Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki gelişmelerin Türkiye ekonomisine etkileri konusuna girmeden önce, bölge ekonomisi ile ilgili genel bir değerlendirme yapmak gerekiyor.
Yaşadığımız bu topraklar tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yaptı, birçok kültürü bir arada barındırdı, yani dillerin, dinlerin, kimliklerin ve kültürlerin birlikte yaşadığı bu yerler, aynı zamanda ticaret merkezi olma özelliğini de yüzyıllar boyu sürdürdü. 1900’lü yılların başına kadar bu özelliğini koruyan bölgemiz, Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte bunu yavaş yavaş yitirmeye başladı.
Bölgenin önemli kentlerinden olan Diyarbakır, 1927 yılında yapılan sayımda, sanayide istihdam ettiği nüfus oranı bakımından Türkiye’nin 3. büyük kenti iken bugün gerek nüfus, gerek coğrafi, gerek tarımsal alan büyüklüğü ve gerekse doğal kaynakların zenginliği bakımından ülkenin ilk 10 ili arasında olmasına rağmen bugün Sosyoekonomik Gelişmiş İller Sıralaması’nda 81 il arasında 68. sırada yer alıyor. Türkiye’nin Sosyoekonomik Gelişmiş İller Sıralaması’nda son 20 il içerisinden 18’ini, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndekiler oluşturuyor. Genel Refah Düzeyi kriterlerinden hangisini ele alırsak alalım, bölge illerini son 20 il içerisinde görüyoruz.
Örnek vermek gerekirse, ortalama 1000 kişiye düşen otomobil sayısı AB ülkelerinde 465, Türkiye’de 80, bölgede ise 20 olup, ülkemiz ortalamasının dörtte biri kadardır. Güneydoğu Anadolu’da 1000 kişiye düşen ortalama doktor sayısı, yine Türkiye ortalamasının beşte biri oranındadır. Bölgemizde işsizlik oranı yüzde 30-35’ler civarındadır. Ülkemiz işsizlik oranı ortalamasının yüzde 11 olduğu düşünüldüğünde, Türkiye ortalamasının 3 katı kadardır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ı, aylık ortalama kazançlarının 100 doların altında olduğunu ispat ettiği için devlet tarafından yeşil kart verilerek, sosyal yardım alma hakkını elde etmiştir. Nüfusu 1,5 milyonu aşan Diyarbakır’da resmi kayıtlara göre, yaklaşık 550 bin yeşil kartlı insan bulunuyor. Yaklaşık 100 bin insan da yoksul olduğunu kanıtlayamadığı için bu uygulamadan bile faydalanamayacak durumdadır.
Son yıllarda, bölgemizdeki çatışma ortamı ve sosyoekonomik koşullar nedeniyle yaşanan göçler sonucunda, Diyarbakır merkezinde 10 binin üzerinde gecekondu bulunuyor ve bunlarda yaklaşık 100 bin insan yaşıyor.
Diyarbakır nüfusunun yüzde 50’si 25 yaş ve altında. Her yıl 40 bin gencimiz, hiçbir mesleki eğitim almadan çalışma yaşına giriyor.
İlimizde sanayi düşük yoğunluktadır. Sanayide çalışan işçi sayısı, yaklaşık 14 bin ve bunun ilimizin toplam istihdamındaki payı da yüzde 5’tir.
Diyarbakır’daki sanayi işletmelerinden ihracat yapanların oranı, yüzde 11 olup, bunlar da ihracatlarının yüzde 60’ını Irak’a veya Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne yapıyor. Irak dışına yapılan ihracatın tamamına yakınını, son yıllarda bölgede gelişen mermer sektörü oluşturuyor.
Kuşkusuz örneklemeye çalıştığımız Diyarbakır’ın ve genelde Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin içinde bulunduğu bu sosyoekonomik gerilik, bölgenin gerçek potansiyeli ile alakalı değildir. Aksine birazdan vereceğim bilgiler, bölgenin aslında çok önemli ekonomik potansiyele sahip olduğunu gösteriyor.
Diyarbakır tarıma elverişlilik bakımından Türkiye ortalamasının iki katı fazlası tarım arazilerine sahiptir. Bu tarımsal alanlar gerektiği gibi kullanılmadığından, ilimiz kırsal nüfus başına üretim miktarında tüm iller arasında 52. sırada yer alıyor. Bu, aslında çok önemli bir çelişkidir. Bölgemiz gerek hidroelektrik, gerekse güneş enerjisi için oldukça yüksek potansiyele sahiptir. Örnek olarak verirsek; Mardin Kızıltepe ilçesi ile civarı güneş enerjisi için dünyanın en uygun ve cazip bölgesi olarak tespit edildi.
Diyarbakır, çevre iller ile birlikte inanç, kültür turizmi açısından dünyanın sayılı miraslarına sahiptir. Sağlık ve eğitim alanında da bölgemiz, önemli bir merkez olmak için yeterli potansiyele sahiptir.
Tarım ve tekstil alanında önemli potansiyeli olan Güneydoğu Anadolu, aynı zamanda dünyada kalitede ikinci sırasında yer alan pamuğu üretebiliyor.
Yeraltı kaynakları bakımından zengin olan Güneydoğu illeri, özellikle mermerde Türkiye rezervlerinin yüzde 25-30’una sahip. Verilerle bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Aslında ifade etmeye çalıştığım; bu sosyoekonomik durumun neden bu noktada olduğudur. Cumhuriyet’in kuruluşundan, özellikle 1930’lu yıllardan sonra bölgeye dönük uygulanan siyasi ve ekonomik politikalar, Güneydoğu Anadolu’nun geri kalmasına sebep olmuştur. 1960’lı yıllardan sonra Devlet Planlama Teşkilatı (DTP) tarafından hazırlanan Bölgesel Kalkınma Planları, ya yanlış hazırlanmış ya da uygulamada başarılı çalışmalar yapılamamıştır.
1980’li yıllardan sonrada, bölgede başlayan çatışma ortamı ile birlikte ekonomik gelişmişlik Türkiye’nin diğer bölgelerine göre oldukça yavaş ilerlemiş, bugünkü bölgeler arası gelişmişlik farklılığını ve dengesizliğini oluşturmuş durumdadır.
Son dönemlerde hükümetler, bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarını ortadan kaldırmak için bir takım tedbirler geliştirmiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
A-) GAP’ın bir an önce bitirilmesi için “GAP Eylem Planı” adı altında bir proje geliştirilmiş (halen tamamlanamamış).
B-) Dönem dönem hazırlanan teşvik uygulamaları hayata geçirilmeye çalışılmış (Bu konuda da başarılı uygulamalar ve sonuçlar alınamamıştır).
C-) Komşu ülkeler ile ticaretin geliştirilmesi ve sınır ticaretinin arttırılması teşvik edilmeye çalışılmıştır (Genellikle bu ticaretler siyasi gelişmelere kurban edilmiş).
Özellikle komşu ülkeler ile ilgili ticarete baktığımızda, Irak ve Bölgesel Kürt Yönetimi ile yapılan ticaret hacmi, ambargonun kaldırılması ile 2003 yılında başladı. Bu ticaret hacmi, başlangıç aşamasında bile rekor seviyeleri yakaladı. Yıllar itibariyle de artış gösterdi. Resmi rakamlara göre 2005-2006 yıllarında 3 milyar dolar, 2007 yılında 4 milyar dolar, 2008 yılında 5 milyar dolar, 2009 yılında 6,5 milyar dolar, 2011 yılında ise Irak’a olan toplam ihracat 8,3 milyar dolar civarında oldu. Suriye ile ikili ilişkilerin geliştirilmesinden sonra, 100 milyon dolardan 1 milyar dolara yaklaşan bir ticaret hacminin (Suriye’deki son gelişmelerden önceki rakamlardır) olduğunu gözlemleyebiliriz.
Bölge ekonomisi, komşu ülkelerle yapılan ticaret hacmi ve sınır ticareti ile doğrudan ilişkilidir. Gaziantep dahil edildiğinde, Irak’a yapılan ihracatın yüzde 40’ı Güneydoğu Anadolu üzerinden yapılıyor. Tabii Gaziantep tek başına toplam ihracatın yüzde 30’unu yapıyor.
Bölge illerinin komşu ülkeleri ile iktisadi ilişkilerine baktığımızda, buna örnek olarak Irak’ı değerlendirirsek; Diyarbakır ihracatının yüzde 50’si bu ülkeye yapılıyor. Diyarbakır’ın en fazla ihracat yaptığı ürünlerin başında ise maden ve metaller olduğu görülüyor. Bu fasıl, toplam ihracatın yüzde 38’idir. Bu faslın yüzde 80’i de tahminen mermerdir. Bu yıl da Irak’a ağırlıklı olarak, ayrıca hububat, bakliyat, yağlı tohumlar ve mamullerinin ihracatı yapıldı.
Türkiye’den, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Irak’a ve Bölgesel Kürt Yönetimi’ne en fazla ihracat yapan il tartışmasız, Gaziantep’tir. Gaziantep, 2011 yılında Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ne 1,8 milyar dolar ihracat yaptı. Bunun başlıca nedeni, ticaret ve sanayideki olgunluk derecesidir. Özellikle sanayide 3. kuşağı yaşayan Gaziantep, uygun pazarı görünce çok iyi lobicilik faaliyetleri de yaptı. Ayrıca Gaziantep’in sanayisi ve ticareti gelişmiş olmasından dolayı, ürün çeşidi bakımından zengin bir üretici il olarak görülüyor. İhracat yaptığı ürünler gıdadan tekstile, kimyadan plastiğe kadar, oldukça geniş bir çeşitlilik arz ediyor.
Güneydoğu Anadolu’da yaşanan krizlerin, bölgemizi daha fazla etkilediği muhakkaktır.
Bölgemiz ekonomisinin ülke ekonomisi ile hiç entegre olmadığı görüşü ise oldukça eksik bir değerlendirmedir. Aksine Güneydoğu Anadolu’nun ekonomisi, ülkenin batısı ile birçok sektörde entegre olmuş durumdadır. Bu sektörler otomotivden tekstile, gıdadan inşaata kadar uzanıyor. Bölgemiz ekonomisinin yapısı, tamamen sınır ticareti üzerinde kurulu değildir. Ancak, sınır ticareti özellikle bölgede nakliye ve lojistik sektörünü oldukça geliştirmiştir. Zaman zaman oluşan bölgesel krizlerden en fazla etkilenen ve kırılgan olan da bu sektördür. Güneydoğu Anadolu’da 10 bin aile nakliye ve lojistik sektöründen geçimini sağlıyor. Özellikle Suriye’deki son gelişmeler, bu ülke ile ticaret hacmini geliştiren bölge illerini (Gaziantep, Hatay, Urfa) olumsuz bir şekilde etkiledi ve bu durumdan çok zarar gördük. Daha önce ifade ettiğimiz Suriye ile olan ticaret hacmi, bu ülkedeki gelişmelere bağlı olarak 1 milyar dolardan sıfır noktasına geriledi. Sınır ticari faaliyetini sürdüren Hatay, Urfa, Gaziantep’teki birçok firma, bu gelişmelerden olumsuz bir şekilde etkilendi.
Yine Doğu Anadolu’da İran’la son dönemlerde yaşanan siyasi gerginlik, sınır ticaretinde aşama kaydeden sınır illerini olumsuz etkiledi. İran’la sınır ticaretini, genelde hayvancılık, tekstil ve gıda sektörleri yapıyor. Bölgemizdeki siyasi gelişmelerdeki dalgalanma, buradaki sınır ticaretinin doğrudan etkilenmesine neden oluyor ve bu durum Doğu Anadolu illerinin ekonomik yaşamını olumsuz etkiliyor.
Bölgesel krizin Güneydoğu Anadolu’daki illeri etkilemesi doğaldır. Beraberinde Türkiye ekonomisi az da olsa etkileniyor. Çünkü sınır ticaretinde satılan mal ve hizmetlerin önemli bir kısmı (gıda, tekstil vb), ülkenin batısındaki üretici firmalardan alınarak yapılıyor.
Bütün bu gelişmelerin yanında ülkenin temel sorunu olmaya devam eden Kürt meselesinin çözümsüzlüğü, çatışma ve şiddetin yaygın bir şekilde sürüyor olması, komşularla olan ticareti, özellikle de sınır ticaretini olumsuz etkiliyor. Bütün bu ekonomik tedbirler başarılı olsa bile Kürt meselesini çözmediğimiz, bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamadığımız sürece, bölge ekonomisinin Türkiye ekonomisi ile entegrasyonu yavaşlıyor, bölgeler arası geri kalmışlık farklılığını ortadan kaldıramadığımız gibi bu durum giderek daha da derinleşiyor. Bu bakımdan bu meselenin çözümü, artık elzem bir zorunluluk olarak, ülkede yaşayan herkesin ve her kesimin önündeki en temel görevlerden biri olarak duruyor.