Bosna-Hersek, kendi iktidarlarını korumak uğruna, ülkenin reform sürecini bile isteye tıkayan yozlaşmış milliyetçi güçlerin kontrolü altında. Buna rağmen son seçimler şunu gösterdi ki, vatandaş olarak sahip oldukları hakların güçlendirilmesini isteyen Bosnalıların sayısı hiç de az değil.
İşte yine karşımızdalar: ellerinde Josip Broz Tito’nun gençlik posterlerini taşıyan inanmışlar, bir vakitler gençliğin ve eylemin dinamizmiyle kabına sığmayan yaşlılar, zamanında faşizme karşı dimdik mücadele etmiş kamburlar. Başlarında bir kez daha gururla taktıkları kızıl yıldızlı kepleriyle, yoldaşlarıyla buluşmak üzere eski Bosna kraliyet şehri Jajce’de toplanmışlar. Dört bir yandan gelmiş bu antifaşist bölüğün sayısı bir kaç yüz civarında. Toplanmanın vesilesi, Yugoslavya Ulusal Kurtuluş Anti-Faşist Konseyi’nin (ZAVNOBİH) 1943 Kasım’ında gerçekleştirilen ve Alman işgali sonrasında devletleşmenin yolunu açan ilk oturumunun yıldönümü. Eski bayraklar, işte bu ilk oturumun anısına yeniden dalgalandırılıyor. Anmaya Avusturya’nın Kärnten ilinden katılan genç bir kadın partizana göre, toplantı kesinlikle nostaljik bir buluşmadan ibaret değil: Dünya genelinde milliyetçi hareketlerin yaygınlaştığı, ırkçılığın ve anti-liberal güçlerin yükseldiği şu dönemde antifaşizm ideolojisi her zamankinden daha önemli; bilhassa da burada, Balkanlar’da.
Söz konusu mesajların bölgenin siyasi aktörlerine ulaşıp ulaşmadığı ise hayli tartışmalı. Zira 90’lı yıllarda Balkan savaşına yol açan ve yüzbinlerce insanin hayatına mal olan yıkıcı ideolojiler, bugün en az savaş öncesindeki kadar etkili görünüyorlar.
Bosna Hersek Genel Seçimleri: Siyasi soytarılar ve Yıkıcılar
Bunu en bariz biçimde Bosna-Hersek’te gözlemek mümkün. Öyle ki, sanki savaşın sona ermesinin üzerinden koca 23 yıl geçmemiş gibi, milliyetçi partiler nefret paradigmalarıyla birlikte siyaset arenasının adeta belirleyicileri durumundadırlar. Ekim ayında gerçekleşen seçimler de bu görüntüde önemli bir değişikliğe yol açmadı: üç entiteden olusan Bosna Devlet Başkanlığı Konseyi, savaş sonundan bu yana hiç olmadığı kadar karmaşık bir yapıda.
Bu seçimle, Bosna-Hersek’i meydana getiren üç entiteden biri olan Sırp Cumhuriyeti’nin eski başkanı, ve ülkenin 1995 Dayton Barış Anlaşması’yla berlirlenmiş bulunan güncel anaysal düzenine rağmen pervasızca Bosna’ya savaş ilan etmekten kaçınmayan Milorad Dornik, en yüksek devlet kurumunun üyesi seçildi. Taze seçilmis Dornik, soytarıvari bir tutumla, resmi törenlerde yanında sadece Bosna bayrağını bulundurmaktan imtina ediyor. Dodik, gösteri amaçlı kabul törenlerini Saraybosna’nın ağırlıkla Sırp olan doğu bölgesinde de düzenliyor. 9 Ocak’ta Banja Luka’da anayasaya aykırı kabul edilen „Bayram“ı yeniden kutladı. Kutlamaların bu seferki onur konuğu, kısa süre önce bögedeki sınırların „masanın üzerinde“ olduğunu beyan eden Sırbistan devlet başkanı Ana Brnabic’ti. Anayasa’ya aykırı olan etkinliğin diger davetlileri arasında bir Sırp savaş suçlusu ile iki Hırvat sempatizan da bulunuyordu: HDZ (Hırvat Demokrat Birligi) Baskani Dragan Čović ve anında Zagreb’e geri çağrılıp görevden alınan Bosna’nın Hirvatistan Büyükelçisi Ivan del Vechio.
Görev süresi boyunca ülkelerin savaş sonrası ilişkilerini dengelemek icin ugraşan Hırvatistan’in eski devlet baskani Stipe Mesić, bu yasaklanmış bayram kutlamalarına Hırvatların katılımı karşısında şaşırmış bir görüntü sergiledi: Güya Čović ile Dodik uzun zamandır birlikte dolap çeviriyorlardı; Mesić’e göre her ikisinin de amacı Bosna’yı parçalamaktı. Gercekten de 9 Ocak gününün Bosna’nın tarihinde özel bir anlamı vardır: Savaştan üç ay evvel tam bu günde, Bosnalı Sırp milliyetçilerin üst yönetimi kademesi „Sırp Cumhuriyeti“nin kuruluşunu ilan etmiş, böylelikle Sırp olmayan herkese karşı etnik temizlik dahil tüm diğer cürümler işlenebilir hale gelmişti. Dolayısıyla bu günün Sırp ve Hırvat aşırıcıları tarafından açıkça kutlanıyor olması, Bosna savaşı öncesi siyasi durumla endişe verici benzerlikleri çağrıştırmaktadır.
Dodik’in bizzat başkanı oldugu devletin altını oymak konusunda ne kadar ileri gidebileceğini görmek için beklemek gerekiyor. Vaktiyle Birleşmiş Milletler tarafından atanan Yüksek Temsilci’nin, barış planına sadık kalarak, olası bir zararın önüne geçebilmek adına bir müdahalede bulunup bulun(a)mayacağı ise süpheli. Dayton Anlaşması tarafları epeyce uzun bir süredir Dodik ve diğer yıkıcı aktörlerin diledikleri gibi davranmalarına ses çıkarmıyor zaten. Neticede Hırvat Tudjman ve Sırp Miloseviç’in kendi aralarında paylaşmayı planladıkları Bosna devletinin parçalanma sürecini 3 yıllık bir savaşın ardından sonlandıran ve binbir zahmetle sağlanan barışa duyulan güven, kalıcı biçimde zarar görüyor.
HDZ-Propagandası: Kimse olamayan Hırvat
Devlet Başkanlığı Konseyi’nde Boşnakları temsilen seçilen kişi ise, SDA Genel Başkanı ve Devlet Başkanlığı Konseyi Başkanı Bakir İzetbegovic’in yakın dostu Şefik Caferović oldu. Türkiye’ye ve Arap yatırımlarına yakınlığı açıkça bilinen SDA’nın, bu özelliğiyle tüm Müslümanları mutlu ettiği söylenemez. Ayrıca SDA boğazına kadar yolsuzluk ve kayırmcılığa batmış durumda. Buna rağmen çok sayıda Boşnak, son kertede korkudan, kendilerine güvenlik vaad eden ve herşeyden evvel iş imkanlari sağlayan bu güçten düşmüş partiye oy veriyor.
Demokratik Cephe tarafindan Devlet Başkanlığı Konseyi’nin üçüncü temsilicisi olarak seçilen Zeljko Komšić, daha evvel iki kez devlet başkanı olarak görev yapmıştı. Komši, büyük ölçüde millyetçiliğin hakim olduğu siyaset arenasında küçük de olsa bir umut ışığı kabul edilebilir: seçim kampanyası sırasında, ülkede vatandaşlık kurumunu güçlendirmeyi istediğini açıkça beyan etti. Görev süresince tüm vatandaşların hak ve yükümlülüklerini daha iyi anlamalarına ve deneyimlemelerine katkıda bulunmayı gerçekten başarırsa, bu, AB üyeliği yönünde atılmış doğru ve önemli bir adım olur. Halihazırda Bosna gerçekten de deyim yerindeyse vatandaşsız bir devlettir, etki sahibi güç kartellerinden ve bunların liderlerinden özgürleşmeye dönük uzun soluklu bir hareket şimdiye dek var olmamıştır.
Ülkenin az sayıdaki demokratik zihniyetli, liberal aktörünün, etno-milliyetçi ilkenin hakimiyetini zayıflatmakta ne denli başarılı olacağı, halihazırda dolaşımda olan nefret söyleminin karşısına koyacak bir şey bulmalarına bağlı. Hırvat milliyetçisi HDZ’nin temsilcileri dikkat çekici biçimde, Komšić’in gayri meşru yollarla seçildigini iddia ediyor. Sağ politika konusunda uzman olarının yanıltıcı buldukları, absürd bir teori bu. Aslında HDZ’nin bu Hırvat’ı neden reddettiği kolaylıkla anlaşılabilir: Komšić’in „sorunu“, Hırvat olmasına karşın, milliyetçi HDZ’nin üyesi olmamasıdır. HDZ, Bosna’nın –hiç değilse üçte birinin- sürekli biçimde kendi etki alanında bulunması gerektiği iddiasındadır. Bosnalı Hırvatlar savaş esnasında kurulan mücrim Hersek-Bosna „devleti“ ile Bosna’nın bir kısmını Hırvat devletine bağlamak amacıyla etnik temizliğe kalkıştılar. Bu Büyük-Hırvat girişiminin elebaşları, Lahey’deki Savaş Suçları Mahkemesi tarafından aralarında insanlığa karşı suç işlemenin de bulunduğu çeşitli suçlardan yargılanıp 100 yıldan fazla hapis cezasına mahkum edildiler.
Ancak öyle görünüyor ki HDZ eski hedeflerinden vazgeçmis değil: Hırvat Partisi, her ne olursa olsun kendine ait üçüncü bir entite, de facto bir ‚devlet içinde devlet’ kurmayı istiyor. Baskanları Dragan Čović‘in her firsatta açıkça vatandaşlık ilkesine karşı fikir beyan ettigi radikal Hırvat Partisi bu yolda en büyük desteği komşu Hırvatistan’daki kardeş partiden alıyor. Hirvatistan’ın HDZ liderliğindeki hükümeti, seçimlerden bu yana Bosna’nın iç işlerine karışmak için tek bir firsatı kaçırmadı. Dertleri belli: muhafazakar Dragan Čović‘in Bosna’nın yüksek makamlarında bulunmaması, hem HDZ’nin hem onların Zagreb’de ellerinde bulundurdukları iktidarın, bu kırılgan komşu ülke üzerindeki etkisini sınırlandıracak.
Hırvatistan üzerinden Müdahale- eski Yüksek Temsilcilerin protestoları
Zagreb’in tekrarlayan müdaheleriyle alarma geçen, barış sürecinin arabulucularının önde gelen üç ismi Carl Bildt, Paddy Ashdown ve Christian Schwarz-Schilling, yıl sonunda konuyla ilgili tepkilerini ortaya koydular. Üç diplomat, AB Komiseri Federica Mogherini’ye hitaben kaleme aldıkları açık mektupta Hırvatistan’in süregelen müdahalelerinin tehlike arz ettiğine dikkat çekerek, AB’nin bu durumu artık sorunsallaştırması gerektiğini dile getirdiler.
Aşırıcıların propagandası Bosna için açıkca tehlikeli fikirleri dolaşıma sokuyor: Etnik yönelimli partiler, bir adayın kendi grubunun „gerçek“ temsilcisi olamayacağını iddia ediyorlar. Oysa 90’lar boyunca etnik temizlik, savas suçları ve soykırıma sebep olan şeyler tam da, halk ‚korpus’unun hakiki mensuplarının kimler olduğuna ilişkin bu tanım tartışmaları ve ideolojilerdi. Merkezkaç kuvvetlerinin daha geniş bir alana yayılması ve Bosna’nın yeniden bir faciaya sürüklenmesi tehlikesini göze almak istemiyorsa, başta AB olmak üzere uluslararası toplum bu ideolojilere güçlü bir biçimde karşı koymak zorundadır.
Şu açıktır: etrafını sarmış milliyetçi güçlerin, bilhassa da Bosna savaşı sırasındaki eylemlerini açıkça yücelten Sırp ve Hırvatların varlığı karşısında Bosna uzun süredir olmadığı kadar ateş altındadır. Tek başına Dodik ve Čović’in açıkça teşhir etmekten geri durmadıkları meşum ittifakları bile, Dayton Anlaşmasıyla sağlanan barışın yeniden tehlikede olduğuna işaret ediyor. Dodik Sirbistan’la birleşme rüyasının propagandasını açıktan yaparken, Hırvatlar devlet birliği ile ilgili planlarını federalizm ve eşit muamele kavramlarının içerdiği coşkunun ardına gizliyor. Bu konuda BM eski Yüksek Temsilcisi Schwarz-Schilling, yanlış anlamaya yer bırakmayacak şekilde açıkça şunu ifade etmiştir: Bosna’nın daha da ademi-merkezilesmesi, veya federalleşmesi hakkındaki inatçı söylem, Büyük Hirvatistan veyahut Büyük Sirbistan’a giden yoldan başka bir anlama gelmez. Milliyetçiler acil çözüm bekleyen ekonomik ve ekolojik sorunlar için siyasete başvurmak yerine, her türden olumlu gelişmenin önüne ket vuruyor. Bosna yıllardır bilhassa demokratik düzen bakımından giderek daha geri sıralara düşerken (bkz. Economist Democracy Index), AB bütünleşme skalasında da bölge ülkeleri arasında en zayıf halkayı temsil ediyor.
Umit veren yeni birlikler
Devlet düzeyinde koalisyon kurma calışmaları henüz devam ediyor, ancak süreç muhafazakar partiler SNSD, HDZ ve SDA hakimiyeti altında. Buna karşın yerel düzeyde, hakim milliyetçi güç yapılarının dışında kurulacak olası birliklerin kaydedebileceği olumlu gelişmelere dair ipuçlari da mevcut. Örneğin Saraybosna kantonunda Bosna Partisi SDA’nın içinde yer almayacağı bir hükümet mümkün görünüyor: Yeni birlik, toplam altı partinin bir araya gelmesinden oluşan, liberal solculardan ve sosyaldemokratlardan müteşekkil bir blok. Yanı sıra, başkan Željko Komšić’in partisiyle, ülkenin gerçek anlamda çözüm politikaları geliştiren ender partilerinden olan çok-etnili Naša stranka Partisi de blok bileşenleri arasında bulunuyor.
Partilerin inanmış etno-milliyetçiler yetiştirmek için araçsallaştırdıkları, katı biçimde ayrıştırılmış olan eğitim sisteminin yanında acil çözüm bekleyen çevre ve enerji sorunları da mevcut. Naša stranka Partisinden Federal parlamentoya yeni seçilen üniversite profesörü Sanela Klarić, partisinin temel felsefesini şöyle özetliyor: „Sorunların üzerine gerçekten gitmek ve vatandaş odaklı siyaset yapmak istiyoruz“. Yıllardır bir STK bünyesinde iklim degişikliği konusunda da aktivist olarak faaliyet yürüten Klarić, bu seçimde sistemi yenilemek üzere elini taşın altına koyan vatandaşların varlığına iyi bir örnek.
Hiç degilse bir kişi söz konusu ilkeyi benimsiyor: Bosna kökenli Amerikali profesör Mirsad Hadžikadić, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde herhangi bir parti aygıtının desteği olmaksızın bağımsız aday olarak oyların yaklaşık yüzde 10’unu aldı. Bu, Bosna siyaset sahnesine yeni adım atan ve sahnenin diğer aktörlerinden farklı olarak Bosna icin izleyeceği reform ve modernleşme stratejisini net biçimde paylaşan biri için kayda değer bir başarı.
Yeni kurduğu „Değişimm Platformu“ oluşumuyla bilhassa genç üyelerle yeni perspektifler geliştirmek isteyen Hadžikadić’in en önemli gündem maddelerinden biri ülkeden kitlesel şekilde gerçekleşen dış göçe çare bulmak. Şimdiye dek milliyetci elitlerin devleti sadece kendilerini zenginleştirmek ve akrabalarına ve partiye hizmeti geçenlere güvence sağlamak için kullanmasına tepki gösteren Hadžikadić, tüm kesimlerin yararına olacak şeylere odaklanmak istiyor: Önceliklerinden bir tanesi, egitim sisteminin kutuplaşmadan arındırılması ve profesyonelleşmesi. Hadžikadić, milliyetçilik, sistematik yolsuzluk ve adam kayırmacılıktan sıktı sıyrılanların kendinine nasıl umut bağladıklarının farkında olmakla birlikte, değişim arzulayan herkesin bizzat kendilerinin de bir değişim sürecinden geçmesi gerektiğini açıkça vurguluyor.
Vatandaşlık bilinci canlanıyor
Belgradlı felsefeci Ivan Čolović’in deyimiyle milliyetçi siyasetçilerin bölgeyi „fikri bir savaş hali“nde tutmasına yarayan nefret söylemlerine rağmen, bu seçimde Bosnalı seçmenlerin bir bölümü, küçük, mütevazi bir değişimi tartışmasız şekilde tetikledi. Yoğun manipülasyon çabalarına ve güçlü bağımlılık koşullarının varlığına rağmen, çok sayıda kadın/erkek seçmenin kendileri ve çocukları için gelecekten milliyetçi hezeyanlar dışında beklentileri olduğunu ortaya koymuş olması, kayda değerdir.
Bosnalılar arasında vatandaşlık hissinin keşfediliyor olduğuna dair güncel bir örnek, Mostar’dan verilebilir: Katı biçimde ayrıştırılmış kentte yaşayan Naša stranka temsilcisi Irma Baralija, AIHM’de bir dava açtı. 2008’den bu yana Neretva nehri üzerindeki şehirde, yerel seçimler yapılamıyordu- parlamenter denetimin yokluğunda milliyetçi HDZ ve SDA ise kendi keyiflerine göre hareket ediyorlardı. Baralija’lı genç kadın politikacıya göre artık buna dur demenin zamanı gelmişti. Bu amaçla bir vatandaş insiyatifi kurdu; insiyatif bir insan hakkı olarak seçme hakkının icrasını sağlamaya çalışıyor. Insiyatifte yer alanlar, siyasilerin seçimden korkmalarının aslında vatandaşların gücünden korktukları anlamına geldiğine işaret ediyorlar.
Bu esnada Sırp Cumhuriyeti’nde de milliyetçiler iktidarlarını canla başla savunuyorlar. On ay boyunca Banja Luka’da giderek büyüyen bir vatandaş protestosu örgütlendi: Bir üniversite öğrencisinin öldürülmesinin ardından, ailesinin başını çektiği „Pravda za Davida“ hareketi, üzerine düşeni yapmayan, üstelik sıkı bir siyasi ilişkiler ağının içinde yer alan adalet mekanizmasına karşı seferber oldu. Üst düzey siyasetçiler olayı aydınlatmak yerine, başından itibaren cinayete kurban giden gencin ailesini kriminalize etmeye çalıştılar. Buna rağmen, protestocular her gün kentin ana meydanında toplanmayı sürdürdüler. Dragičević ailesiyle dayanışmak için meydanda toplananların sayısı zamanla onbinleri buldu. Yılsonunda sistem nihayet karşı atağa geçti: Protestoları örgütleyenlere karşı güç kullanıldı, tutuklama kararları çıkartıldı. Banja Luka’daki yönetimin insan haklarına pek de kıymet vermediğini gösteren ilk olay bu değil elbette. Öldürülen David’in babası yetkililerin müdahalesi öncesinde kendisini güvenceye almayı başararak ortadan kayboldu. Kamuoyuna yolladığı bir mesajda, sorumlulara kendisini de öldürme fırsatını vermek istemediğini söylüyordu.