürecinde iktidar-kadın-aile arasındaki mücadelenin bir boyutunun bakım hizmetlerinin paylaşımına dair olduğunu; diğer bir boyutunun ise doğurganlığa devletin doğrudan müdahale etme girişimleriyle ortaya çıktığını söyledi. Sosyalist Feminist Kolektif üyesi Deniz Ulusoy “Ücretli-Ücretsiz Emek Kıskacı Daralıyor: AKP’nin Aile Politikaları ve Yeni Muhafazakârlık” başlıklı sunumunda, AKP’nin aile politikaları ve yeni muhafazakârlığa göre kadının aslî görevinin ev işlerini üstlenmek ve evdeki çocuk, yaşlı, hasta bakımını sağlamak; bunları aksatmamak kaydıyla, güvencesiz ve esnek çalışma koşullarında aile bütçesine katkı sağlamak olarak özetledi. Ulusoy feministlerin taleplerini ise şöyle özetledi: Çalışma saatlerinin kısaltılması, güvenceli, eşdeğer işe eşit ücret ödenen işlerde çalışmak, annelik izni değil ebeveyn izni, ulaşılabilir, ücretsiz, anadilde 24 saat açık kreşler. Vicdani Redci, LGBT Hakları aktivisti Mehmet Tarhan ise “Aile Temelli Sosyal Politikalar ve LGBT’ler” başlıklı sunumunda, toplumsal homofobi, bifobi ve transfobinin aileye yansımasıyla LGBT’lerin erken yaşlarda aileden ayrılmak zorunda kaldıklarını, eğitim sürecinde aileden yeterince destek alamadıklarını, aile işletmelerinde istihdam edilmediklerini ve dolayısıyla mesleksizleştiklerini vurguladı. Tarhan sosyal politikaların aile temelli değil, birey temelli oluşturulmasının sadece LGBT’ler ve kadınlar için değil, içine doğduğu aile dışında birlikte yaşam pratikleri geliştiren kişiler ve yalnız yaşamayı tercih edenler için de önemli olduğunun altını çizdi.

“Alternatif Aile Modelleri” konulu panelde Sabancı Üniversitesi’nden Sema Merve İş, “Aile ve Ebeveynliğe Queer Yaklaşım: Lezbiyen, Biseksüel, Trans ve Queer Ebeveynlerin Deneyimleri” adlı sunumunda, Türkiye’deki lezbiyen, biseksüel, trans ve queer ebeveynlerin deneyimlerini ele aldığı tez çalışmasını özetleyerek heteronormatif aile sistemi tarafından dışlanan ebeveynlerin deneyimlerine ve ebeveyn adaylarının hayallerine değindi. Sosyalist Feminist Kolektif üyesi Sevgi Adak “Aile dışında hayat var” kampanyasına dair deneyimini paylaştı ve aile konusunda feministler neler yapabilir sorusunu sordu. Kampanyanın öncelikle muhafazakâr politikalara karşı geliştiğini anlattı. Bu kampanya ile patriyarkanın kalesi olarak aile içinde kadınların neler yaşadığını anlatmak istediklerini, eleştirdikleri şeyin dayatılan heteroseksüel evlilik olduğunu ve bunun karşısına somut bir öneri koymak istedikleri için bu kampanyayı örgütlediklerini söyledi. İngiltere Birckbeck Üniversitesi’nden Sasha Roseneil “Avrupa’da Geleneksel Ailenin Dışında Yaşamak: Siyaset, Politika ve Gündelik Hayat Deneyimi” başlıklı sunumunda, siyaset ve gündelik yaşama odaklı alanları sorgularken konvansiyonel aile dışında yaşamak kavramı üzerinde durdu.

“Şiddet ve Aile” konulu panelde, Bursa Nilüfer Belediyesi Kadın Dayanışma Merkezi’nden Nejla Sulu Gülten 2012 yılının Kasım ayında pilot uygulaması başlayan ve şu anda 14 ilde sürdürülen Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi (ŞÖNİM) uygulamalarını, altyapı yetersizliği nedeniyle yaşanan zorlukları ve yanlışlıkları Bursa ŞÖNİM deneyimleri üzerinden aktardı. Mor Çatı Sığınma Vakfı’ndan Selime Büyükgöze “Devlet Politikaları ile Aile’nin Kurumsallaşması ve Kadınların Yaşama Hakkına Müdahale” konulu sunumunda, kadına yönelik şiddetle mücadelede kadının yaşadığı aile içi şiddet nedeniyle ailesinden ayrılma sürecinde karşı karşıya kaldığı zorluklarla mücadele ve aileyi güçlendirme politikaları olmak üzere iki katman olduğunu ifade etti. İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi Gökçeçiçek Ayata “Hukuk ve Toplumsal Cinsiyet “konulu sunumunda iktidarın hukuku nasıl yarattığı, kullandığı, yok ettiği veya yok saydığı üzerinde durdu; Türkiye’de hâkimlerin kadına yönelik şiddetle ilgili yasa maddelerini, emsal kararları ve uluslararası sözleşmeleri bilmediğini belirtti. Başta Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın yerini Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın alması olmak üzere, devlet kurumlarında ve yasalarda kadının adının silindiğini, bunun yerini ailenin aldığını örneklerle ortaya koydu.

“Ailelerin “Öteki”leri, “Öteki” Aileler” panelindeki konuşmacılar hem etnik-dinî kimlik hem de (zorunlu) göçmenlik durumunu merkeze alarak farklı aile biçimlerini, hane halkı modellerini ve aile bireylerinin rollerindeki değişimleri tartıştılar. Sabancı Üniversitesi’nden Ayşe Gül Altınay konuşmasında 1915 Ermeni katliamları ve tehciri sürecinde Müslümanlaştırılan Ermeni kadınların deneyimlerine ve hane halklarındaki aile, soy, köken anlayışlarına değindi. Altınay birçok sorunun kökenini oluşturan kütük, soyadı, nüfus kayıtlarındaki cinsiyetçi uygulamaların kaldırılması gerektiğinin üzerinde durdu. Kahire Amerikan Üniversitesi’nden Hakem Al-Rustom “Özel ve Kamusal Arasında: Fransa’da Ermeni Görünürlüğü-Görünmezliği” başlıklı sunumunda Ermenilerin Fransa’daki varoluşlarını, gidecek yerleri olmayan misafir muamelesi gördüklerini aktardı. Sabancı Üniversitesi’nden Ayşe Parla “Göçmen Kadınlar Ailenin ve Aile Politikalarının Neresinde?” başlıklı sunumuyla esnek vize rejimi sayesinde ülkeye giriş yapan göçmen kadınların yaşadıkları zorluklardan ve onların deneyimlerinden örnekler verdi. Yeditepe Üniversitesi’nden Hande Birkalan Gedik “Politik Bir Alan Olarak Babalık: Almanya’da Türkiyeli Babaların Deneyimleri” başlıklı konuşmasında hem çok yeni olan hem de çok az tartışılan babalık kavramı üzerinde durarak geleneksel olarak kimlik ve aidiyet politikalarını anneler üzerinden hayata geçiren ulus-devletlerin artık babaları da hedef aldığına değindi.