Türkiye’de barış süreci ve toplumsal cinsiyet

Teaser Image Caption
Barış Anneleri

Ocak ayından itibaren Türkiye’de başlamış olan ve hükümet ile Kürt siyasî iradesi tarafından “çözüm süreci” adı verilen barış süreci birçok açıdan dünyadaki benzerlerinden farklı ileriliyor. Öncelikle, ortada temel alınabilecek ve kamuoyuna açıklanmış bir anlaşma bulunmuyor. Üstelik, yine kamuoyunun bildiği kadarıyla, arabuluculuk ya da gözlemcilik kurumları da çalıştırılmıyor. Ayrıca, Kürt tarafının ısrarına rağmen, süreçle ilgili bir Meclis kararı da alınmadı. Yani kısacası, sürecin henüz güven veren bir yasal çerçevesi bulunmuyor.

Öte yandan, Kürt tarafının siyasî partisi olarak bilinen Barış ve Demokrasi Partisi, Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’la İmralı Cezaevi’nde görüşmeye devam ediyor. Parti yetkilileri Öcalan’dan aldıkları mesajları savaşın taraflarından Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Kandil dağında konuşlanmış öncü kadrolarına iletiyor ve bu iletişimin önünde engel çıkarılmaması barış sürecinin şimdilik ilerlediğinin en önemli kanıtı olarak kabul ediliyor.

Ayrıca, PKK gerillalarının Kuzey Kürdistan’dan çekilerek Güney’e doğru yönelmeleriyle birlikte, hükümetin sürece katkı yapmak amacıyla iki kurum oluşturması da umut verici. Bunlardan biri, Türkiye’nin farklı bölgelerinde barış odaklı faaliyet yürütmesi istenen ve çeşitli gazeteci, akademisyen, sivil toplum temsilcisi ve benzeri kişilerden oluşan Akil İnsanlar Heyeti –ki, bu heyette kadın temsiliyeti yüzde 19. Heyet temmuz başında iki aylık çalışmasının sonuçlarını hükümete bildirdi. Diğeri ise Meclis içinde kurulan çözüm komisyonu –ki, bu komisyonda da sadece bir kadın üye bulunuyor.

Barış süreciyle ilgili olarak özellikle Kürt tarafı, devletin Kürt sorununu çözme ve demokratikleşme konularında henüz hiçbir somut adım atmadığını belirtiyor. Hakikaten de hükümet tarafı henüz ne on bini aşkın Kürt siyasî tutuklunun akıbetini değiştirecek, ne bunların tutukluluklarına sebep olmuş muğlak Terörle Mücadele Yasası’nı kaldıracak, ne de Kürt kimliğini ve dilini anayasal güvenceye alacak düzenlemeleri yaptı. Bundan daha da kaygı verici olarak, bölgede savaşa hazırlanırmışçasına yeni korucu alımlarına, kalekol yapılmlarına ve askerî kadronun sayısını artırmaya devam ediyor.

Bilindiği gibi, dünyada yaşanan çokça barış sürecinin sonunda iki hedefin gerçekleşmesi beklenir. Bunlardan birincisi egemenliğin yeniden paylaşılması, diğeri ise toplumsal barışın inşasıdır. Birinci hedef çerçevesinde anayasal düzenlemelere gidilirken, ikincisi çerçevesinde sıklıkla başvurulan yollar hakikat komisyonlarının kurulması ve savaşta işlenen suçların açığa çıkarak yargılanması ile silahsızlanma ve güvenlik sektörü reformlarıdır. Bugün itibariyle Türkiye’de bu üçüyle de ilgili olarak Kürt tarafını tatmin edecek herhangi bir adım atılmış değil.

Dünya örnekleri barış süreçlerinin sağlıklı bir şekilde yürümesinin ancak ve ancak toplumsal katılım ve destekle mümkün olduğunu gösteriyor. Aksi takdirde, barış sadece siyasî erklerin müzakerelerine ve (şeffaf olmayan) anlaşmalarına dayandırıldığında, barış anlaşmaları imzalanmalarının üzerinden beş sene dahi geçmeden ya geçersizleşmekte ya da anlaşma sonrası ortaya çıkan toplumsal yapı ayrımcı, cinsiyetçi ve militer olmaya devam etmekte. Nitekim, İsrail ve Filistin birincisine örnek olarak gösterilirken, İrlanda ve İngiltere ikincisi için verilen örnekler.

Kadınların katılımı sağlanmazsa

Barışın toplumallaşmasının en önemli garantisi, kadınların müzakere de dahil sürecin her alanına katılımı. Bu sebeple 1325 no’lu Birleşmiş Milletler kararı barışın inşasının müzakereler de dahil her aşamasında kadınların eşit temsil edilmesinin sağlanması gerektiğini belirtiyor; çünkü kadınlar nüfusun yüzde 50’sini oluşturuyor. Barış süreçleri toplumun yeniden inşa edildiği ve yeni toplumsal sözleşmelerin ortaya çıktığı dönemler. Bu dönemlerde kurulan yapıların tamamında eşit temsil edilmezse kadınlar bu sözleşmeye katkı sunmamış, rıza vermemiş olur.

İkinci olarak, kadınlar savaştan doğrudan ve/veya dolaylı olarak etkilenmiştir. Yakınlarını kaybetmiş, zorla göç ettirilmiş, gözaltında taciz ve tecavüze uğramıştır. Militarizm sebebiyle erkekler saldırganlaşmış, erkeklikleri kışkırtılmıştır. Bu sebeple kadına yönelik şiddet artmıştır. Cinsiyet eşitsizliği ve savaşçı ideolojilerin biçimlendirdiği erkeklikler arasında ilişki kurulması ve buna karşı alınacak önlemlerin tüm toplumsal sözleşmeler ve barış çalışmalarında yer alması gerekir.

Üçüncüsü, erkekler barış sürecini egemenliğin yeniden paylaşılması olarak algılar. Oysa kadınlar için önemli olan noktaların başında savaşın toplumsal dokularda yarattığı zararın onarılması, tazmin ve telafisi gelir. Kadınlar kayıpların bulunması, faili meçhul cinayetlerin faillerinin bulunması, sivil halka yönelik saldırı ve katliamların araştırılarak hesap verilmesiyle ilgili mücadele içindedir. Onların bu mücadelelerini hesaba katmayan ve taleplerini içermeyen bir barış güven vermez, kalıcı olmaz.

Ayrıca, kadınlar savaş boyunca barış için mücadele eder. Bu mücadele sırasında etnisite ve sınıf ayrımlarını aşarak birliktelik geliştirir ve ortak diller üretirler; yani, barışma konusunda deneyimlidirler ve yeni dönemde erkeklere aktaracak bilgileri mevcuttur. Barış süreçlerinde kadınların dışlandığı örnekler göstermektedir ki, erkekler ve egemenler arasındaki silahlı savaş dursa dahi, gündelik hayatta yaşanan ırkçılık, cinsiyetçilik ve eşitsizilik devam eder, ancak görünmez, konuşulmaz olur.

Dünyada kadınların barış süreçlerine katılımı

1990 ile 2012 arasında 102 barış süreci yürütülüyor ve bu süreçlerde 585 anlaşma imzalanıyor. Birleşmiş Milletler’e göre, bu 102 barış sürecine aktif olarak katılanların sadece yüzde 8’i kadın. İmzacıların yüzde 3’ü, arabulucuların –ki arabulucular genellikle sözde kadın-erkek eşitliğinde büyük mesafe kat etmiş batı ülkelerinden geliyor– yüzde 3,2’si, görüşmelere tanık olarak katılanların ise sadece yüzde 5,5’i kadın.

Kadınların barış süreçlerine katılımını iki ayrı başlıkta ele almak gerekiyor. Bunlardan birincisi kadınların barış süreçlerine “cismen” katılımı. İkincisi ise tarafların imzaladığı mutabakatların cinsiyet ilişkileri ve eşitliğine ne kadar duyarlı olduğu. Bu iki başlık birbiriyle tam örtüşmüyor. Kadınların barış görüşmelerine en yoğun katılım sağladığı ülkeler 2008’de Kenya yüzde 25, 1992’de El Salvador yüzde 13, 1995’te Hırvatistan yüzde 11, 1996’da Guatemala yüzde 10 –ki Guatemala aynı zamanda cinsiyet eşitliği ile ilgili en fazla düzenlemeyi içeren anlaşmayı da imzalıyor–, 1998’de İrlanda yüzde 10, 2001’de Afganistan yüzde 9 ve 2008’de Uganda yüzde 9. Diğer ülkelerde katılım yüzde 5’in altında, birçoğunda ise sıfır.

İmzalanan anlaşmaların içeriğine gelince, 45 barış sürecini ve bu 45 süreçte imzalanan 300 anlaşmayı ele alan bir araştırmaya göre, bunların sadece yüzde 18’i savaş zamanı kadınlara yönelik işlenmiş suçları söz konusu ediyor. 102 farklı süreçte imzalanan 582 anlaşmanın ise sadece 92’si, yani yüzde 16’sı kadın meselesinden bahsediyor. Oysa tüm bu barış süreçlerini yaratanlar arasında, aynı Türkiye’de olduğu gibi, kadınların mücadelesi önemli bir yer alıyor.

Peki, barış sürecinin oluşmasında bu denli önemli rol almış kadınlar –barış anaları, cumartesi anneleri, barış için kadın girişimi gibi oluşumlar– nasıl oluyor da sürecin kendisinden dışlanıyor? Kadınların sürecin dışına atılmasının birinci sebebi, savaşın muhatabı olarak görülmemeleri. Kadınlar, örneğin Türk tarafında olduğu gibi, savaşa ya katılmamışlar ya da katılsalar dahi erkekler tarafından doğrudan temsil edildikleri varsayılıyor. Benzer bir şekilde, taraflar savaşın cinsiyet ilişkileri ve eşitliğiyle ilgili olmadığını, savaşanların cinsiyet özgürlüğü için silaha davranmadıklarını hatırlatarak kadınları ve kadın merkezli konuları masanın dışında tutuyor. Bir diğer deyişle, cinsiyet eşitliği savaşın sebebi olmadığına göre, neden müzakerelerin gözetmek zorunda olduğu bir mesele olsun? Oysa, örneğin Türkiye’de 2012 yılında, Polis Akademisi bünyesinde bulunan Uluslararası Terörizm ve Sınır Aşan Suçlar Araştırma Merkezi (UTSAM) tarafından yapılan araştırmaya göre dahi, kadınların gerilla olmayı tercih etmelerinin önemli sebeplerinden biri cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı adaletsizlikler. Yani, Türkiye Cumhuriyeti devletinin araştırmaları dahi Kürt sorunu ile cinsiyet eşitsizliğinin, Kürt özgürlük mücadelesi ile kadın mücadelesinin iç içeliğini gösteriyor. Bir diğer deyişle, savaş da barış da kadınları yakından ilgilendiriyor.

Üçüncü olarak, kadınların temsil edilmemesinde rol oynayan bir diğer faktör, kadınların genelde ne devlet içinde üst düzey görevlerde ne de muhalif grupların lider kadrolarında yer alması. Barış görüşmelerine katılanların her iki tarafta da yalnızca yöneticiler olduğunu düşünürsek, tam da bu sebeple kadınların sürece katılma ihtimalleri, özel olarak gözetilmedikleri takdirde son derece düşük.

Son olarak, barış görüşmeleri sadece kadınları değil, genel olarak birçok toplumsal ezileni bileşenine katmıyor; zira barış süreçlerinin tamamında, aynı Türkiye’de olduğu gibi, sürecin hiçbir engele takılmaması, hassasiyetlere zarar vermemesi ve çabucak bir sona kavuşması konusunda mutabakat oluşuyor. Oysa yine Türkiye’deki gibi, hassasiyetler toplumsal olarak ne sınıflar, ne cinsiyetler ne de etnik gruplar arasında eşit dağılıyor. Engel olarak görülen, geciktirici olarak değerlendirilen hep toplumsal hiyerarşilerin alt kısmında yer alanların kaygıları, talepleri ve hayalleri oluyor. Oysa deneyim gösteriyor ki, barış süreçlerinden beklenecek belki de son şey acil sonuç.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde yapılan araştırmalar kadınların ve sivil toplumun diğer bileşenlerinin barış süreçlerine katılmaması halinde doğacak sonuçları da açıklıkla belirtiyor. Bu araştırmalara göre, katılımcılığın sağlanmadığı ve egemenliğin paylaşımının cinsiyetler ve sınıflar arasında eşit olarak dağıtılmadığı barış süreçleri başarıya ulaşsa dahi, toplumda anlamsızlık, ihanete uğramışlık, beklentilerin boşa çıkması ve baskılanma hissi doğuyor. Cinsiyet eşitliğinin yasal zeminin sağlanmadığı ve savaş ile cinsiyet eşitsizliklerinin barış sürecinde ideolojik olarak ilişkilendirilmediği barış mutabakatları sonucunda “etnik” düşmanına dokunması yasaklanan özneler toplum tarafından en az cezalandırılan suça, (en doğallaşmış düşmanına) kadına yönelik şiddete yöneliyor. Ayrıca, yine kadınların dışlandığı barış süreçleri savaşın yarattığı toplumsal kayıpları en az tanıyan, en az kaale alan ve telafi ve tazmin mekanizmalarını en az çalıştıran şekillerde sonuçlanıyor.

Kadınlar barış görüşmelerine müdahale etmek için bugüne kadar çok farklı yöntemler kullandı; örneğin, ya zaten var olan arabulucu heyetlerine dahil olarak ya da kendi heyetlerini kurarak temas grupları oluşturdular ve taraflarla görüşmeler yaptılar. Tarafların delegasyonlarında yer aldılar, ki şu an Türkiye’de kısıtlı da olsa gerçekleşen bu. (Kısıtlı, çünkü hükümet örneğin Gültan Kışanak’a veto uygulamaya devam ediyor.)

Savaşan tarafların kimliklerini paylaşan (Türk/Kürt/PKK/TC gibi) farklı kadınların bir araya geldiği bağımsız kadın delegasyonları oluşturdular ve kendilerini taraf olarak ilan ederek görüşmelere katılmayı talep ettiler. Görüşmelere tanık olarak ya da sivil toplum ve akademisyenlerden oluşan gözlemci heyetler kurarak dahil oldular. Arabuluculara ya da taraflara cinsiyet meselesinde danışmanlık yaptılar. Cinsiyet eşitliğinin imzalanacak anlaşmalarda, anayasa dahil olmak üzere varılacak tüm mutabakatlarda nasıl ifade bulacağıyla ilgili raporlar yazıp önerilerde bulundular. Tüm anlaşma maddelerinin kadınlara ve cinsiyet eşitliği ile diğer toplumsal eşitsizlik ilişkilerine nasıl yansıyacağı üzerine bilgi üretebilecek teknik heyetler kurdular. Son olarak, kadınlar sivil toplumda resmî görüşmelere paralel oluşumlar yarattılar. Örneğin Burundi’de, “gölge” görüşmeler yapıp anlaşmalar imzaladılar, Guatemala’da sivil toplumun katıldığı ve bir anlaşma taslağı da içeren kadın konferansları düzenlediler.

Barış İçin Kadın Girişimi

Barış İçin Kadın Girişimi (BİKG) 2009’da çeşitli kurumlar, projeler ve araştırmalardan tanıdığımız kadın arkadaşlarımızın ardı ardına tutuklanması üzerine farklı kesimlerden, görüşlerden ve kimliklerden kadınların bir araya gelmesiyle kuruldu. BİKG yakın zaman kadar barış talebini bütün ülkede yükseltmek ve barışın yolunu açmak için sokaklarda, evlerde, okullarda, işyerlerinde barış noktaları kurdu ve eylemler yaptı. Savaşın Kürt ve Türk kadınlarına yaptığı doğrudan ve dolaylı zararları tespit etmeye çalıştı. Savaş için ayrılan bütçeyle kadınları güçlendirmek için neler yapılabileceğine ilişkin veriler oluşturdu. Forumlar, atölyeler düzenledi, kadın gruplarıyla barış için neler yapabileceğimizi konuştu. Web sitesinde (barisicinkadinlar.com) paylaşımlarda bulundu.

Barış sürecinin başlamasıyla birlikte, BİKG yeni dönemde ne yapacağına ve kadınların barıştan beklentilerini nasıl ortaklaştırabileceği ve görünür kılabileceğine dair tartışmalar yürüttü. Bu tartışmalara çok sayıda kadın katıldı. Tartışmalar İstanbul’da başladı, Ankara, İzmir ve Adana’da sürdü. Ayrıca, hem çeşitli basın kuruluşlarından kadınlarla hem de Akil İnsanlar Heyeti’nden kadınlarla toplantı yapılarak gözlemler paylaşıldı.

BİKG 4 Nisan’da “Barış Süreci ve Kadınlar” konusunda Birleşmiş Milletler Raportörü Yakın Ertürk’ün katıldığı ve Birleşmiş Milletler Cinsiyet, Barış ve Güvenlik Danışmanı Sanam Anderlini’nin skype ile bağlandığı bir toplantı düzenledi. Toplantıda kadınların barıştan talepleri ve barış sürecine nasıl katılacakları konusunda kararlar alındı ve bunlar basın toplantısıyla duyuruldu. Toplantıda barış ve kadınları ilgilendiren konularda anayasa, hakikatle yüzleşme ve cinsiyet odaklı güvenlik reformu komisyonları kuruldu.

Ayrıca, barış sürecini izlemek amacıyla gözlem heyetleri ve taraflarla görüşmek ve kadınların taleplerini iletmek amacıyla da temas heyetleri kuruldu. Gözlem Heyeti yeni karakolların inşa edildiği ve gerillanın çekilme güzergâhında olan Dersim’de kadın kurumları ve mülkî amirliklerle görüştü. Barış, müzakere ve geri çekilme sürecinin güven artırıcı politikalarla yürüyüp yürümediğini yerinde gözlemledi, sürece dair tanıklıkları, kaygıları, talepleri dinledi. Temas Heyeti ise Meclis’te kurulan Çözüm Komisyonu’na ve yine Meclis’te grubu bulunan partilerin kadın milletvekillerine kadınların savaş sırasında uğradığı zararları anlattı ve barıştan taleplerini iletti.

Kürt ve Türk kadınların barıştan beklentileri

1990’larda, devletin Kürt halkına ve PKK’ye karşı her türlü kirli savaş taktiğini seferber ederek yürüttüğü savaşın sonucunda en az 17 binini paramiliter güçlerin öldürdüğü ve üç binini zorla kaybedilen sivillerin oluşturduğu 40 bini aşkın kişi öldü. Hâlihazırda Kürdistan’da yüzlerce toplu mezar saptandı. Ayrıca, bölgede binlerce köy yakıldı ve boşaltıldı, iki buçuk milyon kişi zorla göç ettirildi. Gene binlerce insan tutuklandı, işkence gördü ve cezaevinde yattı. Kadınlar bu süreçte öldürüldü, yakınlarını kaybetti, göç ettirildi, işkence gördü, taciz ve tecavüze uğradı, yoksullaştı, intihara sürüklendi ve hayatı devam ettirmek ve yas tutmak onlara bırakıldı. 2000’li yıllarda ise ölüm ve işkencede azalma olmasına rağmen, toplu tutklamalar artarak devam etti, ayrıca Kürtler göç sonucu geldikleri yerlerde kimi zaman lince varan bir ayrımcılığa uğradı. Türkçe bilmeyen kadınlar yalnızlaştı ve dışlandı. Sivil ölümler ise mayınlar sebebiyle ya da gösteriler sırasında devam etti, toplu çocuk tutuklamaları ve tacizleri yaşandı. Geçmişte işlenen suçlar ortaya çıkarılmadığı gibi, failler mülkî amirliklerde terfi etmeye devam etti.

Türkiye ve Kürdistan’da kadınlar Birleşmiş Milletler’in 1325 no’lu kararı çerçevesinde Türkiye’nin bir ulusal plan yaparak anayasal dönüşüm sağlamasını, demokratik katılım yollarını açmasını ve kadınlara ve Kürtlere yönelik ayrımcı siyasetlere son vermesini talep ediyor. Bu amaçla, özellikle anadilde eğitim ve öğretim ile kamusal alanda anadilde hizmetin yasal güvence altına alınması, kadınların mağduriyetlerini giderici ve toplumsal cinsiyet merkezli sosyal politikaların benimsenmesi, devletin her alanda kadın-erkek eşitliğini sağlama görevinin anayasal güvence altına alınması ve tüm siyasî alanlarda kadınlar ve erkeklerin eşit temsilinin sağlanması gerekiyor.

Öte yandan, kadınlar geçmişte işlenen suçların ortaya çıkmadığı bir barışı güven verici bulmamaktadır. Savaşta, cezaevinde ya da gözlatında taciz ve tecavüz suçlarının af ya da zaman aşımı dışında tutularak faillerinin bulunması ve yargılanması kadınların temel taleplerinden biri olarak ortaya çıkıyor. Ayrıca, köye dönüş şartlarının sağlanması, köy boşaltmalardan kaynaklı zararların hakkaniyetli tazmin ve telafisi, tüm faili meçhul cinayetlerin, kayıpların ve çocuk cinayetlerinin aydınlatılması, faillerin bulunması, yargılanması ve toplu mezarların uluslararası anlaşmalara uygun şekilde saptanması ve kimlik belirlemelerinin yapılması da kadınların hayata devam etmesini sağlayacak şartlardır.

Son olarak, BİKG bünyesindeki toplantılarda kadınlar tüm şehir ve köylerde toplumsal cinsiyet ve çocuk odaklı güvenlik reformları talep etmiştir. Bu amaçla tüm mülkî amirliklerde toplumsal cinsiyet eğitimleri verilmesi, kalekolların yapımının hemen durdurularak karşılıklı güven sağlayacak adımların atılması, koruculuğun kaldırılması, mayınların temizlenmesi ve kadınların ve diğer tüm siyasî tutukluların serbest bırakılması gerekiyor.

BİKG diğer ülkelerin deneyimlerinden yola çıkarak bu taleplerin ancak barışla ilgili kurulan ve kurulacak tüm heyetlerde kadınların yarı yarıya temsilinin sağlanması, barışla ilgili kurulan ve kurulacak tüm heyetlerin kadın örgütleriyle işbirliğinin sağlanması ve barış görüşmelerinde söz konusu edilecek tüm konuların toplumsal cinsiyet boyutunu gündeme getirecek heyetlerin oluşmasıyla mümkün olduğunu iddia ediyor.

Türkiye’de barış süreci henüz “ikinci aşamaya”, yani sorunun çözümü için somut adımların atılması aşamasına gelmedi. İkinci aşamada kadınların taleplerinin ve katılımlarının sağlanmaması, 1325’in öngördüğü gibi bunu mümkün kılacak mekanizmaların yaratılmaması toplumsal barışın inşa edilmesine büyük engel teşkil edecektir, çünkü egemenlik paylaşımı bir yana, toplumsal barış ancak kadınların ve diğer toplumsal kesimlerin katılımıyla gerçekleşir.