“Politika yapıcılar, çevrimiçi ortamda iyi kararlar almaları için insanların elini güçlendirmeli”

Röportaj

Dr. Philipp Lorenz-Spreen ile bilişsel modeller, buluşsal yöntemler ve sağlıklı çevrimiçi seçim ortamları tasarlamada politika yapıcıların rolü hakkında bir söyleşi.

Okuma süresi: 1 dakika

Philipp, bize ne yaptığınızdan ve dezenformasyonun nasıl işinizin bir parçası haline geldiğinden biraz bahseder misiniz?

İşim genellikle karar verme süreçlerinin araştırılması üzerine; dezenformasyonun merakımı uyandıran yönü, eskiden ağızdan ağıza yayılan dezenformasyondan çok farklı olarak, sosyal medya aracılığıyla kendi kendine organize olmuş bir şekilde yayılabilmesi. Dezenformasyonu sosyal ağ aracılığıyla yayılan bir virüs olarak görebiliriz. Bilgi elbette virüs değil ama aralarında bazı benzerlikler var. En ilginç bulduğum şey, her kişinin bu aktarım zincirinin bir parçası olabilmesi; düğmeyi tıklar veya tıklamaz, böylece dezenformasyonun yayılmasına veya denetim altına alınmasına katkıda bulunabilir.

Sizce durum ne kadar vahim? Endişelenmeli miyiz?

Sorunun boyutunu tahmin etmek çok zor ama bazı araştırmacılar durumu değerlendirmeye çalışıyor. Örneğin, yakın tarihli bir araştırma, insanların tamamen yalandan ibaret şeyleri çok nadiren paylaştığını ortaya koydu. Sorun sadece uydurulmuş bilgilerden ibaret değil, özünde doğru olan ancak insanları kutuplaştıracak veya manipüle edecek şekilde sunulan mesajları da sorun olarak görüyorum. Bu sorun hafife alınmamalı, çünkü etkileri geri döndürülemez nitelikte. Bir kez zarar oluştuktan ve iletişim sistemlerimiz ve potansiyel olarak siyasi sistemimiz, örneğin yanlış bilgilerden, etkilendikten sonra eski hale geri dönmek zor olacaktır. Bununla ilgili şimdi bir şeyler yapmak zorundayız. İnsanların tükettiği bilgiler ve bunların kamusal alanımızda nasıl dolaştığı ve değişikliğe uğratıldığı üzerinde düşünmek bizim sorumluluğumuzdur. Bilgi tüketimi çevrimiçine kaydı ve bu sorunun çözümünü tek başına teknoloji şirketlerine bırakamayız.

Bir araştırmacı olarak rolünüz sorunu anlamaya mı çalışmak yoksa çözmeye mi çalışmak?

Ben de kendime bu soruyu sık sık soruyorum. Araştırmacı olarak işim en başta bu karmaşık sistemi anlamak. Ancak biliminsanları kendilerini sadece gözlem ve analizle sınırlamamalı. Kamu yararına olacak bir değişime aktif olarak katkıda bulunmak için içgörülerini paylaşabilirler ve paylaşmalıdırlar. Biliminsanlarının rolünün önemli bir yönü olan bu süreç iki aşamalı bir süreçtir: İlk olarak, gerçekte neler olup bittiğini anlamamız gerekiyor ve çevrimiçi dezenformasyon durumunda, ne yazık ki en başta verilere erişimin çok sınırlı olması nedeniyle, ne olup bittiğini anlamaktan hâlâ oldukça uzağız. İkinci aşamada ise karşı müdahaleler üretmemiz gerekiyor. Çevrimdışı dünyada, eğer bir şey zararlıysa, hasara neden olan her neyse onu yapmaktan vazgeçip işleri yine eski haline getirebiliriz. Ama bunu çevrimiçinde yapamayız; sosyal medyayı kapatamayız. Dolayısıyla sosyal medyanın topluma nasıl hizmet edeceğine dair modeller geliştirmemiz gerekiyor. Bu tür modelleri, sivil toplum örgütleri veya kamusal politikalar üreten profesyoneller geliştirebilir, ancak bence bu da araştırmacıların işi. Bu girişimi, araştırmacıların yalnızca neyin yanlış olduğunu belirlemekle kalmayıp aynı zamanda bir çözüm geliştirdiği aşı geliştirme süreciyle kıyaslayabiliriz.

Henüz bir çözüm bulamamış olabiliriz ama sorunu anlamaya yaklaştık mı bari?

Evet, sanırım. Sosyal medyanın büyük ölçekli etkisi sadece on yıl öncesine uzansa da, ki araştırma dünyası açısından bu sürenin çok da uzun olduğu söylenemez, halihazırda muazzam sayıda araştırma yapılıyor. Artı, bir sorunun kapsamını anlamaya çalışıyoruz, ama ihtiyacımız olan bilgiye erişimimiz her şeyden önce sorunu yaratanlar tarafından kontrol ediliyor. Bu alışılmadık bir durum. Yine de epey geride olmamıza rağmen şimdiden bazı örüntüleri görebiliyoruz. Bir yandan internetin her şeyi demokratikleştireceğine dair ilk umutların hayata geçmediğini görürken, diğer yandan internetteki herkesin kendini tamamen ayrı bir bilgi balonunda bulacağına dair aşırı korkuların da gerçek olmadığını görüyoruz. Daha yapıcı bir orta zemine doğru yaklaşıyoruz.

Pandemi, dezenformasyon konusundaki araştırmalarda veya çözüm arayışlarında herhangi bir değişikliğe yol açtı mı?

Pandemi, insanların farklı “gerçeklere” maruz kalmalarına neden olduğu için, bir tartışma zemininin olmadığı büyük bir belirsizlik durumu yarattı. Buna ilaveten, insanlar çevrimiçinde daha fazla vakit geçirmeye başladı, çünkü sürekli evdeydiler, kendilerini yalıtılmış hissediyorlardı, temas kurmak ve bilgi paylaşımında bulunmak istiyorlardı, ama her zaman faydalı olmayan, hatta sorunu büyüten bilgilerdi bunlar. Pandemi sırasında bile bilginin durumu hakkında, psikolojik faktörlerin etkisini de inceleyen, birçok makale yayımlandı. Araştırmanın yönünün değiştiğini söyleyemem ama sağlık bilgisinin, daha genel olarak bilim iletişiminin gelecekte daha fazla ağırlığa sahip olacağını düşünüyorum, çünkü kaliteli bilgiye ihtiyaç var.

O halde, şu anda dezenformasyon araştırmalarında en önemli soru nedir?

Çözüm çağrıları giderek artıyor. Sorunun ne kadar büyük olduğu konusundaki tartışmayı bitirdiğimizi sanmıyorum. Bununla birlikte, kamuoyunun ve araştırma topluluğunun yeterince büyük bir kısmı ortada bir sorun olduğuna ve bu konuda bir şeyler yapmamız gerektiğine ikna oldu. Bu nedenle artık giderek daha fazla “ne yapmalı” sorusu ağırlık kazanıyor.

Çözümün geliştirilmesinden kim sorumlu olacak? Araştırmadan daha önce bahsetmiştik, ancak yasa yapıcılar, STK ve teknoloji şirketleri gibi diğer paydaşları da dahil edersek, nasıl bir işbölümü düşünüyorsunuz?

Gerçek çözüm –tabiri caizse “aşı”– bence muhtemelen şeffaf deneyler yürüten araştırmacılar tarafından geliştirilecek, böylece insanlar bunların nasıl test edildiğini görebilecekler. Bu çözümlerin uygulanması ise bambaşka bir mesele. Bunun için araştırmacılarla iletişim kuracak, bulgularını bir araya getirecek ve bunları politika yapıcılara sunmaya yardımcı olacak düşünce kuruluşlarına ve IPPI (Israel Public Policy Institute/İsrail Kamu Politikaları Enstitüsü) gibi kurumlara ihtiyacımız var. Hayal ettiğim iletişim hattı bu, ancak başka seçenekler de var.

Teorik olarak, rekabetçi bir strateji izleyebiliriz: Bir platformun yapısının ve çalışmasının nasıl olması gerektiğine ilişkin standartlar dahil, kaliteli bilgi konusunda yeterli kamuoyu bilinci ve bu bilincin oluşması yönünde bir tercih varsa, halk bu unsurlara öncelik veren platformu tercih edecektir. Ancak bu, yalnızca platformlar arasında gerçek bir rekabet varsa mümkündür ve şu anda büyük platformlar tekel durumunda. Başka bir yol, kâr amacı gütmeyen kamu fonları gibi işleyen ve reklam almayan kamu platformları oluşturmak olabilir, ancak bunun da kendi içinde zorlukları var.

Bu gelişmelerin bazılarının el ele gittiğini düşünüyorum. İlk olarak, düzenleme mevcut kâr amaçlı platformların gücünü azaltabilir ve dezenformasyonun bu kanallar aracılığıyla yayılmasına kısmen engel olabilir. Aynı zamanda, bir seçenek de kamusal platformları geliştirmek ve değerlendirmek için araştırmacı istihdam etmek olabilir. Kim bilir, belki bir gün bu yeni platformlar Twitter ve Facebook ile rekabet edecek kadar büyür, hatta bu aktörleri davranışlarını değiştirmeye zorlar.

O halde, işe dezenformasyon konusunda kamuoyunu bilinçlendirmek ve eğitmekle başlayan, aşağıdan yukarıya bir yaklaşımı mı, yoksa yasal düzenlemeye odaklanan, yukarıdan aşağıya bir yaklaşımı mı savunuyorsunuz?

Yasal düzenlemenin aşağıdan yukarı harekete hitap etmesi gerektiğini söyleyebilirim ve püf noktası tam da burası. Normalde yasalar çok tepeden inmedir ama birçok kişinin sayısız küçük yolla katkıda bulunarak büyüttüğü ve kullanılan altyapının da bu tür davranışları özendirdiği, aşağıdan yukarıya üretilen bir sorunla uğraştığımız için bence çözüm de bu seviyeden başlamalı. Herhangi bir yasal düzenlemenin bunu yapabileceğinden yüzde yüz emin değilim, kabul ediyorum, ancak yasa yapıcıların çözümün kendileri olmadığını anlamaları bunun yerine insanları çevrimiçi ortamda iyi kararlar almalarına olanak sağlayan yasalar çıkararak aşağıdan yukarıya çözümleri kolaylaştırmaları gerekiyor.

Dr. Philipp Lorenz-Spreen, Berlin’deki Max Planck İnsani Gelişme Enstitüsü-Adaptif Akılcılık Merkezi'nde bir ağ bilimcisidir. Gelişmiş çevrimiçi ortamlar aracılığıyla demokratik toplumsal söylemi güçlendirme konusunun yanı sıra kendi kendini örgütleyen çevrimiçi söylemi geliştirmek için toplu karar verme üzerine mikro ve makro bakış açılarını birleştirmenin yolları konusunda araştırmalar yapmaktadır.

Bu metinde ifade edilen görüşler yalnızca yazar(lar)a ve/veya görüşülen kişilere aittir ve hiçbir şekilde Heinrich Böll Stiftung, İsrail Kamu Politikaları Enstitüsü (IPPI) ve/veya Tel Aviv Alman Büyükelçiliği’ni bağlamaz.