Güçlü şirketler ve politikacılar hesap vermeli

söyleşi

Hennie van Vuuren, Apartheid rejiminin sona ermesinden 25 yıl sonra Güney Afrika toplumunun, kemikleşmiş yolsuzlukla yaşamak zorunda kaldığını söylüyor.

Apartheid’ın sona ermesinden 25 yıl sonra Güney Afrika, kökleşmiş yolsuzluğun ve küçük elit bir grubun devleti ele geçirmesinin getirdiği sonuçlarla uğraşıyor. Bu, Güney Afrika’daki demokrasinin durumuna dair bize ne anlatıyor?

Öncelikle, umudumuzu kaybetmeyelim. Pek çok Güney Afrikalı, adaletsizliğe seyirci kalmak istemiyor. Bu yüzden insanlar, sokağa çıkıp eşitsizliğe ve devletin ele geçirilmesine karşı protestolar yapıyorlar. Yolsuzluk ve patronaj ağları ülke çapındaki pek çok kamu kuruluşuna yayılıyor ve artık Güney Afrikalılar mevcut durumu öylece kabul etmek istemiyorlar. Bunu yerel toplulukların protestolarında, sivil toplumun harekete geçmesinde ve küçük ya da büyük, bu ağları cesurca açığa çıkaran gazetecilerin işlerinde görüyoruz. Güney Afrikalıların demokrasi arzusu hâlâ güçlü, önümüzdeki yıllarda bu enerjiye daha çok ihtiyaç duyacağız. Şu anda başa çıkmaya çalıştığımız şey, basit bir “temizlikle” hallolmayacak; değişimin kalıcı olması için bozulmuş kamu kuruluşlarını ve halkın geçmişte cezasızlığın yaygınlaşmasına izin veren seçilmiş liderlere duyduğu güvensizliği düzeltmemiz gerekiyor.

“Apartheid, Silahlar ve Para” adlı kitabınızda Apartheid’da işlenen ekonomik suçlardan kimin kârlı çıktığını ortaya koyuyor ve bu faaliyetlerin 1994’ten sonra devletin ele geçirilmesinin yolunu açtığını iddia ediyorsunuz. Apartheid’daki ekonomik suçlarla devletin ele geçirilmesinin arasında nasıl bir ilişki var?

Devletin ele geçirilmesi, Güney Afrika’da daha önce görülmemiş bir şey değil. Geçmişte de kuruluşlar ve insanlar kolonyalizm ve apartheid üzerinden kazanç sağladılar. Open Secrets araştırmalarında görülüyor ki paravan şirketler ve özel bankalardan oluşan gizli bir finansal şebeke, apartheid rejiminin devamı için gerekliydi. Bu şebeke BM ambargolarının ihlalini kolaylaştırıyordu. Apartheid hükümetini finanse eden ticari bankaların yanı sıra bu gizli şebekenin kurulmasına yardımcı olanlar insanlığa karşı işlenmiş bir suçtan kazanç sağladı. Apartheid casuslarının ve simsarlarının iş yapma tarzı günümüzdeki skandallarda da görülüyor. Devleti ele geçiren şebekeye dâhil olanlar arasındaki e-postalardan oluşan “GuptaLeaks”, devletin özel çıkarlar için ele geçirilmesinde eskisine benzer bir yapı görüldüğünü ortaya koyuyor. Gupta şebekesi, kamu şirketlerindeki büyük çaplı ihalelerde yolsuzluk yaparak kazanç elde etmeye çalıştı. Ancak rüşvetler, avantalar ve diğer kazançlar nadiren ülke içinde kaldı. Paravan şirketler ve banka hesapları aracılığıyla paralar hortumlandı, bu sırada denetçiler ya görmezden geldi ya da yasadışı işlemlerin meşru gözükmesine yardım etti.

Bulduğumuz başka e-postalar, Alman denizaltı üreticileri gibi silah firmalarının apartheid’a nasıl gizlice silah sağladıklarını ve apartheid rejimine yardım edip Nelson Mandela’nın demokratik hükümetini yozlaştırdıklarını gösteriyor. Benzer şekilde apartheid dostu Fransız silah firmaları, Güney Afrika Başkanı Zuma’ya rüşvet vermekle suçlanıyor. Zuma’nın mahkemede hesap vermemek için mücadele etmesi, hem kendisi hem de ailesi yozlaşmış Gupta ailesiyle yakın ilişkiler kurarken ülkenin yolsuzluk karşıtı kurumlarını zayıflattığının kanıtıdır. Devletin ele geçirilmesi için her şey hazırdı.

Devletin ele geçirilmesi, Güney Afrikalıların demokrasiye verdikleri desteği, demokrasiye ve demokratik kurumlara duydukları güveni nasıl etkilemiştir?

Yolsuzluğu hiç çaba sarfetmeden ölçmenin bir yolu, Dünya Bankasının yaptığı gibi ona yüksek bir bedel biçmektir. Bunun üzerine, yolsuzluğun küresel ekonomiye her yıl milyonlarca dolara mâlolduğunu gösteren çarpıcı bilgiler ortaya çıkar. Ancak demokratik kurumlar ve uygulamalar üzerindeki etkisini ölçemiyoruz, bu bedel o kadar ağır ki ona fiyat biçemeyiz. Bu haftaki seçimlerde sandığa gitmeyenlerin sayısının, önde olan partiye oy verenlerden çok daha fazla olması muhtemel. İnsanlar artık politikacılara ya da politik süreçlere güvenmiyorlar. Benzer şekilde, 1990’lardaki silah anlaşmalarında da politikacıların ve şirketlerin yolsuzluğa bulaştıkları gördük, devletin ele geçirilmesinin en son safhası da, onların hesap vermesini isteyen kamu kurumlarını yıkmaya çalışmak. Bunlar demokrasiyi anlamsız kılma çabaları, böylece zenginler ve yozlaşmışlar ziyafet çekmeye devam edebilecek. En önemlisiyse güçlü faal bir sivil topluma, azimli gazetecilere ve çoğu zaman titizlikle işleyen bir adli sisteme sahip olmamız. Demokrasinin Güney Afrika politikasının damarlarına işlediğini görüyoruz, bu da kendi çıkarlarına uygun anlaşmalar peşinde olan elitleri zora koşuyor.

Devletin ele geçirilmesi Güney Afrika toplumunun farklı kesimlerini nasıl etkiliyor? (örn. siyahlar, beyazlar, zenginler, fakirler, erkekler ve kadınlar)

Devletin ele geçirilmesi ve yolsuzluk, bütün Güney Afrikalıları farklı biçimde etkiliyor. Örneğin, 2011 ve 2015 yılları arasında yoksulluk içinde yaşayan Güney Afrikalıların sayısı 2,8 milyon arttı. Bu yoksulluk oranının %55,5’e yükseldiği anlamına gelir. Güney Afrika ekonomisi, diğer yükselen piyasa ekonomilerinin hızında büyüyebilseydi fazladan 2,5 milyon kişiyi istihdam edebilecekti, ancak ekonomi durma noktasına gelince bu şansı kaybetti. Bunun yerine para, kamu şirketlerine akıtıldı; bu şirketler de yozlaşmış politikacılarla büyük bankalar, denetleme ve muhasebe şirketleri ve diğer özel sektör kuruluşlarındaki işbirlikçilerce yağmalandı. Bunlardan en çok etkilenen, hiç şüphesiz, toplumun en savunmasız kesimidir, beyaz olmayan işçi kadın sınıfı. Sokaklar eskisi kadar güvenli değil, iş bulmak daha zor, en temel kamu hizmetleri bile doğru dürüst karşılanamıyor. Ancak kimse devletin ele geçirilmesinin yarattığı etkilerden muaf değil, elektrik kesintileri ve yetersiz su arzı da dâhil olmak üzere, bunlardan hiçbir kaçış yok, alt ve orta sınıf için bile. Güney Afrika toplumunun %1’lik üst kesimi için devletin ele geçirilmesi sıkıntı veren ancak zenginliklerini de etkilemeyen bir durum. Devletin ele geçirilmesindeki son aşama haksız kazanç sağlanmasıdır ve bu yıllardır sürmekte. Bu kişilerin çoğunun bir ayağı Dubai’de, Lüksemburg’da da banka hesapları var. Toplumumuzun üsttekilerin yapacağı işlerle değişmesi zor, bu ancak tabanın hesap verilebilirlik talep etmesiyle gerçekleşebilir.

Genel itibariyle bakarsak, önümüzdeki 25 yıl içinde Güney Afrika için en önemli meseleler nedir?

Önümüzdeki çeyrek yüzyılda mücadelemiz sosyal ve çevresel adalete odaklanmalı. Şu anda artan işsizlik, yoksulluk ve eşitsizlikle nasıl başa çıkacağımıza dair belli bir planımız yok. İlerleyen yıllarda iklim değişikliğinin sonuçları, durumu muhtemelen daha da kötüleştirecek, fakir ve savunmasız olanlarıysa daha fazla etkileyecek. Eğer bu meseleleri ele almakta kararlıysak, yaptıkları cezasız kalan, halktan kopuk güçlü şirketlerin ve politikacıların hesap vermelerini sağlamalıyız. Eğer elitlerimiz arasındaki ekonomik suçlara ve cezasızlık kültürüne son verebilirsek, sosyal ve çevresel adalet meseleleriyle de hakkıyla uğraşabiliriz. Bunu yapamazsak, azalan kaynaklar için sürekli çatışan bir toplum olacağız. Bu meseleler uğrunda verdiğimiz mücadele toplumumuzun geleceğini belirleyecek.