Türkiye’de
en yaygın popüler kültür formlarından biri olan akşam eğlencesi yerli diziler,
bir o kadar da popüler bir tartışma konusu. Yüksek izlenme oranları, internette
yaygın olarak ziyaret edilen forum ve hayran siteleri, televizyona az çok
erişimi olan herkesin hakkında fikir sahibi olduğu senaryolarıyla yerli
dizilerin sevilerek tüketilen bir kültürel form olduğu konusunda şüphe yok.
Dizilerin konuları, karakterleri ve hikâyeleri üzerinden medyada, internet
forumlarında, evlerde süregiden, son zamanlarda özellikle “Muhteşem Yüzyıl”
dizisiyle ilgili olarak Başbakan’ın da katıldığı tartışmalar yerli dizilerin
bir eğlence aracı olmanın çok ötesinde, toplumsal meselelere dokunduğunu da
gösteriyor.
Dizi
dediğimiz kültürel form, aslında birçok tür ve anlatıyı içinde barındırır.
Türkiye’de yaygın olarak tüketilen tür ve anlatılar, benzer konuları farklı
grup izleyicilere farklı biçimler kullanarak ulaştırır ve farklı biçimlerde
izlenir. Her tür ve anlatı kendi izlenme biçimlerini üretir, bu izlenme
biçimleri de anlatıyı ve türü yeniden biçimlendirir. Aktif olarak sosyal medya
araçlarını kullanan gençlerin izlediği ve fan siteleri kurdukları diziler,
akşam evde ailenin tüm bireylerinin beraber izlediği diziler, internet
üzerinden izlenen yerli/yabancı diziler, daha çok erkeklerin veya kadınların
izlediği melodramlar, komediler, pembe diziler... Dolayısıyla, diziler ev,
internet veya her nerede tüketiliyorsa orada süregiden kolektif bir yazma,
okuma, tartışma pratiğiyle üretilen metinlerdir.
Farklı
tür ve anlatılara sahip olsalar da dizilere genel olarak baktığımızda, kadınlık,
erkeklik, aşk, evlilik ve aile etrafında dönen konuların sıkça işlendiğini
görüyoruz. Bazen etnik, sınıfsal ya da aile normlarıyla ilgili çatışmalardan
dolayı kavuşamayan âşıklar, bazen adaletsizlik, kader ya da kötülüklerin dağıttığı
aileler, bazen evlenip doğru ailenin nasıl olacağını bulmaya çalışan erkek ve
kadınlar… Bu temaların güncel dizilerde nasıl işlendiğine bakarken, tür, anlatı
ve izlenme biçimleri arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri de gözden kaçırmamak
gerekiyor.
“Kuzey
-Güney” ve “Karadayı”da erkeklik temsilleri
Televizyon
dizilerini kategorize etmek oldukça zordur. Küresel sektöre hakim İngiltere ve
ABD’de üretilen dizileri, genellikle film endüstrisini şekillendiren polisiye,
romantik, dram, fantastik, korku-gerilim türlerini tekrarlayan bir şekilde
kategorize etmek mümkün.1 ‘90’lardan beri hem film hem de dizi
sektöründe denenen yeni teknolojiler ve yeni hikâye anlatma biçimleri de
kategorizasyonu oldukça zorlaştırıyor.2 Dizi üretiminde yeni bir
bölgesel/uluslararası aktör haline gelen Türkiye’de yapılan dizilerin sınıflandırılması
da, yukarıdaki film kategorilerine yerel hikâyelerin, edebiyat uyarlamalarının,
küresel olarak tüketilen dizilerin uyarlamalarının ve tarihî dizilerin katılımıyla
bir hayli karmaşıklaşıyor. Ancak, türler üzerine çeşitli bağlamlarda yapılan
analizler, türün izleyici tutumuyla şekillendiği ve izleyici tutumunu
şekillendirdiğini ortaya koyuyor.3 O nedenle, kabaca da olsa tür ve
anlatı biçimlerine göre bir sınıflandırma yapmak bize ışık tutabilir.
Türkiye’de
prime-time’da en büyük izlenme oranına sahip olan melodramlar ve pembe
dizileri, farklı biçim özellikleri olsa da aynı başlık altında tartışmak
mümkün. Melodramlar ve pembe diziler genellikle imkânsız bir aşkın sebep olduğu
ahlakî-normatif bir çatışmanın ve buna bağlı olarak çıkan çatışmalar
silsilesinin kahramanlar tarafından çözülmesinin anlatıldığı doğrusal bir anlatı
formuna sahiptir. Melodramlarda çatışmanın neden ortaya çıktığı, nasıl ve kim
tarafından çözüldüğü önemlidir: Kahraman farklı normlar arasında bir seçim
yapar ve buna göre kahraman olur. Bu türe güncel örnek olarak “Kuzey Güney”
(Kanal D, 2011-dev.) ve “Karadayı” (ATV, 2012- dev.) dizilerini örnek
verebiliriz.
“Kuzey
Güney” iki kardeş arasındaki gerilimi, Kuzey karakterini merkeze alarak anlatır.
Kuzey hikâyenin hem suçlusu hem de en dosdoğru karakteridir. Abisinin suçunu
üstlenip hapse girmiş, hapiste yaralanmış ve hikâyenin geçmişe doğru anlatıldığı
kısımlarda gördüğümüz gibi, aslında hep yaralı bir çocuktur. Ailenin sorunlu,
işe yaramaz çocuğu olduğu için hapse sürüklenmesi neredeyse kaçınılmaz
olmuştur. Diğer taraftan, bu dizide aile de masum değildir; hatta Kuzey, Güney,
anne Handan Hanım ve baba Sami Bey, bu aileden nasıl yaralar aldıklarını
dizinin çeşitli bölümlerinde birbirlerine, dolayısıyla izleyiciye anlatmışlardır.
Cefakâr annelik temsilini tersine çeviren hesapçı kitapçı bir annelik temsili,
ailenin direği/reisi baba temsilini bozan, karısını döven bir koca temsili,
oyunu kuralına göre oynadıkça ve annesinin önüne koyduğu hedeflere ulaştıkça
herkesin nefretini kazanan Güney temsili arasında, Kuzey her ne kadar yaraları
en açık karakter olsa da en doğru, en “delikanlı”, en bozulmamış karakterdir.
İşte bu bozulmamışlık da onun aşkıyla arasında kalmasına sebep olur. Kuzey
abisinin eski nişanlısı Cemre’ye âşıktır. Ancak, delikanlılık normu aşkına
kavuşmasına engeldir. Cemre de Kuzey’in bu dosdoğru haline âşıktır aslında, ama
bir yandan da bu doğruculuk yüzünden o da sevdiği erkeğe kavuşamamaktadır.
Dolayısıyla, bu dizideki en büyük normatif çatışma, karakterler arasındaki çatışma
değil de, Kuzey’in kendi içindeki, hiçbir zaman çözülemeyecek gibi duran
delikanlılık mı aşk mı çatışmasıdır.
1970’lerde
geçen bir hikâye anlatan Karadayı’da ise başka bir âşık-delikanlı-kahraman vardır.
Mahir Kara babasının uğradığı haksızlıkla mücadele ederken babasının davasına
bakan hâkime âşık olur. Kimliğini gizleyerek hâkimin yanında staj yapan Mahir
Kara için kendini açık etmek, dolayısıyla hâkime olan aşkını gönlünce yaşamak
mümkün değildir. Kuzey gibi Mahir de dosdoğrudur, lakin Mahir’in ailesi
Kuzey’in ailesi gibi yaraları olan bir aile değildir. Aksine, herkesin
birbirine tutkun olduğu, mükemmel bir babanın mükemmel karısı ve evlatlarından
oluşan bir ailedir. O yüzden, uğradıkları haksızlık daha büyük, daha kabul
edilemezdir. Dolayısıyla, adaleti tecelli ettirmesi beklenen Mahir’in
sorumluluğu daha da büyük, aşkı da bir o kadar imkânsızdır. Burada da yine
normlar hem Mahir’in hem Feride’nin içinde çatışır: Doğru insan, doğru hâkim,
doğru evlat mı olmalı, yoksa aşkının peşinden mi gitmeli?
Mahir’in
âşık olduğu hâkim Feride mesleğine sıkıca bağlı ve erkeklere karşı mesafelidir.
Ancak, Mahir’in aşkına karşılık verdikçe bambaşka bir Feride çıkar karşımıza.
Âşık Feride daha kırılgandır, alıngandır, zaman zaman elindeki davayı kaybetme
noktalarına varacak hatalar bile yapar. Mahir’in korumacılığına karşı koysa da
bir taraftan ona sonsuz bir güven duyar. Doğrucu bir hâkim olan Feride ile âşık
Feride zaman zaman birbiriyle çatışır, zaman zaman da birbirini tamamlar.
Mahir,
âşık olduğu kadını doğru karar vermeye yönlendirirken ve onun vicdanına
güvenmek isterken, bir yandan da hâkim olan Feride’ye oynadığı oyun uzadıkça
her geçen gün onunla arasındaki aşk daha da imkânsız hale gelir. Âşık olan
Feride’yle “‘Hâkime Hanım” arasındaki geçişleri izlerken, tek bir doğru kadınlık
temsili olmadığını da görürüz. İzleyiciler de bu geçişler arasında seçimini
yapacak, Feride’nin yanında ya da karşısında duracaklardır. Bu gerilimin
peşinde diziyi her hafta izlemeye devam ederiz.
“Muhteşem
Yüzyıl” ve “Lale Devri”nde kadın temsilleri
Erkeklik
temsillerinin öne çıktığı iki melodramdan sonra, kadınlık temsilinin öne çıktığı
iki diziden bahsedeceğim. “Lale Devri” (Show TV, 2010-2011, Fox, 2011-dev.)
Türkiye’nin Brezilya ve ABD dizileri aracılığıyla tanıştığı pembe dizi türünün
güncel ve yerli bir örneği. Bu dizide aşk ve kıskançlık ekseninde karakterlerin
sürekli yaptığı hatalar, yanlış anlamalar, entrikalar ve kötü tesadüflerle bir
türlü rayına oturmayan bir aşk hikâyesi anlatılıyor. Melodramlardan farklı
olarak pembe dizilerin merkezinde çözüm bekleyen tek bir normatif çatışma
yoktur; aksine, daha yaygın ve gündelik çatışmalar ağı vardır.4 Lale
Devri’nde de tüm karakterler benzer bir aşk serüveninin içinde yol alırken, bir
yandan da doğru erkeklik, doğru kadınlık, doğru aşk, doğru duygusal ilişki
üzerine bir konuşma alanı açılıyor. Anadolu’da, Ürgüp’te yoksul bir ailede
büyümüş ve daha önceki evliliğinde oldukça yara almış olan Toprak, şans eseri
kendini İstanbul’da, çok zengin bir iş adamı olan Çınar’la evlenmiş bulur.
Ancak, Toprak’ın şansı uzun sürmez, zira taşralı bir kadının İstanbullu, yakışıklı,
zengin bir iş adamıyla ilişkisini sürdürmesi o kadar da kolay olmayacaktır.
Toprak başka bir dünyada doğru kadın olmayı öğrenmeye çalışır: Susmak mı,
konuşmak mı, kıskanmak mı kıskanmamak mı, doğal olmak mı, süslenmek mi daha doğru
kadınlıktır? Hikâye bu çeşitli özne konumlarını çeşitli çatışmalarla üretir ve
izleyiciye “Toprak ne yapmalı?” diye düşündürür.
Melodram
ve pembe dizi türünün bir başka uygulaması da tarihî/kostümlü dramalar.
Türkiye’de bunun en popüler örneği “Muhteşem Yüzyıl” (Show TV 2011-dev.)
dizisi. Topkapı Sarayı’nın hareminde tarihsel olarak yaşamış kişiliklerle
kurgusal karakterleri bir araya getiren kurmaca bir hikâye anlatan Muhteşem Yüzyıl
çok izlenirken çok da tartışılan bir dizi. Osmanlı tarihi Türkiyeliler için aslında
ikircikli bir konu: Kimi sever bağrına basar, kimi içinse Cumhuriyet’le
unutulması gereken bir geçmiştir. Yine de en az eleştirilip en çok sahiplenilen
Kanuni Sultan Süleyman döneminin biraz karanlık, biraz duygusal, biraz mahrem
tarafına dokunan bu kurmaca hikâye ilk başta öfke uyandırsa da, öyle görünüyor
ki, Süleyman’ın değil de aslında Hürrem’in maceralarına odaklanan izleyiciye
oldukça keyif veriyor.
Tarihî
meseleleri gündeme getirdiği düşünülse de, aslında Muhteşem Yüzyıl’da esas
mesele Hürrem’dir. Hürrem ailesini, kendisini, çocuklarını ve hatta Osmanlı
sultanı Süleyman’ı saray içindeki entrikalardan nasıl koruyacaktır? Çekirdek
ailenin Cumhuriyet’in projesi ve normu olduğunu hatırlatan Nükhet Sirman,
Muhteşem Yüzyıl için, çekirdek aileyi tarihsel olarak hiç varolmadığı bir yere,
Osmanlı sarayının ortasına yerleştirip Hürrem’e de bu aileyi koruma ve kollama
görevi verildiği için bugünün izleyicisine oldukça ilginç geldiğini söyler.5
Bu açıdan baktığımızda, Muhteşem Yüzyıl’ın hikâyesiyle Lale Devri arasındaki,
ilk bakışta fark edilmeyen benzerlik dizilerin gündelik hayatla ilişkisini açık
eden önemli bir gösterge. Lale Devri’nde de esas kahraman bir kadındır: Toprak’ın
aşkına ve dolayısıyla ailesine dışarıdan gelen tehditlere, entrikalara karşı
nasıl bir strateji izleyerek doğru kadınlığı bulacağı sorusu, hikâyenin esas
meselesidir. Lale Devri’nin Toprak’ı ile Muhteşem Yüzyıl’ın Hürrem’inin uğraştığı
dertler birbiriyle oldukça paraleldir. İkisinin de başa çıkmaya çalıştığı
entrikalar, planlar, ayak oyunlarına karşı aşklarını, ailelerini, çocuklarını
korumak gibi bir sorumlulukları vardır. Bunu söylerken Muhteşem Yüzyıl’ın
anakronik bir tarih anlatısı olduğunu söylemek istemiyorum. Aksine, dizinin
türü ve anlatısı tam da izleyicinin beklentisine uygun hikâyeler üretmek için
Osmanlı Sarayı’nın ortasına bir çekirdek aile yerleştirebilir. Dolayısıyla,
mesele diziden öğrenmek değil, diziyle eğlenmek ve dizi üzerinden gündelik
hayattaki meseleleri tartışmaktır. Bu benzerlik bugünün İstanbul’unda da geçse,
Kanuni’nin sarayında da geçse, kadınlık ve erkeklik hallerini bugünden doğru
izlemek ve tartışmaktan zevk aldığımızı gösterir.
“Leyla
ile Mecnun”da “erkek acısı”
Bahsedeceğim
diğer bir tür ise komediler. Durum komedilerinin yabancı uyarlamalarıyla
Türkiye televizyonculuğuna giren komedi dizileri “Çocuklar Duymasın” (TGRT,
2002- ATV, 2012) isimli yerli yapımın çok beğenilmesiyle yerli üretimde yerini
aldı. “Çocuklar Duymasın” ailede kadının modernleştirici, erkeğinse
modernleşmeye direnen hallerini komik hikâyelerle anlatan bir aile dizisi
olarak uzun süre yayınlandı. Güncel komedi dizileri genellikle kavuşamayan âşıklar,
çapkın erkekler, farklı sosyal sınıflardan gelen erkekler ve kadınların aşkları,
sürekli yanlış anlamalarla ayrı düşen sevgililer gibi konuları ele alır. En
güncel örnekler olarak “Ali Ayşe’yi Seviyor” (Fox, 2013), “Zengin Kız Fakir
Oğlan” (TRT 1, 2012-dev.), “Yalan Dünya” (Kanal D, 2011-dev.) gibi dizileri sayabiliriz.
Oldukça
sadık bir hayran kitlesi olan “Leyla ile Mecnun” ise farklı hikâyesi, arkaik
Leyla ile Mecnun hikâyesine ve daha birçok bildik metne, filmlere, kitaplara,
şiirlere yaptığı göndermelerle diğer dizilerin arasından sıyrılıyor. İlginç
olan şu ki, Leyla ile Mecnun’un ağırlıklı olarak genç erkeklerden oluştuğu
gözlemlenen izleyici kitlesi, bir türlü Leyla(lar) ile dikiş tutturamayan
Mecnun’un hikâyesini “erkek acısı” diye tarif ediyor.6 İzleyicide
bırakacağı duygusal etkinin gülmek-eğlenmek olması beklenen bir komedi
dizisinin konusunun “acı” ile tarif edilmesi ilk bakışta garip gelse de, aslında
komedi dizilerinin de kadınlık ve erkeklik denen normatif alana konuştuğunu
gösteriyor. Dizide kadınları sürekli değişen Leylalar, erkekleri ise farklı
yaşlardan ve farklı özellikleriyle öne çıkan çeşitli erkek karakterler temsil
ediyor. “Ne yapsak yaranamıyoruz” cümlesinin erkekler açısından diziye tercüme
edilmiş hali olan Leyla ile Mecnun’un erkek izleyiciyi ekran başına toplamasında
ve onların da acıya vurgu yapmasında şaşılacak bir şey yok. Leyla ile Mecnun
“erkek acısı”nı hikâye ederken de, güldürünün merkezine erkek özneyi koyarken
de, erkekliğin ve dolayısıyla kadınlığın ne olduğunu düşündürürken de tür ve
anlatı özellikleri bakımından farklı diziler olarak andığım Kuzey Güney’den ve
Karadayı’dan çok da uzaklara düşmez.
Bahsi
geçen bütün dizilerde gördüğümüz gibi, çeşitli erkeklikler, kadınlıklar, erkek
ve kadınlar arasındaki çatışmalar hikâyelerin taşıyıcısıdır. Melodramlarda
aşkla adalet, aşkla dürüstlük, aşkla delikanlılık arasında gidip gelen
karakterlerin imkânsız seçimlerini izlemek hayli heyecanlı ve keyiflidir. Pembe
dizilerde de benzer şekilde kahramanın yapacağı gündelik seçimlerin doğuracağı
büyük sonuçlar heyecanla izlenir. Komedilerde çatışma bu sefer ironiyle, abartılı
tesadüfler ve komik yanlış anlamalarla bezenir; böylece, çatışma gülmekle
düşünmek, bazen gülmekle acı çekmek arasında gidip gelen duygulara konuşur.
Görüldüğü
gibi, geçişken kategorilere ayırabildiğimiz diziler bir o kadar da çeşitli
izlenme biçimlerine sahiptir. Bu farklı türlerdeki diziler, genel resme baktığımızda,
birçok kanalda prime-time’ın neredeyse tamamını ele geçirmiştir. Türkiye’de
diziler en az 90 dakika uzunluğunda çekilir, uzun reklam araları vardır. Dolayısıyla,
diziler evin akşam temposunun arka planı haline gelir. Çoğu zaman tanıdık
hikâyeleri, bildik normatif çatışmaları ve uzun reklam aralarıyla izleyiciye
aralarda düşünme, diziyi tartışma ve bir yandan da kendi gündelik hayatına
devam etme imkânı sağlar. İzleyici için bu çatışmaları izlemekten gelen keyif
ve heyecan, gündelik hayatın temposuna eşlik ederek bütün bir akşama, ertesi
gün diğer dizi izleyicileriyle yapılacak konuşmalara ve birbirini takip eden
bölümlerle bütün bir sezona yayılır. İzleyiciler için anlık temsillerden çok,
sürekli gelişen ve dönüşen hikâye önemlidir. Bu hikâyelerin içinde kadınlık,
erkeklik, aşk ve aile çeşitli çatışmalarla kurulan, bozulan ve yeniden kurulan
normatif sistemlerdir. İzleyici bu çatışmaları izledikçe kendi hayatlarındaki
normları da çatıştırır, çarpıştırır, kurar ve bozar. Ancak, bunun anlatıyla
paralel bir kurma-bozma süreci olduğunu iddia etmek çok zor. Diziler toplumsal
hayatın aynası değil, bir parçasıdır.
Genele
baktığımızda, dizilerin kadın, erkek, ilişkiler ve aile meselesinin müzakere
edildiği metinler olduklarını görürüz. Televizyon bu müzakerenin hem bir uzantısı
hem de müzakereyi gündelik hayata yayabilen kurucu bir mecradır. Bu müzakerede
salt bir erkeklik ya da kadınlık temsilinin yüceltilmediğini de çeşitli tür ve
anlatılara bakarak göstermeye çalıştım. Türkiye bağlamında erkeklik ve kadınlık,
erkeklik ve kadınlığın her zaman içinde tanımlandığı aile, televizyonu da içine
alan geniş bir müzakere alanında her gün yeniden üretilir, değiştirilir ve dönüştürülür.
Hakim ideoloji ve söylemlerin, toplumsal projelerin, muhalif söylemlerin ortasında,
öznelerin normlar, duygular ve arzuların oluşturduğu paletten çeşitli seçimler
yaparak kurduğu kadın ve erkekliği anlamak için televizyon, önemli bir kurucu
alan ve uğrak noktasıdır. Kuzey’in, Mahir’in, Hürrem’in, Toprak’ın ve Mecnun’un
çözümünün ne olacağını senarist ne şekilde yazarsa yazsın, her gün “doğru kadınlık”
ve “doğru erkeklik” üzerine kararlar veren ve hayatı buna göre kuran/kurmayan
izleyici için hikâye dizinin bittiği yerde bitmeyecektir.
Dipnotlar
1) Jason Mittel (2004),
Genre and Television: From Cop Shows to Cartoons in American Culture. London:
Routledge
2) Jason Mittel (2006),
“Narrative Complexity in Contemporary American Television”. The Velvet Light
Trap, (58), 29-40.
3) Glen Creeber (2008),
The Television Genre Book. British Film Institute.
4) Tania Modleski (1979).
“The Search fo Tomorrow in Today’s Soap Operas”. Film Quarterly, 33:1 (1979):
12–21
5) “Muhteşem Yüzyıl” ile
ilgili argüman, 15 Şubat 2013’te İsveç Araştırma Enstitüsü’nde gerçekleştirilen
“Erkek Şiddeti, Medya ve Görünürlük Konferansı”nda, “Medya, kadına yönelik
şiddet ve devlet: kadınlık ve kadın bedeninin yeni bir tanımına doğru?” başlıklı
oturumda dile getirilmiştir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ailenin dönüşümü için
bkz.: Nükhet Sirman (2002). “Kadınların Milliyeti” Modern Türkiye’de Siyasî
Düşünce, Milliyetçilik. İstanbul, İletişim Yayınevi.
6) “Leyla ile Mecnun”
izleyicileriyle ilgili gözlemlerim, dizinin 3. sezon başlangıcında katıldığım
ve izleyicilerle mülakatlar yaptığım bir izleyici buluşmasına dayanmaktadır.
Bkz. Feyza Akınerdem (2012). “‘Leyla ile Mecnun’da 3. Sezon Başlarken:
Mecnun’un Yolu”. Erkan’s Field Diary. (05.09.2012).
http://erkansaka.net/archives/18123
-------------------------------------------------------------------------------------
Feyza
Akınerdem
1981’de Ankara’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi
Sosyoloji bölümünde lisans eğitimi aldı. Aynı bölümde “Asmalı Konak” dizisi
üzerine yaptığı izleyici araştırmasıyla yüksek lisansını tamamladı. Open
University’de (İngiltere),Türkiye’de evlilik programları üzerine yaptığı
doktora araştırmasını sürdürüyor.