AB ile Türkiye arasında ortak bir geleceğe giden yol, insan haklarına, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne bağlılıktan geçiyor

E-Makale

Türkiye sivil toplumu ve çoğulcu siyasi güçlerinin ulaşmak için mücadele verdiği Avrupalı bir Türkiye için, Türkiye vatandaşlarıyla omuz omuza savaşmalıyız.

İstanbul_Sözleşmesi_protestosu,_Kadıköy.jpg

İyi siyaset geçmişte başlar ama asla şimdiki zamanda sürmez. Türkiye’nin asla Avrupa Birliği’nin bir parçası haline gelmeye hazır olmayacağını iddia edenler bugüne takılıp kalmışlardır. Ancak bizim bakış açımız asla fiili durumun doğrusal devamı olmamalı. Bunun yerine, bir vizyonumuz olmalı ve bu vizyon için savaşmalıyız. Bu vizyonu şimdiki zamanla değil, geleceğin gerçekliği ile ölçüyoruz. Dolayısıyla Türkiye sivil toplumu ve çoğulcu siyasi güçlerinin ulaşmak için mücadele verdiği Avrupalı bir Türkiye için, Türkiye vatandaşlarıyla omuz omuza savaşmalıyız. Bu liberal Türkiye toplumu, devlet baskısına rağmen Avrupa ve Asya’nın en canlı toplumlarından biri olmaya devam ediyor. Güçlü muhalefet partileri ve sayısız Avrupa toplumuyla iyi, demokrasi esaslı bağlantılar hâlâ varlığını koruyor. Geleceği de tüm bunlar üzerine inşa edebiliriz ve etmeliyiz, karşılıklı geçici başarısızlıklar üzerine değil.

Ancak bu geçici başarısızlıkları da hafife almamak gerek, çarpıcı niteliklerini koruyorlar ve yıllardır gündemimizi belirlediler. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki ve Kıbrıs sorununa ilişkin tek taraflı eylemleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını dikkate almaması, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, muhalefet partisi HDP’yi kapatma davası ya da LGBTQI aktivistlere dönük saldırılar sorunlu alanlardan yalnızca birkaçı. AB-Türkiye ilişkileri bugünlerde kötü ve bu açıdan bakıldığında, Türkiye’nin AB’ye katılması için önünde çok uzun bir yol var, hatta bazıları için bu imkânsız.

Ama bizim açımızdan bu tam da doğru motivasyon: Pek çok milletvekili meslektaşın yaptığı gibi, Türkiye’yi AB’den sonsuza kadar uzaklaştırmamak ve pes etmemek. Ortak bir gelecek için Türkiye’deki sivil toplumla omuz omuza mücadele etmeliyiz. Ama bu, şöyle ya da böyle olumlu bir gündem ararken yapılamaz; daha açık konuşmalı ve tüm gücümüzle insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü çabalarımızın merkezine yerleştirmeliyiz. AB’nin burada oynayacağı rol önemli, çünkü AB ile Türkiye’nin karşılıklı olarak birbirine ihtiyacı var. Türkiye’deki ortaklarımız AB’nin artık sadece bir kıta büyüklüğünde bir pazar yeri olmadığını, ortak çalışma tarzı demokrasi olan, benzer düşünen bireylerden oluşan bir topluluğu temsil ettiğini anlamalı. Katılım süreci bu konuda tek uygun platform ve Avrupalılar sadece bu çerçevede söz sahibi olabilir. Eğer ilişkilerimizi “iyi komşuluk” düzeyine indirirsek bu mümkün olmaz; yalnızca katılım süreci, demokratik yakınlaşmaya yönelik olarak “barış içinde bir arada yaşamanın” ötesinde normatif bir çerçeve sağlayabilir.

Bu demokratik yakınlaşmanın öncelikleri aşağıdaki koşulları içermeli.Ancak bunlara uyum Türkiye’deki ortakların bağlılığını ve demokrasiyi ciddiyetle olumladıklarını doğrulayabilir:

  • Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden dahil olması için bir yol haritası. Avrupa değerlerinin ortak normatif çerçevesini ancak bunu yaparak güvence altına alabiliriz. Çünkü bize göre kadın hakları, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne dönük iştiyakının ciddiyeti anlamak için bir turnusol testi.
  • Birkaç isim vermek gerekirse, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş gibi keyfi olarak gözaltına alınan çok sayıda muhalefet üyesi, insan hakları savunucusu, gazeteci ve akademisyenin serbest bırakılması. Çünkü bize göre insan haklarına bağlılık ve insan hakları mahkemesi kararlarına uymak, ortak değerlerin olduğu kadar ortak kurumların da teminatı.
  • Muhalefet partilerine yönelik her türlü tacize ve baskıya son verilmesinin yanı sıra HDP’ye yönelik kapatma sürecinin sonlandırılması ve siyasi ve parlamenter çoğulculuğa bağlılık. Çünkü ancak siyasi çoğulculuğu sağlayabilirsek, gelecekte AB’nin bir parçası olarak ortak kararlardan bahsedebiliriz. AB, siyasi çoğulculuk ilkesini benimsemeyen bir hükümetin Konsey’e katılmasına ve Avrupa Parlamentosu’nda var olmasına izin veremez.

Bu üç konudan en az birinde kaydedilecek bir ilerleme, ileriye dönük herhangi bir yeni AB-Türkiye gündemi için bir ön koşul olmalıd. Katılım müzakerelerinin kaldığı yerden devam etmesini bir yana bırakın, Gümrük Birliği’nin yenilenmesi de bu adımları tamamlayabilir ve tamamlamalıdır. Ama sadece tamamlayıcı olarak kalmalı, onların önüne geçmemeli. Çünkü AB’nin parçası olacak bir Türkiye’nin geleceğinin temelini oluşturan piyasa değil, demokrasidir.

Aynı zamanda Avrupa Birliği ile işbirliğinin sürmesinin Türkiye için avantajlarının neler olduğunu da vurgulamamız gerekiyor.

Yeşil Anlaşma çerçevesinde bir işbirliği bunun temelini oluşturabilir. Türkiye’deki ortaklarımız enerji ve ekonomi sektörlerinde gösterecekleri ciddi bir ortak çaba ve reformlar yoluyla, AB’nin yeşil dönüşümünün dezavantajlarından kaçınmayı başarabileceklerini ve bunun yerine, toplumumuzun dönüşümünden ve AB yatırımlarından yararlanabilmeleri için bunu tersine çevirebileceklerini gösterebilir ve göstermelidir.

Gümrük Birliği’nin yenilenmesi için diyaloğu sürdürmemiz gerektiğini de söylemeye gerek yok. Bu, Türkiye için önemli bir öncelik ve AB elinde kalan birkaç baskı unsurundan biri. Ancak Gümrük Birliği’nin yenilenmesi, tartışmasız olarak insan hakları ve temel özgürlüklere ilişkin katı bir koşula bağlanmalıdır. İnsan haklarının durumu bu tartışmanın merkezinde yer almalı ve Türkiye’ye dönük gelecekteki tedbirlerin yanı sıra işbirliğinin de formüle edilmesinde kilit bir unsur olmalı.

Türkiye’de demokrasi ve insan hakları için her gün mücadele eden ve bunu yaparken kendi özgürlüklerini riske atan insanlara hiç değilse bunu borçluyuz.