Türkiye’de Seçim Kanunlarında Yapılan Değişikliklerin Etkileri

Makale

Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim dalında öğretim üyesi olan Didem Yılmaz, 6 Nisan 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan seçim kanununda yapılan değişiklikleri ve etkileri üzerine yazdı.

secim-yasasi

6 Nisan 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7393 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun üç temel seçim kanununda[1] değişiklik yapmaktadır. Toplam 14 maddeden oluşan söz konusu kanun, kurulların oluşum biçiminden ittifak halinde oyların siyasi partilere dağılımına, propaganda dönemine ilişkin düzenlemelerden seçmen kütüklerinin yazımına kadar oldukça geniş alanda yeni düzenlemeler getirmektedir.

7393 Sayılı Kanunla getirilen düzenlemelerin etki alanına göre giderek genişleyen bir yaklaşımla değerlendirilmesi, oldukça teknik yönü bulunan seçim hukukunun çerçevesinden çıkılarak değişikliklerin anayasal kavram ve kurallar ışığında anlaşılmasını sağlayacaktır.[2] Ancak bir hususun hemen belirtilmesi gerekmektedir. Bu değişikliklerin siyasal partiler ve siyaset üzerinde kısa, orta ve uzun vadede etkilerini öngörmek, Türkiye’nin siyasal hayatı hesaba katıldığında oldukça zordur ve yazarın ihtisas alanı dışında kalmaktadır. Ancak değişikliklerin hukuk ve seçmenler üzerindeki etkisi için aynı tespit geçerli değildir.

Bazı siyasal partiler bakımından bu kuralların etkileri:

TBMM’de 14 siyasal parti temsil edilmektedir.[3] Ancak bunların içinde 9’u için baraj altında kalma riski bulunmaktadır. Şu halde Türkiye’de yürürlükte olan yürütmenin yasamanın güvenine dayanmadığı yasama yürütme ilişkilerine göre barajın kaldırılmayıp yüzde 10’dan yüzde 7’ye indirilmesi, gelecek seçimlerde bu 9 küçük siyasal partinin Parlamento dışında kalmasına neden olacaktır. Bu itibarla seçim aslında ve esasen de değişmeyen şekilde iyi teşkilatlanmış –ana akım[4]- siyasal partiler arasında gerçekleşecek, TBMM’de sandalye dağılımı bunlar arasında yapılacaktır. Yeni kurulmuş olan partiler ya gelecek parlamentoda sandalye sahibi olamayacaklar ya da baraj riskini bertaraf etmek için büyük partilerle ittifak arayışına gireceklerdir.

İttifak halinde sandalye dağılımına ilişkin düzenlemeye getirilen değişiklikle, ittifakın barajı aşma riski bulunmayan küçük partilerinin seçimlerde güçlü olduğu bölgelerde büyük partiye bağımlı olmadan rekabet edebilmesine ve sandalye kazanmasına imkân tanımaktadır. [5]

Buraya kadar yapılan değerlendirmeler, seçme hakkının demokratik ilkelerine uygun şekilde yapılan seçim sonuçlarına bu kanunla getirilen bazı düzenlemelerin uygulanmasıyla ortaya çıkabilecek ve tespiti en kolay olanlardır. Ancak 7393 sayılı Kanunun hem seçim sürecini hem de oylama gününü ilgilendiren düzenlemeleri ve bunların ekteki bölümde belirtilen çoğulcu demokratik yönetime ilişkin anayasal kurallarla bağdaşmayan özellikleri ele alındığında, sandalye dağılımına ve barajın hesaplanmasına ilişkin hemen yukarıda yer alan tespitlerin, seçimler sonrası oluşacak siyasal tabloyu tahmin etmeyi zorlaştırdığının altını çizmek gerekmektedir. Zira gerek barajın hesaplanmasında gerekse sandalye dağılımında seçimlerde kullanılan geçerli oylar temel alınmaktadır. Sandık kurulunun önüne gelen seçmenlerin, sandıkta kullanılan oyların genel ve eşit oy kuralları ile yasada belirlenmiş şekil kurallarına uygun olması halinde geçerli oydan bahsedilebilir. Buna ayrıca eşit şartlarda yapılmış seçim yarışında tüm adayların kendilerini seçmenlere serbest şekilde tanıtmış olmaları da eklenmelidir.

Şu durumda; öncelikle 7393 sayılı Kanunun siyasal partilerin seçimlere katılma koşullarını sınırlandıran düzenlemesi iyi teşkilatlanmış – ana akım –partiler lehine seçim yarışında yeni kurulmuş ya da etkili olabilecek partilerden gelebilecek riskleri adeta ortadan kaldırmaktadır.[6] Bunun yanında propaganda dönemine ilişkin kuralların da görevdeki cumhurbaşkanını diğer cumhurbaşkanı adayları karşısında ve genel başkanlık bağı ile kendi partisinin diğer siyasal partiler karşısında her daim önde olması/kalması, bir başka deyişle, diğer aday ve partilerin kendilerini ve programlarını seçmenlere yeteri kadar anlatma imkânlarından daimi şekilde geri tutulmaları sonucunu doğuracaktır. Burada olağanüstü hal döneminde tarafsız yayın yapmayan kuruluşlara yönelik YSK tarafından uygulanabilen yaptırımın da kaldırıldığının hatırlanması yerinde olacaktır.

Seçmen kütüğünün doğruluğunun zayıfladığı ve kurulların oluşumuna ilişkin 60 yıllık uygulamanın bir anda kökten değiştirilerek yargısal güvencenin zedelendiği, propaganda döneminde eşitlik ve serbestlik kurallarının güvenceli olmadığı seçimden demokratik bir sonuç çıkmayacağı gibi tüm bu sorunlar seçmen iradesinin “geçerli oylarda” karşılık bulmasını etkileyecektir. Özet olarak, yeni getirilen kurallarla yapılacak seçimlerde mevcut siyaset alanındaki parti dağılımında bir değişiklik olacaksa o değişikliğin muhalefet alanında ve muhalefet partileri lehine ol(a)mayacağı ortadadır.

Bütün siyasal partiler bakımından bu kuralların etkileri:

Seçim kurullarının oluşumuna, sandık kurulunun siyasal parti üyelerinin belirlenmesine ve seçmen kütüklerine ilişkin açık ve öngörülebilir olmayan düzenlemeler seçim sonuçlarından memnun olmayan siyasal partilere şikâyet ve itiraz yoluyla seçimlerin yenilenmesi için şanslarını denemek isteyecekleri adeta birer anahtar olarak değerlendirilebilir. [7] Bu durum da oylama sona erdikten sonra her bir siyasi partinin seçim kanununda yer alan tüm itiraz ve şikâyet yollarına her türlü gerekçe ile başvurması nedeniyle seçim sonuçlarının kesinleşmesinin oldukça uzun zamana yayılması ihtimalini doğurabilir. Aksi yönde olasılık 2007 ve 2017 yıllarında gerçekleştirilen halkoylaması sonuçlarının oldukça erken sonuçlandırılmasıyla sürecin YSK kararıyla sonlandırılmasıdır. Elbette böyle bir olasılıkta muhalefet adaylarının, partilerinin ve ittifakların tutumu seçim sonucunun kesinleşmesinde belirleyici olacaktır. 

Seçmenler bakımından bu kuralların etkileri

Cumhuriyet döneminde seçimlerin en az iki partinin yarışabildiği, böylece hem yönetimin meşruiyet temeli hem de hesap verilebilirlik aracı olmasından bu yana, (Demokrat Parti’nin Meclis’te siyasal, Meclis dışında da hukuksal denetime takılmadığı iktidarı sırasında seçim çevrelerini ödül-ceza anlayışıyla değiştirdiği örnekler ya da Devlet’in 1980-1983 dönemindeki kuruluş aşamasındaki siyasal rekabet alanını sınırlandıran düzenlemeler bir kenara koyulursa,) seçim kanunlarında büyük ölçüde ilerici değişiklikler yapılmıştır. Bunda belirleyici olan aslında, siyasal partilerin seçimleri sadece bir yetkilendirme olarak görmeleri, hesap verilebilirlik anlamına gelen yenilgiyi de bu temelde kabul etmeleridir. Adil bir yarıştan galip çıkan yönetme yetkisine, kaybeden de muhalefet görevine sahip olmaktaydı. Ancak son 20 yıl içinde yapılan seçimlere ve halk oylamalarına bakıldığında, seçimin iktidarın (parlamento çoğunluğunun) devamlılığını sağlayan kullanışlı bir araca[8], alınan anayasal kararların zorunlu olarak da halka sunulmasının eksik kalan demokratik temeli kapatmaya yarayan[9] şeklide biçim değiştirdiğini tespit etmek gerekiyor.

20 yıl içinde yapılan 15 seçimde (6 milletvekili genel seçimi, 4 mahalli idareler seçimi, 3 halkoylaması ve 2 cumhurbaşkanlığı seçimi) 20 yıl boyunca yöneten siyasal çoğunluk değişmemiş, bu çoğunluğun aldığı üç anayasal siyasal karar seçmenlerce veto edilmemiştir. Bu durumun bir yönünün seçmenlerin siyasal tercihleriyle ilgili olduğu muhakkaktır. Ancak bu iktidarın el değiştirmeme halinin yapılan tüm seçimlerde geçerli olmasında, seçmen tercihi yanında/dışında seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin ve seçim kurullarının içtihatlarından ayrılan kararlarının da etkili olduğunu görmek zor değildir. Örneğin 3 Kasım 2002 günü yapılan milletvekili seçimlerinin bir seçim çevresinde yenilenmesine ilişkin YSK kararı, seçim kurullarının içtihat çizgisinde karşılaşılan ilk farklılaşmadır. Onu, propaganda dönemine ilişkin etkisiz kararları ama özellikle 15 sene sonra 2017 anayasa değişikliği referandumu sırasında verdiği karar takip etmiştir.[10] 2019 yerel seçimlerinde de verilen iki kararla bu tutumunu sürdürmüştür.[11] Bu kararlardan ilki, aynı sandıkta kullanılan 3 oydan sadece birinin seçim öncesi kesinleşmiş olan kurul işleminden etkilendiği gerekçesiyle İstanbul İBBB seçiminin iptaline ilişkin olandır. İkincisi ise daha bir sene önce yapılan seçimlerde kamu görevinden ihraç edilmiş olmanın seçilme yeterliğine engel oluşturmadığına karar vermişken kamu görevinden ihraç edilmiş olan belediye başkanlarının ve belediye meclis üyelerinin tutanaklarını iptal eden kararlarıdır.

Seçim kurullarının kararlarındaki değişiklikler kadar seçim mevzuatında 2008, 2010 ve 2018 yıllarında yapılan değişiklikleri de unutmamak gerekir. 2008’deki değişiklik özellikle seçmen kütüklerinin oluşturulması, 2010’daki siyasi parti temsilcilerinin YSK’nin yönetsel-yargısal işlev gözetilmeksizin tüm toplantılarına katılmalarının sağlanması, 2018’dekiler ise YSK’nın bir sene önce verdiği mühürsüz zarf ve oy pusulalarına ilişkin kararının yasaya aktarılması ve bu kararı veren üyelerin 2018 seçimlerinde görevlerine devam etmesinin sağlaması (11 kişinin 10’u hem 2018 hem de 2019 seçimlerinde görev yapması) ile ilgili olanlar, seçim hukukuna ilişkin kural ve kurumların getirdiği güvenceleri zayıflatan değişikliklerdir. 7393 sayılı Kanunu da bu ters yöndeki ilerlemeye eklenen yeni bir halka olarak nitelendirmek mümkündür.

Seçmenlerin siyasal tercihlerinin kullanılan geçerli oylarla TBMM’ye yansımasında, siyasi partilerin seçimlere katılmaları için aranan koşullar ile tercih edilen seçim sistemi ve baraj oranı nedeniyle TBMM’de süregiden bir demokrasi açığı bulunmaktaydı. 7393 sayılı Kanunla barajın düşürülmüş olması açığın giderilmesini sağlamayacak, tam tersine seçime katılma koşullarıyla ilgili yeni düzenlemeler seçme, seçilme ve siyasi parti kurma haklarının alanını giderek daraltırken demokratik temsildeki açığın giderek büyümesine neden olacaktır. Ayrıca 2018 yılında getirilen ittifak kurmanın, bir başka ifadeyle seçim öncesi koalisyonların kurulmasının sağlayacağı yararın da, gene bu konuda getirilen yeni düzenlemeyle bertaraf edilmesi siyasal temsilde görece bir iyileşmenin de önünü kesmiş olacaktır.

Bu çerçevede, ayrıntılı değerlendirme bölümünde belirtildiği üzere, meşru amacı bulunmayan,  açık ve öngörülebilir olmayan yeni düzenlemeler, siyasal partilerin bu hukuki belirsizlik içinde yarışmada pek sorun görmemesiyle[12], seçmenler bakımından siyasal yönetimin değişmiş olan işleyişinin (demokratik olmayan özelliğinin) giderek yapısal bir değişikliğe (adı dışında hiçbir özelliği cumhuriyet olmayan bir mimariye[13]) dönüşmesi riskini doğurmaktadır, eğer bu değişiklikler böyle bir dönüşümün sonucu değilse tabii.

7393 Sayılı Kanun’da Yer Alan Değişikliklere İlişkin Detaylı Açıklama

Seçme hakkının demokratik ilkeleri genel oy, eşit oy, serbest oy ve gizli oydur. 1961 Anayasası gibi 1982 Anayasası da bu ilkeleri özel bir güvenceye kavuşturmuştur. Böylece klasik demokratik devletlerde benzeri olmayan şekilde Türkiye’de seçimlerin her aşaması genel yargı örgütü teşkilatından farklılaşmış olan ve ilçe, il seçim kurulları ile Yüksek Seçim Kurulu’ndan oluşan ayrı bir yargı teşkilatının güvencesine emanet edilmiştir. Bu kurullar ayrıca seçimlerin yönetiminden de sorumludur. Seçimlerin doğruluk ve dürüstlüğünün emanet edildiği bu yargı örgütü seçme hakkının demokratik ilkelerinin yargısal güvencesini oluşturmaktadır.

Bu genel bilgilerin ışığında 7393 sayılı Kanunda yer alan düzenlemeleri iki başlık altında incelemek mümkündür: Seçme hakkının demokratik ilkelerinin yargısal güvencesini oluşturan kurulların oluşumlarına ilişkin olanlar (1) ve genel, eşit ve serbest oy hakkıyla ilgili olanlar (2).

1- Seçimlerin yönetimi ve denetiminden sorumlu olan kurulların ve sandık kurulunun oluşumuna ilişkin olan değişiklikler:

A) Seçim kurullarında görev yapan yargıçların, kıdem yerine mesleki sınıflarına göre ve kura ile belirlenmesinin etkileri nelerdir?

7393 sayılı Kanunla, seçim kurullarında görev yapan yargıçların[14] belirlenmesine ilişkin temel esasları değiştirilmiştir. Bu esaslar “en kıdemli” yargıçların “doğrudan görevlendirilmesi” idi. İlki “birinci sınıfa ayrılmış ve bu niteliğini kaybetmemiş” olanlar ile ikincisi ise “kura” yoluyla belirlenme şeklinde değiştirilmiştir.

Kıdem esası, kurullarda görev yapan yargıçların mesleki bilgi ve tecrübelerini öncelerken, birinci sınıfa ayrılmış olma meslekteki ilerlemeye göre belirlenmektedir. Örneğin, beş senedir görev yapan birinci sınıfa ayrılmış olanla aynı sınıfta olup da üç senedir görev yapan iki yargıç arasında, önceden ilki seçim kurullarında görevlendirilmekteydi. Yeni düzenleme buna son vermekte ve ikinci yargıca kurulda görev yapabilme imkânı getirmektedir.

Türkiye’de seçimlerin yönetimi ve denetimi oldukça teknik bir mevzuat ve en az 60 yıllık bir içtihat bilgisini gerektirmektedir. Buna göre de kıdem kuralı, hem mevzuata hem de içtihada hakim olan yargıçların seçim kurullarında görev yapması anlamına gelmekteydi. Bu çerçevede de kurullarda görev yapacak yargıçların mesleki sınıflara göre belirlenmesine ilişkin düzenleme bu esastan ayrılmakta ve bilgi ve tecrübe gerektiren bir konuda getirilmiş bir güvenceyi zayıflatmaktadır. Zira kurullarda yargıç üyenin bulunması, zaman içinde seçim hukukunda uzmanlaşmış bir yargıç üyenin bulunması ile aynı etkide değildir.

Öte yandan seçim kurullarında görev yapma, yargıçların tercihine bırakılmış bir husus değildi. Yeni getirilen düzenleme ile birinci sınıfa ayrılmış ve bu niteliklerini kaybetmemiş olanlar arasında kurullarda görev yapacak olan yargıçlar kura ile belirlenecektir. Bunun sonucu olarak da yargıçlara kuraya katılıp katılmama, yani kurullarda görev almama imkânı verilmiştir. Bu düzenleme esasen yargıçların kurullarda görev alıp almamaya ilişkin tercihleri bakımından dış etkilere maruz kalma riskini taşımaktadır. Bunun dışında birinci sınıfa ayrılmış ve bu niteliklerini kaybetmemiş yargıç sayısının yetersizliğinden, düzenlemenin tüm ülkede yeknesak bir şekilde uygulanması da mümkün olmayacaktır.

Çoğulcu demokratik bir yönetimin kurulmasını sağlayan seçimlerin hem yönetimi hem de denetiminden sorumlu kurulların oluşumlarının bu şekilde değiştirilmesi gerekçeden yoksun olduğundan, düzenlemenin meşru bir amacı da bulunmamaktadır. Bu itibarla, 7393 sayılı Kanunun bu hükümleriyle seçme hakkının demokratik ilkelerinin güvencesine keyfi şekilde müdahale edildiğini söylemek mümkündür.

B) Sandık kurulunda görev yapacak olan siyasi parti üyelerinin belirlenmesinde “onay” aranması açık ve öngörülebilir bir düzenleme midir?

Seçim kurullarının oluşumuyla ilgili bir diğer düzenleme sandık kurullarında görev yapacak olan siyasi parti üyelerinin belirlenmesine ilişkindir. 7393 sayılı Kanunun 298 sayılı Kanunun 23. maddesine getirdiği yeni düzenlemeye göre “Sandık kuruluna üye bildirme hakkı olan bir parti; oluru olmadan başka bir parti üyesini sandık kurulu üyesi olarak gösteremez.”

Sandık kurulları seçim gününde kullanılan oyların geçerliliğinden ve dürüstlüğünden sorumludur. Diğer seçim kurullarından farklı olarak görevlerinin doğasına uygun olarak daimi değil sadece seçim günü görev yapmaktadırlar. Sandık kurulu kanunda belirtilen sayıda siyasi parti üyelerinden ve kamu görevlilerinden belirlenen bir başkandan oluşmaktadır. Genel kurala göre (298 sayılı Kanunun 23. maddesi) sandık kurullarını ilçe seçim kurulu başkanı oluşturur. İlçe seçim kurulu başkanı, o seçim çevresinde seçime katılan ve ilçede teşkilatı bulunan siyasi partilerden, son milletvekili genel seçiminde o ilçede en çok oy almış olan beş partiye, her sandık için birer asıl ve birer yedek üye adını beş gün içinde bildirmelerini ister. Eğer sandık kurulu üye sayısı beşten az olursa, eksik kalan üyelikler, aynı şartları taşıyan diğer siyasi partilerden, aldıkları oyların büyüklük sırasına göre, aynı usulle tamamlanır. Buna rağmen eksik üyelikler tamamlanamaz ise o ilçede seçime katılan ve teşkilatı bulunan diğer siyasi partiler arasında ad çekilir.

7393 sayılı Kanunla ilgili maddeye eklenen yeni düzenleme, bir siyasi partinin kendi üyesi olarak görev yapacak üyeyi başka bir siyasi parti üyesi olan kişiden belirleyebilmesine ilişkindir. Bu şekilde üye belirlemek için ilgili siyasi parti, o kişinin “olur”unu almak zorundadır. Bu düzenleme sandık kurullarında tüm siyasi partilerin temsilcilerinin bulunmasını güvence altına aldığı yolunda olumlu şekilde değerlendirilebilirse de üye olarak başka bir partiden belirlenen kişinin “olur”unun nasıl alınacağı, “olur”un geri alınıp alınamayacağı ve bu mümkünse ne zaman ve hangi sürede geri alınacağına ilişkin hiçbir düzenleme bulunmamaktadır.

Hukuk devletinin en telem ilkelerinden biri olan kanunilik kuralı tüm yasal düzenlemelerin açık ve öngörülebilir olmasını gerektirmektedir. Bu itibarla yukarında açıklanan düzenlemenin bu niteliğe sahip olduğunu söylemek mümkün değildir.

Ayrıca hatırlanacağı üzere, 2019 yılında yapılan yerel yönetimler seçiminde İstanbul Büyükşehir Başkanlığı seçiminin iptal edilmesi ağırlıklı olarak, 2018 yılında yapılan değişiklikle sandık kurulu başkanlarının kamu görevlilerinden belirlenmesine ilişkin kurala ilçe seçim kurulu başkanları tarafından uyulmamasına dayandırılmıştı. Bu itibarla “olur”a ilişkin yeni düzenlemenin açık olmayan niteliğinin ileride bir seçimin iptaline dayanak oluşturması söz konusu olabilir.

2- Eşit, serbest ve genel oy hakkına ilişkin düzenlemeler

A) Seçim barajına, ittifak halinde oyların siyasi partilere dağılımına, siyasi partilerin seçimlere katılma koşullarına ve propaganda dönemine ilişkin olan düzenlemeler eşit ve serbest oy kuralına uygun mudur?

Seçim barajının düşürülmesi yeterli midir?

12 Eylül 1980 askeri müdahalesini gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyi'nin yönetimde olduğu dönemde kabul edilen 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun 34. maddesinde yer alan yüzde 10 seçim barajı Avrupa Konseyi üyesi devletler içinde en yüksek baraj oranıdır. Bu düzenleme parçalanmış çok partili bir parlamentonun oluşmasını güçlü milli politikaların temsilini sağlayarak engelleme ve böylece parlamenter hükümet sisteminde yürütmede istikrarı muhafaza etmeye yaramaktaydı. 7393 sayılı Kanunla seçim barajı yüzde 7’ye düşürülmektedir.

Şüphesiz barajın 3 puan düşürülmesi Türkiye Büyük millet Meclisinin daha temsili bir organ olmasını sağlayacaktır. Ancak 2017 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle parlamenter sisteme son verildiğinden, yürütmenin yasamanın (çoğunluğun) güvenine dayanmadığı yeni yasama yürütme ilişkilerine göre barajın kaldırılması bir zorunluluktur.

Yüzde 7’ye indirilmiş olsa da barajın yine de muhafaza ediliyor olması daha önce de var olan demokrasi açığını kapatmaya da yetmemektedir. Çünkü bu barajı aşamayan siyasi partiler gene Meclis dışında bırakılmış olacak, bunun sonucu olarak siyasi parti kurma ve seçme ve seçilme haklarının özleri ihlal edilmiş olacak ve anayasal kural olan siyasal temsilde adalet gerçekleşmeyecektir.

İttifaklara ilişkin yeni düzenleme siyasal temsili kuvvetlendirmekte midir?

2018 yılına kadar Türkiye’de siyasal partilerin seçimlere ittifak kurarak girmeleri açıkça yasaktı. Böyle bir imkân 2018 yılında Milletvekili Seçimi Kanununun 34. maddesine getirilmiş; 2018 seçimlerinde ilk defa uygulandıktan sonra 7393 sayılı Kanunla değiştirilmiştir.

Düzenlemenin ilk halinde, ittifaka verilen toplam geçerli oylar barajı aşıyorsa, ittifak üyesi olan siyasi partilerin oy oranlarına bakılmaksızın sandalye dağılımına katılması sağlanmaktaydı. Ayrıca sandalye dağılımında ittifak üyesi siyasi partiler hem ittifaka ve hem de kendilerine verilen oylardan yararlanabilmekteydi. Örneğin ittifakın küçük partisi, kendi oyları yüzde 10 barajın altına kalmış olsa da sandalye dağılımına katılabildiği gibi ittifak oyları sayesinde, normal halde sandalye kazanamayacağı bir seçim bölgesinden ayrıca sandalye elde edebilmekteydi. Yeni düzenlemeyle bu son imkân ortadan kaldırılmıştır.

Her ne kadar ittifak kurulmasının anayasal ya da demokratik bir zorunluluk olduğundan söz edilemese de, demokrasilerde bir araya gelmek siyasal pazarlık ve uzlaşmaları kuvvetlendirmektedir. Ayrıca yüzde 7’ye indirilmiş olsa da küçük partilerin parlamentoda temsilini sağlamaktadır. Ancak ittifak kurmanın ittifak oylarına dayanarak sandalye kazanmayı sağlayan olumlu etkisi kaldırılınca, ittifaklar sadece yüzde 7’nin altında oyu bulunan siyasal partileri büyük partilerle ittifak kurma arayışına itecektir. Bunun da pazarlık ve uzlaşmaya dayanamayan ve büyük partilerin siyasi güdümünde olan ittifakların kurulmasına neden olacağı açıktır. Sonuç olarak seçime katılma koşullarını ancak yerine getiren ya da yerelde güçlü olan partiler aleyhine serbest seçim ve siyasal temsil kuralları zedelenmiş olacaktır.

TBMM’de grubu olan siyasal partilerin seçimlere katılma imkânını kaldıran ve siyasal partilerin seçime katılma ehliyetlerini kaybettiren yeni düzenlemeler çoğulcu demokrasiyle bağdaşmakta mıdır?

Siyasal partilerin seçimlere katılabilmelerine ilişkin kurallar Siyasal Partiler Kanununun 36. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre bir siyasi partinin seçime katılabilmesi için illerin en az yarısında oy verme gününden en az altı ay evvel teşkilat kurmuş ve büyük kongrelerini yapmış olması veya Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunması gerekmekteydi.

7393 sayılı Kanunla bu maddede iki değişiklik yapılmıştır. İlki, teşkilat kurma ve kongre şartlarını karşılamamakla birlikte TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin seçimlere katılmalarına imkân sağlayan düzenlemenin kaldırılmasıdır. İkincisi ise, maddeye eklenen yeni düzenlemeyle siyasal partinin ilçe, il ve büyük kongrelerini üst üste iki defa yapmamış olması halinde, o siyasal partinin seçime katılma yeterliliğini kaybedeceğine ilişkindir.[15]

Düzenlemenin ilk halinde bir siyasal partinin seçime katılması için aranan teşkilatlanma koşulu köklü demokrasilerde eşi olmayan şekilde zorlaştırılmıştı. Buna rağmen bu zorluk bir ölçüde TBMM’de grubu bulunan siyasal partilere seçime katılma yolunun açılmış olmasıyla yumuşatılmıştı.

Ancak 7393 sayılı Kanunda getirilen yeni düzenleme bu imkâna son vermekte ve seçimlere katılma koşullarına, ilçe, il ve büyük kongrelerini üst üste iki defa yapma zorunluluğu getirerek önceden olduğundan daha zorlaştırmaktadır. Sonuç olarak getirilen yeni düzenlemelerin 1982 Anayasasının güvence altına aldığı siyasi parti kurma hakkına ölçüsüz şekilde müdahale ettiğini söylemek mümkündür.

Propaganda dönemine ait değişiklikler seçimlerde şans eşitliği ve serbest oy kurallarıyla uyumlu mudur?

Seçim dönemi başladığında, siyasi partilerin şans eşitliği çerçevesinde rekabet etmesi demokratik seçimler için esastır. Seçim yarışına iktidar partisi her zaman bir adım önde başlar. Bu nedenle demokratik devletlerde özellikle propaganda dönemlerinde partiler arası şans eşitliğini korumaya yönelik denetim mekanizmaları oluşturulmuştur.[16] Türkiye'de 1961 tarih ve 298 sayılı Kanunda bu konuda önemli düzenlemeler bulunmaktadır ve özellikle propaganda döneminde bu eşitsizliği olabildiğince giderme yetkisi seçim kurullarına verilmektedir.

7393 sayılı Kanunla, seçim propagandası döneminde iktidar partisinin devlet gücünü kendi lehine kullanmasını engelleyen düzenlemelerden bazı kelimelerin çıkarılmasına yönelik bir değişiklik yapılmıştır. Bu değişikliğin gerekçesi olarak 2017'den sonra "başbakanlık" makamının bulunmaması gösterilmiştir. Doğru olmakla beraber asıl yapılması gerekenin seçim kanununda "başbakan"a yapılan tüm atıfların "cumhurbaşkanı" olarak değiştirilmesiydi. Ancak değişiklik, ilgili düzenlemelerden "başbakan" ifadesinin çıkarılmasıyla sınırlı kalmıştır. Şu halde önceden “başbakan”a uygulanan yasak şu anda “cumhurbaşkanı”na uygulan(a)mamaktadır.

 Bu yeni düzenlemenin bir sonucu olarak, cumhurbaşkanlarının seçim sırasında devlet gücünü kendi lehlerine kullanmalarına ilişkin herhangi bir yasaklama maddesi bulunmamaktadır. Bu aslında, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve diğer tüm seçim ve oylamalar açısından propaganda yasaklarından muafiyet sağlamaktadır. Bu durumun, cumhurbaşkanı adayları, siyasi partiler ve olası bir anayasa değişikliğinin referanduma sunulması durumunda eşit olarak yapılması gereken seçim yarışının bozulmasına neden olacağı açıktır. Ayrıca görevdeki bir cumhurbaşkanı karşısında yarışan diğer cumhurbaşkanı adayları, cumhurbaşkanını destekleyen partiler dışındaki partiler hakkında veya anayasa referandumu açısından muhalif görüşlerin serbestçe oluşmasından bahsetmek de mümkün olmayacaktır.

B) Adresi kapalı olan seçmenlerin tekrar seçmen kütüğüne kaydedilmeleri ile seçmen kaydının taşınması talebinin reddine ilişkin düzenlemeler genel oy kuralına uygun mudur?

Demokratik bir devlette her yurttaşın oy kullanma, yani anayasanın ve seçim yasalarının öngördüğü kurallara göre seçmen olma hakkı vardır. Türkiye'de seçmen kütüğüne ilişkin kurallar 298 sayılı Kanun ile düzenlenmektedir ve 2008 yılında yapılan değişiklikten önce seçmen kütüklerini oluşturma görevi ilçe seçim kurullarının başkanları olan yargıçlara aitti. 2008 yılından itibaren seçmen kütüğü, İçişleri Bakanlığı'na bağlı olarak çalışan Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nde tutulan ulusal veri tabanından üretilmektedir. Bu ulusal veri tabanı, yerel idarelerce (il özel idareleri ve belediyeler) tarafından oluşturulan ve seçmen kütüğüne esas teşkil eden adres bilgilerini içermektedir.

Kanunun 36. maddesine göre seçmen kütüğü, adres kayıt sistemindeki bilgilere dayanılarak her yıl güncellenerek oluşturulmaktadır.

7393 sayılı Kanunla getirilen yeni düzenleme “Kütük düzenlemesi nedeniyle seçmen hiçbir şekilde oy kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.” cümlesiyle önemli bir ilke getirmekte ve ardından“Adresi kapanmış olması sebebiyle adres kayıt sisteminde görünmeyenler, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün adres kayıt sisteminde bulunan en son geçerli adres kayıt bilgileri kapsamında seçmen kütüğüne kaydedilirler.” hükmünü getirmektedir.

Bu düzenlemenin 2. cümlesi, söz konusu seçmenlerin hangi şartlarda seçmen kütüğüne kayıtlarının yapılacağını belirmediği için oldukça belirsizdir. Bu belirsizliği daha iyi ortaya koyabilmek için yeni getirilen düzenlemenin ilk cümlesini ele almak gerekmektedir.

İlk cümle, seçmen kütüğünün düzenlemesindeki bir sorun nedeniyle seçme hakkı olan bir kişinin “hiçbir şekilde” oy hakkının engellenemeyeceği genel kuralını getirilmiştir. Kütük düzenlemesi nedeniyle bir seçmenin nasıl oy hakkından mahrum kalması/bırakılmasının söz konusu olabileceğini açıklamak gerekmektedir. Seçmen kütükleri yukarıdaki bilgilere göre oluşturulmaktadır. Adres kayıt sistemi, kişilerin bildirimlerine bağlı olarak yerel idare organlarınca tutulan bir veri tabanıdır. Bu itibarla kütük düzenlemesi nedeniyle ortaya çıkabilecek sorun, ya kişilerin yaptığı yanlış bildirimlerden ya hiç bildirim yapmamış olmalarından ya da kişilerin yaptığı bildirimlerin yetkili idarelerce veri tabanına yanlış işlenmesinden kaynaklanabilir. Aslında bu gibi durumların gerçekleşmesinin önüne geçilmesi için 5490 sayılı Kanunda idari para cezası uygulanacağı belirlenmiştir. Seçim Kanununa getirilen düzenlemenin ilk cümlesiyle, bu durumlarda ilgili kişilerin oy hakkını kullanabilmelerinin amaçlandığını söylemek gerekir. Ne var ki bu düzenlemeyi tamamlayan 2. cümle seçmen kütlüğünün doğru tutulması için yeterli bir güvence içermemektedir.

Türk hukukuna göre bir kişinin ya ölümünde veya mevcut ikamet yerinden ayrılmasına rağmen henüz yeni ikamet yerini bildirmemesi hallerinde adresinin kapalı olduğunu söylemek mümkündür. Ölüm halinde asıl nüfus kütüğü kapatıldığından adresi bilgisi de kapalı olur. Ancak adresini değiştiren kişi bildirim yapmadan ölmüş ancak ölümü bildirilmemişse o zaman o kişinin nüfusu açık ancak adres bilgisi kapalı olacaktır. Ya da adres değişikliği yapan kişi idari para cezasına rağmen bilerek hiç bildirim yapmamış da olabilir. Bunun gibi birçok olasılık halinde nüfusun açık ancak adresin kapalı olduğu durumlar söz konusu olabilir. Yeni getirilen düzenlemedeki belirsizlik adresin kapalı olması ihtimallerini farklı farklı olasılıklarda ortada çıkanlar bakımından ayrı ayrı ele almayarak hepsi için tek bir düzenleme getirmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun yanında da adres bilgilerini tutan yerel idarelere bilgileri doğrudan veri tabanına girme zorunluluğu getirerek, girilen bilgilerin doğruluğunun denetlenmesi zorunluluğunu ve denetleyecek yetkiliyi düzenlememiştir.

Sorunu daha iyi ortaya koyabilmek için Yüksek Seçim Kurulu’nun aynı konuda vermiş olduğu kararı bakmak gerekmektedir.[17] Kurulun seçim döneminde kütüklerin güncellenmesiyle ilgili olan 140/1 sayılı Genelgesinin bir maddesi, adres kayıt sisteminde bulunmayanlardan askı süresi içinde kayıtlarını yaptırmış olup ilçe seçim kurulu başkanlığına başvurmayanların durumuna ilişkindir ve bu hallerde söz konusu seçmenlerin muhtarlık bölgesi seçmen listelerine kaydedilmeyecekleri belirtilmiştir. Özetlemek gerekirse, YSK adresi kapalı olan seçmenlerin adres bilgi sistemine kayıtlarının yapılmasını yeterli görmemiş, ilçe seçim kurulu başkanlığına başvurulmasını zorunlu tutarak yeni oluşan kütük bilgisine bir denetim imkânı getirmiştir. Kütüklerin doğruluğunu sağlamaya yönelik bu YSK kararının yeni getirilen düzenleme karşısında devam ettirilip ettiril(e)meyeceği de ayrı bir sorun yarattığını da burada belirtmek gerekmektedir.

Bu düzenlemeden kaynaklanan başka bir hukuki sorun da adresini değiştirmiş ama bildirmemiş olan kişinin oy kullanmak istememesi durumuna ilişkindir. 1982 Anayasasında yer alan serbest oy hakkı oy kullanma yanında kullanmamayı da güvence altına alıyor olsa da 2839 sayılı Milletvekili Seçimin Kanununun 63. maddesinde seçimlerde oy kullanmayanlar hakkında 10.000 TL’lik idari para cezası öngörülmüştür. Şu halde bildirim yapmamış ve oy da kullanmak istemeyen seçmen, yeni düzenlemeye göre son geçerli adres bilgisine göre seçmen kütüğüne kaydedilecek ve aslında orada oturmamasına rağmen seçimlerde oy kullanmadığı kolaylık tespit edilebileceğinden idari para cezasıyla karşılaşabilecektir.

Genel oy kuralı bakımından değerlendirilmesi gereken bir diğer değişiklik ise seçmen kayıt nakil talepleriyle ilgili olandır. 298 sayılı Kanunda bu yönde bir düzenlememe bulunmamaktayken, 7393 sayılı Kanunla 298 sayılı Kanunun 40. maddesine şu yönde bir fıkra eklenmiştir: “Muhtarlık bölgesi askı listelerinin askı süresi içinde, bir seçim çevresinden diğerine yapılan seçmen nakil istemleri hakkında ilçe seçim kurulu başkanı tarafından, itiraz üzerine veya nakil isteminin şüpheli bir girişim olduğu kanaatine varılması üzerine resen yapılacak araştırma ve inceleme neticesinde, nakil isteminin kabul edilmemesi halinde seçmen kaydı dondurulmaz ve bir önce kayıtlı olduğu adreste seçmen kaydı devam eder.”

Önceki değişiklikte olduğu gibi bu düzenlemeyle ilgili bir YSK kararı bulunmaktadır. 7 Ocak 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 48 sayılı YSK kararında neredeyse aynı yönde bir kural bulunmaktaydı. [18] Birtakım tedbirlerin yer aldığı bu kararda YSK;

1- Muhtarlık bölgesi askı listelerinin askı süresi içinde, bir seçim çevresinden diğerine yapılan seçmen nakil istemleri hakkında ilçe seçim kurulu başkanı tarafından; itiraz üzerine veya nakil isteminin şüpheli bir girişim olduğu kanaatine varılması halinde resen;

a) Güvenlik güçleri (polis, jandarma) tarafından yapılan araştırma ve soruşturma sonucunda belirtilen adreste oturup oturmadığı,

b) İlgili kuruluşlardan adına kayıtlı elektrik, su, telefon, doğalgaz abonelik sözleşmesi veya faturası olup olmadığı,

c) Oturduğu yere ilişkin kira sözleşmesi veya tapu kaydı (kendisi, anne-babası adına) bulunup bulunmadığı, gibi belgelerle yapılan araştırma ve soruşturma sonucunda muhtarlık bölgesinde oturmadığı belirlenen seçmenler hakkında gerekli değerlendirme yapılarak bu durumda olan seçmenlerin kayıtlarının listeden çıkarılıp çıkarılmaması hususunda karar verileceğine,

ve bu belgelerle yapılacak araştırma ve inceleme sonucunda, bu durumdaki seçmen kayıtlarının listeden çıkarılıp çıkarılmayacağına ilçe seçim kurulu başkanın karar vereceğini düzenlemiştir.

Görüleceği üzere, söz konusu karar 7393 sayılı Kanunla eklenen düzenlemeyi konu almaktadır. Konuyla ilgili bir itiraz ya da şüpheli bir girişimin bulunduğuna karar verilen durumlarda kararda hangi konuların araştırılacağı belirlenmiş ve seçmen kaydının nakledilip nakledilmeyeceğine ilişkin son karar yetkisi ilçe seçim kurulu başkanına bırakılmıştır.

İlk bakışta özel olarak muhtarlık bölgesi askı listelerinin genel olarak da seçmen kütüğünün doğrulunun sağlanmasına ilişkin olarak, bu YSK kararının kanun aktarılmış olduğu düşünülebilir. Ne var ki, “şüpheli bir girişim” ibaresi aslında oldukça belirsiz bir içerik taşımaktadır. Bu çerçevede YSK kararında “şüpheli girişim” olarak değerlendirilebilecek durumlar daha açık iken yasal düzenlemede neyin ve ne şekilde “şüpheli girişim” olarak değerlendirileceği belirlenmemiştir. Sonuç olarak 298 sayılı Kanunun 122. maddesine göre ilçe seçim kurulu başkanının bu konularda vereceği kararların kesin olduğu dikkate alınınca, nakil talebini “şüpheli bir girişim” olarak değerlendirildiğinden reddeden ilçe seçim kurulu başkanının kararına karşı başvurulacak başka bir hukuki yol bulunmamaktadır. Bu durumda da seçmenler, keyfi bir kararla seçme haklarından mahrum kalabilecektir. Yeni getirilen düzenlemede ilçe seçim kurulu başkanının bu konudaki yetkisinin kapsamı ve çerçevesi öngörülebilir olmadığından genel oy hakkının keyfi müdahalelere açık bırakıldığını söylemek mümkündür.

Son olarak, seçim kanunlarında yapılan bu kapsamlı değişiklikler ne zaman uygulanabilir?

1982 Anayasası'nın 67. maddesinin son hükmüne göre, seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, bu değişikliklerin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl geçmeden yapılan seçimlerde uygulanamaz. 7393 sayılı Kanun 6 Nisan 2022 günlü Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu durumda bu değişiklikler ancak bu tarihten bir yıl geçtikten sonra yapılacak olan seçimlere uygulanabilir. Ayrıca bu yasak 7393 sayılı Kanunla 298 sayılı Kanuna eklenen ve seçim kurullarının oluşumuna ilişkin yeni düzenlemenin gereklerinin üç ay içinde tamamlanması zorunluluğunu içeren geçici maddenin de anayasaya aykırılığının da temelini oluşturmaktadır.

Şu halde Anayasada yer alan düzenleme sonucu, bu değişiklikler ancak 6 Nisan 2023 tarihinden sonra yapılacak seçimlerde uygulanabilir. Milletvekili Seçimi Kanununun 6. maddesine göre olağan yasama ve aynı gün yapılması zorunlu olan cumhurbaşkanlığı seçiminin tarihi 18 Haziran 2023’tür. Bu itibarla seçim kanunlarında yapılan değişiklikler bu tarihte yapılacak seçimlerde uygulanabilecektir. Bu seçimin başlangıç tarihi de 20 Nisan 2023’e denk gelmektedir. 20 Nisan 2023’ten önce yapılacak olan seçimler erken seçim olacaktır.

Erken seçim olasılıklarına göre de düzenlemelerin uygulanıp uygulanmayacağı değerlendirildiğinde şu tespitler yapılabilir: Erken seçim gününün 6 Nisan-20 Nisan 2023 tarihleri arasına denk gelecek şekilde belirlenmesi halinde - seçimler, oylama günüyle tamamlanan 60 günlük devam eden bir süreç olduğundan ve bu tarihler arasında yapılacak seçimin süreci önceden başlamış olacağından - yeni düzenlemelerin uygulanması söz konusu olmayacaktır.

7393 sayılı Kanun hükümlerinin alınan bir erken seçim kararının ardından uygulanabilmesine ilişkin tek ihtimal, 1982 Anayasası’nın 67/son hükmünün 27. Dönem yasama seçimleri ile cumhurbaşkanlığı seçiminde uygulanmayacağını düzenleyen bir geçici maddenin Anayasaya eklenmesine ilişkin anayasa değişikliğine başvurulması ihtimalinde söz konusu olabilecektir. Geçmişte bu yönde düzenlemeler yapılmış olmakla beraber bunun Anayasayı dolanmak, Anayasanın üstünlüğünden kaçmak olduğunu ve olacağını da açıkça ifade etmek gerekmektedir.

 

[1] 6 Nisan 2022 tarihli 7393 sayılı Kanunla;

- 10 Haziran 1983 tarihli 2839 sayılı Milletvekili Seçimim Kanununa iki madde;

- 22.4.1983 tarihli ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununa bir madde;

- 26.4.1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanuna 8 madde ve 1 geçici madde eklenmiştir. 

[2] Söz konusu Kanuna ilişkin ayrıntılı bir inceleme bu değerlendirme yazısının sonunda yer almaktadır.

[3] https://www.tbmm.gov.tr/SandalyeDagilimi

TBMM’de temsil edilen 14 siyasal partiden 6’sı sadece 1, 2’si sadece 2, 1’i ise 4 sandalyeye sahiptir. AKP, 286 sandalyeyle birinci partidir. Onu 134 sandalyeyle CHP takip etmektedir. Üçüncü parti olan HDP’nin 56, 4. Parti olan MHP’nin 48 sandalyesi bulunmaktadır.

Güncel olarak kurulmuş olan iki ittifak bulunmaktadır. AKP, MHP ve BBP’den oluşan Cumhur İttifakının 334, diğer kanatta ise Deva Partisi ile Gelecek Partisinin kurulmaları ardından resmi olmayan şekilde katıldıkları CHP-İYİP-Demokrat Parti ve Saat Partisi’nden oluşan Millet İttifakının 175 sandalyesi bulunmaktadır. Bu partilerin içinde bir tek Gelecek Partisinin sandalyesi bulunmamaktadır.

[4] Son 20 senenin seçim sonuçlarına bakıldığında neden bu yönde bir niteleme yapıldığı daha açık görülebilir. 2002 yılından bu yana AKP ve CHP, birinci ve ikinci çoğunluk partileri olarak TBMM’de hep sandalye sahibidir. MHP, 2002 seçimi dışında hep TBMM’de temsil edilmiştir. HDP’nin ilk defa 7 Haziran 2015 seçimlerinde yüzde10 barajı aşarak TBMM’de temsil edilen ulusal bir parti olmuştur. 

Bu partiler için ilk üçünün seçimlere katılma koşulları bakımından bir engeli bulunmamaktadır. Sonuncu olan HDP ise Anayasa Mahkemesi’nin 21 Haziran 2022 günü kabul ettiği kapatma davası ile karşı karşıyadır. Eğer Anayasa Mahkemesi 2022’nin sonları ya da 2023’ün başlarında partinin kapatılmasına karar verirse HDP milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılamayacaktır. Bu durumda seçime AKP, CHP ve MHP, herhangi bir riskle karşılaşmaksızın katılabilecek, TBMM’de temsil edilen diğer küçük partiler ise ya kendi aralarında ittifak yaparak ya da var olan ittifaklara katılma yolları arayarak seçimlerde şanslarını deneyeceklerdir.

[5] Örneğin Cumhur İttifakının 2. Partisi ve TBMM’deki 4. Parti olan MHP, kendisine güçlü destek olan seçim bölgelerinde AKP ve diğer partilerle yarışarak bir önceki seçimlerde AKP ve CHP lehine kaybettiği sandalyeleri geri kazanabilir.

[6] 2018 seçimleri sırasında yeni kurulmuş olan İYİP TBMM’de grup kurmaya yetecek sayıda (20) milletvekiline sahip olmadığından CHP’nin siyasi olarak yardım etmesiyle seçimlere katılabilmiştir. (CHP’den istifa eden 15 milletvekili İYİP’e katılmıştır). Siyasal partilerim seçimlere katılabilmelerine ilişkin yeni düzenlemeler, yeni kurulmuş olan siyasal partilere bu yönde siyasal yardımlar yapılma imkânını ortadan kaldırmıştır.

[7] 2019 yılında AKP, ilçe seçim kurulu başkanları tarafından 2018 yılında getirilen düzenlemenin hukuka aykırı olarak uygulanması gerekçesiyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin iptali talebiyle YSK’ya başvurmuştur.  60 yıllık seçim içtihadı bu yönde başvuruları geri çeviren kararlarla doludur. 7393 sayılı Kanunla kurullarda görev yapacak yargıçların belirlenmesine ilişkin getirilen değişiklik sonucu bu içtihat birikimi giderek kaybolacak ve seçimlerin anayasal koruması zayıflayacaktır.

[8] Bu özellik, özellikle 7 Haziran 2015 günü yapılan genel seçimlerin 1982 Anayasası’nın o dönem yürürlükte olan 116. maddesinin ilk defa uygulanmasında ortaya çıkmaktadır. Hatırlanacağı üzere AKP ilk defa bu seçimlerde TBMM’de salt çoğunluğun altına düşmüştü. Bu, 1982 Anayasası’na göre hükümet kurmak için aranan bir çoğunluk olmamasına rağmen, hükümet kurma görevinin 40 gün boyunca tek kişiye verilmesiyle koalisyonun kurulamaması ardından, cumhurbaşkanı seçimlerin yenilenmesine karar vermiştir. O yıl seçimler 2. defa 1 Kasım 2015 tarihinde yapılmıştır.

[9] Burada belirleyici olan birden fazla unsur bulunmaktadır. Bu unsurların ilki, oylamaya sunulan metnin bütününe oy verilmesine ilişkin kural, konu bakımından birbirinden farklı anayasa hükümleri arasında seçmenlerin siyasal tercih yapma imkânını ortadan kaldırmasıdır. Özellikle 2010 Anayasa değişikliği bunun olumsuz yönden en çarpıcı örneğidir. Diğer husus, 2007 ve 2017 halk oylamaları örneklerinde olduğu gibi süreçle ilgilidir.  2007 yılında Mayıs ayında kabul edilen Anayasa değişikliğinin yurt dışı seçmenler için oylama süreci başlamış ve ulusal oylamaya da 4 gün kalmışken bu anayasa değişikliğinde değişiklik yapmış ve 4 gün sonra ülke genelinde yapılan oylamaya bu metin sunulmasında – kısaca yurt dışı seçmenlerle yurt içi seçmenlerin iki farklı farklı metine oy vermiş olmasında - bir usule ve hukuka aykırılık görülmemiştir. 2017 oylamasında da oylama devam ederken, AKP’nin YSK temsilcisinin başvurusuyla YSK tarafından kanuna aykırı bir karar verilerek mühürsüz zarf ve pusulaların geçerli kabul edilerek halkoylaması sonuçlandırılmış; evet ve hayır oyları arasında yaklaşık 1 milyon 3 yüz bin fark olması sonuçların doğruluğunu ve güvenirliğini gölgelemiştir.

[10] YSK, 2017/560, kt. 16.4.2017.

[11] YSK, 2019/4219, 6.5.2019; kamu görevinden ihraç nedeniyle tutanağın iptal edilmesine ilişkin karar örneği için bkz. YSK, 2019/1863, 4.4.2019.

[12] CHP ve TİP dışında diğer muhalefet partileri, tüm düzenlemelerinde anayasaya aykırılıklar barında ayrıca seçimlerde kendi aleyhlerine sonuç doğurabilecek bu değişiklikleri esaslı şekilde eleştirmemiştir. Ayrıca anayasaya göre 2. çoğunluk partisi ve 1/5 oranında milletvekilinin (120) Anayasa Mahkemesine iptal davası açma yetkisi bulunmaktayken, ikinci çoğunluk partisi olarak CHP bu yetkisini oldukça dar şekilde, sadece kurulların oluşumu ve propaganda dönemiyle ilgili olan düzenlemeleri iptal yoluyla Anayasa Mahkemesine taşımıştır. 120 milletvekili ise partilerinin seçim dışı kalması sonucunu doğuracak ya da genel oy hakkını zedeleyecek olan bu düzenlemelere karşı Anayasa Mahkemesine başvurmak için bir araya gelmemiştir.

[13] Burada cumhuriyet, bireyler arası eşitlik ve özgürlüğü, siyasal kurumlar arası kuvvetler ayrılığını kuran bir siyasal yapı olarak ele alınmaktadır.

[14] İl seçim kurulunda üç yargıç görev yapmaktadır. İlçe seçim kurulunun bir yargıç üyesi bulunmakta ve aynı zamanda kurul başkanlığını üstlenmektedir.

[15] Madde 36: (31/3/2022-7393/3md) Seçime katılma yeterliliği elde eden parti, bu Kanunda öngörülen ve parti tüzüğünde belirtilen süreler içinde birinci ve ikinci fıkrada belirlenen teşkilatlanma yeter sayısı esas alınarak ilçe, il ve büyük kongrelerini üst üste iki defa yapmamış ise seçime katılma yeterliliğini kaybeder.

[16] Didem Yılmaz, Seçimlerin Yönetimi ve Denetimi: Adil ve Dürüst Bir Seçim İçin Tespit ve Öneriler, www.istanpol.org, 1 Aralık 2021.