Heinrich Böll Stiftung İstanbul Ofisi’nin 30. yılı kapsamında düzenlediğimiz konferansın konuğu Prof. Dr. Hartmut Rosa, katılımcılara siyaseti çatışma değil, ortak bir geleceği birlikte inşa etmek üzerinden tanımladığı bir gelecek vizyonu anlattı. Çünkü ona göre, bugünkü düzen geçmiş vaatlerini yerine getirememişti.
Gökyüzü kapkara bulutlarla kaplıyken yarını hayal edebilme gücünü nereden buluruz? Kasvetli ve sakatlayıcı siyasi koşullarda geleceği inşa edecek fikirler nasıl yeşerebilir? Heinrich Böll Stiftung İstanbul Ofisi olarak, 30. yıl etkinliklerimiz kapsamında düzenlediğimiz iki panelden oluşan konferansın yanıt aradığı sorular bunlardı.
11 Ekim 2024’te Salt Galata’da yapılan “Geleceğin kilidini açmak: Türkiye üzerine yeni bir tasavvurun yolları” başlıklı konferansın ana konuşmacısı, Jena Üniversitesi’nden sosyolog ve düşünür Prof. Dr. Hartmut Rosa idi. Rosa’ya Galatasaray Üniversitesi’nden siyaset felsefecisi Doç. Dr. Zeynep Savaşçın ile Heinrich Böll Stiftung İstanbul Ofisi Direktörü Dr. Dawid Bartelt de eşlik etti.
Bartelt, konferansın açılışında 30. yıl etkinlikleri kapsamında neden bu konuyu işlemeyi seçtiğimizi anlattı.
“Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve bir arada yaşamı savunanlar için son 30 yıl umutla umutsuzluk, sevinçle üzüntü, başarıyla başarısızlık ve zaferle yenilgi bir arada olduğu mücadele yıllarıydı. Şimdi ise giderek daha da yaklaşan duvarlarla çevrililer. Geleceği düşüdüklerinde akıllarına tehdit, darlık ve karanlık geliyor. Bu, geleceği felç eden sistematik ve kasıtlı bir korku politikasının sonucu. Zihinsel, duygusal ve fiziki hasara neden olan bir şiddet biçimi. Hem bireysel hem de kolektif olarak zararlı. Ancak biz diyoruz ki gelecek bilinmez olsa da şekillendirilebilir bir açıklıktır, olasılıklarla doludur. Bu açıklığı entelektüel ve politik bir tutum olarak yeniden keşfetme ve güçlendirme zamanı. Sonuçta yenilgilerden de öğrenilebilir. Dahası Türkiye’de sivil toplum hâlâ aktif, renkli ve güçlü. Duygusal bir rezervuarı mücadele, direniş ve kazanımlarla dolu. Yani, konuğumuz Hartmut Rosa'ya göre, rezonansı gerçekleştirmenin ön koşullarına sahip.”
Bartelt bu şiddet dolu, kutuplaştırıcı politika biçiminden yılgın nesiller yetiştiğine işaret ederek, rezonans kavramı ve gelecek perspektifleriyle ilgili sunum için sözü Dr. Rosa’ya bıraktı.
Belirsizliklere açık olmak
Konferansın ilk panelinin başlığı, “Hızlanma, yabancılaşma ve rezonans: Zor siyasi koşullarda geleceği inşa edebilmek için toplumsal pratik önerileri” idi.
Hartmut Rosa’ya göre, Türkiye zengin geçmişi, coğrafi konumu ve sosyal dokusuyla dünyanın istikametine dair harika bir örnek olabilirdi. Bu yüzden de Türkiye’de bugünkü tıkanmışlık ve gelecek perspektifleri hakkında konuşmanın anlamlı olduğunu anlatarak başladı.
Rosa’nın sunumundan öne çıkanlar şöyle:
- Bizler gelecek nesiller, çocuklarımız için bir şey inşa ettiğimize inanıyoruz. Bu modernitenin vaadinin temeliydi: gelecek nesiller için daha iyi bir dünya inşa etmek. Ve bu daha iyi dünyanın yoksulluktan, kıtlıktan ve cehaletten kurtulmak gibi maddi boyutları da vardı. Tabii ki insan hakları ve insanların yaşamak isteyeceği demokratik bir dünya da bunun bir parçasıydı. Ama bu vizyonu bir şekilde kaybettik.
- Böylece sadece geleceği değil, bir anlamda geçmişi de kaybediyoruz. Çünkü uzun zaman geçmişin, aydınlanma, demokrasi, liberalizm, insan hakları ve bizim savunduğumuz değerler olduğunu düşündük. Özgürlüğün, ilerlemenin hikayesi buydu. Şimdi bir tür yeniden yorumlama yaşanıyor ve Avrupalılar, geçmişlerinin sadece aydınlanma ve insan hakları olmadığını, aynı zamanda sömürgecilik, emperyalizm, baskı, zulüm, cinsiyetçilik de olduğunu keşfediyorlar. Yani gelecek, her zaman geçmişle bağlantılı.
- Ve bence rezonansın açık bir şekilde tarihsel bir yanı var; nereden geldiğinizi bilmek, tarihinizi dinlemekle bağlantılı. Rezonans, demokratik bir rezonansa katılmak, olası geçmişler hakkında, nereden geldiğimiz, ondan ne öğrenebileceğimiz, neyi anlattığı üzerine bir diyalogda olmak demek. Geçmiş ne kadar çoksa, o kadar çok gelecek olabilir. Türkiye, doğu ile batı, kuzey ile güney arasında. Bir anlamda, dünyanın merkezi. Nereye gitmek istediğimiz konusunda ayrıcalıklı bir yerde. Olası bakış açıları, olası gelecekler ve olası geçmişler neler, oraya nasıl ulaşabiliriz?
- Bugün bir toplum, ancak istikrarlı bir dinamizm varsa modern sayılabiliyor. Ve bu sadece dinamiklik değil, giderek daha da dinamik hale gelmek demek. Sadece mevcudu koruyabilmek bile sistematik büyüme, teknolojik hızlanma ve kültürel yenilik gerektiriyor.
- Asla “Tamam, burada duralım” diyemezsiniz. Bu bireyler için de geçerli. Çoğunuzun her yıl sadece mevcudu koruyabilmek için daha hızla koşmanız gerektiğini hissettiğinizi varsayıyorum. İki güçlü imge geliyor aklıma. Biri, çoğu insanın içinde sıkışıp kaldığını hissettiği hamster tekerleği. Diğeri ise aşağı inen bir yürüyen merdiven. Durduğunuz anda geri düşüyorsunuz.
- Bu dinamik istikrar mantığı, bir tür saldırganlığa yol açıyor. Doğaya, kendimize ve siyasal alanda ötekilere karşı saldırganlık içinde yaşıyoruz. İnsanlar birbirlerini siyasi rakipler olarak değil, insanlığın düşmanları olarak görüyor. Modernite programı kontrol edilemez canavarlar yarattı, savaş kontrol edilemez bir canavar, ekolojik yıkım da öyle. Ruhen de depresyon ve tükenmişlik gibi kontrol edilemez canavarlar yarattık.
- Oysa diğerlerini doğal düşmanlar olarak görmek hatalı. Siyaset, öncelikle içinde yaşadığımız toplumu birlikte şekillendirmekle ilgili. Mücadele ve çatışma bir noktaya kadar doğal. Ama gerçek cumhuriyetçilik, farklı inançları, farklı görüşleri, farklı anlayışları duymaya da gönüllü olmak demek. Ancak böyle bir karşılaşma içine gireriz ki bu karşılaşma diyalog yaratır. Karşılaşma, tartışmalardan ibaret değildir.
- Demokrasi, zaten ortak olan bir şeyle başlamaz. Bu, kolektif bir proje fikridir. Benim gelecek dünya anlayışım sizinkinden ve ötekilerden farklı olacak. Tam da bu yüzden bir araya gelmeliyiz.
- Sivil toplum için umut var. Yeniden başlama kapasitesi var ve bu kapasite ancak bir rezonans süreciyle, dinleme, yanıtlama, dönüşüm be belirsizliğe açık olmakla çıkar.
Dr. Rosa’nın ardından konferansın panel bölümünde sözü Galatasaray Üniversitesi’nden Zeynep Savaşçın aldı ve Rosa’nın işaret ettiği ilişkiselliğin değerini vurguladı:
“Rezonans teorisi, aynı zamanda kamusal alanın ve demokrasinin de teorisi, çünkü bize kamusal alan sadece aklın değil, aynı zamanda hislerin alanı olduğunu öğretiyor.”
Panelin “Bizler ‘Z kuşağı’, duvara mı çarptık?: Geleceğimizi inşa edecek perspektifler” başlıklı ikinci oturumunda ise gençler Heinrich Böll Stiftung Türkiye Temsilciliği Program Koordinatörü Yonca Verdioğlu moderatörlüğünde söz aldılar. Üç genç aktivist ve aynı zamanda hbs bursiyeri olan Berfin Hanalp, Baran Örnek ve Nevzat Taşçı, kendi aktivizm alanlarından tecrübelerini, mücadelelerini ve beklentilerini aktardılar.
En çok da Rosa'nın bahsettiği gibi var olmaya, duyulmaya, müdahil olmaya ihtiyaçlarını olduğunu söylediler. Değişen dünyada bu müdahilliğin imkanlarını anlattılar. Teknoloji ve sosyal medyanın yarattığı ürküntüye karşı kendilerinden üst kuşakları teselli de ettiler.
Konferansın tamamı Türkçe ve İngilizce olarak YouTube kanalımızda.
Konferans: Türkiye üzerine yeni bir tasavvurun yolları | I: Zor koşullarda geleceği inşa edebilmek - Heinrich Böll Stiftung İstanbul Ofisi
Watch on YouTubeKonferans: Türkiye üzerine yeni bir tasavvurun yolları | II: Bizler ‘Z kuşağı’, duvara mı çarptık? - Heinrich Böll Stiftung İstanbul Ofisi
Watch on YouTube