Çatışmaların çözüm süreçlerine ilişkin dünya deneyimine bakıldığında, süreci kolaylaştırabilmek, güvenli bir zemin üzerinden yürütebilmek ve sürecin nihaî barışla sonlandırılmasını sağlamak amacıyla çeşitli mekanizmaların üretildiği ve uygulamaya konduğu görülür. Bunlardan biri, taraflar arasında arabuluculuk ve hakemlik rolünü oynayacak “üçüncü aktör”lerin sürece dahil edilmesidir.
Türkiye’de de yaklaşık otuz yıllık çatışmalı süreci sonlandırmak amacıyla başlatılan ve akamete uğrayan açılım süreçlerinde arabuluculuk işlevini yerine getirecek komisyonların oluşturulması çeşitli çevrelerce dile getirildi. Son “çözüm süreci”nin başlangıç günlerinde de benzer öneriler yapıldı. Bu çerçevede, hükümet tarafından, içinde toplumun farklı kesimlerinden aydınlar, akademisyenler, sanatçılar, gazeteciler ve STK temsilcilerinin bulunduğu 63 kişilik “Akil İnsanlar Heyeti” (AİH) oluşturuldu. 4 Nisan 2013 günü İstanbul’da Başbakan Erdoğan’ın başkanlığında yapılan ilk toplantıda, AİH’nin görev ve misyonunun Türkiye toplumunu çözüm sürecine hazırlamak, sürece yönelik bir farkındalık yaratmak, farklı kesimlerin talep, öneri, beklenti, hassasiyet ve kaygılarını tespit edip karar alma mekanizmalarına iletmek olduğu belirtildi.
Aynı toplantıda, AİH’in, AK Parti ya da hükümet adına değil, tamamen bağımsız çalışması gerektiğine vurgu yapıldı. Nitekim, bu toplantı sonrası yedi bölgeye ayrılmış her grup önce kendi arasında toplanarak, izleyecekleri yöntem ve strateji konusunda kararlar aldı ve akabinde sahaya inerek, kendi belirledikleri yöntem doğrultusunda tamamen bağımsız bir biçimde faaliyetlerini gerçekleştirdiler.
AİH’e biçilen rol ve misyon bugün itibariyle yeterli ise de ilerleyen süreçte taraflar arasındaki diyalog ve müzakerelerde sorunların ortaya çıkması ya da bir kesinti yaşanması halinde bu heyetin arabulucu olarak işlev görmesine, taraflarca ayrı ayrı görüşmeler yapabilmesine ve tarafları uzlaştırabilmesine fırsat ve imkân tanınması doğru olacaktır.
Yüzde yüze yakın destek
AİH’in Güneydoğu grubu olarak, bölgedeki bütün illeri ve önemli ilçeleri ziyaret ettik. Farklı kesimlerle yaptığımız toplantı, buluşma ve görüşmelerde, çözüm sürecinin bütün bölgede büyük bir heyecan ve umut yarattığını gözlemledik. Bölgede hangi kimlikten, kesimden veya ideolojiden olursa olsun herkesin barış sürecinden yana olduğunu ve sürece yüzde yüze yakın bir desteğin var olduğunu tespit ettik. Dışarıdan bakıldığında destek vermesi beklenmeyen kesimlerin de (örneğin korucuların) çok açık bir şekilde sürece desteklerini ifade ettiklerini, bu konuda herhangi bir tereddüt yaşamadıklarını gördük.
Heyet içerisinde yer alan isimlerin tümü Kürt meselesini bilen, bu meselenin çözümsüz kalmış olmasının acısını yüreklerinde yaşayan ve çözüm için bugüne kadar büyük gayret sarf etmiş insanlar olmalarına karşın, grup üyeleri çatışmalı sürecin yarattığı insanî dramın ve travmanın boyutlarının bu denli geniş ve derin olduğunu ancak bu ziyaretler neticesinde öğrenebildi. Özellikle sürecin doğrudan mağduru olan kişi veya kesimlerle yapılan görüşmelerde aktarılan insan hikâyeleri ve yaşanan acı hatıralar, heyet üyelerinin psikolojileri üzerinde sarsıcı bir etki yarattı.
Yaklaşık otuz yıllık çatışmalı dönemde çok ağır bedeller ödemiş ve çok büyük acılar çekmiş olan bölge halkının bu bedeller ve acılara rağmen, intikamcı ya da rövanşist duygular içinde olmadığını ifade etmek gerekir. İnsanların kalıcı ve onurlu bir barışın inşa edilmesi halinde helalleşmeye hazır olduklarını ifade etmelerini, kalıcı barışın tesisini kolaylaştırıcı bir tutum olarak değerlendirmek gerek. Öte yandan, bölge halkının ısrarla ve altını çizerek, bugüne kadar yaşadıklarından Türkleri değil devleti sorumlu saydıklarını, Türklerle herhangi bir sorunlarının olmadığını, sorunun yüzyıllık retçi, inkârcı ve asimilasyoncu devlet politikaları olduğunu söylemeleri de sürecin geleceği bakımından umutlandırıcı bir veri oluşturmaktadır.
Gerçekleştirilen sayısız görüşmede dinlenen binlerce insandan hiçbirinin bölünmeden ve ayrı bir devlet kurulmasından yana olduğunu ifade etmemesi, tam tersine, söz birliği edilmişçesine herkesin Türkiye ortak vatanında eşitlik ve özgürlük temelinde barış içerisinde birlikte yaşamadan yana olduğunu dile getirmesi, ülkenin batı yakasındaki bölünme korku ve endişelerini giderici bir nitelik taşımaktadır. Hemen her yaştan, her cinsiyetten, her ideolojiden ve her kültürden insanlarla yapılan görüşmelerde, bölge insanının aşırı politize olduğu, sadece Kürt meselesine değil, bütün toplumsal sorunlara duyarlılık gösterdiği ve politik bir dil kullandığı dikkat çekmektedir.
Yaptığımız bütün toplantı ve görüşmelerde, konuşmaktan çok dinlemeyi tercih ettik ve dinlediklerimizin tümünü not ettik. Amacımız, bölge halkının talep ve önerileri ile hassasiyet ve kaygılarını doğru tespit edebilmek ve karar alıcılara doğru bilgi aktarabilmekti. Bu nedenle, küçük bir ayrıntı içeriyor da olsa her görüş ve öneriyi not etmeye çalıştık.
Devlete güvensizlik
Barış ve çözüm sürecini büyük coşku ve heyecanla karşılayan, sürece umutla bakan ve yüzde yüze yakın bir düzeyde destek veren bölge halkının önemli bir kısmında, aynı zamanda sürece yönelik bir kaygı ve endişenin de mevcut olduğunu belirtmek gerekir. Bu kaygı ve endişenin temelinde, bölge halkının devlete beslediği derin güvensizlik duygusu yatmakta. Tarihsel olarak devlet tarafından sürekli kandırıldığını ve ihanete uğradığını düşünen bu kesim, “Acaba bu kez de kandırılacak mıyız?” sorusunu sormaktadır. Ancak, hemen ifade etmek gerekir ki, sürecin önemli aktörlerinden birinin Öcalan olması, bu kesimin kaygılarını yumuşatıcı ve sürece duyulan güveni artırıcı bir etki yaratmaktadır.
Talep ve öneriler
Bölgede dile getirilen talep ve önerilere bakıldığında, bölgedeki bütün kesimlerce bunların çok büyük bir kısmı üzerine ortaklaşıldığı görülür. Hemen herkesin ortaklaştığı talepler şunlardır:
- Anadilde eğitim hakkının tanınması.
- Vatandaşlığın etnik bir kimliğe referansla tanımlanmaması.
- İlkokullarda öğrencilere okutulan “öğrenci andı”nın kaldırılması.
- Koruculuğun tasfiye edilmesi.
- Yerleşim birimleri ile coğrafî yerlerin eski isimlerinin iade edilmesi.
- Kamu hizmetlerin sunumunda Türkçenin yanı sıra Kürtçenin kullanılması.
- Seçim barajının kaldırılması ya da düşürülmesi.
- Bölgedeki kamu kurum ve kuruluşlarına Kürtçe bilen kişilerin atanması.
- Uçaklarda Kürtçe anons yapılması.
- Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi.
- Bölgedeki mayınların temizlenmesi.
- Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması.
- Köye dönüş için gereken şartların oluşturulması.
Yüzde yüz olmasa da bölge halkının önemli bir kısmının ortaklaştığı talep ve öneriler ise şunlardır:
- Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarının düzeltilmesi.
- Öcalan’ın serbest bırakılması.
- Genel bir siyasî affın çıkarılması.
- Kürtlere statü tanınması.
- Valilerin halk tarafından seçilmesi.
- TMK’nın kaldırılması.
- TCK’da değişiklikler yapılması.
- Cezaevlerindeki ağır hasta tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılması.
- KCK tutuklularının serbest bırakılması.
- Hakikat ve Adalet Komisyonu’nun oluşturulması.
- Diyarbakır Cezaevi’nin müzeye dönüştürülmesi.
- Yol kontrollerinin kaldırılması.
- Türkiye’deki araç plaka sisteminin değiştirilmesi.
- Yeni karakol ve HES inşaatı yapılmaması.
- Hasankeyf’in kurtarılması.
Vatandaşlar tarafından dile getirilen talep ve öneriler genel olarak değerlendirildiğinde, işaret edilen sorun alanlarının Kürt meselesini doğuran ve/veya besleyen sebepler olduğu görülür. Bu bakımdan, söz konusu talep ve önerilerin karşılanması Kürt meselesinin çözümü anlamına gelecektir. Hiç şüphesiz, bütün bunlara bir çırpıda cevap verilmesi beklenmemektedir. Hükümetin hazırlayacağı bir yol haritası ve eylem planı çerçevesinde bu talep ve önerilerin acil olup gerçekleştirilmesi kolay olanlarından, acil olmayıp güç olanlarına doğru bir sıralama yapılması ve bu şekilde tedricen beklentilerin karşılanması yoluna gidilebilir.