Türkiye’de milliyetçilik yükseliyor mu?

Makale

Milliyetçiliğin yükselişi, Türkiye'de özellikle 2023 seçimleri sonrası popüler bir argüman. Ancak milliyetçilik, ne idare üzerindeki etkisi, ne de seçmen eğilimleri bakımından yükselişte. 

Turkish flag and election flags of Justice and Development Party, Nationalist Movement Party on the window of village house Isparta, Türkiye, 2023
Teaser Image Caption
2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu öncesi Isparta'da bir evin camı. Cumhur İttifakı'nın büyük ortakları MHP ve AK Parti bayraklarına Türk bayrağı eşlik ediyor. 21 Mayıs 2023.

Türkiye’de milliyetçiliğin yükselişi” başlığını iki ayrı düzlemde değerlendirmek gerekir. 

Birincisi, bir siyasi kimlik olarak, -belki Avrupa’daki güçlü dalgaya benzetilerek- milliyetçiliğe ilgi ve desteğin artıp artmadığı. İkincisi ise geleneksel olarak devlet refleksindeki, özellikle son on yılda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ittifakındaki (Cumhur İttifakı) ve genel siyasetteki milliyetçiliğin belirleyici rolü. 

Yani iktidara yansıyan milliyetçilik görünümlerini ve seçmen davranışlarını etkileyen eğilimleri, niteliksel ve niceliksel iki eksen olarak ele alabiliriz. Elbette ikisinin birbirini doğrudan etkileyen ve belirleyen, yahut çelişen tarafları var. Bunun en çarpıcı örneği, Cumhur İttifakı son derece milliyetçi bir rota izlerken, AKP’nin tam olarak milliyetçi bir parti sayılamayacak olması. 

AKP, iktidar performansında ve tabanında milliyetçiliği kullanan, buna karşılık olarak da onu taşıyan bir yapıya dönüştü. İktidar bloku içindeki güncel tartışmalarda, bu gerilimin izlerini görüyoruz. Milliyetçiliğin seçmen tabanının genişlediği iddialarının bir kaynağı da, reel siyasetteki pazarlıklarla ilgili ve biraz spekülatif. Herkesin milliyetçiliğe müracaat etmesi ise bu kimliği aslında kimin temsil ettiğiyle ilgili tartışmaları, pozisyon çeşitliliğini ve milliyetçi parti enflasyonunu yaratıyor. 

Türkiye’de milliyetçilik, -bağımsız siyasi kimlik olmanın yanı sıra- bütün partilerde, siyasal hareketlerde, kurumlarda farklı form ve dozda temsil ediliyor veya taşınıyor. Ancak özel olarak bir milliyetçi yükselişten bahsedilecekse, bu kimlikle etiketlenmiş partileri dikkate almak gerekir. Üç tanesi mecliste temsil edilen bu partilerin listesi uzun: MHP, 57 yıldır geleneksel milliyetçi çizgiyi temsil ediyor ve “Beka Davası” çerçevesinde Erdoğan iktidarını destekliyor. Büyük Birlik Partisi (BBP), 1992’de İslamcı hassasiyetleri daha yüksek kesimlerin MHP’den ayrılmasıyla kuruldu ve o da iktidar ittifakında yer alıyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde bağımsız aday olan ve ikinci turda Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyen eski MHP’li Sinan Oğan’ın kurduğu partinin adı ise Türkiye İttifakı. İYİ Parti, 2016’da MHP içindeki muhalefet hareketi olarak çıkan ekibin partiden ihracı sonrasında 2017’de kuruldu. İYİ Parti, bir süre merkez sağ parti olma iddiasını sürdürse de seküler cumhuriyetçi bir çizgide ve milliyetçilik dozunu giderek artırarak yola devam ediyor. Zafer Partisi (ZP) ise İYİ Partilerle MHP’den ayrılan ama sonra İyi Parti’den de kopan ve göçmen meselesini öne çıkaran ırkçı tınıları güçlü bir çizgide. Bunların dışında, yine İYİ Parti’den ayrılan eski parti sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu ile eski İYİ Parti milletvekili ve eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu parti kurma hazırlığında. Ayrıca MHP’nin efsanevi kurucu önderi (Başbuğ) Alparslan Türkeş’in halen AKP milletvekili olan oğlunun, milliyetçi partiler ligi kurma önerisi var. BBP’den ayrılan bir ekibin kurduğu Milli Yol Partisi (MYP) ve ulusalcı çizgide olduğunu iddia eden Cumhuriyetçi Vatanseverler Partisi (CVP) de listeye eklenebilir. Elbette en sert ulusalcı çizgiyi savunan, Erdoğan’ı destekleyen, Avrasyacı ve Maocu Vatan Partisi (VP) de unutulmamalı. 

Bu makalede, yukarıdaki paragraftan anlaşılacağı üzere abartılı bir heves ve popülerliğe konu olan abartılı hareketliliğe rağmen, hem devlet yönetimindeki (iktidardaki) ağırlığı hem de seçmen eğilimlerindeki değişim açısından, milliyetçilikte radikal bir ‘yenilikten’ veya özel bir yükselişten bahsedilemeyeceğine değineceğim. 

Aslında her iki durum için de, bir eskimeden ve kronikleşen bir tıkanmadan söz edilebilir. Türkiye milliyetçiliği, doğuş ve gelişme dinamiklerinin etkisiyle, hâkim devlet siyasetinde hep var oldu; seçmen nezdinde de 70’li yıllardan itibaren önemli bir destek buldu. Ülkeyi yönetenler, özellikle kriz dönemlerinde, kimi zaman iç kimi zaman dış düşmanlar vehmederek, savunma ideolojisi olarak milliyetçiliğe sarıldılar. AKP iktidarının son on yılında da, daha önce “milliyetçiliği ayaklar altına aldığını” söyleyen Erdoğan, kendi krizini çözmek için MHP ortaklığı aracılığıyla aynı kalkana başvurdu. Kürt meselesini ve ‘yerli-milli’ söylemini merkezine alan kutuplaştırma ve ötekileştirme politikasıyla, milliyetçi-maneviyatçı bir çoğunluk bloku inşa etmeye yöneldi. Bu haliyle Cumhur İttifakı, 70’li yıllardaki “Milliyetçi Cephe” koalisyonları veya 12 Eylül 1980 darbesinin “Türk-İslam Sentezi” fikriyatının yeni versiyonuydu. 

Türkiye Cumhuriyeti, 100 yaşını iki önemli seçimle geçti. 2023’te cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimi, 2024’de ise yerel seçim. Milliyetçilik penceresinden genel görünüm şöyle: MHP, 2023’de bir önceki seçimdeki oy oranını korudu ve iktidar üzerindeki baskısını agresif çıkışlarla artırdı. Muhalefet ittifakında yer alan, İyi Parti ise -kısa bir ayrılma hamlesine rağmen- 2023’de ittifakta kaldı ama seçmenini motive edemedi. 2024 yerel seçimde ise muhalefet ittifakından ayrıldı ve ciddi oy kayıplarına uğradı. Zafer Partisi ve bazı milliyetçi gruplar, 2023 yılında cumhurbaşkanlığı seçimi birinci turunda bağımsız aday Sinan Oğan’ı destekledi. İlk turdu yüzde 5 oy alan Oğan, ikinci turda Erdoğan’ı desteklediğini açıkladı. Zafer Partisi ise ikinci turda, gizli bir protokolle ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) adayının yanına geçti. 

İktidarın, Kürt siyasi hareketinin (Sırasıyla Halkların Demokratik Partisi - HDP, Yeşil Sol Parti - YSP ve DEM Parti) muhalefete katkısını, milliyetçi bir provokasyona çevirmeyi başarması, 2023’te muhalefetin yenilgisinde önemli etkili oldu. 2024 yerel seçimine ise seçmen, ne iktidarla yarışırcasına DEM Parti (Kürt) alerjisine oynayan ve CHP’ye yüklenen milliyetçi muhalefete ne de bildik kutuplaştırma temalarına yaslanan iktidara onay verdi. CHP, birinci parti oldu ve alışık olmadığı bir coğrafyaya doğru genişledi. (Bu arada CHP, oy oranıyla Avrupa’da en çok destek bulan merkez sol partiler arasında.)

Oy hareketleri ve taban dinamikleri açısından bir yükseliş var mı?

2023 ve 2024 seçimleri penceresinden bakınca, özellikle de iki seçim arasındaki değişim, pek çok açıdan yeni bir tablo ve imkânlar sunuyor, ama milliyetçiliğin yükseliş trendini ve popülerleşmesini pek işaret etmiyor. Aksine, sadece negatif motivasyonlara hitap eden, müstakil siyasi iddialardan yoksun ve en önemlisi tepkisellik dışında siyasi kabiliyeti sınırlı milliyetçilikte tıkanmasının kalıcılaştığını gösteriyor. 

Berlin Germany June 18, 2024: After winning their preliminary round match against Georgia, the Turks celebrate on Kurfürstendamm.
Almanya'da gerçekleşen UEFA şampiyonasında Türkiye Gürcistan ile karşılaşmadan galip ayrılınca sokaklarda gösteri yapanlar, 18 Haziran 2024, Berlin. Maçlar sırasında Türk milliyetçilerinin siyasi sembolü bozkurt işaretinin ırkçı bir içerik taşıyıp taşımadığı tartışmaları yaşanmıştı.

Gündelik siyasi tartışmalarda “milliyetçiliğin yükselişi” iddiası, oy tabanındaki genişlemeyi ima ederek kullanılıyor ve öyle anlaşılıyor. Özellikle 2023 genel seçimi sonrasında, yaygın bir görüş haline gelmişti. 2023’te, iktidar ittifakındaki MHP’nin beklendiği kadar oy kaybetmemesi, muhalefetteki İYİ Parti’nin yüzdesini koruyor görünmesi, Zafer Partisi’nin taban tutmaya başlayacağının düşünülmesi ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde milliyetçi aktörlerin agresif ve bozucu atakları, milliyetçi oy tabanında genişleme istidadı gibi yorumlandı, biraz da pazarlandı. 

Ancak sayısal olarak, “yeni” bir tırmanıştan söz etmeye değer bir gelişme yoktu. Dalgalanmalara açık ama süreklilik gösteren bir seviyeden veya sabit hale gelen bir oy yatağından bahsetmek daha doğru. 

Kendilerini milliyetçi parti olarak etiketleyen ve seçmenin böyle kabul ettiği, MHP, İYİP, ZP ve BBP’nin 2023’teki toplam oyu (yüzde 22) 2018’deki orana (yüzde 21) çok yakın. 25 yıl önceki 1999 seçiminde bile, MHP ile BBP’nin oyu yüzde 20 sınırına (yüzde 19,5) yaklaşmıştı. Dolayısıyla yüzde 1-2 seviyesindeki küçük dalgalanmalardan, bir yükseliş çıkarmak çok isabetli sayılmaz. 

Ve 2024 yerel seçim sonuçları, milliyetçi partilerin toplam oyunun istikrarlı bir yükseliş göstermediğini hatta harici faktörlere bağlı olarak dramatik düşüşler de yaşayabileceğini, ideolojik tabana kolayca büzülebileceğini gösterdi. Zira bu siyasi kimliğe mensup ya da yakın duran seçmenin, bu etiketteki partilere sadakati, abartıldığı kadar yüksek değil. Milliyetçi söyleme açık seçmen kalabalığı ile bu siyasi kimliğe mensubiyet bilinciyle bağlı ve ondan bir gelecek umanlar arasındaki fark, iki seçim arasında açıkça görüldü. Sayısal tabloya bu gözle bakıldığında, 90’ların sonlarından itibaren -neredeyse çeyrek yüzyıldır- milliyetçi partilerin sadık seçmeninin (±) yüzde 10-15, genişleme potansiyelinin de yaklaşık (±) yüzde 20-25 olduğu, sabitleşen bir oy aralığı görülüyor. Ayrıca kentli ve seküler kesimlere yaslanan İYİP ve ZP’nin, beklenen potansiyele ulaşamayıp yüzde 10 sınırının altında kalması, milliyetçi seçmenin oy coğrafyasındaki ağırlığını, hala – siyasi olarak kısır – taşrada tutuyor. 

Eğer milliyetçi bir oy patlamasına örnek aranıyorsa, 90’lara bakmak gerekir. MHP, 90’larda oylarını 10 katına (1989’da yüzde 1,9’dan 1999’da yüzde 18’e) çıkardı, Anadolu taşrasından batıya, büyük şehirlere ve kıyılara doğru genişledi. 90’ların ortasından itibaren merkez partiler gerilirken, uç sağdaki partiler palazlandı. AKP’nin öncülü Refah Partisi’yle birlikte, MHP de hızlı bir oy artışı yaşadı. 

Bu süreçte, dönemin iktidarlarının sert Kürt politikasının bağlı olarak, milliyetçiliğin ihtiyaç duyduğu düşmana kavuşmuş olmasının büyük etkisi olduğu açık. Ayrıca 1997 yılında İslamcı Refah Partisi’ne karşı yapılan 28 Şubat müdahalesi de, MHP’nin önünü açan faktörlerden sayılabilir. 90’lı yılların sonu ve 2000’lerin başında, lümpenleşmiş kent yoksullarının tepki potansiyelini kullanan pop milliyetçi dalgayı kendisine çeken Genç Parti gibi girişimler de beklenmedik sonuçlar alabildi. Dolayısıyla milliyetçilikte gerçek oy sıçraması için, 90’lı yılların sonunu dikkate almak çok daha doğru. Bugün ise sıçramadan daha çok, bu seviyelerde tutunma gayretindeki potansiyelin, daha kararsız hale geldiği, beslendiği dinamiklerin çok yıpranmış olduğu söylenebilir. 

Devlette ve siyasette etkinlik artışı ne kadar yeni? 

Türkiye’de milliyetçiliğin siyasetteki ağırlığı ve hatta iktidar ve muhalefet bloklarında belirleyici bir unsur haline gelmesi, yeni değil. Taban desteğinin çok üzerinde siyasi etkiye sahip olmak, Türkiye milliyetçiliğinin doğuş ve gelişme özelliklerinden kaynaklanan hayli eski bir hadise. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecinde toplumsal ve siyasal travmadan üretilen “beka davası”, Türkiye siyasi kültürünün ve devletin genetik kodlarında yer alır. Beka davası, yani var kalma mücadelesi, çeşitli zamanlarda farklı “iç ve dış düşmanlarla” (Batı düşmanlığı, anti-Semitizm, Komünizm nefreti, Kürt alerjisi) ilişkilendirilir. 

100 yıl önce kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş harcında da bolca milliyetçilik var. 6-7 Eylül 1955 pogromunda olduğu gibi, Müslüman olmayan nüfusa karşı tasfiye hamleleri, sermayenin millileştirilmesi veya bazı uluslararası gerilimlerde iç destek sağlanması, hep milliyetçi provokasyonlar eşliğinde yapıldı. Soğuk savaş dönemindeki NATO merkezli antikomünizm stratejisinin Türkiye örgütlenmesi ve onun illegal (gladio) parçaları da, milliyetçilik ve milliyetçi kadrolar üzerinden şekillendi. Bu üç faktör, Türkiye sağının kültürel kodlarında güçlü izler bıraktı, ideolojik kanatların (İslamcılık ve milliyetçilik) kitleselleşmesinde kullanıldı. 

Son yıllarda AKP-MHP iktidarının kutuplaştırıcı “yerli-milli” söylemi de bu kaynağı kullanıyor. Diğer yandan cumhuriyet ideolojisinin içinde ve kurucu parti CHP’de de, milliyetçilik ana unsurlardan biri. Antiemperyalizm esintili komplocu batı karşıtlığı, “ulusalcılık” olarak isimlendirilen bir milliyetçilik türü üretti. Son yıllarda önemli bir sorun haline gelen mülteci meselesini bayrak edinmiş “yabancı” (göçmen) düşmanlığı da, ayrı bir çizgi olarak belirmeye başlamış durumda. 

Bugün iktidarın gayri resmi ortağı MHP’nin güvenlik ve yargı politikaları başta olmak üzere pek çok alanda yüksek etkinlik kazanması, canlı ve güncel bir tartışma. Erdoğan’ın, başkanlığını sürdürmek için yüzde 50+1 oya ihtiyacı nedeniyle MHP’ye mahkûm kaldığı ve MHP’nin devlet içinde çok ciddi kadrolaştığı söyleniyor. Fakat MHP, kurulduğu tarihten itibaren, devletle her düzeyde yakın temas içinde oldu. Antikomünizm, AB karşıtlığı veya Kürt alerjisi gibi, tepkisel potansiyeli yüksek iç ve dış politika meseleleri, MHP tarafından denetlenen kırmızı çizgilerle dolu. 

70’li yıllardaki MHP, şimdiye göre çok daha düşük oy oranına rağmen sağ blok hükümetlerinde, (Milliyetçi Cephe) ittifaka ismini verecek kadar yüksek ağırlığa sahipti. 90’lı yıllarda izlenen sert Kürt politikasına imza atan iktidarın gizli ortağı yine MHP oldu. 90’ların sonundaki Bülent Ecevit liderliğindeki ulusalcı merkez sol parti Demokratik Sol Parti (DSP) ile koalisyon kurdu. Bütün bu tarih boyunca, milliyetçi kadrolar devlet içinde her zaman çok etkin oldular. Milliyetçilik, devlet nezdinde muteber bir etiket, hatta zaman zaman bir tür mecburiyet haline getirildi. 

Bugün muhalefeti oluşturan partiler ve özellikle CHP’de de, milliyetçiliğin etkinliği hayli geriye gidiyor. Milliyetçilik, cumhuriyetin kurucu ideolojisinde önemli bir unsurdu ve uzun süre devlet partisi vasfı taşıyan CHP’nin amblemindeki altı oktan birinin milliyetçilik olması da hiç sembolik sayılamaz. (Ancak bu, tıpkı AKP’de olduğu gibi CHP’yi “milliyetçi parti” olarak etiketlemeye yetmez.) 

Kıbrıs sorunu gibi dış politika meselelerinde, CHP milliyetçiliğe sık sık müracaat etti. Milliyetçiliğin geleneksel batı karşıtlığının “sol” versiyonları da üretildi. Sadece AKP iktidarı dönemine baksak bile, 2002-2011 döneminde CHP, AB üyeliği ve Kürtlere dönük çözüm sürecinin en sert muhalifi milliyetçilerle, kimi zaman tamamıyla kimi zaman etkili kanatlarıyla yakın temasta oldu. 2014 yılında MHP ve CHP, Erdoğan’a karşı ortak cumhurbaşkanı adayı çıkardı. 2017’den itibaren MHP’den ayrılan İYİ Parti, muhalefet bloğunun ikinci partisi olarak, cumhurbaşkanlığı seçiminde adayı belirleme, CHP ile eşit söz hakkı ve Kürtlerin muhalefetten dışlanması taleplerini gündeme getirecek kadar etkili oldu. 2023’te cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldığında, CHP’nin adayı Kılıçdaroğlu, ırkçı çıkışlarıyla bilinen Zafer Partisi lideri ile -İçişleri Bakanlığı ve MİT’i verme vaadiyle- gizli bir işbirliği protokolü yapmaktan çekinmedi. (Zafer Partisi ile ittifakın, - milliyetçi aday Sinan Oğan’ın tavrıyla büyüyen- panik haliyle açıklanabilecek tarafları var ama “milliyetçilik yükseliyor” gürültüsünün de etkisi kabul edilebilir.)

Yükseliş olmadı, hızlı düşüş henüz başlamadı ama krizi derinleşiyor

Milliyetçiliğin sayısal ve niteliksel bir yükseliş işareti vermemesi yanında, fikri ve siyasi bir duraklama içinde olduğu ve aslında sanılan kadar yüksek inisiyatifi olmadığı ortada. Türkiye’de milliyetçi partilerin, geleneksel olarak siyasete pek yatkın ve yetenekli olmadığı rahatça söylenebilir. Bazı ciddi ideolojik iç tartışmalar olsa bile, farklı milliyetçi partilerin ekonomik tercihler, toplumsal meseleler ve dış politika gibi konuların hangi noktalarında ayrıştıkları, çözüm için ne önerdikleri anlaşılamıyor. Kadroları da destekçileri de, bu konularda ikna edici gerekçelerle ilgilenmiyorlar. 

Milliyetçilik için, hedefleri (hayalleri) değil sınırları (yasakları) belirlemek, her zaman daha önemli. Devletin kırmızı çizgilerini çizmek, yani “fikri (milliyetçi hassasiyetleri) sürekli iktidarda tutmak” ve toplumu teyakkuzda tutacak tepkilerin taşıyıcısı olmak hep daha konforlu. Devlet hakkındaki eleştiriler de, “yanlış ellerde olmasından” veya liyakatsizler yüzünden itibar kaybetmesinden ileri gitmiyor. Hatta milliyetçiliğin siyasi fonksiyonunun, devletin veya siyasi ittifakların eksiğini kapatmakla sınırlı olması bile fazla mesele edilmiyor. Milliyetçilik, çözüm veya cevap üretmedeki siyasi kapasitesizlik sorununu, “eksik tamamlama” pozisyonları alarak ve bunu pazarlık meselesi yaparak gideriyor. Araçsal rolün kabulü, konjonktürel kırılganlığı artırıyor.

Milliyetçiliğin müstakil bir siyasi karakter kazanamamasında, bir tür siyasal vesayet meselesine dönüşen ve -Kürt ve göçmen meselesine yaslanarak- siyaseti esir alan, “beka davası”nın payı büyük. Beka kaygısı ve oradan türeyen düşmanlar, sürekli tazelenen bir içerikle milliyetçilerin siyasi güzergahını çiziyor. Türk milliyetçiliğinin Nizam-ı Alem Davası (dünyaya düzen getirme ülküsü) da, bu hedefin koşulu “Devlet Ebed Müddet” (tek, sürekli ve sonsuza uzanacak devlet ideali) şiarını asla aşamıyor. “Beka davası,” her hal ve şart altında devleti güçlü tutmak önceliğiyle, saldırgan bir baskı, -kaynağı muğlak- bir korku üretiliyor. Tarihten derlenmiş, komplo teorileriyle bezenmiş, komplekslerle süslenmiş muhayyel endişeler, en tehlikeli ötekileştirmeler ve düşmanlaştırmalar, sınırsız bir pragmatizm, ölçüsüz biçimde kullanımda. 

AKP-MHP ittifakının, iktidarın bekasını, memleketin bekasıyla eşitlemesi, gerçekle bağı iyice zayıflamış bir hamaset eşliğinde ve post-truth ile uyumlu. Çoğunlukçuluk, istikrar kriteri haline getirildi, her şey güvenlik endişesine malzeme yapılabildi. Erdoğan, iktidarda kalmak için, her iki seçimde de, AKP’ye kaybettiren ve MHP’ye kazandıran bir kampanya yürütmekte sakınca görmedi. 2024’de milliyetçiliğin araçsal desteği, AKP’nin dramatik yenilgisini büyüttü. Bundan sonrasını, bu mecburiyet (mahkûmiyet) ve iktidarın yarattığı hasarları tamir için gerekli esneklik (normalleşme[i]) arasındaki gerilim belirleyecek. İlk işaretler, ibrenin normalleşme yerine “eski normale” döndüğü şeklinde.

Muhalefet, 2023’te kazanacağına inandığı seçimi, aday tartışmaları ve iktidarın yönettiği milliyetçi provokasyonun etkisiyle kaybetmişti. Seçimin kaybedilmesinin gerekçelerine ilişkin bazı argümanlar, “milliyetçilik yükseliyor” kanaatiyle buluşturuldu. Milliyetçilerin mesele ettiği, Kürtler ve Aleviler gibi çevrelerin muhalefetteki ağırlıkları hatta görünürlükleri, yenilgi sebeplerinden sayıldı. Milliyetçiliğin, muhalefette yeterli temsil edilmemesinin başarısızlıktaki etkisi konuşuldu. Ancak 2024 yerel seçimine genel başkan değişikliğini de içeren bir yenilenme motivasyonuyla giren CHP, beklenmedik bir zafer kazandı. 2023’teki rezervleriyle seçimi etkilemiş milliyetçi partilerin seçmeni bile, sonuç alabilmek için CHP’de toparlanmayı seçti. 

Bu sonucu üreten çok sayıda faktörden bahsedilebilir ama milliyetçilik başlığında görünen tablo şöyle: Yerel seçimde CHP bir milliyetçi partiyle ittifak, açık ya da gizli protokol yapmadı, bir borçluluk yaratmadı. Genel kampanyasında, özel olarak milliyetçi vurguları artırmadı. (Yerel olarak ve adaylar üzerinden milliyetçilik elbette kullanıldı.) 

Buna karşılık bağımsız hareket eden milliyetçi partilerin, rövanşist “kaybettirme” stratejisi sonuç vermedi. Göçmen sorununun oy patlamasına neden olacağı iddiaları karşılık bulmadı. Milliyetçiliğin kurumsal temsilcileriyle pazarlık yapılmadan sonuç alınamayacağı iddiaları zayıfladı. “Milliyetçi damga” inadının, çözüm ve iktidar değişikliği talebinden daha güçlü olmadığı görüldü. 

Bu tablo, milliyetçi seçmenin teveccühü ve yeni coğrafyanın, CHP’nin üstündeki milliyetçilik yükünü artırması çok büyük ihtimal. Fakat iktidarın, “normalleşme” yerine “eski normal” politikalarında ısrarı ve kayyım hamlesi karşısındaki özgüvenli duruş, yükün baş edilebilir umudunu artırıyor. Ekrem İmamoğlu’nun başkan seçildiği Belediyeler Birliği seçiminde, DEM Partili belediye başkanları ile milliyetçi belediye başkanlarına aynı yönetim kurulunda yer verilmesi de iyi bir örnek. 


[i] Editörün notu: İktidardaki AK Parti'nin 30 Mart yerel seçimlerinden ikinci olarak ayrılması sonrası benimsediği rivayet edilen yeni siyaset Türkiye kamuoyunda böyle anılıyor. Normalleşmeden kasıt, muhalefetle lider düzeyinde birebir görüşmeler, ülkenin kaderini belirleyecek bazı seçili konularda muhalefetin de görüşünün alınması ile otoriter eğilimlerde belli bir yumuşama. AK Parti'nin normalleşme çabalarının motivasyonunun, yeni anayasa süreci için destek toplamak olduğu görüşü hâkim.