Dünya ekonomisi, Washington ve Pekin arasındaki hegemonik rekabetin merkezi savaş alanı haline geldi. Bu gelişmeye, en başta Çin'in ekonomik yükselişi olmak üzere çeşitli faktörler yol açtı.
"Aslolan ekonomidir, aptal!" Kötü şöhretli bu slogan, uluslararası ilişkilerde de geçerliliğe sahip. Yıllar içinde güvenlik ve ekonomi sahaları giderek daha fazla birbirine bağlı hale geldi. Aslolan dünya ekonomisi de Washington ile Pekin arasındaki hegemonik rekabetin merkezi savaş alanı haline geldi. Bu gelişmeye, en başta Çin'in ekonomik yükselişi olmak üzere çeşitli faktörler yol açtı.
Halk Cumhuriyeti, Birleşik Devletler'i yavaş yavaş yerinden eden bir ekonomik mıknatısa dönüştü. Çin'in 1980'lerde ancak yüzde 1 eden dünya ticaretindeki payı bugün neredeyse yüzde 13'e yükseldi. Çin bugün dünyadaki 130'dan fazla ülkenin en önemli ticaret ortağı konumunda. Çok sayıda ticaret anlaşması ve Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) bu durumu pekiştiriyor ve Çin'in ekonomik nüfuz alanının kurulmasına katkıda bulunuyor. Batı ülkeleri karantina kaynaklı ekonomik durgunluğa saplanmışken, Çin ekonomisinin pozitif büyüme oranlarıyla övündüğü COVID-19 salgını süreci de bu eğilimi hızlandıracağa benziyor. Pekin şu anda ABD'yi (jeo)politik bakımdan yerinden etme olasılığının düşük olduğunu biliyor, bu nedenle ABD'yi ekonomik olarak yerinden etmeyi ve ekonomik nüfuzu jeopolitik kaldıraca çevirmeyi hedefliyor. Bu "arkadaş satın alma" politikası, Çin'in en etkili uluslararası ilişkiler analistlerinden Yan Xuetong'un 2015 tarihli analizinde savunuluyordu.
Çin’in ekonomik yükselişi teknolojik ilerlemeyi de beraberinde getiriyor. Pekin, yapay zekadan kuantum hesaplamaya kadar birçok alanda temel teknolojilere büyük yatırımlar yapıyor. Amaç, değer zincirini yukarı taşımak ve geleceğin endüstrilerine—yani Birleşik Devletler ve Avrupa'nın ekonomik rekabet güçlerini elde ettikleri alanlara—hakim olmak.
Çin, dünya ekonomisinin komuta zirvelerine doğru koşuyor ve bu ona siyasi avantaj sağlıyor. Bu, bugüne kadar mevcut ekonomik düzene hakim olan Batı'ya ve özelinde ABD'ye karşı bir meydan okuma. İdeolojik bakımdan bu, aynı zamanda, iki farklı politik ekonomi sistemi arasında bir meydan okuma: Bir yanda Çin'in otoriter devlet kapitalizmi sistemi ve diğer yanda Batılı liberal demokratik serbest piyasa ekonomisi.
İkincisi—temelde—ekonomik güç, askeri gücün belkemiğidir. Soğuk Savaş'ta Sovyetler Birliği karşısında ABD'ye avantaj sağlayan şey, Amerika’nın ekonomik ve teknolojik üstünlüğüydü. Çin lideri Şi Cinping bunu biliyor ve Pekin’in askeri gelişmişliğini arttırmak için de ekonomi ve inovasyon alanlarında liderlik elde etmek istiyor. Çin, sivil-askeri ikili kullanım teknolojilerini aktif biçimde teşvik ediyor ve ekonomik gücünü askeri kabiliyete çeviriyor.
Son olarak en önemlisi, küreselleşme nedeniyle jeopolitik çatışmanın doğası değişti. Soğuk Savaş, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasındaki izole, ikili bir blok çatışması olarak tanımlanmıştı. Karşılıklı bağımlılığın tanımlayıcı özellik olduğu 21. yüzyılda ise bu türden bir çatışma yürütmek mümkün değil. Ülkelerin ekonomik, teknolojik, sosyal, ekolojik ve politik açıdan birbirine bağlı olduğu bu ağlı dünya düzeninde, büyük, açık bir Manici çatışmayı sürdürmek zordur; zira rakibinizle kenetlenmişken boks yapmak kolay iş değildir.
Bu tür bir durumda, hegemonik mücadele, vekâlet savaşları yoluyla yürütülen doğrudan temaslı bir çatışma olmaktan çıkıp tarafların bağlantılarını genişlettiği, ekonomik, dijital ve politik düzenler yarattığı ve düşmanlarını sahadan dışladığı, dolaylı, akıcı bir stratejik ağ oluşturma oyunu haline gelir.
Hem Birleşik Devletler hem de Çin tarafından seçilen bu yaklaşım, birçok alanda kendini ortaya koyuyor.
Ticaret alanında, ilk Trans Pasifik Ortaklığı (TPP), ABD'nin Çin'i olası bir Asya serbest ticaret bölgesinden dışlama girişimiydi. Ancak Trump'ın TPP'den çekilmesi bu girişimi baltaladı. Bu fırsatı gören Çin kartları yeniden dağıtarak Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık'ı (RCEP) kurdu ve ABD'nin katılımı olmaksızın kendi Asya serbest ticaret bölgesini yarattı.
Teknoloji alanında, Washington'un Pekin'e karşı uyguladığı—örneğin kritik yarı iletkenler konusundaki—ihracat kontrollerinde hedef, Çin'i, teknolojik gelişimi ve ekonomik refahı için gerekli tedarik zincirlerinden dışlamaktır. Halk Cumhuriyeti de buna, yerli teknolojik kalkınma politikasını geliştirmek ve yerel bir yarı iletken endüstrisi kurmak suretiyle tepki göstermiştir.
Dijital alanda Çin, yurtdışına, özellikle gelişmekte olan ülkelere, dijital otoriterlik modelini pazarlıyor. Washington ise müttefiklerinin 5G ağlarında Huawei'yi yasaklaması konusunda kararlı davranıyor, aksi takdirde Çin'in casusluk ve sabotaja açık erişim sağlamasından ve bunun bu ülkeleri etkin biçimde Çin'in dijital nüfuz alanına taşımasından korkuyor. Google'ın CEO'su Eric Schmidt, dünyanın Çin liderliğindeki bir internet ve Amerika tarafından yönetilen Çin-dışı bir internet göreceği bir senaryo öngörüyor.
Finans alanına gelince, ABD, Tahran'ı dünyanın en önemli finans ağından çıkartarak doları İran'a karşı bir silah gibi kullanmıştır. Amerikalıları Çin ordusuyla bağlantılı şirketlere yatırım yapmaktan alıkoymuş ve bu bir dizi şirketin New York Borsası'nda işlem sırasının kapanmasına yol açmıştır. Çin’in buna tepkisi, kendi para birimini dünyada güçlendirmek olmuştur. Halk Kurtuluş Ordusu'ndan Tümgeneral Kiao Liang yaptığı bir konuşmada, Çin'in Renminbi'yi "Asya'nın birincil para birimi olarak konumlaması gerektiğini" söylemektedir; "tıpkı ABD dolarının önce Kuzey Amerika'nın para birimi, ardından da dünyanın para birimi haline gelmesi gibi..."
Ticaret savaşları, teknoloji savaşları ve finans savaşları—işte bu, jeo-ekonominin babası Edward Luttwak'ın "ticaret grameri çevirisiyle çatışma mantığı" dediği şeydir. Bağlanabilirlik iktidardır, karşılıklı bağımlılık silah haline getirilebilir ve en etkili bağlantılara sahip, başkalarını dışlama kabiliyeti olan devlet, ana gidişatı belirler.
Böyle yeni bir jeo-ekonomi çağında, Avrupa Birliği'nin konumunun iyi olması beklenebilir. Sonuçta, 27 Üye Devlet ağından oluşan AB, doğası gereği bir bağlanabilirlik gücüdür. Büyük bir ekonomik pazara, ortak bir para birimine ve ortak bir araştırma alanına sahiptir. Bu aynı zamanda ona küresel düzenleyici etki sağlamaktadır. AB, Genel Veri Koruma Yönetmeliği (GDPR) veya en son düzenleme olan Dijital Hizmetler Yasası gibi yeni yasaları yürürlüğe koyduğunda, Avrupa'da iş yapmaya devam etmek isteyen şirketlerin bu standartlara uyum sağlaması gerekmektedir ve çoğunlukla başka ülkelerde benzer bir mevzuatla AB'yi takip etmektedir.
Ancak Avrupa Birliği ve özellikle Almanya, ABD ve Çin'in yaptığı gibi ekonomik araçları kullanarak jeo-politik bir gündem oluşturmaktan ziyade, büyük oranda ekonomik çıkarlarını savunmak üzere jeo-politiğe adapte oldukları, tek taraflı bir jeo-ekonomi oyunu oynuyor.
Bunun nedeni, Brüksel ve Berlin'in esasen jeopolitik değil ekonomik aktörler olmasıdır. ABD güvenlik şemsiyesi, Almanya'ya, genişletilmiş bir İsviçre gibi, yalnızca ticari çıkarlarını geliştirmeye odaklanma özgürlüğü verdi. Genel olarak ülkenin ekonomik çıkarlarını diğer tüm çıkarların önüne koyan inatçı bir ticari reel-politik izlendi.
Öte yandan AB, 27 Üye Devleti arasında jeopolitik hedefler üzerine anlaşmaya varmakta zorlanıyor. Kimi üyeler Rusya ile yeni bir başlangıç istiyor, kimisi istemiyor. Kimisi Çin'e karşı dostça, kimisi ise ihtiyatlı davranıyor. Bu şartlar altında, jeopolitik sonuçlara ulaşacak ekonomik araçlar bulmak zorlaşıyor. Nihayetinde, AB'nin jeopolitik çıkarları nelerdir? Başkan Ursula von der Leyen'in yaptığı üzere, kendinizi "jeopolitik komisyon" diye adlandırmak kağıt üzerinde kulağa hoş gelebilir ama bu iddianın gerçek hayattaki karşılığının görülmesi gerekir. Jeopolitik çıkarlar ve hedefler üzerine bir uzlaşma olmaksızın, Avrupa'nın jeo-ekonomiye tam anlamıyla dahil olması mümkün değil. Dolayısıyla Brüksel için jeo-ekonomi, jeopolitik amaçlara ulaşmak için ekonomik araçların kullanılmasından ziyade, ekonomik çıkarları savunmak için jeopolitiğe uyum sağlamak anlamına geliyor. AB’nin Stratejik Öngörü Raporu, ekonominin jeopolitik çıkarları nasıl büyüteceğini göz önüne almak yerine, sadece jeopolitik bir ortamda "ekonomik egemenliğin" korunmasına odaklanarak, bu bağlamda bir sürü şey söylüyor.
AB’nin jeo-ekonomik politikaları bu nedenle doğaları gereği çoğunlukla savunma amaçlı kalıyor. AB, yabancı yatırım denetleme mekanizmalarını, kritik AB şirketlerini ve teknolojilerini hasmane devralmalara karşı korumak amacıyla sıkılaştırmıştır. İran ile ABD Doları dışı ve SWIFT dışı işlemleri gerçekleştirmek için kurulan özel-amaçlı araç INSTEX ve AB'nin Engelleme Mevzuatı, AB'nin İran ile iş ilişkilerini kolaylaştırmak üzere tasarlanmıştır; bunların İran nükleer anlaşmasını kurtaracağı fikri ise başından beri aldatıcıdır.
AB'nin Çin ile bir Kapsamlı Yatırım Anlaşması (CAI) yapmak üzere aldığı ve Noel tatili sırasında Almanya tarafından alelacele geçirilen politik kararı da bu konuda iyi bir örnek oluşturuyor. Anlaşma AB için, tartışmalı da olsa ekonomik bir kazanç sayılabilir ama kesinlikle jeopolitik bir kazanç değildir—tabii AB’nin jeopolitik çıkarlarını, şüpheden öte biçimde, otoriter Çin’le daha yakın işbirliği yapmak olarak tanımlamadığınız sürece... ABD ile rekabette Pekin'e önemli bir jeopolitik zafer kazandıran bu ekonomik anlaşma, Çin karşısında tam bir tezat oluşturuyor. Yeni Biden yönetiminin Brüksel'e önerdiği, Çin'e karşı ortak bir Transatlantik cephe kurma olasılığını azaltıyor. CAI, Çin'in dev ekonomik pazarının cazibesini jeopolitik gerçekleri şekillendirmekte kullandığı, fevkalade bir Çin jeo-ekonomisi örneğidir.
AB'nin hücum odaklı olabilecek ve Çin'in Kuşak ve Yol stratejisini geri püskürterek birliğin yurtdışındaki jeopolitik etkisini artırabilecek niteliğe sahip az sayıdaki jeo-ekonomik politikasından biri, Bağlanabilirlik Stratejisi'dir. Bununla birlikte, Avrupa Parlamentosu Çin Delegasyonu Başkanı ve söz konusu stratejinin AB raportörü Reinhard Bütikofer, stratejinin bugüne kadar ancak kağıttan kaplan etkisi yarattığını, sadece birkaç AB karar vericisinin konuya eğildiğini, sonuç olarak Komisyon'un 2021 Çalışma Programına bile dahil edilmediğini belirtmektedir.
Avrupa, bu yeni jeo-ekonomik dünyanın neresinde yer almak istediğini kendine sormalıdır. Yalnızca ekonomik çıkarları savunan salt savunma amaçlı bir strateji yürütmekle mi yetinecektir, yoksa jeopolitik çıkarlarını ilerletecek ekonomik araçlar da kullanacak mıdır?
Bugünün jeo-ekonomik çağında salt savunma amaçlı bir oyun oynamak yetersiz görünüyor. Bu, başta Çin olmak üzere başka aktörlerin dünyadaki nüfuzunu genişletmesine yarayacaktır—kaldı ki Pekin, Avrupa'yı çevreleyen birçok bölgede halihazırda nüfuzunu genişletmektedir. Böyle bir durum, kesinlikle AB'nin çıkarına olamaz. Bu bağlamda, eğer Avrupa Komisyonu, kendisinin bir "jeopolitik komisyon" olduğu iddiasına itimat edilsin istiyorsa, dış politikası ve güvenlik politikalarını güncellemek ve bu politikalara katkı sağlayacak ekonomik araçların stratejilerini oluşturmak yerinde bir tavsiye olacaktır.