Kürt işadamı Raif Türk

Türkiye’nin önde gelen mermer üreticilerinden Kürt işadamı Raif Türk, eski bir gazeteci. Soyadından başlayarak hayat hikâyesinde buralara has pek çok çelişkiyi barındıran Türk’ün gazeteciliği de hiç sıradan değil. 1980’lerde Anadolu Ajansı Güneydoğu Bölge Müdürlüğü yaparken cunta tarafından sakıncalı bulunarak Bursa’ya sürülüyor.

Bunun üzerine, istifa edip ‘87’de Diyarbakır’a dönerek Kulp’ta şehrin ilk mermer ocağını açıyor. Mermercilik o yıllarda para getirmediğinden Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başlıyor. ‘89’da Diyarbakır Ticaret Odası basın danışmanlığını üstleniyor ve “GAP’ta Diyarbakır” isimli bir dergi çıkarıyor. 1992’de, Özgür Gündem’in Diyarbakır temsilciliğine başlıyor. 1995’te gazeteciliği Evrensel’de sürdürürken Diyarbakır Mermer İnşaat Sanayi ve Ticaret şirketini (DİMER) tekrar canlandırıyor. O tarihten itibaren de bölgedeki mermer yatağı potansiyelini iyi değerlendirerek iş dünyasında hızla ilerliyor. Özgür Gündem yıllarında, pek çok mesai arkadaşı devlet tarafından öldürülüyor. Raif Türk’ün hikâyesi Kürt hareketiyle Kürt sermayedarları arasındaki paradoksal ilişkiye iyi bir örnek.

Türk’ün referandumla imtihanı

“Bir lokma, bir hırka” gazetecilikten Türkiye’nin önde gelen mermer üreticilerinden biri haline gelen Türk, 12 Eylül 2010’daki anayasa referandumu sürecinde başına gelen bir olayla geniş kesimler tarafından da tanınır oldu. Onun da dahil olduğu bir grup Diyarbakırlı işadamı ve sivil toplum örgütü mensubu Kürt hareketinin boykot kararına karşı referandumda “evet” diyeceğini açıkladı. Türk bu kararı 5 Eylül 2010’da Vatan gazetesine şu sözlerle izah ediyordu: “Çift bayraklı bir ülkede yaşamak istemiyorum. Eşitlik olduktan sonra tek bayrak hepimize yeter! Halkın ayrılmak gibi bir talebi yok, ikinci bayrak da istemiyor kimse. Bu talepler Kürt siyasetçileri tarafından yaratılıyor… ‘Evet’in de, ‘hayır’ın da anlamı var, ama boykotun anlamı yok. Bence boykot barışa da hizmet etmez. Bugün burada bir ekonomik faaliyet sürdürebiliyoruz, ama yarın sürdüremez hale gelebiliriz. Yarın burada bir sanayi kuruluşumuz olamayabilir. Çatışmalar büyürse, tabii ki herkes bir yere kaçar.”

Referandumdan bir gün önce, Türk’e ait Diyarbakır’ın Hani ve Kocaköy ilçeleri arasındaki mermer ocağı iddialara göre üç PKK militanı tarafından basıldı ve bazı iş makinaları yakıldı. Bunun üzerine, Bingöl’deki maden ocağını kapatan Türk olayı basına şöyle anlattı: “Anayasa paketindeki kimi maddeleri demokratikleşme sürecinde önemli gördüğüm için ‘evet’ oyu vereceğimi açıklamıştım. İnsanlar ölmesin, barış için güvenli bir ortam oluşsun diye ne gerekiyorsa yapalım diyen biriyim. Olay sonrası BDP’nin de aralarında bulunduğu pek çok siyasî parti ve şahsiyetten geçmiş olsun telefonları aldım.”

Türk’ün en hararetli savunucularından biri Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’di. Saldırıyı şöyle değerlendirmişti Baydemir: “Ha Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi şantiyesindeki makinelerimiz yakılmış, ha bir işadamımızın mermer ocağı basılmış, iş makineleri yakılmış. Benim açımdan zerre kadar fark yoktur. Nedeni ne olursa olsun kabul edilemez. Derhal bunun son bulması gerekiyor.”

Baydemir’in açıklamasından sonra Türk’e yönelik başka bir tepki ortaya konmadı, ama bu olay Kürt sermayedarlarının hassas pozisyonunu gözler önüne sermiş oldu. Bir taraftan devletle, diğer taraftan da ona karşı mücadele yürüten Kürt hareketiyle ilişkilerini belli bir noktada tutmaya çalışıp hem siyaset hem de iş yapmanın hiç de kolay olmadığı açıktı. Ama şu da açıktı; çatışmaların, ölümlerin yaşandığı bir bölgede siyaset dışında durmak da imkânsızdı. Raif Türk bu imkânsızlıkta kendince bir denge tutturarak yol almaya devam edenlerden sadece biri.

Üç öğün yemek

27 Mayıs 2008’de, Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı “GAP Eylem Planı”nın bölgede nasıl yankılandığını gözlemlemek için Diyarbakır’daydık. Erdoğan’ın ziyaretiyle 8. Diyarbakır Kültür ve Sanat Festivali çakışmıştı. Mevsimlik işçilerle karşılaşma niyetiyle gittiğimiz garda, Bayram adında bir genç “Festivale mi geldiniz, Erdoğan’a mı?” diye sordu. Yanıtımızı beklemeyen Musa isimli delikanlı söze girdi: “Ne festivali, Erdoğan’a gelmişlerdir. Şimdi de fakirleri dinliyorlar.” Bayram gülümseyerek devam etti: “Burada fakir çok, siz asıl zenginleri dinleyin. Sorun hele, Rabbena hep bana diyen zenginler günde kaç öğün yemek yiyormuş?”

Bayram’ın sorusu üzerine Raif Türk’ün kapısını çaldık. Şehrin yeni zengin semtlerinden Dicle Kent’te inşaat halindeki villasının bahçesinde konuştuğumuz Türk Bayram’ın sorusunu gülümseyerek yanıtladı: “Biz de üç öğün yemek yiyoruz. Biz de sıkıntı çekiyoruz. Dileğimiz, herkesin yoksulluktan kurtulması. Ama bu, bir-iki işadamının isteğiyle gerçekleşemez ki. Devlet artık bu soruna el atmalı. Bu sadece Erdoğan’ın açıkladığı GAP’ın canlandırılması projesiyle gerçekleşemez.” Türk’le görüşmemiz sırasında ilginç bir bilgi daha edindik. 1994’te henüz gazeteciyken, GAP’ın açılışını izleyip haber yapanlardan biri de kendisiymiş: “Erdoğan’ın GAP paketini açıkladığı toplantıdan şahsen hayal kırıklığıyla ayrıldım. 1994’te Aktüel’e yazdığım, fakat yayınlanmayan haberimde de bu soruna dikkat çekmiştim. Süleyman Demirel o zaman, tıpkı Erdoğan gibi, bu sorunu halledeceklerini söylemişti…”

Bush, Gorbaçov, Özal

Raif Türk karamsarlığında haklı çıktı. Erdoğan’ın GAP Eylem Planı’nın bölgedeki yoksulluğa ne kadar çare olduğu malûm. Kürt sorununun halihazırdaki boyutları da ortada. Oysa eylem planını açıklarken Erdoğan şöyle demişti: “Refah ve özgürlük yayıldıkça kaybeden terör olacaktır.” Refah da özgürlük de bizzat AKP eliyle engellendi, terör ise devlet tarafından istikrarlı biçimde devam ettirildi.

O tarihte Türk’le buluşmamızdan sonra, Diyarbakır köylerinde dolaşırken bir ihtiyar şu hikâyeyi anlatmıştı: “Özal, Bush ve Gorbaçov aynen bizimki gibi bir kahvede otururken Şeytan da önlerinden geçmiş. Bush çevirmiş Şeytan’ı, ‘Amerika ne zaman dünyanın hâkimi olacak?’ diye sormuş. Şeytan ‘100 yıl kaldı’ deyince ağlamaya başlamış Bush. ‘Benim ömrüm yetmeyecek ki buna’ demiş. Gorbaçov da aynı soruyu Rusya için sormuş ve aynı cevabı almış. O da ağlamaya başlamış. Sıra Özal’a gelmiş: ‘Türkiye ne zaman bu kargaşadan kurtulacak?’ Bu sefer Şeytan başlamış ağlamaya: ‘Benim ömrüm bunu görmeye yetmeyecek!’”

Hal böyleyse, bölgeyi müreffeh görmeye Raif Türk’ün ömrü yeter mi?