Almanya’nın yeni hükümeti “değer temelli” dış politikasını Avrupa’da nasıl yürütebilir?

Analiz

Almanya, yeni bir koalisyon hükümetiyle, Avrupa’da daha fazla ilerleme sağlanmasına cesaret edecek gibi görünüyor

Yeni Alman hükümeti koalisyon anlaşmasına “Daha Fazla İlerlemeye Cesaret Et” (“Mehr Fortschritt wagen”) adını verdi. Başlık, Angela Merkel’in 16 yıllık saltanatının muhafazakârlığa olan eğilimine ve daha hızlı hareket isteyenleri hayal kırıklığına uğratan nispeten yavaş, temkinli yaklaşımına hafif bir gönderme. “Trafik ışığı koalisyonu” (üç partinin renklerinden dolayı böyle adlandırılmıştır) olarak adlandırılan koalisyonun dış politika emelleri, koalisyonun ilerici bir gündem izleyeceği vaadinin yansımalarını içeriyor. Koalisyon anlaşmasında, iklim değişikliği mülahazalarını çeşitli dış politika alanlarına entegre etme, insan hakları ve silah kontrolüne yönelik çabaları artırma ve feminist bir dış politika benimseme taahhütleri dile getirildi. Dile getirilen diğer taahhütler, Berlin’in dış politikasının uzun süredir var olan bazı temel ilkelerinin yerini koruyacağına, yani Avrupa Birliği’ne ve dış politikasına, çok taraflılığa ve kurallara dayalı bir uluslararası düzene, transatlantik ilişkilere ve Almanya’nın güvenliğinin vazgeçilmez bir parçası olan NATO’ya olan desteğin süreceğine işaret ediyor.

Merkel’in yerini alan yeni başbakan Olaf Scholz, kendi merkez sol partisi Sosyal Demokrat Parti (Almanca baş harfleriyle SPD), daha sol eğilimli Yeşiller Partisi ve iş dünyası yanlısı Hür Demokratlar’dan oluşan bir koalisyona liderlik ediyor. Bu toplam, bazı politika alanlarındaki farklılıkları göz önünde bulundurulduğunda, olabilecek en uyumlu toplam değil, bunun yeni hükümetin dış politikasını nasıl etkileyeceği ise ileride görülecek. Ancak Almanya’nın ilk kadın dışişleri bakanı ve Yeşiller’in eş başkanı Annalena Baerbock, Kremlin’i sözünü sakınmadan eleştiriyor ve Çin’e karşı daha sert bir tavır almaktan yana. Diyalog ve sertliği” birleştirendeğerlere dayalı bir dış politika” izlemeyi hedeflediğini söylüyor, bunun tam olarak nasıl olacağı hâlâ tartışma konusu gerçi.

Her halükârda, bu yaklaşım, Berlin’in demokratik gerilemenin üzerine daha güçlü gideceği ve otoriter rejimlere ve bağnaz hükümetlere karşı sesini yükselteceği yönündeki beklentileri artırıyor. Yeni hükümetin Çin’e yönelik politikası yakından izlenmeye değer olsa da (Çin’i farklı cephelerde ortak, rakip ve sistemik rakip olarak tanımlıyor) kendi arka bahçesini ele alma tarzı, niyeti konusunda daha açıklayıcı olacak. Rusya, Belarus, Türkiye, Polonya ve Macaristan (son ikisi AB üyesi) ile ilişkiler bazı cephelerde çekişmeli olmaya devam edecek gibi görünüyor. Ancak bir yandan ilke ve değerlere bağlı kalmak, diğer yandan yapıcı diyalog arayışında olmak birbirini dışlamaz.

Koalisyon anlaşması, AB’nin komşu ülkelerle yaşadığı dış politika sorunlarının yanı sıra ikilemlerini de tarif ediyor. Bu anlaşma, Avrupa içindeki ve çevresindeki otoriter ve bağnaz gelişmelerin bir değerlendirmesini yapıyor, Rusya, Türkiye ve giderek otokratlaşan diğer ülkelere olan genel tavrı ise önceki hükümetlerin koalisyon anlaşmalarına kıyasla daha sert.

Baskı karşısında ses yükseltmek

Yeni koalisyon, iklim veya çevre politikaları gibi belirli alanlarda Rusya ile istikrarlı ilişkiler, yapıcı bir diyalog ve işbirliği kurmayı amaçlarken, Rusya’daki temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını ve sivil toplumun önüne konan engelleri açıkça eleştiriyor. Bu Berlin’in, Rusya’da sivil toplumu hedef alan baskıcı önlemlere karşı sesini daha da yükselteceğine işaret ediyor. İlk hamle, Kremlin’in Rusya’daki en eski ve en önde gelen insan hakları gruplarından biri olan Memorial’ı benzeri görülmemiş şekilde hedef almasına karşı güçlü bir yanıt vermek olabilir. Hem eski hem de yeni hükümet üyesi bazı Alman politikacılar, Rus zorbanın örgütü kapatma talebiyle ilgili endişelerini daha yenilerde dile getirdiler. Koalisyon anlaşmasının sivil topluma verdiği destek laftan ibaret değil; gazeteciler, aktivistler ve insan hakları savunucuları da dahil olmak üzere yurtdışındaki sivil toplum aktörlerini destekleyecek belli pratik önlemlerden söz ediyor. Koalisyon ortakları, eziyet görme riski yüksek kişilerin AB’ye giriş şartlarını basitleştirmeyi ve başvurucuların, nerede olurlarsa olsunlar, bu başvuru süreci boyunca güvende olmalarını sağlamayı amaçlıyor örneğin. Bu amaç dahilinde, insan hakları savunucuları için öngörülen Elisabeth Selbert Girişimi gibi koruma programları geliştirilebilir ve Alman büyükelçiliklerinde (ancak anlaşma hangi ülkelerdeki elçilikler olduğundan bahsetmiyor) insan haklarına odaklanan ek pozisyonlar oluşturulabilir.

Koalisyon anlaşmasında, Kuzey Akım 2 enerji boru hattı açıkça anılmıyor; bu konu Alman-Rus ilişkilerinin en tartışmalı başlığı ve aynı zamanda Almanya’nın ABD ve Ukrayna ile olan ilişkilerinde rahatsız edici bir unsur, çünkü Kuzey Akım Rusya’dan AB’ye Ukrayna üzerinden giden boru hattını devre dışı bırakıyor. Almanya’nın enerji düzenleme kurulu Federal Ağ Ajansı, şu anda, boru hattının Almanya’ya bağlanan son bölümünün sertifikasyonunu gözden geçiriyor. Bir sonraki adımda AB’nin yürütme organı Avrupa Komisyonu konuyla ilgili görüşünü bildirecek. Koalisyon anlaşmasında, enerji projelerinin Avrupa enerji kanunu ile uyumlu olması gerektiği belirtiliyor. Bu ifade, hükümetin AB Komisyonu’nun konuyla ilgili görüşünü kabul edebileceğini akla getiriyor. Ancak siyasi gerçekler de belirleyici: Geçtiğimiz günlerde Baerbock, Rusya’nın Ukrayna sınırına asker konuşlandırmasına yanıt olarak, gerginliğin daha fazla tırmanması durumunda Kuzey Akım 2’nin hizmete giremeyeceği uyarısında bulundu. Alman Parlamentosu Dış Politika Komitesi’nin yeni başkanı Michael Roth (SPD), Kuzey Akım 2’nin sadece ekonomik bir projeden ibaret olmadığını, siyasi yönlerinin de olduğunu dile getirdi.

Bu gelişmelere ve koalisyon anlaşmasının tonuna bakılırsa Berlin, Almanya’nın Rusya politikasını uzun süredir karakterize eden “ticaret yoluyla değişim” paradigmasından uzaklaşacak bir yaklaşım sergileyecek gibi görünüyor. Yeni hükümet, Ukrayna’ya yönelik ciddi bir Rus askeri tehdidiyle karşı karşıya ve Kremlin, önümüzdeki yıllarda Kiev’e ve bölgedeki (Moldova gibi) diğer Batı odaklı hükümetlere karşı gaz arzı manipülasyonları, dezenformasyon kampanyaları ve siber saldırılar gibi düşmanca politikalarını sürdürecek.

Berlin ve diğer Avrupa hükümetleri, bu nedenle, Rusya ile ortak komşuluk ilişkisinde oldukları ülkelerde çatışmaların tırmanmasını önlemek ve AB’nin komşusu olan ülkelerin egemenliğine saygı gösterilmesini sağlamak için Moskova ile anlaşmak zorunda kalacaklar. Berlin’in AB dış politikasını güçlendirme niyeti göz önüne alındığında, Berlin bu çatışmalarda kilit arabulucu olarak AB’yi daha güçlü bir şekilde destekleyebilir. Rusya ile ilişkiler, yeni hükümetin “diyalog ve sertliği” birleştiren bir politika uygulama çabasında ne tür zorluklarla karşılaşabileceğini oldukça net gösteriyor.

Türkiye ile ilişkiler

Berlin, Türkiye ile ilişkilerinde de benzer zorluklarla karşılaşacak. Alman koalisyon hükümeti, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan döneminde yaşanan temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması durumunu muhtemelen yüksek sesle eleştirecek. Türk toplumunun büyük bir kısmı, son yıllarda demokratik standartların, hukukun üstünlüğünün, azınlık haklarının ve kadın haklarının ortadan kaldırılmasını giderek daha fazla eleştiriyor. Yeni hükümetin, örneğin sivil toplum destek programları ve gençlik değişim programlarını yaygınlaştırarak bu aktörleri desteklemesi muhtemeldir. Hükümet ayrıca, tutukluluğu nedeniyle yakın zamanda Avrupa Konseyi’nin Türkiye aleyhine ihlal sürecini başlattığı hayırsever Osman Kavala’nın serbest bırakılması için Ankara’ya baskı yapmaya da devam edecek.

Ancak Kavala davası buzdağının sadece görünen kısmı. Türkiye çok sayıda gazeteciyi, muhalif politikacıyı ve aktivisti tutuklamaya devam ediyor. Kavala davası çözülse bile Almanya, AB ve diğer üye ülkelerle yakın koordinasyon içinde, Ankara’ya tüm siyasi mahkumları serbest bırakma çağrısında bulunmaya devam edecek, bu durum Türk hükümetinin AB’nin 2016’da Türkiye ile yaptığı göç anlaşmasını askıya alma tehdidine yol açabilecek olsa bile. Berlin’in burada yine, insan haklarına saygı duyulması çağrısında bulunmakla birlikte önümüzdeki yıl olası bir seçimle karşı karşıya olan Erdoğan hükümetiyle diyaloğu sürdürmek gibi karma bir yol izlemesi muhtemel.

Türkiye, şüphesiz AB’nin Belarus’un Polonya ve Litvanya sınırındaki göçmenlerin durumuna ilişkin tepkisini yakından takip etmiştir; Aleksander Lukaşenko Minsk’e yönelik yaptırımları nedeniyle AB’ye bu göçmenler üzerinden şantaj yapmaya çalışmıştı. Koalisyon ortakları, jeopolitik amaçlarla mültecilerin manipüle edilmesini ve şantajları önlemeyi hedefleyecek. Berlin, sınırdaki durumun hangi yöne evrildiğinden bağımsız olarak, Belarus’taki demokratik güçleri destekleyecek ve Lukaşenko rejimine tüm siyasi mahkumları serbest bırakması için baskı yapacak gibi görünüyor. Önceki hükümetin Belarus sınırında mülteci ve göçmenler için gereken insani koşulların sağlanması konusunda Polonya’ya yönelik çağrılarını da sürdürecek.

Macaristan ve Polonya konusunda daha sert bir duruş mu?

Koalisyon anlaşmasında genel olarak, Almanya’nın Orta ve Doğu Avrupa’daki komşularıyla ortaklık içinde olunacağı vurgulanıyor. Hem dışişleri bakanı hem de şansölye görevdeki ilk günlerinde Varşova’yı ziyaret ettiler. İktidar partileri, bölge ülkelerinin güvenlik çıkarlarını, özellikle Rusya ile ilişkileri bağlamındaki güvenliklerini ciddiye alma niyetinde ve güvenilir bir caydırıcı potansiyel olma rolünü sürdürmeye kararlılar. Polonya ile Rusya arasında ciddi gerilimler baş göstermesi durumunda bu tür bir dayanışma önem kazanabilir.

Öte yandan, Almanya’daki yeni iktidar partilerinin önde gelen üyeleri, giderek otokratlaşan Macaristan ve Polonya liderlerinin hukukun üstünlüğüne yönelik tehditlerine karşı gevşek yaklaşımı nedeniyle, Merkel hükümetini defalarca eleştirdiler. Bu nedenle, koalisyon anlaşmasının AB’nin hukukun üstünlüğü standartlarına uyum konusunda dolaylı olarak daha sert bir duruş sergiliyor olması hiç de şaşırtıcı değildir. Yeni Alman hükümeti, değerlerini ve hukukun üstünlüğünü içeride ve dışarıda koruma çabalarında AB’yi desteklemeye kararlı ve AB Komisyonu’nu bu konularda yasal araçlarını daha tutarlı ve hızlı kullanmaya teşvik edecek. Berlin’in birliğin hukukun üstünlüğü standartlarına uymayan AB üyeleriyle yapacakları tartışmalarda AB kurumlarına geçmişte olduğundan daha güçlü bir destek sağlaması muhtemel. Trafik ışığı koalisyonu, özellikle Polonya ve Macaristan’ın yargı kurumları üzerindeki denetimi ele geçirmelerine karşı bir önlem olarak, AB Komisyonu’nun milyarlarca euroluk AB kurtarma fonunun serbest bırakılmasının, alıcı ülkede bağımsız bir adli sistem olmasına bağlanması yönündeki tutumunu desteklemeyi de amaçlıyor. AB Komisyonu ile Polonya hükümeti arasındaki müzakereler devam ediyor.

Berlin ile Varşova arasında AB içindeki ortak çıkarlar konusunda geliştirilecek bir diyalog, gerilimlerden kaçınmak için makul bir yol olabilir aynı zamanda. AB dışındaki aktörlerden gelebilecek siber tehditlere ve diğer kötü niyetli faaliyetlere karşı geliştirilecek politikalar Polonya hükümetinin ilgisini çekebilir. Örneğin, Berlin ve Varşova birlikte, AB düzeyinde alınacak etkili karşı önlemleri destekleyebilir. AB’nin, demokratik değerlerini içeride ve dışarıda savunma kapasitesini güçlendirmek için bu tür bir işbirliği daha etkili bir alet çantası olabilir.

Bu makale ilk 22 Aralık 2021’de Just Security’de yayımlanmıştır.