Barış süreci ve cinsiyet eşitliği - Yayınlar

 

Ulrike Dufner

BDP, CHP ve AKP’nin barış sürecinde kadınların önemine değinen açıklamalarını şaşkınlıkla okudum. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yaptığı konuşmada Tayyip Erdoğan kadınlardan barış sürecinde rol almalarını istedi ve kadınların siyasete katılmalarının önemli olduğunu hatırlatarak TBMM’de kadın milletvekili oranının yüzde 14’e çıktığını (bir başarı olarak!) vurguladı. Bu durumda, ister istemez insanın aklına bazı sorular takılıyor: O zaman neden AKP’li kadın milletvekili oranı sadece yüzde 13,8? Neden bakanlar kurulundaki kadın üye oranı AKP döneminde düşüş gösterdi?1  KA-DER’in son raporuna göre, ilk AKP hükümeti döneminde bu oran yüzde 6,4’ken son dönemde yüzde 3,8’e düşmüş. Neden müsteşar seviyesinde hiçbir kadın bulunmamaktadır? Neden özellikle toplumsal etkisi açısından da önem taşıyan RTÜK başkanlığı veya başkan vekilliği seviyesinde bir kadın yoktur, üye seviyesinde ise yedi üye içinde sadece bir kadın mevcuttur? Neden TÜSİAD dışında MÜSİAD, TOBB, TESK, TZOB gibi kurumlarda başkanlık, başkan vekilliği ve yönetim birimlerinde kadınlar yoktur?

Türkiye hükümeti Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BM GK) 1325 no’lu kararından haberdar mı?2 2000 yılında BM, barış süreçlerine ve müzakerelerine kadınların mutlaka katılmasını ve alınan kararlarda cinsiyet eşitliğinin göz önünde bulundurulmasını karara bağladı (ki bu karar Türkiye için de geçerli). Güney Afrika’da, Ulusal Kadın Komisyonu’nun talebi üzerine barış sürecinde kadınların katılımının yüzde 50 düzeyinde olması sağlandı ve böylece 3 milyon kadın sürecin çeşitli toplantı ve komisyonlarında yer aldı. Ayrıca, sonraki parlamento seçiminde de yüzde 30 kadın kotası uygulandı. Her ne kadar 1325 sayılı kararın çıkmasından sonra çeşitli ülkelerde yürütülen barış süreçlerinde kadın katılımı düşük olsa da (2000’den bu yana, barış sözleşmesi imzalayan kadın oranı yüzde 0-5, kadın arabulucu oranı üç örnek dışında yüzde 0; kadın tanıklıkları ve barış müzakere ekiplerinde kadınların sayısı da çok düşük), Güney Afrika örneği öğretici olabilir.3

Duygular kadın, müzakere erkek

 

 

Türkiye’de, Barış İçin Kadın Girişimi BM GK’nin 1325 sayılı kararına dayanarak Kürt-Türk sorunu ile ilgili barış sürecinin her aşamasına kadınların katılmasını ve yine her aşamada cinsiyet eşitliğinin gözetilmesini talep ediyor.4 Bunu tam manasıyla yerine getirebilmekten ne kadar uzak olduğumuz malûm; dolayısıyla, konuya dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak gerekli diye düşünüyorum. Genellikle medyada Kürt sorunundan ve kadından bahsedilirken “annelerin acılarını dindirmek, gözyaşlarını durdurmak, hiçbir Kürt veya Türk annenin çocuğunu kaybetmek istemediği” gibi – iyi niyetli de olsa– ataerkil ve rahatsız edici bir dille karşılaşıyoruz. Sanki babalar çocuklarını kaybettiklerinde acı çekmiyor. Bu dille duyguları olmayan bir erkek imajı çiziliyor ve aslında bu imajdan erkekler daha çok rahatsız olmalı diye düşünüyorum. Kadınlar için ise erkeğin hizmetinde, yalnızca duygularıyla var olan anne imajı yaratılıyor. “Annelik” rolü ve “duygusallıkla” simgelenen kadınları barış süreçlerinde, müzakere masalarında hayal etmek zor değil mi? Sanki kadınların sahip olduğu yegâne meleke duygularmış gibi. Çoğu zaman da “kadınların acıları” erkeklerin acılarından daha büyükmüş gibi yorumlarda bulunuluyor. Bunun ne denli abes olduğunu bir kez daha vurgulamak gerek. Kim “benim acım senin acından daha büyük” diyebilir ki? Nadire Mater’in kaleme aldığı asker söyleşilerinden oluşan “Mehmet’in Kitabı”nda genç askerler acılarını anlatıyordu. İşkence gören bir erkeğin acıları işkence gören bir kadının acılarından daha mı hafiftir? Çocuğunu kaybeden babanın acısı annenin acısından farklı mıdır? Acıları derecelendirmek ne saçma!

 

 

Sürekli bu türden yaklaşımlarla karşı karşıya olduğumuzdan barış süreçlerinde kadınların da erkekler kadar, onlarla eşit derecede önemi ve rolü olduğu düşünülemez hale geliyor; demokrasi taleplerinde bile kadınlar unutuluyor. “Barış ve kadın” konusu gündeme geldiğinde genellikle annelikten ve acılardan bahsediliyor. “Barış ve erkekler” konuşulurken ise siyasal talepler, sürecin nasıl yürütüleceği, müzakereler gibi konulardan bahsediliyor.

Erkeklik halleri

 

 

Medyada kadınlara uygulanan şiddetle ilgili haberleri kaleme alırken erkeklik hallerinin de üzerinde durmanın zamanı geldi herhalde. Kastettiğim “Genç bir kadın kocası tarafından öldürüldü” başlığı yerine, örneğin şöyle başlıklar: “İzmir’de eşini öldüren yine bir erkek çıktı”, “Bir erkek cinayeti daha”, “Kıskançlık yüzünden döven erkek”, “Güçlü kadına tahammül edemeyen erkek şiddete başvurdu”, “Aşağılık kompleksinden kurtulamadı: Yine bir erkek cinayeti”, “Bir erkek cinayeti daha: Savaş travmasını çözemeyen erkek şiddeti evinde tekrarlıyor”.

 

 

Her ne kadar Tayyip Erdoğan’ın 8 Mart vesilesiyle yaptığı konuşmadaki vurgu önemli ise de “Töre adı altında hiç kimse kadına yönelik cinayetleri ve şiddeti mazur gösteremez”5 ve her ne kadar şiddet gören kadınları korumak gerekliyse de, şiddeti uygulayan erkeklik halleri, erkeklerin ruhsal, psikolojik vb. durumları konu edilmeli. “Yapma”, “dövme”, “öldürme” gibi uyarılar önemli ama yetmez. Şiddet olaylarıyla ilgili haberlerde erkeklik halleri gündeme getirilirse o zaman algı değişir belki. Erkek olsam, bana biçilen bu sevgi, acı, dostluk gibi duygulardan yoksun, sadece tuhaf bir beyine sahip ve hayatındaki kadınlara şiddet uygulayan canlı türü rolünden çok rahatsız olurdum. Duygularım yok, çocuklarımı pek önemsemiyorum, kadını ise sadece seks ve ev hizmetçisi olarak görüyorum, onunla sohbet edemiyorum, onun duygularını da anlayamıyorum duygusuz bir canlı türü olduğum için…

 

 

Örneğin, Insight Turkey dergisindeki barış süreciyle ilgili makalesinde6 Kerim Yıldız her ne kadar sürecin koşullarına ve aşamalarına dair çok önemli hususlardan bahsediyorsa da, cinsiyet eşitliği konusunda susuyor ve böylece bana kalırsa sınıfta kalıyor. Aynı şekilde, geçtiğimiz aralık ayında Brüksel’de düzenlenen Kürt Konferansı’nın sonuç bildirgesinde, müzakerelerin yeniden başlaması talep edilirken, bu süreçte kadınların rolü ve önemiyle ilgili tek bir cümleye yer verilmiyor. Yedinci Kürt Konferansı’nın sonuç bildirgesinde BM GK’nin 1325 no’lu kararıyla ilgili cümle ise şöyle: “Kadına yönelik şiddetin önüne geçilmesi, BM GK’nin 1325 no’lu kararının uygulanması için Kürt kadınlarının ortak kabul edilmesi”7. Her ne kadar kadınlara yönelik şiddetin çok korkunç bir sorun olduğu ve derhal durdurulması gerektiği doğruysa da 1325 no’lu karar çok daha geniş bir perspektifle kadınların sürecin bütün aşamalarına katıldığı ve cinsiyet eşitliğini gerçekleştiren bir barıştan bahsediyor. Sonuç bildirgesinde ise kadından bahsedilirken şiddetten söz ediliyor ve şiddetten dolayı “kadınlar da sürece katılsın” deniyor.

“Çokbilmiş erkekler meclisi”

 

 

Geçtiğimiz sene, barış sürecini yeniden canlandırmak isteyen bir grup insan kendilerine “akil adamlar” ismini vererek bir inisiyatif oluşturdu. “Akil adamlar – Kim bunlar?” başlıklı yazısında Tanıl Bora “aristokratik bir ihtiyar heyeti”ni, “bir çokbilmiş erkekler meclisi”ni çağrıştırdığını söylediği bu grubun her şeyden önce isminin rahatsız edici olduğu görüşünde: Akil adamlar.8 “Akil insanlar” ismi kullanılmış olsaydı, hiç değilse daha başından cinsiyet eşitliği konusunda yeterince duyarlı olup olmadıkları kaygı veya kuşkusunu ortadan kaldırmış olacaklardı. Her ne kadar bu grubun iyi niyetini, ciddiyetini biliyor olsam da böyle isimli bir gruba üye olmak istemezdim ve eminim birçok kadın da istemez. Bir akil insanlar grubunun ilk işi bence temel demokratik standartların gereklerini yerine getirmek ve grubun her çalışma alanının yüzde 50 kadınlardan oluşmasını sağlamak, yayınladığı bildirge veya raporlarda cinsiyet eşitliğine dair değerlendirmelere yer vermektir kanısındayım. Bu grubun üyelerinin barış süreçlerini incelememiş oldukları düşünülemez, ancak BM 1325 no’lu kararı, “barış süreci ve kadınlar”la ilgili araştırmaları okuduklarını sanmıyorum. Bu nedenle, grubun üyeleri ilk önce 1325’le ilgili araştırmaları okuyup tartışmalı. Ondan sonra belki bütün toplumu içeren bir barış süreci projesine katkı sunabilirler. Özellikle son yıllarda sık sık dile getirilen Güney Afrika örneğinde kadınların barış sürecine nasıl dâhil edildiği incelenirse Türkiye için de buradan önemli dersler çıkarılabilir. Herkesi, özellikle de erkek camiasını BM GK’nin 1325 sayılı kararı ve bunun sonuçlarına dair araştırmaları dikkate almaya, barış süreci modellerini çizerken cinsiyet eşitliğini gözetmeye davet etmek istiyorum.  

Dipnotlar

1) http://www.ka-der.org.tr/tr/down/2012_KADIN_ISTATISTIKLERI.pdf

 

 

2)Bkn: Heinrich Böll Stiftung’un Gunda Werner Enstitüsü tarafından 1325 ile ilgili yayınlandığı yayınlar: http://www.gwi-boell.de/sites/default/files/downloads/291009_Synopse_EN…

 

 

3) http://www.unifem.org/attachments/products/0302_WomensParticipationInPe…

 

 

4) Bkn: http://www.bianet.org/bianet/siyaset/144808-kadinlar-surecte-yer-almazs…

 

 

5)  Bkn: http://siyaset.milliyet.com.tr/erdogan-siirt-ten-kadinlara-seslendi/siy…

 

 

6)  Turkey’s Kurdish Conflict: Pathways to Progress, http://www.insightturkey.com/insight-turkey-volume-14-no-4/issues/228

 

 

7) http://www.kurmesliler.com/index.php?option=com_content&view=article&id…

 

 

8) http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=109…

 

 

---------------------------------------------------------------------------------------------

Ulrike Dufner

 

 

Ulrike Dufner 1996’da Siyasal Bilimler, Tarih ve Türkoloji bölümlerinde doktorasını tamamladı. 2004’ten bu yana Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye temsilciliğini yürütüyor.