Düşünce
ve ifade özgürlüğü demokratik hak ve özgürlükler açısından mihenk taşıdır.
İfade özgürlüğüne getirilecek kısıtlamalarda meşru ve haklı amacın olması, kısıtlamanın
ülkedeki herkes tarafından ulaşılabilir ve anlaşılır bir kanuna dayanması ve
demokratik toplum kriterleriyle orantılı olması gerektiği evrensel kabul gören
ilkelerdir.1 İfade özgürlüğü hakkı düşüncenin açıklanması yanında,
diğer kişilerin ifade edilen düşünceleri öğrenme hakkını da kapsamaktadır.
İfade özgürlüğünün korunmasına yönelik evrensel kriterler antidemokratik ve ırkçı
düşünceleri ise koruma kapsamına almamaktadır.
Türkiye’de,
bir yandan ifade özgürlüğüne getirilen ve demokratik toplum kriterleriyle
bağdaşmayan sınırlamalar, diğer yandan Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) net
bir “terör” tanımının yapılmamış olması, muğlâk ve yoruma açık hükümler
nedeniyle örgütlenme özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, toplantı ve gösteri
özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ve siyasal katılım hakkının kullanımı fiilen
ortadan kalkmaktadır.
İfade
özgürlüğü ve TMK’daki düzenlemelerin insan hakları standartlarına uygun hale
getirilmesi için yapılan bütün önerilere rağmen, Türkiye hükümetleri sorunu
ortadan kaldıracak politikalar üretmek yerine yasalarda kısmî değişikler
yapmakla yetinmektedir. Sorunun sadece görünen boyutunu törpülemeyi hedefleyen
bu yaklaşım kolluk kuvvetlerinin uygulamaları ve yargı organlarının yasaları
özgürlükler aleyhine yorumlama eğilimleriyle birlikte bugünkü tabloyu oluşturmaktadır.
2013
Türkiye’sinde durum
2012 yılında Türkiye’yi
123 kez mahkûm eden AİHM, mahkûmiyet kararlarının sekizini ifade özgürlüğüne
dair başvurularda verdi. Halen AİHM’de ifade özgürlüğü kapsamında 450 başvuru
dosyası bulunmaktadır. Bu dosyaların çoğunluğunu “suçu ve suçluyu övme” ve “terör propagandası yapma” ile ilgili
başvurular oluşturmaktadır.
Uluslararası
Gazetecileri Koruma Komitesi’ne göre tutuklu gazeteci sayısı 76’dır. Tutuksuz
yargılanan gazetecilerin tam sayısına ulaşmak mümkün değildir. Gazeteciler açısından
bakıldığında, sorun sadece ifade özgürlüğünün engellenmesi değil, aynı zamanda
tüm toplumun bilgi edinme hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir.
Halen
farklı siyasal partilere mensup sekiz milletvekili cezaevinde bulunmaktadır.
Yirmi altı belediye başkanı 2009 yılından bu yana siyasal nedenlerle tutuklu
olarak yargılanmaktadır. Yine siyasal nedenlerle tutuklu yargılanan il genel
meclisi ve belediye meclisi üyelerinin sayısı ise yaklaşık 250’dir.
Tam
sayıları bilinmemekle beraber tutuklu yargılanan öğrencilerin sayısının 800
civarında olduğu tahmin edilmektedir. Tutuksuz yargılanan öğrencilere ilişkin
verilere ulaşmak olanaklı değildir.
Son
olarak, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) yönetici ve üyesi avukatların TMK
kapsamında yapılan bir soruşturmada gözaltına alınmaları ve dokuz avukatın
tutuklanmasıyla, “terör örgütü üyesi” olmak ya da “yardım ve yataklık” suçlamasıyla
yargılanan avukatların sayısı 54’ü bulmuştur. Avukatlar hakkında açılan
davalarda cezaevlerindeki müvekkilleriyle görüşmeleri dahi iddianamelerde suç
delili olarak yer almaktadır.
TMK
kapsamında tutuklanan sivil toplum örgütü yöneticilerine ilişkin net bilgiler
bulunmamakla birlikte, yöneticilerinin çoğunluğu tutuklu olduğu için
faaliyetlerini sürdüremeyen ya da yasal prosedürleri uygulamakta acze düşürülen
dernekler bulunmaktadır.
Savcılıklar
tarafından mahkemelere sunulan iddianamelerde, toplantı ve gösterilere katılmak
örgüt üyeliğine ve uzun hapis cezaları istenmesine kanıt olarak sunulmaktadır.
Verdiğimiz
bu sayılar açık kaynaklardan ulaşılabilen rakamlardır ve genel tabloya ilişkin
bir fikir vermektedir. Ancak şüphesiz, Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik
sorunların tüm boyutları bunlarla sınırlı değildir. İfade özgürlüğü konusunda
yargı organlarının çifte standartlı kararlarıyla antidemokratik düşüncelere
fiilen sağlanan koruma, ırkçılığa varan düşünceler karşısında etkin soruşturma
yapılmaması, siyasal iktidarların bu türden düşünce açıklamaları karşısında takındığı
hoşgörülü tavır ve ifade özgürlüğünün yasalarda etkin bir korumaya alınması
konusunda isteksiz davranan yasama organı tablonun diğer parçasıdır.
İnsan
hakları ihlâllerini eleştiren herkesin Başbakan, Adalet Bakanı ya da farklı
düzeydeki kamu yetkililerinden sıklıkla duyduğu tek açıklama “onlar … değil,
terörist” cümlesidir. Yetkililer bu açıklamayı, günün şartlarına veya
yöneltilen eleştirilere göre gazeteci, hukukçu, öğrenci, siyasî parti ya da
sivil toplum örgütü yöneticileri için kullanmakta hiçbir beis görmemektedir.
Belki Başbakan ve Adalet Bakanına soruyu bir kez de tersinden sormak gerekiyor,
kimler terörist değil?
Dipnot
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesiyle ilgili yorumu. Ayrıca, her ne kadar
bağlayıcı bir belge olmasa da, ifade özgürlüğünün sınırlanmasıyla ilgili olarak
insan hakları, uluslararası hukuk ve ulusal güvenlik uzmanları tarafından
1995’te hazırlanan Johannesburg İlkeleri de aynı kriterlere vurgu yapar.
-----------------------------------------------------------------------------------------
Nejat
Taştan
1964
Adıyaman doğumlu. 1986’dan bu yana insan hakları hareketi içinde. Bağımsız
Seçim Platformu 12 Haziran 2011 Milletvekili Genel Seçimi Gözlem Raporu
(yazar), Türkiye’de Engellilerin Eğitim ve İstihdam Durumları (Konrad Adenauer
Vakfı, makale), Türkiye’de Irk ve Etnik Kökene Dayalı Ayrımcılığın İzlenmesi
Raporu (İstanbul Bilgi Üniversitesi, ortak yayın) ve Türkiye’de Engellilere
Yönelik Ayrımcılık ve Hak İhlalleri Raporu (ESHİD Yayınları, ortak yayın) hazırlanmasında
yer aldı. İHD, TİHV ve ESHİD üyesi.