Ukraynalı mülteciler: “AB iyi bir başlangıç yaptı. Şimdi insanların doğru biçimde korunmalarını sağlamak gerekiyor.”

Röportaj

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşın ilk gününden, yani 24 Şubat 2022 tarihinden bu yana üç buçuk milyon Ukraynalı ülkesini terk etti. AP Üyesi Tineke Stik ile AB Geçici Koruma Yönergesi’nin nasıl yürürlüğe girdiğini ve bu yönergenin eğrisini doğrusunu konuştuk.

stop war ukraine

Anna Schwarz: AB adalet ve içişleri bakanları, 3 Mart 2022’de, Geçici Koruma Yönergesi’ni 2001’de yürürlüğe girmesinden bu yana ilk kez uygulamaya karar verdiler. Bu yönergede ortaya konan araçlar ve önlemler, AB üye devletlerinin Ukrayna’daki savaştan kaçan insanları kabulüne imkân veriyor mu?

AP üyesi Tineke Strik: Kesinlikle veriyor. Geçici Koruma Yönergesi, bir yandan AB üye devletlerinin sığınma sistemlerine aşırı yük binmesini önlemek için iyi bir araç, öte yandan mültecilerin onlar için tanınan güçlü haklara anında erişmelerini sağlıyor. İşgücü piyasasına, eğitim sistemine, sağlık sistemine ve barınma hakkına anında erişebiliyorlar. Bu anlamda, yönerge AB üye devletlerinin hızlı hareket etmelerini mümkün kılıyor ve onlara ihtiyaç duydukları tüm yardımı sunuyor. Yönergenin zayıf yönü ağırlıklı olarak gönüllülük esasına dayanması, dolayısıyla üye devletler alacakları mülteci sayısını çok düşük tutabiliyorlar. Ancak mülteciler bir AB üye devletine adım attıklarında, bu yönergenin verdiği hakları hemen talep edebiliyorlar. Bu çok önemli.

Mültecilerin gitmek istedikleri AB üyesi devletini “seçme özgürlüğü” ile “standart” AB sığınma prosedürü ve Geçici Koruma Yönergesi arasında büyük bir fark var. Bu tercih özgürlüğünün artıları ve eksileri neler? Gerçi bu konuya biraz değindiniz, ama biraz daha açabilirseniz iyi olur.

Bence, bir yandan insanların seçim yapabilmeleri, akrabalarını arayabilmeleri ve ait oldukları topluluğun nerelerde olduğunu veya dillerinin nerelerde konuşulduğunu bilebilmeleri önemli. Mevcut sistem mültecilerin tercihlerini hiç dikkate almıyor. Bu sistem sadece ilk giriş kriteriyle, yani mültecilerin ilk girdikleri üye devlette kalmak zorunda olmaları şartının yerine getirilmesiyle ilgileniyor, bu da AB’nin dış sınırlarındaki ülkelerde mülteci nüfusunun yoğunlaşması sonucunu doğurur. Öte yandan, tüm AB üyelerinin mültecilere insanca barınma koşulları sağlama konusunda gerçekten de hem istekli hem de bunu yapabilecek durumda olmasını sağlamak istiyorsak, bu sorumluluğu daha eşit biçimde paylaşmaları şart. Aslında, Geçici Koruma Yönergesi’nin mevcut uygulamasındaki asıl eksiklik, sorumlulukların eşit dağıtılmamış olmasıdır. Şimdi her AB üyesi insanların ülkelerine gelmesini beklemekten başka bir şey yapmıyor gibi sanki. Şu anda ihtiyaçlarını karşılayamayan, zorunlu hizmetlere yeterli erişimi olmayan Polonya’da sıkışmış kalmış iki milyondan fazla insan var.

AB ülkeleri gerçekten ortak sorumluluk bilinciyle hareket etmiş olsalardı çok daha mantıklı olurdu. Şimdi ise sorumluluğu yaygınlaştırmak için her üye ülkeden gelen taleplerin ve yapılması gerekenlerin koordine edilmesi gerekiyor; ayrıca mültecilerin güven içinde seyahat etmelerini sağlamak için lojistik tedbirlerin de alınması gerekiyor. İnsanları sadece kayıt altına almak yetmez, aynı zamanda hassasiyetlerinin ve tercihlerinin ​​de tespit edilmesi gerek. Devlet yetkilileri insanların ikamet edecekleri yerlere nakledilmelerini sağlamak ve oralarda kendilerine ne kadar süreceği belli olmayan yeni bir gelecek inşa etme süreçlerinde onlara yardımcı olmak zorunda. Şu anki işleyiş, insan ticaretiyle ilgili birçok endişeyi beraberinde getiriyor. Bu nedenle, ilk adımın, yani Geçici Koruma Yönergesi’nin uygulanmaya başlanmasının iyi bir başlangıç olduğunu düşünüyorum ama hemen ardından bir sonraki adımı da atmak gerekiyor, yani insanların doğru biçimde korunmalarını sağlamak gerekiyor.

Bu, Geçici Koruma Yönergesi’nin ilk uygulanışı ama sivil toplumun AB üyelerinden bu yönergenin uygulanması yönündeki ilk talebi değil.  Pek çok sivil toplum kuruluşu 2015’te, AB üye devletlerini Geçici Koruma Yönergesi’nin hayata geçirilmesi için zorlamış ama sonuç alamamıştı. 2022’de 2015’tekinden farklı bir karar almalarına neden olan şey neydi?

Avrupa Parlamentosu Yeşiller/EFA Grubu olarak biz de 2015’te AB sınırlarına giren Suriyeli mültecilerin korunması için ve yine geçen yıl Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesi üzerine yönergenin uygulanması çağrısında bulunduk ama hayal kırıklığı yaratan ve de çok net bir yanıt aldık. Hatta Adalet ve İçişleri bakanları, Pakistan ve İran gibi ülkelerin bu mültecilere ev sahipliği yapamayacağını apaçık biliyor olmamıza rağmen, herkesin Afganistan bölgesinde kalması gerektiğini söyleyen bir bildiri yayınladılar. Şimdi ironik olan şu: Kabul ilkesini ve çatışma bölgesinin sorumluluğunu temel aldıklarını kabul ettikleri için tutarlı davranmaları gerektiklerini şimdi anladılar, bu kez çatışma bölgesi Avrupa çünkü. Bu ilkeye göre hareket etmek zorundalar, çünkü mesele artık kendileriyle ilgili. Yeşiller olarak bizim vizyonumuz bu değil. Mültecilerle ilgili sorumluluğun küresel bir sorumluluk olduğunu düşünüyoruz, çünkü mültecilerin çoğu, daha net konuşmak gerekirse %86’sı, kırılgan ve yoksul ülkelerde kalıyor ve bizler, zengin ülkelerden oluşan Avrupa kıtası olarak, herkesin gerçekten güvende olmasını sağlamak gibi fazladan bir sorumluluğumuz var; sadece fiziksel anlamda değil, aynı zamanda insana yaraşır bir yaşam sürmek ve bir gelecek inşa etmek için yeterli olanaklara sahip olmak anlamında bir güvenlikten bahsediyorum. Yani, elimizde dört yıl önce kabul edilen mültecilere ilişkin küresel bir sözleşme var ve buna göre hareket etmemiz gerekiyor. Tabii ki Ukrayna’dan gelen mülteciler adına mutluyum ama bu durum, bu ilkenin yalnızca bu çatışma bölgesiyle alakalı olduğu düşüncesine yol açmamalı. Çünkü hiç münasip bir şey değil bu, adil de değil. Nerede olursa olsun, her mültecinin ihtiyaçları aynıdır, hakları da.

Tineke Strik, Temmuz 2019’dan beri Avrupa Parlamentosu Yeşiller/EFA Grubu üyesidir. Aynı zamanda Hollanda’da, Radboud Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Vatandaşlık ve Göç Hukuku bölümünde ders vermektedir. AP üyesi olarak göç ve iltica politikaları, vatandaşlık ve hukukun üstünlüğü alanlarında çalışmalar yürütmektedir. Bu iki politika alanı AB değerlerinin ve temel hakların korunması konusuyla yakından ilgilidir. Strik’in öncelik verdiği konulardan bazıları şunlardır: üye devletlerin ve Frontex gibi AB kurumlarının sığınma hakkı ve AB’nin dış sınırlarında mültecilerin geri göndermilmemesi gibi temel insan haklarına riayet etmelerini sağlamak; Avrupa Birliği’nin dış faaliyetleri esnasında kendi değerlerine ve insan hakları standartlarına uygun hareket etmesini sağlamak; AB üye devletlerinden hukukun üstünlüğü ilkesine saygı göstermelerini talep etmek ve bağımsız yargıya erişim hakkı, eşit muamele hakkı ve azınlık hakları gibi temel haklara uymalarını ve bu hakları desteklemelerini sağlamak.

Geçici Koruma Yönergesi’nin uygulanması kararının oybirliğiyle alınmış olması beni biraz şaşırttı. Yıllardır çıkmazda olan AB iltica ve göç politikalarının yenilenmesiyle ilgili müzakerelerde de bu birlik haline tanık olur muyuz?

Bunun olması için tabii ki elimizden geleni yapmamız ve bu ivmeden yararlanmamız gerekiyor. Ama ne yalan söyleyeyim, bundan biraz kuşkuluyum, özellikle de şimdiye kadar yeniden yerleştirme ile ilgili her tür anlaşmayı engelleyen Orta ve Doğu AB ülkelerindeki politikacıların ve hükümetlerin söylemlerini ve kullandıkları dili düşündüğümüzde. Tekrar tekrar “gerçek mülteciler onlar ve onlar bizden” diyorlar üstüne basa basa. Dolayısıyla, bu söylem kendileri ile diğer mülteciler arasına veya her mültecinin aynı korkulara, aynı ihtiyaçlara vb. sahip olduğu gerçeğinin arasına mesafe koymanın bir yolu aynı zamanda. Ancak bu yaklaşımı açıkça sahiplenmiyorlar, hatta şu anda herkese kucak açarak şunu demek istiyor olabilirler: “Biz insanız ve sorumluluğumuzu ciddiye alıyoruz; ama sadece bu insanlar bizim sorumluluğumuzda, diğerleri değil.” Korkarım bu işe yaramayacak. Hele ki savaş devam eder de insanların daha uzun süre kalması gerekirse, o zaman “zaten çok fazla mülteciye ev sahipliği yapıyoruz, daha fazlasını kabul edemeyiz” sözlerini de işitmeye başlayabiliriz; hatta bu söz, dünyanın diğer bölgelerinden gelen mültecilere yönelik bir tehdit haline bile gelebilir. Yine de bu fırsatı kaçırmamamız lazım; ama bunu nasıl başaracağımız gerçekten çok büyük bir soru işareti.

Şu anda sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getiren aktörler şehirler, yerel yetkililer ve belediyeler. Gelen mültecilerin kabul edilmesi aşamasında önemli bir rol oynuyorlar. AB’de bu aktörleri destekleyen ne gibi mekanizmalar ve finansal araçlar var ve bunlar yeterli mi?

Sivil toplumdan pek çok aktör ve STK’nın yanı sıra belediyeler gerçekten de bu süreçte aktif bir rol oynuyorlar. Aslında, özellikle Polonya ve Macaristan’a bakarsanız, devlet yetkilileri neredeyse yok, orada bütün iş sivil toplum ve belediyeler tarafından yapılıyor. 16 Mart 2022’de AB Komiseri Ylva Johansson ile görüştük. Bize AB İltica, Göç ve Entegrasyon Fonu’nda (AMIF) halihazırda bu iş için kullanılacak bir miktar para bulunduğunu, ancak bu konuda yeni bir bütçe teklifi de olduğunu söyledi. Sahada bu paraya çok ihtiyaç olduğu, bu nedenle bu meblağın çok esnek bir şekilde kullanılması ve yönlendirilmesi gerektiği konusunda bizimle hemfikirdi. Ondan bu paranın resmi kurumlar aracılığıyla dağıtılmamasını, paranın doğrudan yardım işiyle uğraşan aktörlere yönlendirilmesini sağlamasını açıkça istedim, bu konuda ısrar ettim. Buna doğrudan bir yanıt vermedi, ancak AP’nin bütçeyi onaylaması gerektiğinden, söz konusu teklifi değiştirebileceğiz ve umarım bu paranın kullanımı konusundaki taleplerimizi formüle etmek için yeterli desteği alırız.

Ayrıca Budapeşte, Varşova ve Bratislava gibi farklı şehirlerin belediye başkanları, parayı doğrudan belediyelere vermesi için Komisyon’a ortak bir çağrı yapacak bir inisiyatif oluşturmaya çalışıyorlar ve STK’lar da aynı endişeleri taşıyor. Bu yüzden, umarım bu konu çok hızlı bir şekilde netlik kazanır. Polonya ve Macaristan’da hukukun üstünlüğü ilkesi ile ilgili endişeler ve yolsuzluk riski bir yana, verimlilik ve hızlılık argümanının şu anda en ikna edici argüman olduğunu düşünüyorum.

STK’ların ve sivil toplumun çok fazla sorumluluk üstlendiğinden bahsettiniz, ancak savaştan kaçan insanlara destek olmak için büyük bir dayanışma ve isteklilik içinde hareket eden insanlar da var. Bu insanlara bireysel olarak en iyi şekilde nasıl destek olunabilir?

Tüm bu özel çabaları görmek insanın içini ısıtıyor gerçekten, elbette bu insanları memnuniyetle karşılamalı ve desteklemeliyiz, ancak bu devletlerin kendi sorumluluklarını ortadan kaldırmaz, çünkü insanlar mültecilere barınacakları bir yer ayarlamanın bazen neden uzun sürebileceğini anlayamayabiliyorlar. Resmi kurumlar, mültecilere yalnızca destek olmak için değil, aynı zamanda hakları konusunda bilgilendirmek, onlara daha fazla yardımcı olabilecek çeşitli kurumlara yönlendirmek ve onları misafir etmek isteyen insanlara mali açıdan bağımlı hale gelmemeleri için mali yardımda bulunmak için de yanlarında hazır olmalıdır. Bütün bunların daha uzun vadede yapılmasını sağlamak da önemli, ki bu da gerçekten devletin sorumluluğudur.

Öte yandan, bu sorumluluğu tümüyle özel sektöre bırakmanın, aşırı misafirperverliğin yanı sıra, suistimal ve sömürü riski yarattığını da gözden kaçırmamalıyız. Kendi başlarına bırakılan kişiler, hatta çocuklar, onlardan faydalanmak isteyen kişilerin eline düşebilir. İnsan ticaretiyle ilgili birçok rahatsız edici haberler duyuyoruz. Hatta Polonya’ya bir yetimhaneden büyük bir çocuk grubu geldiğini duydum. ABD’de bu çocukların hepsini almak isteyen bir kuruluşla önceden bağlantı kurulmuş ama neyse ki birileri bu kuruluşu kontrol etti de bunun çok da dürüst bir teklif olmadığı ortaya çıktı. Herkes denetlenmeli, herkesten kuşku duyduğumuz için değil, bu kaos ortamında insanları korumak için. Bu nedenle, tüm kalbimle güvenli ulaşım koşullarının sağlanması gerekiğine inanıyorum, böylece insanlar, örneğin bindikleri otobüsün sürücüsünün insafına kalmamış olurlar. İnsanların nereye gittiği ve onlara kimin yardım ettiği açık olmalıdır; öte yandan, yetkili makamlar bu insanlara cömertçe yardım eli uzatan özel aktörleri desteklemek konusunda çok daha istekli davranmalı ve desteğe hazır olmalıdır. Doğru dengeyi kurduğumuzda böyle bir toplumsal desteğe sahip olmanın gerçekten önemli olduğunu düşünüyorum.

Çok teşekkürler Tineke!