İnsani güvenliği yeniden düşünmek- İlerici bir dış politika ve güvenlik politikasının ilkelerini geliştirmek

Kriz dönemlerinde çatışmaların giderilmesinde sivil ve askeri yaklaşımları bir arada devreye sokmak ve insani güvenliği ulusal güvenlik stratejilerinin merkezine koymak özellikle önemli

2640479188_b51b9bb83f_o.jpg

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı saldırgan savaş dış politika tartışmalarında Almanya Yeşiller Partisi’nin içinde de belirsizlik yarattı. Alman halkının çoğunluğu açık bir şekilde daha fazla silahlanma harcamasını, silah sevkiyatını ve caydırıcılığı desteklese de, bir başka grup da Almanya dış politikasının “militarizasyonundan” endişe duyuyor. 

Bu arada yeni Federal Hükümet ilk kez bir ulusal güvenlik stratejisi hazırlığı içinde. Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock 23 Mart 2022 tarihinde Alman parlamentosunda yaptığı konuşmada, Almanya’nın “acil askeri harcamaların yanı sıra, daha kapsamlı bir güvenlik kavramı, bir insani güvenlik yaklaşımı geliştirmeye devam etmesi” gerektiğini söyledi.

“İnsani güvenlik kavramının kökeninde Birleşmiş Milletler var. BM Genel Kurulu 2012 yılında bu yaklaşımı “insanların özgür ve onurlu bir şekilde, yoksulluk ve umutsuzluktan azade bir yaşam hakkı” olarak tanımladı ve devamında üye devletler insani güvenliğin dayandığı dört ilkeyi belirledi: “İnsan odaklı, kapsayıcı, duruma özel ve önleyici olmak.” Şiddet, baskı ve zoraki önlemlerin uygulanması bilinçli olarak bu tanımdan hariç tutuldu.   

İnsani güvenlik Almanya dış politikasının temel öğesi olarak kalmalı. Bu kavram, hem Putin’inki gibi otokrat rejimlerin saldırganlığına hem de insan yaşamının temelden yok edilmesine karşı çıkmayı içeriyor. Yeşiller Partisi 2020 Temel İlkeler Programı’nda yer alan “güvenliği ulusal sınırlarla kısıtlı değil, tek tek her insan için düşünmek” tespiti Almanya ve Avrupa dış politikalarında insani güvenliğin temel bir değer olduğuna işaret ediyor. Buna göre, sadece devletlerin barış içinde bir arada var olması değil, tek tek insanların, özellikle de en güçsüzlerin bu devletler içinde özgür ve güvenli olup olmadıkları önemli. Keza güvenlik politikaları kapsamında özgürlükçü-demokratik temel ilkelerin ısrarla uygulanması hem ülke içinde hem de sınır ötesinde devletin yaptıklarının bireysel hakları mümkün olduğunca genişletmeye yönelik olması da çok önemli.

Öte yandan en kötü ihtimalle Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı saldırı savaşı, insani güvenlik yaklaşımının tam da askeri şiddet ve diğer baskı ve zoraki önlemlerin uygulanması açısından önemli olduğunun altını çiziyor. Çünkü bu yaklaşım güvenilir bir değerler skalası sunuyor bize, askeri savunma gücü ile sosyal adalet arasında sözde bir çelişki yaratmak yerine, bir hükümetin bu türden hedefleri nasıl uzlaştırabileceğinin yolunu gösteriyor.

Çünkü çağdaş (çevreci) bir dış politika şunu gerektiriyor: Mutlak bir kesinliğin sağladığı rahatlıktan kaçınıp, bunun yerine, ilkelerin gösterdiği yolda dengeli kararlar vermek.

İnsani güvenlik tehlikede

Son yıllarda strateji belgelerinde yer alan, uzmanların da uzun süredir uyardığı soyut tehlikeler sayısız insan için giderek elle tutulur hale gelmeye başladı. Bu durum nesnel olarak tanımlanabilir zorlukları içermekle kalmayıp, bir taraftan da giderek vatandaşın öznel güvenlik algısını da yönlendiriyor. Küresel anket verilerine dayanan bir BM araştırması, dünya genelinde kendini güvende hissettiğini söyleyen kişi sayısı yedi kişide bir kişiden az. Yaşam kalitesinin düşük olduğu ülkelerde kendini güvende hissetmeyen insan sayısı daha fazla olsa da, yüksek yaşam kalitesine sahip ülkelerde de bu sayıda son yıllarda ciddi bir düşüş yaşandı; üstelik bu düşüş Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden, enerji krizinden ve 2022 yazındaki sıcak hava dalgasından önceydi.

İnsani güvenlik, yoksulluktan ve korkulardan azade, onurlu ve özgür bir yaşam demek. Yani Almanya'da geceleri rüyasında ülkesine Rus birliklerinin girdiğini gören herkesin insani güvenliğini tehlikededir. Aynı şey, yüksek enflasyon yüzünden temel ihtiyaçlarının karşılanması ve toplumsal hayata eşit katılım konusunda endişeleri olan insanlar için de geçerli. Kimileri ise toplumda artan kutuplaşmadan, yaşam dünyalarının ayrışmasından ve aşırı sağcılar, aykırı düşünenler ya da İslamcılar gibi küçük bir azınlığın radikalleşerek özgürlükçü-demokratik düzenin temellerine saldırmasından korkuyor.

İç politikada özgürlükçü- demokratik anayasal düzenin muhaliflerine karşı (kararlı bir cezai kovuşturma gibi) hukuk devletinin zorlayıcı önlemlerini de kullanarak hukukun üstünlüğü konusunda net bir duruş sergilemek ne kadar önemliyse, dış güvenliği garanti altına almak da o kadar önemli. Bu durum sadece Putin'in politikaları değil, iklim krizi, Covid-19 pandemisi ve birçok ülkede artan otoriterlik ve milliyetçilik nedeniyle de ortak ve barışçıl bir küresel yaşamı giderek daha çok tehdit ediyor.

Tüm bu tehditler iç ve dış politikadaki gelişmeler arasında yakın bir bağlantıya işaret ediyor.  var. Küresel iklimi ısıtan, bizim güncel ve geçmişteki emisyonlarımız. Ahr Vadisi’ndeki seller, Almanya'nın pek çok bölgesinde yaşanan orman yangınları ve tarım arazilerindeki kuraklık, iklim krizinin sadece gelecek nesilleri ilgilendiren bir sorun değil, günümüzde insanlık için en büyük tehdit olduğunu giderek daha açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bu noktada en korkutucu olan belki de, “1,5 derece“ senaryosunda bile dünya ikliminde bir dizi kırılma noktasına ulaşılabilecek olması.

Rus işgali, güvenlik ve barışla ilgili farklı yaklaşımların ne kadar yakından bağlantılı olduğunu gösterdi bize: İklim krizi, varoluşumuzun temellerini tehlikeye atarak güvenliğimizi tehdit ediyor. Bu nedenle, fosil yakıtların kullanımının engellenmesi ve ekonominin ekolojik bir dönüşüm geçirmesi şart. Enerjide daha güçlü bir dönüşüm orta ve kısa vadede Rus devletini gelir kaynaklarından mahrum edebilir. Ancak Rusya’nın son yıllarda yürüttüğü dezenformasyon kampanyaları, Batılı devletler arasında 2016 ve 2020 ABD başkanlık seçimlerindeki gibi kutuplaşmalara neden oldu. Bu kutuplaşma, iklimin korunmasında kapsamlı bir dönüşümün toplumsal kabulünü zorlaştırıyor. Kısaca, Putin Rusya’sı sadece Ukrayna’yı ve Avrupa’nın güvenliğini değil, insani güvenliğin en büyük tehdidi karşısında küresel bir işbirliğini de tehdit ediyor. Uzun vadeli bir güvenlik yaratabilmek için Putin Rusya’sına sınırlarını bildirmek şart.

Eskiye geri dönüş yok

Almanya Başbakanı’nın açıkladığı, Almanya’nın dış politikası ve güvenlik politikalarındaki dönüşüme paralel olarak, ulusal savunmaya ve ittifak savunmasına daha fazla özen gösterilmeye başlandı. Bu görev için Almanya ordusu güçlendirilecek ve gerektiği şekilde teçhiz edilecek. Almanya’da karar mercileri, gelecekte uluslararası arenada kimlerle işbirliğini yoğunlaştırmak istediklerini ve otokratlara bağımlılığın nasıl engelleneceğini ve azaltılabileceğini tartışıyor. Rusya’ya karşı caydırıcı önlemlerin yanı sıra bir başka önemli konu da Çin’le işbirliğine yeni bir yön verilmesi. Farklı siyasi sistemler arasında küresel bazda daha ciddi bir rekabet yaşanırken bir taraftan da küresel Güney’in üzerinde kimin yanında yer alacağını net bir şekilde ortaya koyması için baskı artıyor.

Bu gelişme, hem Batı’daki hem küresel Güney’deki birçok ülkede zaten uzun zamandır artan milliyetçilikle birleşiyor. Aynı durum Almanya’nın yakın partnerleri için de geçerli. Trump, Brexit taraftarları ya da PiS hükümet yetkilileri için dış politikada kendi ulusunu vurgulamakla sözde yabancıların, özellikle mültecilerin dışlanması kol kola ilerliyor. Britanya hükümeti mültecileri otoriter Ruanda hükümetinin ülkesine götürmek, böylece iltica isteyen insanların sorumluluğunu üçüncü bir ülkeye yüklemek istiyor. Polonya, iki milyondan fazla Ukraynalıya kollarını açarak içeri alırken, Belarus sınırına dikenli tel çekti. Polonya hükümeti ve onunla birlikte AB, Orta Doğu’dan gelen birkaç bin sığınmacı yüzünden, Belarus diktatörü Lukaşenko’nun baskısını sineye çekti. Sınırın Polonya tarafında çocuklar ve aileler sınır dışı edildi, edilmeyenler kapalı göç merkezlerine hapsedildi. Polonya Başbakanı bu konudaki yorumu şöyleydi: “Lukaşenko’nun Polonya-Belarus sınırına saldırması, Ukrayna’da savaşının ilk fişeğidir.”

Bu türden bir milliyetçi güvenlik anlayışının artması tehlikesi gündemde. Almanya'da bu gerçek, özellikle artan enerji giderlerinin kış aylarında neden olacağı sorunların eşliğinde yaşanıyor. Aynı güvenlik anlayışıyla dış politikada, işgal altındaki topraklarda yaşanan katliamları ve insan kaçırmaları görmezden gelerek Ukrayna'nın Rusya’ya toprak tavizi vermesini isteyen seslerde karşılaşıyoruz.

Güvenliği öncelikle bir devletin topraklarıyla sınırlı olarak ele almak, etkilenecek insanlar ve devlet içindeki gelişmeler açısından sonuçlarını göz ardı etme tehlikesini de içeriyor. Bölgesel istikrar sadece devletlerarası ilişkilerle değil, bu devletlerde baskı ve şiddet karşısındaki özgürlüklerle de alakalı. Otoriter devletler dışarıya karşı saldırgan bir tutum sergileyerek içeride destek sağlamaya çalışır. Devlet Başkanı Putin'in gücü merkezileştirmesi sadece Rus halkının hayatını zorlaştırmakla kalmayıp bir taraftan da siyasi sistem içinde başkanın hesap verme zorunluluğunu azalttığı için dışarda saldırganlığını kolaylaştırıyor.

Ahlakçı siyaset değil, karar verme kıstasları

Devlet içindeki baskıların dış güvenliğimizi tehlikeye attığı yeni bir bilgi değil. Ancak Almanya’nın -Yeşiller’in damgasını vurmasını beklediğimiz- dış politikasında harekete geçme olanakları, kaynakları, becerileri ve çıkarları sınırlı. Sonuçta karmaşık bir dünyada yaşıyoruz.  

İnsani güvenliği önemsemek, kolaycılığın ve mutlak bir ahlakçı politikanın önünü açmamalı. Zira çatışmalara "askeri çözüm bulunmaması" gerektiğini ya da askeri savunma becerisinin iyileştirilmesinin ülkede sosyal güvence ya da çatışmaların çözümünde sivil araçlar pahasına olmaması gerektiğini vurgulamak yeterli değil.

Aksine, (örneğin vatandaşını Covid 19 salgınından korumak için sert önlemlerle özgürlükleri kısıtladığını iddia eden totaliter bir gözetim devleti v.b.) her şeye kolay cevapları olduğu iddia edilen gerici otokrasilerin yükselişi karşısında naiflikten uzak, stratejik bir insani güvenlik politikasına ihtiyaç var. Çünkü evrensel insan hakları da dahil olmak üzere uluslararası hukukun ağır ihlallerini durdurabilecekken sineye çektiğimiz noktada, kendi güvenliğimizin de can damarlarını kesmiş oluruz.

Sorumlu bir siyaset, özellikle barış ve güvenlik konularında bireyin yaptıklarının birbiriyle çelişen hedefleri olduğunu kabul eder; örneğin gerekli askeri teçhizatın tedariki için yapılan harcamaların – krizlerin sivil güçlerle önlenmesi gibi- başka amaçlar için kullanılamaması anlamına gelmesine rağmen belli durumlarda askeri müdahalenin doğru olduğunu bu kapsamda ele almak zorundayız. Saldırganlık karşısında kendini savunmak ya da sivil halkın korunması için zorunlu önlemler almak, insani güvenliği önceleyen bir yaklaşımla çelişmez. 

İnsani güvenlik daha çok dış siyasette özellikle hedeflerin çeliştiği ya da kapasite ve becerilerin kısıtlı olduğu durumlarda verilen kararlar için yol gösterici bir ölçüt olabilir. Siyaset dünyası kendine sürekli mevcut koşullar altında bireysel güvenliği, özgürlüğü ve onuru en iyi nasıl sağlayabileceklerini sormalı. Bu konu yeni federal hükumetin feminist dış politikasıyla da ilişkili. Feminist dış politika, toplumun marjinalleştirilmiş kesimlerinin perspektifinden bakarak, geleneksel güç yapılarının tutarlı bir şekilde dönüştürülmesine yönelik çaba harcıyor.  

Günümüzde Ukrayna'da olduğu gibi akut acil durumlarda en önemli konular, sivil halkın acılarını en aza indirmek ve kitlesel suçları önlemek ya da durdurmak. Bu durumda insani güvenlik, bugün Ukrayna'ya silah sevkiyatı -ve parti programında askeri güç kullanımına ilişkin bölümde açıkça belirtildiği- gibi genel bir konsept dahilinde askeri uygulamaları da içermelidir.  Bu konsept sadece federal ordunun konuşlandırılması söz konusu olduğunda değil, her türden kriz ve çatışmada dış siyasette bir girişim olarak gereklidir. AB’de ya da diğer uluslararası kurumlarda geçmişte yaptırım gibi zorlayıcı önlemlerin kullanımı söz konusu olduğunda çoğu zaman frene basan Almanya olmuştur. Öte yandan yaptırımlar ve askeri operasyonlar çoğu zaman siyasetin yerini alıyor. Yeşiller Partisi, eski Yugoslavya'da yaşanan savaş ve soykırımda sivil yöntemlerle krizi önlemenin mümkün olmayacağını anladı. Bu gibi durumlarda tek seçenek, şiddet içermeyen protestolardan ve işbirliğinden kaçınmak olmamalı.

Alman siyasetinin yaptırım yöntemleri ve askeri araçlarla ilgili çekinceleri yerli yerinde duruyor: Asla yalnız adım atmamak, her zaman Avrupa’nın ve çok taraflılığın lehine hareket etmek. Ancak Avrupa’da ya da başka bir yerde otokrat elitlerin iradesi ile halkın güvenlik ve kendi kaderini tayin hakkı ihtiyacı arasında ayrım yapmak da çok önemli. Avrupa Konseyi'nde Macaristan’ın vetosu ya da BM Güvenlik Konseyi'nde Rusya’nın vetosu insani güvenlikten daha mı ağırlıklı olmalı? Müttefiklerin tutumuna işaret etmek de, gerektiğinde başka önlemlerin en azından savunulmasına ve bu doğrultuda uluslararası arenada liderliği üstlenmeye yol açmamalı.

Ulusal güvenlik stratejisi için çıkarımlar

Ulusal güvenlik stratejisine yönelik planlamalarda, "entegre" bir güvenlik anlayışı öneriliyor.  Buradaki amaç, şimdiye kadar bilinen "ortak, birleşik" güvenliğin, yani diplomasi, istikrar, kalkınma işbirliği ve savunma gibi uluslararası etkinliklerin ötesine geçmek. Özgürlüğümüze ve yaşam tarzımıza yönelik tehditler, sonuçta iklim, enerji, önemli altyapı, beslenme, dijital güvenlik ve ekonomik istikrar alanlarında da mevcut. Bu alanların artması, korkulardan ve yoksulluktan uzak, onurlu bir hayat sürmek anlamına gelen insani bir güvenliğin lehine bir gelişme.

Ancak böylesine kapsamlı ve entegre bir güvenlik kavramında bile, bireyin onurunun ve özgürlüğünün vurgulanması mutlaka sürmeli. Bu nedenle, örneğin -doğalgaz tedarikinden bağımsız ele alınamayacağı için- Katar'daki çalışma koşullarının Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı Robert Habeck'in görüşmelerinin bir bölümünü oluşturması çok doğruydu. O halde insani güvenlik ilkeleri, siyasetin -sıklıkla korkulduğu gibi- "güvenlikleştirilmesinden" (seküritizasyon) kaçınılmasına yardımcı olabilir; bu da söz konusu siyasi hedefin uğruna temel ilkelerin geçersiz kılınmasına yol açabilir. Zira güvenliğimizin temelini bu temel ilkeler oluşturuyor.

Sonuç olarak bir güvenlik stratejisi, insani güvenliğin temel ilkelerine “yalıtılmış” bir alan olarak yaklaşmadığı gibi, aksine, bu ilkeleri bütüncül bir barış ve güvenlik politikası modelinin geliştirilmesinin temel taşları olarak odak noktasına koymalıdır.