G20 ülkeleri toplamda dünya ticaretinin yüzde 80’ini ve dünya ekonomisinin yüzde 85’inden fazlasını kontrol ediyor. Dünya nüfusunun üçte ikisi bu ülkelerde yaşıyor. Bu ülkeler grubu karar alabilecek kadar küçük, ama dünya çapında etki yaratabilecek kadar da büyük.
Bu yıl liderler Brisbane’de, G20 ülkelerinin GSYİH’sını artırma hedeflerini yinelediler ve ekonomilerini dört yıl içinde en az yüzde 2.1 genişleteceklerini, böylelikle küresel ekonomiyi 2 trilyon dolar büyüterek milyonlarca insana iş sağlayacaklarını ifade ettiler. Bazı G20 ekonomilerinin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve yükselen piyasalardaki durgunluk düşünülürse, bu son derece iddialı bir hedef.
Bu hedefe nasıl ulaşılacağı önemli bir mesele. G20 ülkelerinin eşgüdüm içinde ne tür adımlar atabileceği net değil. Ülkelerin birbirlerinin uygulamalarını gözlemleyip toplamda olumsuz bir etkinin ortaya çıkmasını engelleyeceğini söyleyenler var. Son tahlilde her ülke kendi planını uygulayacak, ancak dünya çapında hayata geçirilecek mekanizmalar arasında, milyonlarca kadını işgücüne dahil etmek, ticareti artırmak ve Yolsuzluğa Karşı Çalışma Planı’nı gerçekleştirmek yer alıyor.
Pek çok engel nedeniyle ekonomik gelişmenin akamete uğradığı ve ülkelerin hedeflerine ulaşmasının zorlaştığı fikri genel kabul görüyor. Bu büyük ekonomilerinin, liderleri, özelde kendi ekonomilerinin genel olarak da küresel ekonominin büyümesi konusunda nelerden kaygı duyuyor? Akla gelen ilk meseleler arasında, yetersiz eğitim ve sağlık sistemleri, altyapı sorunları, verimsiz vergi rejimleri ve siyasi istikrarsızlık sayılabilir. Dünya nüfusunun sosyal gelişmesi üzerinde büyük bir etkisi olan engeller de mevcut: yoksulluk, iklim değişikliği, kadınların işgücüne katılımı ve yolsuzluk gibi.
İnsanların günlük yaşamını etkileyen bu son derece önemli meselelerden yolsuzluk, uzun zamandır masada duran rahatsız edici bir gerçek. Yolsuzluk elbette hoş görülen bir şey değil, ancak dünyanın pek çok yerinde yolsuzluğun resmi görüşmelerde gündeme gelmesi dahi tuhaf karşılanabiliyor.
Perspektif değişimi
Sürdürülebilir ekonomik gelişmenin koşullarını hazırlayan temel etkenlerin ne olduğuna ve yolsuzluğun rolüne dair kavrayışımız son yirmi yılda ciddi bir değişim geçirdi.
Çok da uzak olmayan bir geçmişte hükümetlerarası platformlarda, hatta uluslararası finansal kurumlarda, yolsuzluk, tartışılması tabu olan bir mevzuydu. Yolsuzluk, uluslararası toplantılarda pek popüler bir konu değildi ve kurumların politika belgelerinde de pek ele alınmazdı. Her ne kadar yolsuzluğun dünyanın pek çok yerinde ne kadar yaygın olduğunu görmezden gelmek mümkün değildiyse de, gelişim konusuyla ilgilenen camialar onu bir yan mesele olarak ele almayı seçmişti.
Gelgelelim, 1990’ların başlarından beri, gerek uluslararası camiada gerek finansal kurumlarda, yolsuzluğun gelişme sürecindeki ve ekonomik büyümedeki rolüne dair görüşlerde ciddi bir değişim var. Bunun başlıca nedenleri ülkeden ülkeye değişiyor.
Merkezî planlama esaslı ekonomilerin 1980’lerin sonunda çökmesi ve uluslararası camianın bu ülkelere piyasa ekonomisine sorunsuz geçiş amacıyla sağladığı yardımlar, bu değişimi tetikleyen unsurlardan biriydi.
Yolsuzluğa dair perspektifte değişime yol açan önemli unsurlardan biri, ABD’de sınırötesi yolsuzluğa dair ilk yasa olan 1977 tarihli Foreign Corrupt Practices Act (FCPA) ile yurtdışında rüşvet vermenin cezaya tabi kılınmasıydı. ABD hükümetinin bastırmasıyla, bu yasa OECD ve UNCAC gibi uluslararası anlaşmalara giden yolu açtı. OECD ülkeleri nihayet vatandaşlarının yurtdışında rüşvet vermesini yasakladı ve buna yönelik mevzuat hazırlamak durumunda kaldı.
Ayrıca, küreselleşmenin temposu ve onu destekleyen teknolojiler, şeffaflığın artması noktasında önemli bir etki yarattı ve insanları daha fazla açıklık ve daha yoğun denetim talep etmeye itti. İnsanlar dünyanın her yanında patlak veren ciddi yolsuzluk skandallarına tanıklık ettikçe, yolsuzluk artık halının altına süpürülemeyecek kadar aşikar bir gerçek haline geldi.
Önemli bir diğer etken ise yolsuzluğa karşı savaşan küresel bir örgüt olarak Transparency International, yani Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün kurulmasıydı, ki ben de bir mensubu olmaktan gurur duyuyorum. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yayınladığı, artık oldukça iyi bilinen Corruption Perceptions Index (Yolsuzluk Algısı Endeksi) sayesinde bazı ülkelerin yolsuzlukla mücadelede diğerlerinden daha başarılı olabildiği ortaya çıktı. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün başarılı bir biçimde yolsuzluğa karşı inisiyatifler geliştirmesi, kamuoyunda da dikkat çekti ve yolsuzluğa karşı savaşın çeşitli boyutlarına dair söylemler ortaya çıktı.
Dünya Bankası ve IMF gibi başka uluslararası kuruluşların da Uluslararası Şeffaflık Örgütü gibi yolsuzluk karşıtı kampanyalar başlatması sayesinde, yolsuzluk konusu nihayet gündemin üst sıralarına yükseldi ve hasır altı edilemeyecek bir meseleye dönüştü.
Yolsuzluk ekonomik gelişmeye nasıl zarar verir?
Son onyıllarda sadece yolsuzluğa yaklaşımımız değil, yolsuzluk algımız da büyük ölçüde değişti. Geçmişte yolsuzluk, iş yapmak için ödenmesi gereken bir tür vergi gibi algılanıyor, adeta işlemleri hızlandıran ve iş insanlarının hayatını kolaylaştıran bir olgu gibi görülüyordu.
Günümüzdeyse yolsuzluk, gelişim konusuyla ilgilenen camia tarafından ciddi bir kaygı kaynağı olarak görülüyor. Küresel ekonomideki konumunu korumak ve giderek karmaşıklaşan bir dünyada rekabet edebilmek isteyen ülkeler, ellerindeki kıt kaynakları verimli bir biçimde kullanmadıkları sürece başarılı olamaz.
Yolsuzluk hükümetin verimliliğine zarar verir ve böylece devletin eğitim, altyapı ve sağlık gibi alanlara yatırım yapma olanaklarını kısıtlar. Yolsuzluğun yaygın olduğu ülkelerde insanlar vergi vermeye isteksiz hale gelir; bunun sonucunda hükümetlerin gelir kaynakları azalır ve kamu maliyesi zarar görür. Kısacası, imkânlar kısıtlı olduğu için, ne kadar para yolsuzluğa akarsa, insanların yararına kullanılabilecek para da o kadar azalır.
Yolsuzluğun salgın haline geldiği yerlerde yatırım ortamının altı oyulur, gelişim ve yeniliklere ket vurulur. Eğer iş insanları yeni bir iş kurarken gerekli izin ve belgeleri almak için yolsuzluğa bulaşmış yetkililerle ve benzeri engellerle karşı karşıya kalırsa, yatırım fikirlerini alıp daha az yolsuzluk olan ülkelere giderler. Yolsuzluk, piyasaya girişlerin önünde bir bariyer ya da yatırımcıların piyasadan erken çıkmasına yol açan bir etken olur; her halükârda, ekonomik büyüme bu durumdan olumsuz etkilenir.
Yolsuzluk ayrıca yatırım ortamındaki belirsizliği de iyice artırır. Vergilerin aksine rüşvetler öngörülemez ve keyfi olduğundan, yolsuzluk iş yapma maliyetine dahil edilemez. Yolsuzluk şirketlere ilave bir mali külfet getirmek suretiyle onların uluslararası rekabet gücünü aşındırır.
Bir tür bulaşıcı hastalık misali yayılan yolsuzluk, toplumda eşitsizlikler de yaratır. Yolsuzluk yoksul insanların kamu hizmetlerinden yararlanmasını engelleyip yoksulluğu baki kılar; bu nedenle de gelir dağılımını iyice bozar, sağlık veya eğitim gibi temel hizmetlere erişimde adaletsizlik yaratır.
Son olarak da yolsuzluk suçun yayılışını hızlandırır. Yolsuzluğun diğer suçları beslemesiyle beraber, mafyatik örgütlerin serpilmesine elverişli bir ortam oluşur. Kara para aklama vakalarında sık rastlanan bir durum, aklanan paranın kaçakçılık ve uyuşturucu ticareti gibi diğer suçlarda kullanılmasıdır. Suçun yaygın olduğu ortamlar da daha fazla insanın yolsuzluğa bulaşmasına neden olur. Böylelikle oluşan fasit daire, nihayetinde yatırım ortamı ve ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etki yaratır.
Yolsuzluk meselesi G20’nin gündeminde
Yolsuzluğun küresel ekonomiye verdiği tüm bu zararlar neticesinde, G20 yolsuzlukla mücadeleyi gündemine aldı ve Yolsuzluğa Karşı Çalışma Grubu (Anti-Corruption Working Group) 2010 yılında Toronto’da gerçekleşen zirvede kuruldu. Kısaca ACWG olarak bilinen çalışma grubu iki yıllık eylem planları temelinde işliyor. 2012 yılında kabul edilen ikinci eylem planı, 2013-2014 yıllarını kapsıyor ve yolsuzluğa dair pek çok meseleyi ele alıyordu.
2014 yılındaki Brisbane Zirvesi’nde 2015-2016 Yolsuzluğa Karşı Çalışma Planı’nın kabul edilmesiyle beraber, G20’nin kapsayıcı büyüme yaratma ve daha temiz, güvenli ve sürdürülebilir bir ekonomik ortam yaratma hedeflerinde yolsuzlukla mücadelenin artan bir yer tuttuğunu görüyoruz. Yayımlanan sonuç bildirgesinde mesele şöyle tarifleniyordu: “Büyümenin önünde bir engel olan yolsuzluk, yabancı yatırımları iter, yatırımların maliyet ve riskini artırır, devlet kaynaklarının dağılımını çarpıtır ve kamuoyunda devlet kurumlarına olan güveni azaltır.”
Dünya Bankası’nın dünyadaki rüşvetin yıllık maliyetini 1 trilyon dolar olarak tahmin etmesi, son derece çarpıcı bir veri. Diğer yolsuzluk biçimleri de dahil edince, yolsuzluğun maliyeti dünya GSYİH’sinin yüzde 5’inden fazlasına (2.6 trilyon) denk geliyor. Dolayısıyla, G20 liderlerinin ekonomik büyüme ve uluslararası ticareti tartıştığı masada yolsuzluk meselesinin de gündeme gelmesinin vakti geldi.
Brisbane’de Yolsuzluğa Karşı Çalışma Planı kabul edildi
Son derece ayrıntılı bir belge olan ve somut eylemler içeren Yolsuzluğa Karşı Çalışma Planı, elbette yolsuzluğa gem vurmak isteyen her ülke için bir yol haritası işlevi görebilir.
Her şeyden önce, Brisbane 2014 toplantısındaki en önemli gündem maddesi intifa hakkı ilkeleriydi. Avustralya, Çin, Türkiye, Rusya, ABD, Endonezya ve İngiltere gibi son derece farklı ülkelerin intifa hakkı gibi hassas bir konuda anlaşmaya varması, böylelikle G20 üyesi ülkelerin yasalar çıkararak şirketlere (intifa hakkı) sahiplerini açıklama zorunluluğu getirme noktasında uzlaşması, şüphesiz önemli bir adım. Bunun başarılması için bazı G8 ülkelerinin yoğun diplomatik faaliyetler gerçekleştirmesi ve Uluslararası Şeffaflık Örgütü gibi kimi STK’ların liderlere açık mektuplar göndererek, G20 ülkelerinin gizli şirketlerin gerçek sahiplerinin isimlerini yayınlamasını istiyoruz, demesi gerekti.
2015-2016 Yolsuzluğa Karşı Çalışma Planı’na göre, G20 ülkeleri G20 İntifa Hakkı Şeffaflığı Temel İlkeleri’ni hayata geçirmek için somut adımlar atacak. Dünya Bankası’na göre 2001 yılında, kurumsal yolsuzluk vakalarına bulaşmış şirketlerin dörtte üçü vergi kaçırmak için paravan şirketleri kullanıyordu. Bu vakalarda gizlenmeye çalışılan yolsuzluk gelirlerinin 56,4 milyar dolar düzeyinde olduğu düşünülürse, intifa hakkı meselesinin daha büyük bir meselenin özü olduğu anlaşılır.
Söz konusu ilkelere göre, “Kara paranın izlediği yolu takip edebilmek için, üye ülkeler emniyet, vergi ve diğer yetkililerin bilgiye zamanında erişebilmesini sağlamalıdır”. Ancak, intifa hakkı ilkelerinin bir eksiği, bu kişi ve kurumların resmi kayıtlar üzerinden kamuya açıklanması zorunluluğunu getirmemesidir.
Plan ayrıca, birtakım özel yolsuzluk risk ve sorunlarına maruz kalan bir dizi “yüksek riskli sektör” tespit ediyor. Petrolcülük ve madencilikte, ayrıca gümrük, balıkçılık, ormancılık ve inşaat gibi yüksek riskli sektörlerde gözlemlenen yolsuzluğa değinen planda “G20 ülkeleri uluslararası plandaki en başarılı örnekleri inceleyip geliştirmek ve kolektif inisiyatifler ortaya koymak suretiyle... somut adımlar atmayı taahhüt eder” deniyor.
Planda rüşvetin gerek uluslararası şirketlere, gerek toplumun bütününe büyük bir maliyeti olduğuna işaret ediliyor: “G20 ülkeleri, rüşvete karşı mücadelede emsal teşkil etmek amacıyla, OECD Rüşvete Karşı Çalışma Grubu’nda aktif bir rol üstlenme ve OECD Rüşvete Karşı Sözleşmesi’ne riayet etme gibi yöntemlere başvurmayı taahhüt eder.”
Kamu sektöründe şeffaflık ve dürüstlük de, başından beri planın önemli bir parçasıydı. Kamunun satın alma ihaleleri, verilere açık erişim, yolsuzluğu ihbar edenlerin korunması, kamu görevlilerinin dokunulmazlığı, mal varlığı beyanı gibi meselelerde G20 ülkelerinden somut adımlar atmaları bekleniyor: Zira bu meseleler ekonomik büyümeye ciddi bir biçimde etki ediyor ve sınırötesi ticaret ve yatırımın gelişimi açısından son derece önemli kabul ediliyor.
Uluslararası işbirliği de yolsuzlukla mücadele planının önemli bir bileşeni. “Küreselleşen dünyada, yolsuzluğa bulaşmış pek çok kişi giderek gelişkin yöntemlerle uluslararası sınırları istismar ediyor ve böylece yargıdan kaçıyor, saklanıyor ya da yolsuzluk gelirlerinden faydalanıyor” tespitinden hareketle, uluslararası işbirliğinin –giriş vizesi vermeme, varlıkların iadesi, sivil ve idari prosedürlerde destek vs.– G20 ülkelerince kullanılması gereken yöntemlerden biri olduğu belirtiliyor. Dolayısıyla, G20 üyelerinin yolsuzluğa karşı mücadeleyi küresel planda ele alırken birbirleriyle işbirliği yapmasına özellikle vurgu yapılıyor.
G20 planındaki bir diğer odak noktası da özel sektörde şeffaflık ve dürüstlük. G20 ülkelerinin tek başlarına yolsuzlukla mücadele edemeyeceği, özel sektörle işbirliğinin yolsuzluğu azaltmakta kilit bir yöntem olduğu belirtiliyor. Hükümetlerin, şirketlere, özellikle de KOBİ’lere yönelik olarak yolsuzlukla mücadele eğitimi sunmaları bekleniyor. Plan aynı zamanda özel sektörden de şeffaflık ve hesap verebilirlik temelinde kurumsal davranışlar sergilemesini talep ediyor.
Hem de çok rahatsız edici
Avustralya’nın ardından G20’nin 2015 yılı dönem başkanı olan Türkiye, 2015-2016 Yolsuzluğa Karşı Çalışma Planı’nı uygulamaktan da sorumlu. Planın uygulanmasına Türkiye’nin liderlik edeceği ilk duyulduğunda, bu, Türkiye’deki pek çok kişi tarafından hayretle karşılandı ve mevcut hükümet düşünüldüğünde ironik bir durum olarak nitelendi.
2014 yılında Türkiye, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün her yıl yolsuzluk algısına göre 180’e yakın ülkeyi sıraladığı Yolsuzluk Algısı Endeksi’ndeki en büyük düşüşü sergiledi. Endeksin oluşturulmasından bu yana geçen yirmi yıl boyunca kırklı sıralarda kalan Türkiye, yolsuzlukla mücadelede hep ciddi sorunlar yaşayageldi. Ülke ancak Avrupa Birliği’ne aday gösterildiğinde bir miktar ilerleme sergiledi: Kimi uluslararası sözleşmeleri –OECD ve UNCAC gibi– imzaladı ve Bilgiye Erişim Kanunu gibi yasalar geçirdi.
Türkiye’nin birden 5 puan kaybetmesi ve endekste 11 sıra birden düşmesi son derece çarpıcı bir gelişmeydi: Türkiye’nin ardından ise 4’er puan kaybeden Çin, Angola, Malavi ve Ruanda geliyordu. Bir ülke ilk 50’nin altına düştüğünde yatırım açısından riskli bir ülke olarak kabul ediliyor. Bu durum, Türkiye açısından uzun vadeli sonuçlar doğurabilir.
17 ve 25 Aralık 2013’ten bu yana Türkiye’nin siyasetçi ve üst düzey yetkilileri kapsayan dev yolsuzluk skandallarıyla sarsıldığına ve bu skandalların çok sorunlu bir biçimde ele alındığına tanıklık eden insanlar için, bu çarpıcı düşüş hiç de sürpriz olmadı. Ülke aynı zamanda ifade özgürlüğü, insan hakları, basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı gibi konularda da son iki yıldır hızla gerileme kaydediyor.
Türkiye’nin başı çekmesi gereken Yolsuzluğa Karşı Çalışma Planı, aslında tam da ülkenin yıllardır hayata geçirmekte tereddüt ettiği konulara vurgu yapıyor. Kamunun satın alma ihaleleri, mal varlığı beyanları, siyasetçi ve kamu görevlilerinin dokunulmazlığı, onyıllardır çözüm bekleyen sorunlu alanlar. Geçen yılın yolsuzluk skandallarında bu meseleler son derece yakıcı bir biçimde kamuoyu gündemine geldi.
İlk soru, Türkiye’nin Yolsuzluğa Karşı Çalışma Grubu’na etkili bir biçimde liderlik edip edemeyeceği ve planın gerektirdiği somut adımları atıp atamayacağı. Türk bürokratlarının teknik kapasitesi tartışma konusu olmadığına göre, diğer soru, Türkiye’nin diğer G20 ülkeleri için özel eylem planları hazırlarken bu eylemlerin bazılarını kendi sınırları dahilinde de hayata geçirip geçirmeyeceği.
Yolsuzluk bir kez daha rahatsız edici bir gerçek olarak karşımızda duruyor.