Türkiye’nin çevrecileri kimler? - Yayınlar

Barış Gencer Baykan

 Türkiye’de çevre hareketi hangi kaynaklardan
besleniyor? Kime çevreci diyoruz? Çevreciler hangi sosyo-ekonomik sınıflara
mensup? Kimler çevreci oluyor, kimler çevrecilikten uzak duruyor? Bu yazıda
elimizdeki verilere ve araştırmalara dayanarak bu zor sorulara yanıt arayacağız.
 

Çevre
hareketini bir üst şemsiye olarak kabul edersek, şemsiyenin altında kendisine
yer bulan yurttaşların çeşitliliğini de göz önünde bulundurmalıyız. Farklı yaş
gruplarından, farklı sınıflardan, farklı mesleklerden insanlar değişik çıkar,
değer ve algılar çerçevesinde bir araya geliyor. Genelde eğilim çevreciliği
eğitimli, kentli, orta ve üst sınıflara mensup insanların yaşam ve tüketim
tarzlarıyla ve onların çevresel duyarlılıklarıyla bağdaştırmak yönünde. Bu
bağdaştırmada Ronald Inglehart’ın (1977-1990) postmateryalizm tezinin, insanların
sosyo-ekonomik düzeylerinde iyileşmeler oldukça fiziksel gereksinimlerin yanı sıra
yaşam kalitesine yöneldiği ve çevresel duyarlılığın bu bağlamda öne çıktığı
iddiasının etkisi büyük.
1 Türkiye’de çevre siyaseti, çevre
hareketleri ve çevreci sivil toplum örgütleri üzerine çalışmalar artmakla
birlikte, bireysel veya grup olarak çevrecileri, çevreciliğin dinamiklerini ele
alan araştırmalar halen çok az. Tarihten ve günümüzden örneklerle “çevrecilere”
biraz daha yakından bakmaya çalışalım.

Osmanlı aydınlarından nükleere karşı çıkan
balıkçılara

Çevre konusundaki inisiyatifleri tarihsel
olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine kadar götürebiliriz. 19. yüzyılda
Osmanlı sanayinin yaklaşık yarısı İstanbul’daydı ve özellikle Haliç çevresinde
150’ye yakın irili ufaklı fabrika bulunuyordu. Boğaz’da Beykoz ve Paşabahçe kıyılarında,
Yedikule, Bakırköy ve Küçükçekmece’de sanayileşme mevcuttu. 1912-1919 arasında
Boğaziçi’ndeki fabrikalara, odun ve kömür depolarına karşı binlerce dilekçe
toplanıp dönemin belediye başkanı Cemil Topuzlu’ya iletilmişti. Dönemin çevre
algısı ağırlıklı olarak altyapı eksiklerinin giderilmesi, temizlik, salgın
hastalıklardan korunma, orman ve tarihi eserlerin korunması şeklinde tezahür
ediyor.2 II. Meşrutiyet sonrası siyasal partilerin programlarında
çevre sağlığı, yerleşim planlaması, doğal güzellikler gibi konular yer almaya
başlıyor. 1909’da Islahat-ı Esasiye Fırkası mevcut ormanların korunmasını;
1910’da Ahali Fırkası Hayvanları Koruma Cemiyeti kurulmasını; 1912’de Millî
Meşrutiyet Fırkası orman yetiştiriciliğini ve şehir ve kasabaların sağlık
kurallarına uygun düzenlenmesini öneriyor. 1912 yılında Prens Said Halim Paşa’nın
başkanlığında kurulan İstanbul Asar-ı Atika Muhipler Cemiyeti’nin temel amaçları
arasında “İstanbul’un sanat eserlerini, tarihî ve kültürel mirasını ve
güzelliklerini tanıtmak, halkın estetik bilincini yükseltmek” bulunuyor.3
Dönemin çevrecileri diyebileceğimiz kişiler arasında Osmanlı’nın elitleri var.

Cumhuriyet’in
kuruluşuyla birlikte imar ve kentleşme konuları öne çıkmaya başlıyor. Çevre
sorunları arasında ormansızlaşma, marjinal tarım topraklarının tarıma açılması,
erozyon, hava kirliliği, orman yangınları bulunuyor. Özellikle İstanbul’da aydınların
girişimleriyle Adalar İmar Cemiyeti, Çamlıca’yı Güzelleştirme Cemiyeti,
Boğaziçi’ni Sevenler Cemiyeti ve Şehitlikleri İmar Cemiyeti, Himaye-i Eşcar
Cemiyeti, Himaye-i Hayvanat Cemiyeti gibi dernekler kuruluyor. Sivil
örgütlenmeler artsa da faaliyetlerine devlet denetimi altında devam ediyorlar.
Seçkin örgütlenmesi şeklinde gönüllü hareketler oluşturan kesimlerin yanı sıra
meslekî temelli örgütler de ortaya çıkıyor. 1924’te kurulan ülkenin ilk ormancı
STK’sı Türkiye Ormancılar Derneği buna örnek olarak verilebilir.
4

1946’da çok-partili yaşama geçişle beraber,
sivil örgütlerin faaliyetleri de artıyor. Nüfus artışı, ekonomik yapının
değişmesi, tarımda dönüşüm, sanayileşme ve kentleşmeyle birlikte çevre sorunları
da önceki döneme göre farklılaşmaya başlıyor. 1950’den 1980’e kadarki dönemde
kentsel çevre sorunları ortaya çıkıyor; hava, toprak ve su kirliliği artıyor.
Özellikle ‘70’li yıllardan sonra da endüstriyel kirlilik devreye giriyor.
Şehir/semt güzelleştirme ve imar derneklerinin yanı sıra bugün de etkinliklerini
devam ettiren bazı çevre STK’ları bu dönemde kuruluyor: Türkiye Yeşil Ormancılar
Derneği (1950), Türk Tabiatını Koruma Derneği (1954), Orman Mühendisleri
Muavinleri Cemiyeti (1951), Ankara Hava Kirlenmesiyle Savaş Derneği (1969),
Doğal Hayatı Koruma Derneği (1975), Türkiye Çevre Sorunları Vakfı (1978). Bu
örgütlerin kurucuları ve çalışan kadroları arasında, belirli meslek gruplarını
görüyoruz: doktorlar, biyologlar, mağaracılar, yerbilimciler, botanistler,
klimatologlar ve ekologlar. Bu meslek gruplarının yanında, eski bakanların ve
bürokratların da vakıflar yoluyla çevre hareketine dahil olduğunu
söyleyebiliriz. Türkiye Çevre Vakfı’nın kurucularından Cevdet Aykan Köyişleri,
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı; Serbülent Bingöl İmar ve İskân ve Enerji ve
Tabi Kaynaklar Bakanlığı görevlerinde bulunmuş. Diğer kurucular da çeşitli
bakanlıklarda görev almışlar. Coğrafî olarak çevre STK’larının faaliyet
yerlerine baktığımızda İstanbul ve Ankara’nın ağırlıkta olduğu göze çarpıyor.

‘70’li
yılların sonunda, sanayileşme ve kentleşme sorunlarının etkilerinin yaygınlaşmaya
ve derinleşmeye başlamasıyla, daha farklı toplumsal kesimler çevre protestoları
örgütlemeye başlıyor. O zamana kadar pek görülmemiş taban hareketlerinin
oluşmaya başladığını gözlemliyoruz. 1975’te Samsun İzabe tesislerinden çıkan
zehirli gazlardan zarar gören tütün yetiştiricisi 21 köy ve mahallenin sessiz
yürüyüşü; 1975’te Murgul’da faaliyete geçen Etibank Bakır İşletmeleri’nin bitki
örtüsüne, tarım alanlarına verdiği zararlara karşı yöre halkı tarfından dava açılması;
1978’de İzmit Körfezi’nde sanayileşmenin yarattığı kirliliğe karşı teknelerle
protesto; 1976-1978 yıllarında Akkuyu’da kurulması planlanan nükleer santrale
karşı Silifke Taşucu Balıkçılar Kooperatifi öncülüğünde geliştirilen protestoları
örnek verebiliriz.
5 Sanayi tesislerinin yarattığı kirlilikten, büyük
enerji yatırımlarından birinci derecede etkilenen toplulukların çevre
hareketine dahil olması, dahil olmasa bile tekil eylemlilikler oluşturması
çevre mücadelesinin profesyonel meslek gruplarından ibaret olmadığını
gösteriyor. Kitlesel bir çevre hareketinden henüz söz edemesek de o dönemde
başlayan mücadelelerin günümüze kadar uzandığını nükleer santral örneğinde
görebiliriz.

1980’de
ithal ikameci sanayileşmeden ihracata dayalı sanayileşmeye geçilmesi ve liberal
politikaların uygulanmasıyla beraber, ekonomik büyümenin hedefleri de büyük
ölçüde çizildi. Bu doğrultuda planlanan ve yapılmaya başlayan büyük ölçekli
altyapı, konut ve ulaştırma projeleriyle kentlerde, kırsalda ve kıyı
şeritlerinde ekolojik tahribatın derinleşmesiyle, günlük hayatında bu
tahribattan etkilenen nüfus da artmaya başladı. Özellikle Ege ve Akdeniz
bölgelerindeki enerji ve turizm projelerine karşı yürütülen mücadeleler bir
yandan yerel aktörlerin çevre hareketine dahil olmasını getirirken ulusal
kamuoyuna hitap etmenin ve uluslararası bağlantılar kurmanın önemi de kavrandı.
Gökova (1984) ve Yatağan (1984) termik santrallerine, Dalyan’da (1984) caretta
carettaların üreme alanlarına yapılacak turistik tesislere, Ankara’da (1987)
Güvenpark’ı otoparka dönüştürmek isteyen belediye projesine karşı mücadele
edildi.

Bu
mücadelelerin bir diğer önemli yanı da 1980’deki askerî darbe sonrasında kapatılan
siyasî partiler, sendikalar ve kitle örgütleriyle iyiden iyiye budanan siyasî
faaliyetlerin demokrasi ve insan hakları ekseninde yeniden yeşermesine bir
kanal sağlamalarıydı. Avrupa’da da çevre hareketinin nükleer karşıtı, barış ve
kadın hareketleri üzerinden siyasallaşmasını takiben, 1988’de Türkiye’de
Yeşiller Partisi kuruldu. Yeşiller Partisi’nin tabanı kimlerden oluşuyordu,
hangi sınıflardan geliyordu, hangi motivasyonla yeşil siyasete girdiler? Bu
sorulara yanıt verecek bir çalışmaya rastlamasak da YP’de diğer partilere
oranla çok daha fazla kadın ve gencin bulunduğu, 1988 ve 1989 yıllarında merkez
organlarında görev alanların üçte birinin kadın olduğu, 1991’de ise merkez
organlarının üyelerinin yarısının kadınlardan oluştuğu ve üyelerin çoğunun iyi
eğitim gördüğü biliniyor.
6 Yerel çevre örgütlerinin de aynı yıllarda
kurulduğunu ve yaygınlaştığını görüyoruz. 1986’da İskenderun’da İskenderun
Çevre Koruma Derneği kuruluyor ve tüzüğü bölgenin farklı il ve ilçelerinde
kurulacak çevre derneklerine örnek teşkil ediyor.

Çevre STK’larının üye profilleri

1990’lı yıllarla birlikte ulusal ve
profesyonel STK’ların kurulup çevre sahnesinde yer aldıklarını görüyoruz.
1995-2007 arasında 439 çevre STK’sı faaliyete geçiyor. Günümüzde faaliyet
gösteren çevre STK’larının yaklaşık dörtte üçü 1995 ve sonrasında kuruluyor.
Dernekler Dairesi Başkanlığı’nın kayıtlarına göre, Türkiye’de faaliyet gösteren
dernek sayısı 78 bin 608. Çevre STK’larının tüm STK’lara oranı ise yüzde 0,7
(binde yedi) civarında. Çevre STK’larının son 15 yıldaki artışına rağmen, tüm
STK’lar içindeki oranı hâlâ çok düşük. Çevre STK’larının yaklaşık üçte biri
Türkiye’nin nüfus olarak en büyük üç ilinde, Ankara, İstanbul ve İzmir’de
faaliyet gösteriyor. Coğrafî bölgelere göre dağılımda ilk iki sırayı İç Anadolu
ve Marmara Bölgeleri, son iki sırayı ise Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgeleri alıyor.7 TEMA ve Greenpeace gibi yaygın kuruluşlar bu
dönemde faaliyetlerine başlıyor. Gelişen sivil toplum alanının önemli bir
kolunu da çevre STK’ları oluşturmaya başlıyor. Bu STK’lar yerelin amatör
işleyişi ve genelde tek bir çevre sorunuyla ilgilenen yapısının aksine, ulusal
anlamda çevre politikasına müdahil olmaya ve uluslararası ağlarla işbirliği
yapmaya başlıyor. Çalışanlarının önemli bir kısmını profesyonel olarak istihdam
etmeleriyle ve iş dünyasına yönelik çalışmalarıyla (WWF) da önceki dönemdeki
STK yapısından farklılaşıyorlar. Uygar Özesmi, çevre STK’larını ve kadrolarını
tarihsel olarak beş dönemde değerlendiriyor:8

1)
1950’ler: 40-50 yaşlarındaki bürokratlardan kurulu, ulusal odaklı STK’lar
(Ormancılar Derneği ve Türkiye Tabiatını Koruma Derneği - TTKD);

2)
1972 sonrası: 30-40 yaş arası entelektüel ve akademi dünyasından kişilerin
kurduğu ulusal ve uluslararası odaklı çevre STK’ları (Türkiye Çevre Koruma ve
Yeşillendirme Kurumu -TÜRÇEK ve Doğal Hayatı Koruma Derneği - DHKD);

3)
1980-1992 arası boşluk dönemi;

4)
1992 Rio Zirvesi sonrası: 50 yaş üstü profesyonel ve işadamlarının, 25-40 yaş
aralığındaki profesyonel STK’cıların ve 18-24 yaşlarındaki öğrencilerin içinde
yer aldığı STK’lar (TEMA, TURMEPA, TÜRÇEV gibi vakıflar ve Greenpeace);

5)
2000’ler: 1990’lardaki şablon halen geçerli. WWF (World Wildlife Fund) Türkiye
ve Doğa Derneği kuruluyor. Ayrıca, 2000’ler yerelde de bir ayağa kalkış dönemi:
DOÇEV,  TÜRÇEP, KarDoğa, İçDoğa, Kuzey
Doğa.

Dünya
Değerler Araştırması’nın 1999 verilerine göre, Türkiye’de her bin kişiden 2’si
bir çevre STK’sına üyeyken, 2007 yılında bu oran yüzde 1,2’ye yükseliyor. Çevre
kuruluşlarına düşük üyelik oranının toplumun çevre kuruluşlarına duyduğu
güvensizlikten kaynaklanıp kaynaklanmadığına dair bir izlenim ise kurumlara
duyulan güven oranlarına bakarak edinilebilir. Toplumun çevre örgütlerine
güveni yüzde 56 ile siyasî partilere (yüzde 35) ve sendikalara (yüzde 35)
duyulandan yüksek. Diğer yandan, kadın örgütlerine (yüzde 62) ve insanî yardım
kuruluşlarına duyulan güvenden (yüzde 65) düşük. Ancak, bu güven düzeyi çevre
kuruluşlarına üyeliği olumsuz etkileyecek ölçüde düşük değil. Araştırmanın yapıldığı
55 ülke arasında Türkiye, çevre örgütlülüğü açısından sondan dördüncü. Son sıralarda
ise Mısır (yüzde 1,2), Romanya (yüzde 0,7) ve Ürdün (yüzde 0,4) yer alıyor.
9
Bu orandan yola çıkarak Türkiye’de yaklaşık 500 bin kişinin bir çevre STK’sına
üye olduğunu söyleyebiliriz. Peki, kim bu 500 bin kişi? Hangi kuruluşlara üye?
Üyelikten ne anlıyoruz? Üyelikte kadın erkek oranı nedir? Hangi motivasyonlarla
üye olunuyor? Üyeler hangi ekonomik sınıflara mensup? Kırda mı kentte mi ikamet
ediyorlar? Ulaşabildiğimiz veriler çerçevesinde, Türkiye’de faaliyet gösteren
Greenpeace Türkiye, TEMA ve Doğa Derneği’nin üye profillerine biraz daha yakından
bakacağız.

Türkiye’nin
en büyük çevre kuruluşu Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları
Koruma Vakfı - TEMA’yı ele alalım. 1992’de kurulan vakfın 2013 itibariyle, 69
ilde temsilcisi, 213 ilçede gönüllü sorumlusu ve 75 üniversitede Genç TEMA
topluluğu bulunuyor. Ayrıca Minik TEMA, Yavru TEMA, Genç TEMA Lise ve Mezun
TEMA gibi farklı örgütlenmeleri de mevcut. TEMA vakıf statüsünde faaliyet
gösterdiği için bireyler üye olamıyor ancak gönüllü kaydedilerek vakfın faaliyetlerine
katılabiliyorlar. Vakfın Şubat 2013 itibariyle 460 bin gönüllüsü var ve her yıl
yaklaşık 30 bin yeni gönüllü kaydediliyor. 2012’de gönüllü olanların yüzde
92’si 25 yaşın altında. Siyasî partilerde çevre başlığı altında bir bağımsız
politik faaliyet olmaması ve halihazırdaki gençlik kolları faaliyetlerinde
çevre konusunun gündeme gelmemesi, bu konuda etkin olmak isteyenleri siyasî
partiler yerine çevre sivil toplum kuruluşlarına ve çevreci toplumsal
hareketlere yönlendiren nedenlerin başında geliyor. Profesyonel ve yaygın çevre
STK’ları çevre konusunda etkin olmak isteyen gençler için bir çekim gücü
oluşturuyor ve temelde öğrenci gençlik kitlesine yönelik örgütlenme ve farkındalık
yaratma çalışmaları yürütüyor.
10 TEMA’nın 460 bin gönüllüsünün 270
bini aktif. 2012’de kaydedilen 26 bin gönüllünün cinsiyet dağılımına baktığımızda
yüzde 55’inin kadın olduğunu görüyoruz.

Greenpeace
Türkiye’nin ise Şubat 2013 itibariyle yaklaşık 50 bin destekçisi bulunuyor.
Destekçilerin yüzde 43’ü erkek, yüzde 38’i kadın, yüzde 31’i cinsiyet
belirtmemiş. Yaş dağılımına göre ise destekçilerin yüzde 1’i 18 yaş altında,
yüzde 41’i 18-35 yaş aralığında, yüzde 27’si 36 yaş ve yukarısında.
Destekçilerin önemli bir kısmının üniversite öğrencisi olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer yandan, Greenpeace’in 50 bin kadar da pasif destekçisi bulunuyor.

Doğa
Derneği’nin 581 aktif üyesinin yüzde 51’i erkek; yüzde 45’i 18-35 yaş aralığında.11
WWF Türkiye’nin 5000 destekçisinin ise yüzde 55’i kadın; yüzde 70’i 20-45
yaş aralığında.

Çevre STK’ları üzerine yapılan bir araştırmada, üyelik
konusunda sorunun yeni üye alımında değil, üyelerin katılımının eksikliğinde
–etkinliklere katılma, aidat ödeme– olduğu tespit ediliyor.
12 Elimizdeki bu verilerden kabaca, çevre STK üyeliğinde
kadın erkek oranının eşite yakın olduğunu, üyelerin yaklaşık yüzde 40’ının
18-35 yaş aralığında olduğunu söyleyebiliriz. Üyelerin hangi sosyo-ekonomik sınıflardan
geldiğine veya hangi meslek gruplarına mensup olduklarına dair bir bilgi henüz
derlenmiş değil.

Üye,
destekçi, gönüllü gibi farklı adlandırmalar STK’ların vakıf, dernek veya şirket
gibi farklı statülerde faaliyet göstermelerinden kaynaklanıyor. Ayrıca tüzel
kişiliği olmayan inisiyatif, platform, girişim gibi çevre örgütlenmelerinde
aktif olan yurttaşları da hesaba katmamız gerekiyor ki, çevre hareketi
aktivistliği ve çevre STK üyeliği birbirini dışlayan pozisyonlar olmadığı gibi
çoğu zaman kesişebiliyor da.

 

Yerel hareketlerde aktivizm dinamikleri

Türkiye’de yurttaşlar
dernek, vakıf, kooperatif gibi kurumsal yapıların yanı sıra platform, meclis,
koalisyon, yurttaş inisiyatifi, girişim, üniversite çevre toplulukları gibi
kurumsal olmayan yapılarda da çevre konusunda faaliyet gösteriyor. Çevre
sorunlarının artmasından ve derinleşmesinden etkilenenlerin sayısı da artıyor
ve bunların bir kısmı tahribatı durdurmak ve sürdürülebilir alternatifler
yaratmak için mücadele ediyor. Türkiye’de nükleer karşıtı hareket (1976), altın
madenciliğine karşı hareket (1990-), HES karşıtı hareket (2004-), GDO karşıtı
hareket (2004-) ve iklim hareketi olmak üzere beş büyük mücadele alanının çevre
hareketinin omurgasını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu hareketleri yerel,
ulusal ve uluslararası düzlemde faaliyet gösteren; taban hareketi ile çevre
profesyonellerini bir araya getiren; hukuk, tıp gibi farklı uzmanlıklardan
yararlanan; farklı örgütlenme biçimlerine, eylem stratejilerine ve ideolojik
eğilimlere sahip oluşumlar olarak değerlendirebiliriz. Bu yapılardaki
aktivistlerin profiline dair, örgütlenme motivasyonları, sosyo-ekonomik sınıfları
gibi daha ayrıntılı bilgi sahibi olabilmemizi sağlayacak veriler mevcut değil.
Ancak iklim aktivisti, gıda aktivisti, enerji aktivisti gibi farklı alanlarda
mücadele eden, kısa süreli harekete geçen birey ve grupların ağırlıkta olduğunu
söyleyebiliriz; STK üyeliği ve hareket aktivistliği örtüşebiliyor.

Ayrıca
arka bahçelerinde, tarlalarında veya derelerinin yakınında bir termik santral,
altın madeni veya HES kurulacağını öğrendikten sonra “çevreci” olan yurttaşlar
da var. Onlar yukarıdaki gruplaşmalardan farklı olarak tekil biçimde mücadele
ediyorlar ve genel çevreci algısına –eğitimli, kentli, üst orta sınıf– pek
uymuyorlar. Bergama’da siyanürlü altın aranmasına karşı verilen mücadelede
“Hopdediks” lâkaplı Bayram Kuzu, köyünün tam karşısına inşa edilmek istenen
HES’e karşı dava açmak için ineğini satan “Yurttaş Kâzım” lâkaplı Kâzım Delal,
Erzurum’un Bağbaşı beldesinde HES eylemine katıldığı için HES çalışma alanına
girmesi ve eylemlerde bulunanlarla ilişki kurması yasaklanan 17 yaşındaki Leyla
Yalçınkaya son yıllarda yerel çevre mücadelelerinde simge isimler haline gelen
yurttaşlardan bazıları.

Gerze
halkının son üç yıldır Anadolu Grubu’nun kurmak istediği termik santrale karşı
verdiği mücadeleyi inceleyen araştırmacılar çevreciliğin farklı dinamiklerini
gözlemliyor. Gerze’nin Yaykıl köylüleri geçim kaynakları zarar göreceği için
mücadeleye katılıyor. Bu örnek, literatürde Martinez-Alier’in kavramsallaştırdığı
“yoksulların çevreciliği”ne13, yoksulların geçim kaynaklarıyla
doğrudan ilişkili olan çevreyi ve doğayla bağlarını koruma mücadelesine yakın
duruyor. Ayrıca Gerze’de, kasabada yaşayanların konuya köydekilerden farklı
yaklaştığını da görüyoruz. Geçim kaynakları köydekilerden farklı olan
kasabadakiler daha çok termik santralin sağlığa etkisini vurgulayarak ve yöreyi
sahiplenerek bir yandan ‘80 öncesi sol siyaset geleneğini sürdürmeye çalışıyor;
diğer yandan da yerel halkın istemediği bir projenin yapılmaması söylemi
üzerinden bir demokrasi talebini dillendiriyorlar. Son olarak da Karadeniz’in
Avrupa’nın enerji çöplüğüne döneceği ve termik santralin ithal kömürle çalışacak
olmasından hareketle oluşan bir eko-milliyetçilik gözlemleniyor.14

 Ekolojik ihtilaflarda mücadele söylemlerini ve
söylemleri etkileyen unsurları incelemek mücadeleye bireysel ve grup olarak katılımın
dinamiklerini anlamak açısından son derece önemli. Kazdağı’nda altın çıkarmaya
karşı olanların karşı çıkış nedenleri beş ana başlıkta toplanıyor:

1. Gelir/geçim kaynağına tehdit; 2. Yaşam
biçimine tehdit; 3. Sağlığa ilişkin riskler; 4. Milliyetçi duygular; 5. Çevre
kalitesine tehdit. Altın madenciliğine karşıtlık yörede yaşayanların maddî çıkarlarının
yanı sıra, değerlerine ve algılarına göre de değişkenlik gösteriyor. Örneğin,
projeye karşı çıkan gruplar çevresel risklerden büyük endişe duymakta, devlet
kurumlarına güvenmemekte, teknolojinin doğru kullanımıyla altın çıkarma çalışmalarının
çevresel etkilerinin giderilebileceğine inanmamakta ve hem ulusal hem de yerel
düzeydeki çevre sorunlarından kaygı duymakta.15

 

Dipnotlar

 

1)
Inglehart, R. (1977).  The Silent revolution: Changing values and
political styles among western publics. Princeton: Princeton University Press
ve Inglehart R., (1990) Culture shift in Advanced Industrial Society.
Princetoni NJ: Princeton University Press.

2) Genç, H. (2008)
“İstanbul Boğaziçi Sahillerinde Sanayileşmeye Gösterilen Tepkiler”,
Toplumsal Tarih, Sayı:169, Ocak 2008, s.56-59.

3) Özdemir,
İ., .(2002) “Osmanlı Toplumunda Çevre Anlayışı”, Türkler, editörler: H.C.
Güzel-K. Çiçek, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, c. 10, s. 598-610.

4) Kırış,
R., S. Çetiner, S. Gülenay (2009) Ormancı sivil toplum kuruluşları , II. Ormancılıkta
Sosyo-Ekonomik Sorunlar Kongresi, 19-21 Şubat 2009, Süleyman Demirel
Üniversitesi, Isparta.

5) Duru,
B., (1995) Çevre bilincinin gelişim sürecinde Türkiye’de gönüllü çevre
kuruluşları, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, yüksek lisans tezi.

6) Şimşek
M. C., (1993) Yeşiller, Der Yayınları.

7) Baykan,
B.G., Ertunç, B. (2011) Toplumlar zenginleştikçe çevrenin önemi artıyor, Betam
Araştırma Notu 105.

8) Uygar
Özesmi’ye bu sınıflandırmasını paylaştığı için teşekkür ederim.

9) Baykan,
B.G., Ertunç, B. (2011)  age. 

10) Baykan,
B.G., Lüküslü, D. (2009) Gençlere Göre Çevre: Küresel Ama Satırarası Bir Sorun,
in Boyraz, C. (Ed.) Gençler Tartışıyor: Siyasete Katılım, Sorunlar ve Çözüm
Önerileri TÜSES Yayınları, s. 251-265.

11) TEMA’dan
Elif Sezginer, Greenpeace Türkiye’den Hilal Atıcı ve Doğa Derneği’nden Mithat
Marul’a bu bilgileri paylaştıkları için teşekkür ederim.

12) Paker
ve diğerleri (2009), Türkiye’de Çevre Koruması
ve Politikalarında  STK’ların
Rolü, TÜBİTAK.

13) Martinez
Alier J., (2002), The Environmentalism of the Poor: A Study of Ecological
Conflicts and Valuation, Edward Elgar Publishing. 

14) Adaman,
F., Akbulut, B. ve Arsel, M.’nin yakında yayınlanacak “Environmentalism of the
Malcontent: Towards a new framework for analyzing development conflicts” isimli
makalelerinden.

15) Avcı,
D., Adaman, F. ve Ozkaynak, B. (2010), “Ekolojik Paylaşıma Dayalı İhtilaflarda
Destek ve Direniş Söylemleri: Kaz Dağı Örneği”, Toplum ve Bilim, 119, s.
141-159.

-----------------------------------------------------------------------------------------


Barış
Gencer Baykan

1978
İstanbul doğumlu. Nanterre Üniversitesi’nde siyaset sosyolojisinde yüksek
lisans ve University of Kent’te doktora derecelerini aldı. Bahçeşehir
Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nde çalışıyor ve aynı
üniversitenin AB İlişkileri bölümünde Tarım Politikası ve Çevre Politikası
dersleri veriyor. Araştırma alanları arasında çevre siyaseti, çevre hareketleri
ve çevreci sivil toplum örgütleri, yeşil partiler ve yeşil siyasal düşünce
bulunuyor.