Sivil toplum yenilenen Atlantik ötesi dayanışmanın kalbinde yer almalıdır

Yeni Amerikan yönetimi, özellikle sivil toplum konusunda Atlantik ötesi ilişkilerin yeniden başlatılması olanağını sunuyor. Kadın hareketleri, Siyahların Hayatı Değerlidir ve İklim jenerasyonu gibi hareketlerin mesajları ve sıkıntıları hem Avrupa’da hem de ABD’de büyük yankı uyandırıyor. Bu hareketler AB-ABD ilişkilerinin yeniden kurulmasında temel aktörler konumunda. Bu hareketlerin çoğulcu ve katılımcı doğası ve bünyelerinde cisimleştirdikleri adalete olan bağlılıkları yeni bir Atlantik ötesi anlatının temelini oluşturabilir

çizim

Joe Biden ve Kamala Harris 20 Şubat 2021 günü ABD’nin yeni liderleri olarak yemin ettiğinde çoğu Avrupalı rahat bir nefes aldı. Ancak Atlantik ötesi ilişkilerdeki fay hatları halen olduğu yerde duruyor. Biden, Obama’nın kaldığı yerden devam edemez. Hiç olmadığı kadar ayrışmış bir toplumu, dağ gibi bir borç yükünü ve pandemi yüzünden çamura batmış bir politik hayatı devralan yeni yönetim, Trump iktidarının Avrupa’ya sırtını dönmüş politikalarının sonuçlarıyla da baş etmek zorunda. ABD’nin 1950’lerde Batı Avrupa’nın birleştirilmesi konusunda oynadığı dengeleyici ve destekleyici role yapılan atıflar, hasarı tamir etmeye yetmeyecek. Avrupa’ya karşı yürütülen ticaret savaşı bitirilmeli. Biden, Paris İklim Anlaşması’na ve Dünya Sağlık Örgütü’ne yeniden katılmasıyla büyük alkış almasına rağmen, iklim diplomasisi şimdi yeniden oluşturulmalı ve Dünya Sağlık Örgütü’ne ilişkin reformlara başlanmalı.

Geçmiş dört yıldan ders çıkartan ve atlantik ötesi projenin geleceğe uygunluğunu garanti eden yeni bir anlatıya ihtiyaç var. Bu anlatı ortak ve sürekli gelişmekte olan bir demokratik ve açık toplum anlayışına dayanıyor. Bu, tümüyle yeni bir konsept olmamakla birlikte, geçtiğimiz on yıllarda atlantik ötesi ilişkiler ortak bir güvenlik politikası fikrinin boyunduruğu altında yürütüldü. Bu paradigma artık geçerli değil. Atlantik’in iki yakasındaki toplumlar değişiyor, daha çoğulcu ve küresel yönelimli oluyorlar. Aynı anda hem Avrupa’da hem de ABD’de ses getiren yeni ve heyecan verici hareketlerin geliştiğine tanık oluyoruz. Bu durum gelecek için ilginç ve önemli soruları da beraberinde getiriyor. Bu dönüşümü sağlayabilecek insanlar kimler? Bu yeni ve gelişmekte olan demokrasinin üzerine inşa edileceği Atlantik ötesi anlatının taşıyıcıları kimler? Ve demokrasilerimizde kendilerine yeni bir yer bulmak için büyük bir inandırıcılıkla mücadele eden bu vatandaşlar kimler?

“Geçtiğimiz on yıllarda Atlantik ötesi ilişkiler ortak bir güvenlik politikası fikrinin boyunduruğu altında yürütüldü. Bu paradigma artık geçerli değil”.

Her Şey Sivil Toplum ile İlgili    

Katılımcılık konusundaki fırsat eşitsizliğinden tutun da ABD’de siyahlara, yerlilere ve renkli insanlara karşı polis şiddetinde gördüğümüz kitlesel ayrımcılığa kadar uzanan insan hakkı ihlallerinin, süregelen adaletsizliklerin ve kurumsal başarısızlıkların hepsi sivil toplum hareketlerini besleyen faktörler. Geçtiğimiz yıllarda, çap ve etkinlikleriyle etkileyici birçok hareketin ortaya çıktığını gördük. 2016 yılında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dünya çapında beş milyondan fazla eylemcinin katılımıyla gerçekleştirildi. Siyahların Hayatı Değerlidir hareketinin yenileyici ve birleştirici gücü halen hissedilmekte. Greta Thunberg’in eylemlerinden sonra ise iklimin korunması için küresel gençlik hareketi tartışmayı temelinden değiştirdi. Politik olarak aktif olan bu sivil toplum kesimleri, Atlantik’in iki yakasında da demokrasiye dair verilen benzer sözlerin yerine getirildiğini, temsil edildikleri adil bir toplumu ve onlardan kaçmak yerine, geleceğe ilişkin sorunlarına hitap edebilen kurumları görmek istiyor. Bu sivil toplum kesimleri çoğulculuk, ifade özgürlüğü ve saygı çerçevesinde kapsamlı bir kamusal alan yaratmayı hedefliyor.

Bu hareketlerin Atlantik ötesi çağrısı; milenyum gençliğinin, Sıfır Gelecek Hareketinin, kadın ve LGBTİ+ hareketlerinin ve marjinalize edilmiş grupların görüş ve deneyimlerinin atlantiğin her iki yakasında da paylaşılan değerlere ilişkin genellikle elitist olan siyasal söyleme daha ciddi ve güçlü bir şekilde entegre edilmesi gerektiğinin kesin bir kanıtı.

Sivil toplumun tanımı vatandaşların demokrasi içinde ve demokrasi için mücadele etmesidir. Ve sivil toplum yirmi birinci yüzyıl demokrasilerinin yeni evresinin güçlü bir sürükleyicisidir. 1945 yılında Avrupa demokrasilerinin yeniden kurulması, 1968 olayları ve Berlin Duvarı’nın çöküşü sonrasında artık demokrasinin daha yeni ve geniş kapsamlı bir formunun geliştiğine şahit oluyoruz. Bu yeni demokrasi biçimi kolonyalist yorumlama kalıplarını aşan bir adalet ve katılımcılık yaklaşımını ve iklim krizine karşı etkin çözümler sunulmasını gerektiriyor.

Bugün, sivil toplumun yapısı hiç olmadığı kadar çoğulcu ve çoğulculuk demokrasinin şekillendirilmesi için elzem. 19.yüzyılın başlarında, Fransız aristokrat ve yazar Alexis de Toqueville, ABD’nin genç demokrasisindeki sivil topluma hayran kalmıştı. Ne piyasanın kanunlarına teslim olan ne de devletin egemenlik iddiasına tabi olan öz örgütlülük, ‘üçüncü’ bir yol oluşturmuştu. Derneklerin yerel ve bölgesel seviyede kurulması demokrasiyi güçlendirdi ve karakterini şekillendirdi. Buna karşın Avrupa’da hala köklü bir monarşi geleneği hüküm sürüyordu ve filizlenen sivil toplumun önünde daha uzun bir mücadele süreci vardı. 19.yüzyılın sonlarına doğru bu resim değişti. Tanınırlık kazanmak ve bilinçlenmek için savaşan örneğin ilk kadın hareketleri ve emek hareketleri gibi özgürlük hareketleri, çoğulculuk lehine bir sosyal değişim yarattı ve yeni kamusal alan formları oluşturdu. 20. Yüzyıl bir bakıma ‘aşırılıklar çağı’ oldu. 20. yüzyılın ikinci yarısı güçlü sosyal ve demokratik hareketleri beraberinde getirdi. Bu hareketler Avrupa’da ve Atlantik’in öte yakasında ilişki ağları oluşturdu.

Atlantik ötesi ilişkileri şimdiye dek boyunduruğu altına almış olan uzun süre önce kurulmuş derneklere, düşünce kuruluşlarına, kurumsal ilişkilere ve hatta eşleştirme düzenlemelerine sivil toplumun aşağıda belirtilen yeni biçimleri de katılmaya başladı: Sosyal medyada ve sokakta bir araya gelen kendiliğinden hareketler, kendi siyasal güvenli alanlarını oluşturan resmi olmayan topluluklar, kamuya açık bildiriler bağlamında bir araya gelen disiplinler arası ittifaklar ve sosyal medyadaki kanaat önderleri. Milliyetçi sosyal söylemler yerlerini atlantik ötesi ve küresel söylemlere bırakıyor. Bu yeni hareketler politikaya ve liberal demokrasiye ilişkin yaklaşımlarını belirlediğinden, artık bu hareketleri yalnızca klasik söylemlere eklemlemek yeterli olmuyor. Artık bu klasik söylemlere meydan okumak ve onları değiştirmek gerekiyor.

 Çoğulculuk Demokrasinin Gereğidir.

İçerdiği farklı fikirler ve deneyimler ile Biden-Harris kabinesinin kurulması yalnızca sembolik bir eylem değildi. Biden-Harris yönetiminin ekibinde, diğerlerinin yanı sıra, ilk defa hükümette yer alan Amerikan Yerlisi içişleri bakanı Deb Haaland, siyahi savunma bakanı Lloyd Austin ve trans birey sağlık bakanlığı müsteşarı Rachel Levine bulunuyor. Toplumda uzun süredir görülen ve inşa aşamasında olan bu değişim, özellikle devlet kurumlarındaki personel açısından artık politik olarak da yeniden üretiliyor. Bu durum, Atlantik çapında güçlü bir etki bırakabilir ve bırakmalıdır da. Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve Alman Federal Meclisi (Bundestag) gibi avrupaya ilişkin yönetim aygıtlarındaki temsiliyet söz konusu olduğunda ise bu kurumların çoğulculuğa daha güçlü bir önem atfetmesi gereklidir. Kurumlarımızın ve böylelikle Atlantik ötesi diyaloğun toplumlarımızdaki farklılıkları yansıtması bu yüzden çok önemlidir.

Halkın politik temsiliyeti de en az sorunlarının temsiliyeti kadar önemlidir. Önemli bir adım olarak, ırkçılığın, ayrımcılığın ve cinsiyetçiliğin katılımcılığı engelleyerek demokratik toplumları zayıflattığının ve bu nedenle demokrasiye ilişkin tartışmaların merkezinde yer aldıklarının kabul edilmesi gerekir. Aşırı kutuplaşmadan doğan demokratik kamusal görüş oluşturma süreçlerine yönelik tehditler de en az dışarıdaki otokratik rejimlerden gelen tehditler kadar tehlikelidir. Bu, geçen yıllardan çıkardığımız en önemli derslerden biridir.

“Aşırı kutuplaşmadan doğan demokratik kamusal görüş oluşturma süreçlerine yönelik tehditler de en az dışarıdaki otokratik rejimlerden gelen tehditler kadar tehlikelidir.”

Demokratik esnekliğin nasıl güçlendirilebileceğine ilişkin geniş bir dizi deneyim Atlantik’in iki yakasındaki protesto gösterilerinde de gözlemlenebilir. Siyah Hayatlar Önemlidir (Black Lives Matter) ve bireysel silahlanmanın denetlenmesiyle ilgili yasaları destekleyen Hayatlarımız İçin Yürüyüş (March for our Lives) gösterileri kısmen de olsa Avrupa’da büyük bir etki yarattı. Çünkü bu gruplar demokrasi, özgürlük ve eşitliğin tutkulu birer savunucusu olarak sembolleşti. Temsili demokrasinin gelecekteki etkinliği açısından kurumlar ve söylemlerdeki çoğulculuğu güçlendirerek bu yanıtı Almanya ve Avrupa’da da değişime dönüştürmek önemli olacaktır. Bu arzu, demokrasiye ilişkin yeni öğrenme alanlarını önümüze getirirken henüz keşfedilmeyi bekleyen atlantik ötesi iletişimlerin de önünü açmaktadır. Temsiliyet, etkinlik katılımcıları arasındaki büyük farklılıklarda başlar ve yönetim kademelerindeki temsiliyete dek uzanır. Ancak orada bitmez. Temsiliyetin kendi içinde bir sonu yoktur, o daha ziyade, demokratik kültürün temel bir öğesidir.

Sivil Toplumu Merkeze ve Ön Safa Yerleştirmek

Atlantik ötesi ilişkilere dair diğer bir önemli ders de, birçok sivil toplum aktörünün bölgesel düzeyde birbirleri ile güçlü bağlar kurmasını sağlamaktır. Örneğin, bu ilişkilere ekolojik dönüşüm çabalarını dahil etmeye çalışmak birçok farklı yerel organizasyonu içermek demektir. Buna örnek olarak ABD’nin eski kömür havzalarında faaliyet gösteren Adil Dönüşüm Hareketi (Just Transition) verilebilir. Bu hareket sayesinde çevre örgütleri, vatandaşlık hakları savunucuları, iklim savunucuları, sanatçılar ve sendikalar sosyal ve ekolojik konulara ilişkin yenilikçi ve yapısal değişikler yapmak üzere bir araya geldi.

Bir dizi sivil toplum kuruluşu da, ekolojik yıkımın, kolonyal mirasın, ırkçılığın ve sosyal dezavantajların ortak bağlantısına dikkat çekmekte. Aziz John Kilisesinin Endişeli Vatandaşları isimli inisiyatif, çoğunluğunu afrikalı-amerikalıların oluşturduğu Lousiana’daki bu kilise cemaatini civardaki kimya tesisinin yol açtığı kloroplen emisyonlarının neden olduğu sağlık risklerine karşı uyarıyor. Bu bölgede kanser riski ABD ulusal ortalamasının tam 50 kat üzerinde.

Bu gruplardan bazıları zaten halihazırda atlantik ötesi ilişki ağlarına sahip. Örneğin, GelecekİçinCumalar hareketi (The FridaysForFuture) İsveç’te başladı ve ilk zirve noktasına Eylül 2019’da Greta Thunberg’in New York’ta yaptığı konuşma ve iklim grevleriyle ulaştı. Her sene düzenlenen Congressional Black Caucus Conferance[1]siyahi liderleri, yasama organında çalışan yetkilileri ve Dünya’nın dört bir yanından vatandaşları kendi topluluklarında karşılaştıkları zorlukları ve politik taleplerini tartışmak üzere bir araya getiriyor.

Dernekleşme, öz örgütlenme ve vatandaşların politikaya dahil olması, açık toplumların özgürlük anlayışı sayesinde mümkündür. Atlantik ötesi iletişim, sivil toplum kuruluşlarının ana temalarını politik ajandanın tepesine çıkarmaları açısından büyük bir avantaj sunar. Sonuçta; bu ulus aşırı ağlar, sınırlar arasında köprüler kurmakta, karşılıklı anlaşmayı yaymakta ve paylaşılan ortak değerleri güçlendirmektedir.

Atlantik Ötesi Dayanışmayı Güçlendirmek

Geçtiğimiz dört yılda, birçok Amerikan vatandaşı için atlantik ötesi dayanışma; iktidarda olan soyutlanma politikası, popülizm, dezenformasyon ve Avrupa’dan kopuşa karşı bir direniş biçimine dönüştü. Donald Trump, Paris İklim Anlaşmasından ve Dünya Sağlık Örgütü’nden çıkarken ve Meksika-ABD sınırına bir duvar inşa ederken ve toplumdaki ayrışmayı körüklerken, birçok Birleşik Devletler şehrinde, eyaletinde ve kıtanın tamamında dayanışma büyüdü. Birleşik We Are Still In (Biz Hala Tarafız) İnisiyatifi, 45. ABD Başkanı’nın eylemlerine karşı, 10 eyalet, 293 şehir ve belediyede Paris İklim Anlaşması’nın belirttiği hedeflere olan bağlılıklarını göstermek için bir araya geldi. Biz Hala Tarafız İnisiyatifi, küresel düzeyde ve atlantik ötesinde ciddi bir manivela olabilecek önemli bir ittifak. Aynı şekilde, Kaliforniya Eyaleti ve Alman Baden-Württemberg Eyaleti tarafından kurulan ‘Under2Coalition’ adlı koalisyon artık daha da yoğunlaşıp güçlenebilir. Sivil toplum ve temsili demokrasi kurumlarının bu alanda geniş ve ortak bir eylem alanı mevcut. Aynı zamanda, sivil toplum özellikle de lobi ve çıkar gruplarının geciktirmek ve engellemek için uğraştığı ilerici politikalara sahip çıkarak kendi kritik fonksiyonunu yerine getiriyor.

Atlantik ötesi dayanışma topluma, ağ kurmaya, fikirlere ve aktörlere ihtiyaç duyar. Halen sürmekte olan tartışmalar için açık alanlara ve mevcut yapılara “müdahaleye” ihtiyaç duyar.

Birlikte İlerlemek

Atlantik ötesi dayanışma, birlikte çalışarak demokratik esnekliği güçlendirmek, yaşadığımız sağlık krizini aşmak için dayanışma yapıları oluşturmak ve uzun dönemde, geçtiğimiz dört seneden ders almak demektir. Bu derslerin en önemlilerinden biri de, siyasal sürecin her seviyesinde bulunabilecek olsalar da, değişim kaynaklarının en büyük sıklıkla sivil toplum aktörleri arasında yer aldıkları gerçeğidir. Sivil toplumun katılımını güçlendirmek, belirledikleri sorunlara hitap etmek ve seslerinin duyulmasını sağlamak gelecek yılların önceliği olmalıdır. Bu öncelik, siyasal düzlemde eyleme geçmeyi gerektirirken; iklim değişikliği ve sosyal adalet konularında sağlam tedbirler alınmasını, kurumlar arası iş birliğinin canlandırılmasını, nefret söylemine ve internet üzerindeki dezenformasyona ilişkin AB-ABD arasında ortak bir düzenlemeye gidilmesini ve sivil topluma finansal ve kurumsal olarak daha güçlü destek olunmasını içerir. Atlantik ötesi ilişkileri yeniden canlandırmak için çalışan siyasal aktörleri ilgilendiren bu birincil öneme sahip kaygılar, bu aktörlerin yeni diyalog kanalları oluşturmasını ve yeni bakış açılarını kendilerine entegre etmesini gerektirir. Ancak bu, aynı zamanda sivil toplum aktörlerinin kendilerini de ilgilendirir. Atlantik ötesi dayanışma; topluma, ağ kurmaya, fikirlere ve aktörlere ihtiyaç duyar. Halen sürmekte olan tartışmalar için açık alanlara ve mevcut yapılara “müdahaleye” ihtiyaç duyar. “Yeniden inşa” kavramının hem küresel salgın sonrasına hem de atlantik ötesi ilişkilere uygulanabilir olması tesadüf değildir.

 

1(People of Colour, Cambridge sözlüğünde, kendisini beyaz hissetmeyen ve olmayan bütün gruplar.)

(2)([2]ABD’de senato ve temsilciler meclisinde bulunan ve parti ayrımı olmaksızın bütün siyah üyelerin davet edildiği yıllık bir konferans)

 

[1] (ABD’de senato ve temsilciler meclisinde bulunan ve parti ayrımı olmaksızın bütün siyahi üyelerin davet edildiği yıllık bir konferans)