“Demokrasimiz seçmenin sahip olduğu bilgi ölçüsünde iyi olabilir”

Röportaj

İspanyol bağımsız gazetecilik platformu Maldita.es’ten Carlos Hernández- Echevarría ile doğruluk denetimi ve veri gazeteciliği teknikleri aracılığıyla dezenformasyonun ve kamusal söylemin denetlenmesi üzerine bir söyleşi.

Okuma süresi: 1 dakika

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz, dezenformasyon konusuyla ilgilenmeye nasıl başladınız?

Carlos Hernández-Echevarría: 2020’de Maldita’ya katılmadan önce 15 yıl televizyon haberciliği yaptım; habercilik, muhabirlik ve editörlük konusunda deneyim kazandım. Çünkü Maldita’yı kuranlar televizyonda birlikte çalıştığımız çok iyi iki arkadaşım olduğu içim şanslıydım. Başından itibaren Maldita’da dezenformasyonla mücadelede çok sevdiğim bir odak noktası vardı; bu da aslında kaliteli içeriğin, güvenilir bilginin dezenformasyon kadar viral olmasını sağlamaya çalışmak. Demokrasiler olarak kendimizi yönetme noktasına gelmek ve herkes söz sahibi olduğunda işlerin daha iyi gittiğini çok net bir şekilde görmek harika. Demokrasimiz seçmenin sahip olduğu bilgi ölçüsünde iyi olabilir.

Dezenformasyon demokrasiler için neden tehlikeli? Dezenformasyonun ne kadarı sorun yaratıyor? Çevrimiçi ortamda yayılan yanlış bilgilerin kapsamı göz önünde bulundurulduğunda, demokrasimizin geleceği hakkında endişelenmeli miyiz?

Dezenformasyon, demokrasilerimiz ve yaşam tarzımız için varoluşsal bir tehdit. Toplumu yönetmek üzere kendimiz için kurduğumuz tüm sistem, ortak karar almanın ileriye dönük en iyi yol olduğu fikrine dayanıyor. Ancak bu süreç zehirli hale gelir ve yanlış bilgiler üzerinde yükselirse, o zaman insanlar bilinçli seçimler yapamaz. Halihazırda kötü bir noktadayız. Gerçi ben iyimser bir insanım ve yapabileceğimiz çok şey olduğunu düşünüyorum. Dünyanın büyük bölümünün kendi kendini yönetme ayrıcalığından yararlanması çok, çok uzun bir zaman aldı. Yine dünyanın büyük bir bölümünde insanlar henüz bu fırsata sahip değil, ama biz sahibiz. Demokrasimiz var; gücün kötüye kullanılmasına karşı yerleşik güvenceleri olan sistemlerde oy verme kabinine gidip bizi yönetecek liderleri seçebiliriz. Eğer süreci dezenformasyondan korumazsak, karşılaşacağımız sonuçların demokrasinin mevcut olmadığı koşullarla oldukça benzer olacağı neredeyse kesin.

İspanya’ya özgü zorlukların bazıları nelerdir?

Halihazırda İspanya’da politik olarak fazlasıyla kutuplaşmış durumdayız. Dezenformasyon kutuplaşmaya yol açıyor ve kutuplaşma da dezenformasyona; bu bir kısır döngü. İspanya’da özellikle özel mesajlaşmaya aşırı bağımlılık ve güven söz konusu olduğunda, dikkate değer bir sorun var. Kutuplaşma düzeyi, diğer Avrupa ülkelerine kıyasla, Brezilya veya ABD’ye daha yakın. Bu, güven duygusuyla ve insanların güncel olaylar hakkında nerelerden bilgi edindikleriyle çok ilgili. WhatsApp çok popüler ve aynı zamanda bir bilgi kaynağı olarak hizmet ediyor, pandemi hakkında bile. Özel ağların doğası bunları izlemeyi zorlaştırıyor.

Kaynağı tespit edebiliyor musunuz? Bu kanalların arkasında kim var?

Normalde doğruluk denetimi yapıyorsanız öğrendiğiniz ilk şey denetlenemeyen şeyler olduğu, çünkü bunlar gerçek değil, sırf kişisel görüşten ibaret. Bizim üzerinde çalıştığımız şey “gerçekler.” Odak noktamız her zaman içerik, çünkü doğruluk denetimine tabi tutulabilecek şey bu. Yine de kötü oyunculara özel bir ilgi gösteriyoruz; dezenformasyon yayma konusunda başarılı bir geçmişleri olduğu için onları izliyoruz. Belirli bir dezenformasyondan ilk kez birisi bunu bize gönderdiği zaman haberdar oluyoruz. Ama çok belli ki gönderen dezenformasyon konusuna bizi uyarma ihtiyacı hissedecek kadar önem veren biri. Kötü aktörlerin fiilen tespitini kamusal platformları takip ederek yapıyoruz ve daha sonra geri dönüp belirli bir dezenformasyon öğesini ilk kez kimin yayımladığına bakıyoruz. Tabii ki, yanlış bilgi yayan kişinin motivasyonuna ilişkin net bir fikrim var, ancak ben motivasyonun peşinde değilim. Bir teyitçi olarak ilgilendiğim şey yanlış bilgiyi belirleyebilmek ve “bunun gerçeklerle desteklenmediğini” veya “desteklendiğini” kesin olarak ifade edebilmek.

Çözüm üretme konusunda örgütünüzün rolünü nasıl algıladığınızdan biraz bahseder misiniz?

Örgütümüz, dezenformasyonla çeşitli şekillerde mücadele eden, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş. Doğruluk kontrolü bunlardan sadece bir tanesi. Ayrıca gerçekliği daha kapsamlı bir şekilde açıklamak için veri gazeteciliği ve başka şeyler yapıyoruz. Doğruluk denetimi ile ilgili olarak bunun tüm oyunun kendisi değilse de çözümün önemli bir parçası olduğunu söyleyebilirim. Teyitçilerin formatlar konusunda çok uyanık olmaları ve bilginin niteliğine kesinlikle itibar etmeleri gerek, ancak aynı zamanda açığa çıkardıkları bu bilgiyi paylaşılabilir ve hatta viral olacak kadar çekici hale getirmeleri de. Bunun bir kısmı, topluluğunuza güvenmekle veya bir topluluk oluşturmakla çok ilgili. Bize doğrulanmak üzere sürekli olarak içerik gönderen 4.000 ila 60.000 kişi var. Bu bir hazine çünkü bize (bir şeyin ne kadar viral olduğunu görmek, müdahale etmenin ne kadar acil olduğunu değerlendirmek için) üzerinde çalışmamız için bir şeyler veren bu insanlar, tam da çürüttüğümüz bilgiyi, doğru bilgiyi yaydığımız ve “lütfen, bunu paylaşın” dediğimiz kişiler. Bu, işe yarayan, daha yaratıcı ve stratejik bir çürütme süreci, paylaşması da bir aldatmacayı paylaşmak kadar davetkâr bir şey.

Nihayetinde çözümün doğruluk denetimiyle ilgisi, medya okuryazarlığı ve eğitimle olan ilgisinden daha fazla değil. İnsanların daha az inanması ve daha eleştirel olmalarıyla ilgili. Bir ileti alırsınız ve paylaşma dürtüsüne direnirsiniz. Bunun kişilik önyargıları ve özellikleriyle çok ilgisi var. İnsanlar bir sloganla veya gerçekten inandıkları bir şeyle karşılaştıklarında durup düşünmeliler. İnsanların farkındalıklarını geliştirmelerine ve doğruluk denetimi yapmalarına yardımcı olacak teknolojik araçlar tasarlamaya ve sunmaya çalışıyoruz. Ancak en büyük farklılığı yaratacak şey bireysel davranış düzeyinde yatıyor; bir an durup eleştirel düşünmek ve “dur”maya karar vermek. Ya da belki önce “googlelama”yı düşünmek. “Beklemekten” yana karar almak her şeyden daha faydalı olacaktır. Okullarda ve halk eğitim kampanyalarında insanlara aldıkları her iletinin doğru olmadığı bilinci aşılanırsa bu davranış değişikliği bir fark yaratabilir.

Sosyal medya platformlarının kullandığı teknolojiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? İşinizin yerini alabileceğini düşünüyor musunuz, yoksa bu daha çok tamamlayıcı bir önlem mi?

Bu noktada otomatik doğruluk denetimi diye bir şey olduğunu düşünmüyorum. Açıkçası, teknolojinin bize yardımcı olmasının birçok yolu var, özellikle de tespit söz konusu olduğunda. Viral hale gelmekte olan ve dezenformasyon olma potansiyeli taşıyan öğelerin tespit edilmesi konusunda ciddi çabalar sarf ediliyor, ama şu anda dünyada bunların dezenformasyon olup olmadığını değerlendirebilecek bir makine yok. Makineler alaycılığı, mizahı, niyeti tanımlama yeteneğine hâlâ sahip değil. Genel anlamda konuşuyorum. Belki de yapay zekâ, geçmişte doğru olmadığı açıklananlardan öğrenmek, dili analiz etmek ve ardından bunu içerik analizinde uygulamak üzere gelişecektir. Ama sonuçta çok açık bir metodolojiye göre üzerine “bu dezenformasyondur” diye damga vurmaya karar veren bir kişi, bir gazeteci olmalı. Şu anda bunu yapmanın otomatik bir yolu olduğunu düşünmüyorum. Aslında bunun yakın gelecekte de mümkün olacağını sanmıyorum, çünkü ifade özgürlüğüyle ilgili belirli konular kafa karıştırıyor. Maldita’da teyitçiler olarak yapmak istediğimiz şey metodoloji hakkında konuşabilmek. Çürütme süreci konusunda kristal berraklığına ulaşmak istiyoruz. Teknoloji bunun bir “parça”sı, teknolojiye hayli güveniyoruz. Maldita’da bir mühendislik ekibimiz var ve WhatsApp’taki yapay zekâ sohbet robotumuz buna iyi bir örnek. Ayrıca artık gelen herhangi bir içeriği nasıl eşleştireceğini bilen ve araştırmaya başlamanın neden gerekli olduğunu anlamak için gereken grafik türlerini çizebilen bir makinemiz var. Bu ekibimizin gerçekten kritik olan şeyi, yani araştırma kısmını gerçekleştirebilmesi açısından çok zaman kazandırıyor.

Karşılaştığınız en sansasyonel veya kalıcı dezenformasyon neydi?

“Aile aldatmacaları” olarak adlandırdığımız bir aldatmaca ve dezenformasyon kategorimiz var, çünkü tekrar tekrar ortaya çıkıyorlar. İki üç yıl önce “yanlış” olduğunu teyit ettiğimiz şeyler tekrar tekrar geliyor. Örneğin, her seçim dönemine girildiğinde insanlara posta yoluyla kullandıkları oyların geçerli sayılmayacağını söyleyen iletiler dolaşıyor. Donald Trump bunu ABD’de popüler hale getirmeden çok önce İspanya’da fazlasıyla gördük. Geliyor ve değişiyor. Bir bakıma komik çünkü hükümet değişiyor, bu yüzden aldatmacanın amacı değişiyor. Sadece birkaç ismi ve yeri değiştirip “Başbakanın şu arkadaşı aslında şu anda Posta Hizmetlerini yönetiyor, oyunuzun sayılmamasını sağlayacak” diyorlar. Bunun hem muhafazakâr hem de ilerici hükümetlere karşı yapıldığını gördük. Her seçim döneminde ortaya çıkıyor ve çok zararlı çünkü bir dayanağı yok. Bu büyük bir tezgâh kurulmasını gerektirir; inandırıcı olması mümkün değil ve hiçbir kanıtı yok ama demokratik sistemin merkezine iniyor. Seçilmiş hükümetin gayrimeşru olduğu, aslında kazanmadıkları, posta sahtekârlığı yaptıkları gibi rivayetler dolandı hep. Her seferinde aynı şey oluyor.

Ama tekrar tekrar karşımıza çıkan şeyler yalnızca bu türden şeyler değil, aynı zamanda normalde dikkat çekmeyen türden olanları da var. Sizi bu sorunlar konusunda uyaran toplum merkezli bir yaklaşımınız yoksa, bunları gözden kaçırabilirsiniz ve bunlar birçok insan için ciddi bir sorun olabilir. Doğruluk denetimi için bilgili kişilere güvenmek zorunda kalmamayı sağlamayı görev edindik. Toplumun geri kalanına, size gerçekten ihtiyacı olan ve elinde pek de bilgi edinme imkânı olmayan insanlara bir bakmanız gerek.

Çalışmanızın etkisini nasıl ölçüyorsunuz? Gerçekten bir fark yaratıp yaratmadığınızı nasıl anlıyorsunuz?

Etkiye odaklanan, ne kadar etkili olduğumuzu deneyip gören bir departmanımız var. Dezenformasyon konusunda bize başından beri inandığımız şeyi söyleyen çok ciddi akademik araştırmalar var: İnsanlar doğruluk denetimi ile bir kez karşılaştıklarında, dezenformasyon karşısında çok daha korunaklı oluyor. Ayrıca araştırmalar çürütmenin aslında dezenformasyonun yayılma şeklini etkilediğini de gösteriyor. Belki insanlar “bu doğru değil” diyecek kadar ileri gitmiyor ama içerik paylaşmadan önce çok daha temkinli davranıyorlar. Genel olarak bu alanda yapılan akademik değerlendirmeler, doğruluk denetiminin işe yaradığına dair yeterli kanıt sunuyor.

Daha önce de değindiğim gibi, karşı karşıya olduğumuz zorluk, olağan bir doğruluk denetimi alanının ötesine geçip genel olarak toplumun endişelerini ve şüphelerini bütünüyle ele alarak onda genel bir etki yaratma hedefinde yatıyor. Bu bir süreç, ama toplum merkezli yaklaşımın doğru yönde atılmış bir adım olduğunu düşünüyorum. İnsanların gerçekten neyi merak ettiğini ve onları gerçekten neyin endişelendirdiğini çokça dinlemeyi gerektiriyor. Neyi önemsediklerini size “onlar” söylesin. Başlangıçta büyük ölçüde siyasi içerikle uğraşıyorduk, çünkü iktidar konumundaki insanları hedef almak ve onların hesap vermesini sağlamak çok önemliydi. Ancak ilerleme kaydettik ve şu anda uğraştıklarımızın çoğu siyasetle uzaktan bile ilgili değil. Çoğunlukla dolandırıcılık, sahtekârlık, tıbbi ve bilimsel dezenformasyonla uğraşıyoruz. İnsanlar tuzlu su içmenin koronavirüsü önleyip önlemeyeceğini bilmeyi gerçekten istiyor. Başlangıçta politikacıları izlemeye odaklanmaktan memnunum, ancak toplumumuz siyasetten çok daha fazlasını ihtiva ediyor ve bu endişelerin İspanyol toplumunun ötesine geçtiği göz önünde bulundurulduğunda, yaklaşımımızın kapsamını  genişletmemiz gerekiyor.

Bu metinde ifade edilen görüşler yalnızca yazarlara ve/veya görüşülen kişilere aittir ve Heinrich Böll Stiftung, İsrail Kamu Politikası Enstitüsü (IPPI) ve/veya Tel Aviv’in Almanya Büyükelçiliği’nin görüşlerini yansıtmaz.