2008 yılından bu yana dijital çağda demokrasi üzerine çalışan bir sivil toplum kuruluşu olan Xnet, dezenformasyonla mücadelede bir strateji olarak tarafsız etiketleme ve daha az sansüre dayalı bir doğrulama sistemi öneriyor. Örgüt, yasa koyucular için, demokrasi ve temel özgürlükleri savunmak amacıyla, hem çevrimdışı hem de çevrimiçi dünyada uygulanacak bir yasa modeli sunuyor: https://xnet-x.net/es/fake-you-law/
Bu yorum yazısı, yerel devlet destekli dezenformasyonun AB demokrasisini nasıl tehdit ettiğini araştıran “Dezenformasyonda Boğulmak” başlıklı dosyamızın bir parçasıdır.
Barselona Üniversitesi'nde “Dijital Çağda Teknopolitika ve Haklar” yüksek lisans dersi sırasında yaptığımız araştırma sonucunda, #FakeYou, Yalan Haber ve Dezenformasyon –Hükümetler, siyasi partiler, kitle iletişim araçları, şirketler, büyük servetler: bilgi manipülasyonu tekeli ve ifade özgürlüğüne yönelik tehditler (#FakeYou, Fake News y Desinformación - Gobiernos, partidos políticos, mass media, corporaciones, grandes fortunas: monopolios de la manipulación informativa y recortes de la libertad de expresión) başlıklı bir kitap yayınladık.
#FakeYou’da, “yeni” olarak adlandırılan yalan haber olgusu nedeniyle (daha doğrusu bahanesiyle) hem İspanya’da hem de diğer ülkelerde, dezenformasyona karşı mücadelede kullanılan kamu ve yasama politikalarının aslında genellikle gerçek çözümden uzaklaşmaya hizmet ettiğini ortaya koyuyoruz. Bunun iki temel nedeni vardır:
- Toksik dezenformasyonun tek kaynağı orasıymış gibi internete saldırıyorlar.
- Kullanıcıların ifade özgürlüğünü sınırlamaya çalışıyorlar ve bu süreçte gerçek toplu dezenformasyon yayıcıların paçayı kurtarmasını sağlıyorlar.
İfade özgürlüğü ve bilgi edinme özgürlüğü gibi temel haklara, yalnızca herhangi bir demokratik devletin bel kemiği oldukları için değil, aynı zamanda dezenformasyon ve yalan haber sorununun kaynağı olmadıkları için de saygı göstermek önemlidir. Bilakis, onlar çözümdür.
Ama önce, alandaki deneyimlerimize ve yaptığımız deneylere dayanarak İspanya’daki duruma hızlıca bir bakalım.
Vaka çalışması: İspanya
İspanya şu anda, esas olarak siyasi partilerin ve onların “müşterilerinin” propaganda kampanyaları nedeniyle derinden kutuplaşmış bir toplumdur. Bu bağlamda, Haziran 2016’da yapılacak genel seçimler için seçim kampanyasında İspanya’nın önde gelen siyasi partilerinin iletişime yaptığı yatırımlar üzerine ve özellikle iletişime ne kadar bütçe ayırdıkları üzerine bir araştırma yaptık. İspanya’da parlamentoda temsil edilen siyasi partiler esas olarak kamu parasıyla finanse ediliyor, bu nedenle bizim paramızın ne kadarını bizi manipüle etmek için kullandıkları sorusu ortaya çıktı.
Ancak hem Sayıştay’dan hem de her bir siyasi partiden elde edilen veriler ayrı ayrı incelendiğinde, yalnızca çok genel kavramları ifade eden harcamaların kayıt altına alındığı görüldü. Örneğin, “İletişim” başlığı altında açıklanan giderler arasında sadece yapılan toplam harcama miktarı görülebiliyor ancak bu miktarların hangi hizmetlere ait olduğunu çıkarsamanın hiçbir yolu yok ve daha detaylı bilgi edinme taleplerimize cevap verilmedi.
Hem Sayıştay hem de siyasi partiler, daha fazla bilgi vermemek için veri koruma yasalarını gerekçe gösterdiler ama bu hem gerçeküstüydü hem de yasal olarak yanlıştı; veri koruması, kamu parasıyla yapılan harcamalar hakkında bilgi vermekten kaçınmanın bahanesi olamaz. Bilgi gizlemenin kolay bir yoluna ihtiyaçları vardıysa, bizzat şeffaflık yasasına başvurmaları yeterli olurdu çünkü İspanya’da siyasi partiler bu yasa altında sayısız istisnadan yararlanıyor.
Sözleşmeli iletişim hizmetlerinin türü ve otomatik veya yapay ileti yayma sistemlerine yapılan yatırımlar hakkında doğrudan siyasi partilerden bilgi alınamadığından, bu bilgiyi partilerin resmî Twitter hesaplarını izlayerek, özellikle 26 Haziran 2016 seçim kampanyası öncesinde siyasi partilerin takipçi sayısındaki artış üzerine çalışarak toplamaya karar verdik. Bu inceleme, örneğin, tüm hesaplarda önemli sayıda “otomatik” takipçinin varlığını gösterdi, bazı durumlarda yüzde 30’dan fazla (bkz. #FakeYou, Vaka 4: Vaka çalışması olarak İspanya).
2021’de Madrid seçim bölgesinde gerçekleşen son seçimler gibi, en son seçimlerde bu durum tekrarlandı. David Álvarez’in analizine göre, bu platformların şu anda uyguladığı şeffaflık sayesinde, sosyal medya kampanyalarına büyük yatırımlar yapıldığı açık. Bilinmesi imkânsız olan, iletişim alanına yapılan diğer yatırımlar ve bunların nasıl kullanıldığıdır.
Takipçilerin yapay olarak artması, dezenformasyon alanında sistematik olmayan veri niteliğindedir, ancak yine de demokratik kurumlarımız üzerinde tam bir denetim olmadığının iyi bir örneğidir. İspanya’da doğrudan para karşılığı takipçi satan şirketler bulmak zor değil. Örneğin, “Comprar-Seguidores.info” kendini şöyle tanıtıyor:
“Sosyal ağlarda hizmet sunmada önde gelen bir şirket olan Comprar-Seguidores.info’ya hoş geldiniz. Takipçiler, Beğeniler, Retweetler, Hayranlar, Aboneler, Yorumlar vb. gibi hizmetler. Web sitemizde 100’den 1 milyona kadar, istediğiniz sayıyı online satın alma imkânı sunan çok çeşitli hizmetlerimiz var.”
Ağırlaştırıcı bir faktör olarak, İspanya’da medya alanında siyasi partilerin iletişim sorumlularından para istemeye dayalı bir iş modeli geliştirildiğini gördük. Bu şekilde bazı medya kuruluşları, hükümetler de dahil olmak üzere, tüm idari seviyelerde kurumsal reklamlardan gelir sağlıyor. Álvarez Peralta ve G. Franco’nun ve ayrıca Q. Badia Masoni’nin son çalışmaları, bu modelden elde edilen gelir ile, yalan bilgilerin yayılması da dahil olmak üzere, itaatkâr bir yayın çizgisi arasındaki karşılıklı ilişkiyi gösteriyor.
Bu gidişat, medyanın hükümetler ve siyasi partilerden aldığı bilgiyi doğrulamadan kopyalama eğilimini yalnızca görünür hale getiriyor. Buna ek olarak, iletişim medyası kisvesi altında, propaganda kanallarından başka bir şey olmayan yeni ad hoc haber kuruluşlarının yaygınlaşmasıyla sorun giderek artmaktadır.
Unutmayalım ki, İspanya’da özel mülk olan kitle iletişim araçları, kurumların bu konuda hiçbir şey yapmasına gerek kalmadan, seçim yasasının kotalarını ve normlarını sistematik olarak ihlal etmektedir.
Oxford Üniversitesi Reuter Enstitüsü, yıllardır Batı kültür alanında analiz ettikleri çeşitli ülkeler arasında, güvenilirlik oranı en düşük medya yapısının İspanya’da olduğunu belirtiyor. Bu durum, aynı zamanda, belirli özel durumlarda “İspanya’daki haber okuyucularının orta derecede tarafsız bir haber içeriği bile okuyacak bir yer bulamadığını” belirten Columbia Journalist Review tarafından da teyit ediliyor.
Peki halk nasıl tepki veriyor? İspanya’daki dezenformasyonla ilgili yapılan ilginç bir çalışmanın (PDF) sonuçları endişe verici. İki bin kişilik bir örnekleme dayanan incelemenin sonucu şöyledir: on kişiden altısı yanlış ve doğru haberi nasıl ayırt edeceklerini bildiklerini belirttiler, ancak ankete katılanların yüzde 86’sı çalışmada bunu ayırt edemedi. Katılımcıların bir haberin yanlış olup olmadığını ayırt edebildiklerini söylemelerinin nedenlerine gelince; bu insanların çoğu içeriğin ve bilginin güvenilirliğinin yanı sıra haberi yayınlayan veya yazan organ veya gazeteciden bahsetti. Yalnızca yüzde 5,8’i bilgiyi karşılaştırdığını veya teyit ettiğini söyledi.
Adil bir yasal düzenlemeye giden yol
Temel hakları tehdit eden, özgürlükçü olmayan yasal düzenlemelerin altında yatan anlatı ve önlemler, internet kullanıcılarına odaklanıyor ve hem kamu hem de özel oyuncular bir kontrol ve sansür mantığına dört elle sarılıyor. Tüm Avrupa’da yasal düzenlemelere temel teşkil etmek üzere seçilen bu politikalar, dezenformasyonu en çok üreten ve bundan en çok yararlanan aktörleri ihmal ediyor.
#FakeYou’da, sistemik dezenformasyon kaynağına giden tüm yolların aynı yere çıktığını açıkça gösterdik: siyasi partiler ve onların, kurumlardan medyaya ve şirketlere kadar diğer güçlü, ayrıcalıklı oyuncular da dahil olmak üzere, çıkar ve nüfuz ilişkileri.
Bu nedenle, dezenformasyon meselesini, dezenformasyonun yarattığı kâra odaklanarak ele almak şeklindeki, şimdiye kadar benimsenen yaklaşımda radikal bir değişiklik öneriyoruz. Bu, nesnel ve verimli olmamıza olanak sağlar ve esas olarak temel hakları budamanın veya “resmi bir hakikat” tesis etmenin cazibesine kapılarak kural koymaktan uzaklaşmamızı sağlar.
Güç asimetrilerini düzelten ve halkı güçlendiren proaktif bir yaklaşım öneriyoruz:
1. Kitlesel dezenformasyon üreticilerini (hükümetler, kurumlar, siyasi partiler, kitle iletişim araçları, şirketler, işletmeler ve ünlüler) tam olarak hesaba katmak, böylece viral dezenformasyon üretmenin onlar için geçerli bir iş veya kurumsal model olmasının önüne geçmek.
2. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyen doğrulama sonrası önleyici ve tamamlayıcı olarak, bilgiye ve bilginin üretilme şekline açık ve şeffaf erişim sunan protokoller aracılığıyla bir bütün olarak halkın izleme ve doğrulama yeteneklerini genişletmek.
Bilginin oluşturulma şeklini açığa çıkarmak, doğrulamayı da herkese açık hale getirecektir.
İster kamu ister özel olsun, büyük üreticiler yani en büyük dezenformasyon yatırımcıları bakımından bilginin gerçeğe uygunluğunun önceden denetlenmesini zorunlu hale getirmemiz gerekiyor. Tekrar etmekte fayda var: hükümetler, kurumlar, siyasi partiler, kitle iletişim araçları, şirketler ve nüfuz sahibi iletişim işletmeleri.
Halihazırda, halkın, bilgi doğrulaması için uygun araçlara sahip olmadan da bunu yapması gerekiyor.
Bize göre, bilgiyi hem çevrimiçi hem de çevrimdışı olarak yaymak için para ödeyen veya alan kurum veya kişilerin yerine getirmesi gereken iki yükümlülük var: içeriğin doğruluğunu teyit etmek ve içeriğin alıcı tarafından teyit edilmesine olanak sağlamak yani doğrulama sürecini izlenebilir kılmak.
Doğruluk, Hakikat ile eşanlamlı olarak alınmamalıdır: doğruluk, yayılan bilginin doğru olmasını gerektirir. Bu, hatalı bilgilerin yayılması ihtimalini de içerir ancak bilgi veren kişiye bir özen yükümlülüğü getirir.
Gazetecilik alanında uygulanan bazı deontolojik ve etik kodlar vardır ve bunlar bu tür bir doğrulama konusunda ayrıntılı eylem protokolleri içerir. Şimdi söz konusu olan, “etiği” zorunlu bir gereklilik haline getirmek için, siyasi partiler, kurumlar ve iletişim alanında faaliyet gösteren çevrimiçi ve çevrimdışı işletmelere özel bir vurgu yaparak, bu protokollere uygun davranması gereken aktörler listesini genişletmektir.
Bu tür bir işleyişin yalnızca çevrimiçi aracıları (içerik platformları ve sosyal ağlar) değil, tüm yatırım zincirini kapsaması gerektiğinin altı çizilmelidir. Şimdi yapılmakta olduğu gibi, tüm düzenlemeleri çevrimiçi platformlara odaklamak, çok açık ki, bu platformların ticari çıkarlarını korumak ve yasal açıdan üstlendikleri riskleri azaltmak için kullanıcıların ifade özgürlüğünün kısıtlanmasıyla sonuçlandı, bu da bir kabul edilebilir pensée unique (tek düşünce) anlayışına ve otomatik sansüre yönelmeye yol açtı.
Bu dinamikte yeni bir şey yok: Zamanın başlangıcından beri hükümetler, kendi adlarına gözetim ve sansür politikalarını uygulayacak aracı yapılar kullandılar. İnsanların söylediklerini ve yaptıklarını denetleme işi genellikle “özel taraflara” devredilir. Kullanıcılarının, baştakileri üzen fiiller “işlememelerini” sağlarlar ve bunun karşılığında ticari faaliyetleri bakımından daha geniş bir hareket marjı ve özgürlük elde ederler. Şu anda yaşanan tam olarak bu.
Xnet tarafından önerilen düzenlemenin tam metni burada bulunabilir: https://xnet-x.net/ley-fakeyou/