Akil İnsanlar Heyeti Ege Bölgesi

Eşitlik kavamının sınırları

Bu yılın Şubat ayında gazetelerde, hükümetin kamuoyu nezdinde belli ölçüde tanınırlığı olan, değişik kesimlere mensup bazı kişilerin katılımıyla birtakım gruplar oluşturacağı ve bu heyetlerden çözüm sürecini halka anlatmalarını isteyeceği hakkında haberler yayımlandı. Mart sonuna doğru, oluşturulacak heyetler basında “Akil İnsanlar Heyeti” (AİH) adıyla anılmaya başladı. Ayın son günlerinde ve Nisan ayı başında Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, AİH üyeliğine seçilen kişileri 4 Nisan günü yapılacak olan ve Başbakan’ın da katılacağı toplantıya telefonla davet etti. Nihayetinde, 4 Nisan günü Başbakan, başbakan yardımcıları, ilgili bakanlar, Ak Parti genel başkan yardımcıları, konuyla ilgili görevli daire olan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nın üst kademe yetkilileri ve MİT Müsteşarı’nın katılımıyla, yedi coğrafî bölgeyi temsilen dokuzar üyeden oluşan AİH’ler İstanbul Dolmabahçe’de Başbakanlık bürosunda toplandı. Toplantıda dağıtılan kitapçıkta, heyetlerin başkan, başkan vekili, sekreter ve altı üyesinin Başbakanlık tarafından seçildiği bildiriliyor, ilaveten bölgeler itibariyle AİH’ler sıralanıyordu. (Bir üye, tayin edildikten sonra AİH’den çekilme kararı aldı; kendisi benim başkanı olduğum Ege Grubu’nun üyesiydi.)

Başbakan Erdoğan’ın çizdiği çerçeve

Başbakan, AİH üyelerinden biri hariç 62’sinin katıldığı toplantıyı uzun sayılabilecek bir konuşmayla açtı ve iki saate yakın süren konuşmasında heyetlere ilişkin beklentileri açıklayıp, çözüm süreci hakkındaki düşüncelerini aktardı. Başbakan’ın konuşmasının AİH’lerin kuruluşu ve görevleriyle ilgili kısımları şu şekildeydi:

 

“2009 yılından itibaren millî birlik ve kardeşlik projesi adını vererek başlattığımız süreçte… üstlenmekte olduğumuz misyonun çok daha önemli olduğunu, çok daha hassas bir zeminde yürütülüyor olduğunu özellikle hatırlatmak durumundayım. Büyük bir demokratikleşme hamlesi başlattık. Etnik kökenler, inançlar, mezhepler, ideolojiler, her ne olursa olsun, burada bulunan herkes bir sorunun var olduğunu ve acilen çözülmesi gerektiğini kabul ediyor. Bizim ortak paydamız da esasen budur. Bu salonda bulunan insanlar sadece akil değil, aynı zamanda cesurdur, yüreklidir, idealisttir, barışseverdir. Neler yapacağımız, nasıl bir yol izleyeceğimiz, hangi takvim çerçevesinde ilerleyeceğimiz hususunda asıl belirleyici olan, bu heyet ve bu heyetin istişareleri olacaktır. Biz yedi coğrafî bölge için gruplandırma yaptık; her grup için bir başkan, bir başkan vekili ve bir sekreter belirledik.

Değerli dostlar, böyle bir heyete neden ihtiyaç duyduk? Böyle bir heyetten beklentilerimiz nelerdir? Türkiye terör ve şiddet sebebiyle 40 bine yakın insanını toprağa verdi. O andan itibaren de bu meseleyi çözmek, Türkiye’nin ayağına takılan bu prangayı söküp atmak, enerjimizi bu meseleye değil büyümeye, kalkınmaya, daha fazla demokrasiye hasretmek için yoğun gayret içinde olduk. Bu ülkede ocaklara düşen ateşe, kaybettikleri ve kazandıklarıyla, kasasına giren ve çıkan parayla bakanlar oldu ve bunlar halen var. Terör ekonomik boyutu olan, diplomatik boyutu olan bir meseledir. Terör sosyal boyutu, siyasal boyutu, psikolojik boyutu olan bir meseledir. Bu konuyu ele alırken bu boyutları mutlaka ama mutlaka göz önünde bulundurmak zorundayız.

Hükümetlerin, siyasetin ve siyasetçilerin yapabilecekleri bellidir, sınırlıdır, dedim. Özellikle psikolojik havayı, özellikle sosyal dokuyu terörden arındırmak için herkesin ama herkesin sorumluluk üstlenmesi gerektiğini söyledim. Doğu ve Güneydoğu’ya inanılmaz hizmetler götürdük. İstanbul’da ne varsa Diyarbakır’da da o olacak dedik. Son on yılda bölgeye yaptığımız yatırımların miktarı 40 milyar liraya yaklaştı. OHAL’i kaldırdık, devlet güvenlik mahkemelerine son verdik, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ni sivilleştirdik, EMASYA protokolünü kaldırdık. Bundan hiç kimse korkmasın, kimse tedirgin olmasın; bu cumhuriyetin güçlenmesidir, kardeşliğin güçlenmesidir, birliğin ve beraberliğin pekişmesidir; bu istikbalimizi aydınlatacak, Türkiye’yi kalkındıracak, demokrasimizi birinci sınıfa yükseltecek yegâne yöntemdir.

Çözüm süreci adını verdiğimiz bu süreç çok büyük bir hassasiyetle, büyük bir dikkatle yaralı duyguları tamir etme, karşılıklı güveni tesis etme, kardeşlik hukukunu yüceltme sürecidir. Çözüm süreci, silahı aradan çıkarma; sözü, düşünceyi, siyaseti devreye alma sürecidir. Çözüm süreci, tavizlerin verildiği, pazarlıkların yapıldığı, teröre geri adımların atıldığı bir süreç değil, miyadını doldurmuş, Türkiye’ye büyük zararlar vermiş, kan akıtmış, gözyaşı akıtmış terörün sonlandırılması sürecidir. Ben buradaki bu heyetin her rengiyle, her sesiyle, her nefesiyle Türkiye’ye bir yansıması olduğuna inanıyorum.”

 

Bu konuşma bazı görüşleri ve hedefleri anlatmakla birlikte, bir “misyonu” ve görevi çerçevelemiyordu. Başbakan ölçülebilir bir iş tanımı yapmamıştı. Buna bağlı olarak, 4 Nisan’da başlayıp, 26 Haziran’da yine Başbakan’ın başkanlığında yapılan toplantıda biten görev, her heyetin kendi anlayış ve imkânları içinde sürdürüldü.

AİH’ler yaptıkları programlara uyarak veya programı değiştirerek çalıştı; hangi kesime neler söyleyecekleri belirli değildi. Çalışmaların ve toplantıların biçimini, kuralını ve kapsamını, görüşme yöntemini her AİH kendisi belirleyecekti. Böyle bir serbestlik içinde yürütülen çalışmalar sonunda her AİH, içerik ve formatı da belirli olmayan raporlarını hazırlayıp müsteşarlığa gönderdi. Bu çalışmaların aktarıldığı 26 Haziran toplantısında Başbakan, raporları birleştirip tek bir rapor haline dönüştüreceklerini bildirdi ve heyet üyelerine teşekkür etti.

Çözüm sürecinin tanımı

Hükümetin “çözüm süreci” diye adlandırdığı yolun yöntem ve kuralı resmen açıklanmış olmadığı gibi, bir tanımı da yapılmamıştır. Ancak, yaşananlar üzerinden bir tanım yaklaşımında bulunulabilir.[1]

Bu girişim çerçevesinde, 2012 yazında hükümet adına İmralı’da Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmeyle başlayan ilk aşama, yıl sonuna doğru BDP’li üç milletvekilinin yine İmralı’ya gitmesiyle sonuçlandırıldı. İmralı dönüşü Sayın Ahmet Türk, Öcalan’ın görüşmede milletvekillerine –muhtemelen hükümet tarafıyla mutabık kalarak– ifade ettiği cümleleri aktardı. Buna göre “Hedef, Kürt sorununun çözümü kapsamında silaha ihtiyaç duyulmayacak bir ortamın yaratılması” idi.[2] Bu açıklamayla, “çözüm süreci birinci aşaması” olarak adlandırılan dönem de başlamış oldu.

Sözü edilen birinci aşama, Öcalan ile hükümetin anlaşmasını tanımlıyordu: PKK Türkiye’den çekilecek (çekilme durumunun hareketsizliği sağlanacak) ve sonra ikinci aşamaya geçilecekti.[3] Öcalan, bu anlaşmaya varılırken sonrasını konuşmamış olamazdı; muhtemelen, önce hareketsizlik sağlanacak ve sonrasında insan haklarının tanınması ve demokratikleşme yolunda gerekenler yapılacaktı.

İlk dönemde, Öcalan ile Kürtler ve diğer Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları arasındaki haberleşmeyi İmralı’ya özel izinle gidecek BDP heyetleri sağlayacaktı. Milletvekillerinin Adalet Bakanlığı’ndan izin alarak cezaevlerine girip mahkûmları ziyaret etmesi şimdiye kadar uygulanmış bir kuraldı. Bu nedenle, şekillenecek BDP heyetleri tümüyle milletvekillerinden oluştu.

Bu düzenleme dahilinde, Nevruz öncesinde görüşmeye giden heyet Öcalan’ın konuşmasını Kürt halkına taşıdı; bu konuşmanın metni 21 Mart’ta Diyarbakır’daki kalabalık mitingde heyet üyeleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan tarafından okundu, ertesi gün de gazetelerde kapsamlı bir biçimde yayımlandı.

Öcalan milletvekillerine düşüncelerini ve umutlu olduğu noktaları (bence anlaşmanın temel ilkelerini, kurallarını) açıklamıştı. Şüphesiz, Öcalan’ın söyledikleri sadece anlaşmanın maddelerine ilişkin değildi; Kürt sorununun temel başlıkları ve açıklanması gereken hususlar da bu konuşmanın içeriğine dahildi.

AİH’lerin yapısı ve işleyişi

AİH üyeleri seçilirken, söz konusu isimlerin birbirini tanıyor ve bir grup oluşturma potansiyeli taşıyor olması düşüncesiyle hareket edilmemişti; nitekim aynı heyette birbirini tanımayan, daha önce birbiriyle hiç konuşmamış kişiler de vardı. Başkanı olduğum Ege Grubu’nun bir üyesi baştan itibaren toplantılara katılmadı. Üyelerin her konuda titiz ve nazik bir tutum sergilemelerinden ötürü, çalışma süresince hiçbir sorun yaşanmadı. Bunun yanında, belki yaşça büyük olmamın da etkisiyle, çalışma programının düzenlenmesi ve uygulanması sırasında herhangi bir zorlukla karşılaşmadım.

Grup üyelerinin birbirleriyle ilişkilenmesini, programın uygulanmasını ve müsteşarlıkla gerekli iletişimin sürdürülmesini sağlayacak bir arkadaşa ihtiyacımız olduğuna karar verdik ve çalıştığım işyerindeki geçici elemanlardan birini bu işle görevlendirdik. Diğer grupların da aynı yöntemle çalıştığını öğrendik. Tüm grupların çalışma yöntemleri hakkında bilgi sahibi olan müsteşarlık, yardımcı arkadaşımıza çalıştığı sürece ayda 2 bin TL ücret ödedi. Hazırladığımız program doğrultusunda grup üyelerinin seyahat ve ikametinin organizasyonunu müsteşarlığın tayin ettiği bir memur üstlendi.

Gittiğimiz illerde bir vali yardımcısı görevlendirilmiş oluyordu; dolayısıyla, seyahat ve ikamet esnasında, keza görev sırasında bize sunulan hizmetlerde ücretlerin belirlenmesine, ödenmesine karışmadık; anlaşmalara ve ödemelere tanık olmadık. Müsteşarlık bunları kendi inisiyatifiyle planladı. Çalışmanın başladığı günlerde, her AİH üyesinin 24 bin TL aylık ücret alacağı yönündeki haberlere maalesef muteber gazetelerde bile yer verildi. Hatta Haziran sonlarına gelindiğinde, halk arasında bu miktarın 76 bin TL olduğu konuşuluyordu.

Bu çalışmalar süresince hiçbir üye, bazı illerde valilerin verdiği o ile ait birer kitap ve o ilin yerel ürünlerini (kuruyemiş vs) içeren birer paket dışında hediye almadığı gibi, kimseye herhangi bir nam altında ücret ödenmesi de söz konusu olmadı. Bu söylentiler şüphesiz, çözüm sürecini ve AİH’lerin çalışmalarını itibarsızlaştırmaya ve hükümeti yıpratmaya yönelikti.

Programlama

4 Nisan toplantısını izleyen hafta içinde, diğer gruplar gibi Ege Grubu da toplantılar yaparak faaliyet politikaları ve program üzerinde çalıştı. Grubumuz görevini şu başlıklar altında özetledi: Çözüm süreci bağlamında halkın düşünce ve önerilerini dinlemek; grup üyelerinin çözüm süreci anlayışını bölge halkına anlatmak; iki aylık süre sonunda, çalışma ayrıntılarını ve izlenimlerini bir raporla Başbakanlığa bildirmek. Bu tanım kapsamında çalışma programının grup kararıyla belirlenmesi, gerekli durumlarda öngörülen değişikliklerin başkan tarafından yapılabilmesi kararlaştırıldı.

Çalışma politikaları ve programı üzerinde çalışılırken öncelikle, ülkemiz halklarının evrensel demokratik temel haklara sahip olması ve toplumun yeni anayasa yapma heyecanının hiçbir nedenle, hiçbir biçimde göz ardı edilmemesi gerektiği üzerinde duruldu. Başbakan’ın AİH toplantısında yaptığı konuşmayı dikkate alan grubumuz, bu heyete dahil olmayı memlekete hizmet etmek için bir fırsat olarak değerlendirdi; bu aşamada yürütülen çalışmaların siyasal parti ve eğilimlerin yararına yorumlanmaması gerektiğini kabul etti.

Programımız esas itibariyle, özel olarak görüşmeye davet edilen kişilerle yapılan toplantılara dayandırıldı; ayrıca, kahve toplantıları, çarşı pazar gezileri yapıldı, üniversiteler ve sanayi kuruluşları ziyaret edildi. Grup üyeleri yerel radyo ve televizyonlarda çeşitli programlara katıldı. Bu süreç dahilinde, Ege Bölgesi’nin sekiz il merkezi ve on ilçesinde, sivil toplum örgütleriyle yirmi dört ve yerel basın mensuplarıyla

altı toplantı yapıldı, altı üniversite ziyaret edildi.

İzlenimler

Genel Tartışma

AİH gruplarının oluşturulması ve çalışmaya başlamasıyla çözüm süreci tartışmaları bütün ülkeye yaygınlaştırıldı; bu süreç çeşitli buluşmaların ve kahve sohbetlerinin ana konusu haline geldi. Böylece yurt sathı bir tartışma alanına dönüştü. Kürt sorunu konuşulmaya başladığında, seksen yılın birikmiş anıları akla gelmekte ve hemen olumlu veya olumsuz duygular ifade bulmaktadır. Soruna çözüm aranırken akılcı davranılabilmesi için artık bu anılar ve duygularla yüzleşilmeli, helalleşilmelidir. İşte AİH toplantıları bir anlamda bu yüzleşmeyi sağladı.

Medya

Medya AİH’leri neredeyse ülkenin başlıca kurumlaryla eş tutma eğilimini korudu. Özellikle, marjinal grupların toplantılarda söylediklerine basında geniş yer verildi. İnsanımız AİH’lerin ne yaptığı ve nasıl karşılandığıyla ilgilendi ve bu ilgi son günlere kadar devam etti.

Halkın Yaklaşımı

Halkımızın farklı etnisite ve mezheplere mensup fertleri çözüm sürecinin başarılı olmasını istemektedir, hatta bu çözüm için fedakârlıkta bulunmaya hazırdır. AİH toplantılarında sade yurttaşların hemen hepsi çözüm süreci konusunda olumlu görüş beyan etti; ancak, Kürtlere ne verildiği, Öcalan’ın bu koşulları nasıl kabul ettiği, Kürtlere devlet memurluğu verilip verilmeyeceği gibi sorular tartışmalar esnasında dile getirildi.

Eşitlik

Diğer taraftan, doksan yıllık cumhuriyet yönetimi kapsamında yargının insan hakları alanındaki uygulamaları bilinmediğinden “eşitlik” kavramının sınırları da zihinlerde tam olarak çizilmiş değildir. Kürt sorununda temel mesele aşıldığında kimsenin kimseye kendisiyle ilgili bir şey vermeyeceği bilinmemekte, birçok yurttaşımız için eşitlik kendisine ait bir “şey”i kaybetmek anlamına gelmektedir.

Marjinal Gruplar

İşçi Partisi, Atatürkçü Düşünce Derneği gibi bazı yapıların temsilcileri, bulundukları her yerde toplantıları sabote etmek istedi; CHP ve MHP mensupları da yer yer onlara katıldı. Bu gruplar kimi zaman toplantılar esnasında dışarıda sloganlar attı; kimi zaman da davet edildikleri için bizzat toplantılara katılan benzer grup temsilcileri kimsenin konuşmasına fırsat vermeyip, tedbir alındığında gürültü çıkararak ortamı terk etti.

Toplantılarda söylenenler

Toplantılarda veya çarşı pazar gezilerinde yurttaşların neler söylediği birçok kişi için merak konusu oldu; ancak sonuçta bütün ülkeyi ilgilendiren bu denli kapsamlı bir konuda sade yuttaşların söyledikleri birbirinden çok farklı ve çok çeşitli değildi. Yurt çapındaki açık tartışmada, ilkeler kadar halkın gündelik hayatına inmiş sorular da görüşüldü. Bizim karşılaştığımız insanlar da aynı sadelikte konuştu; bilmediğimiz şeyleri sormadılar, çoğu kez de daha önce dinlemiş olduklarımızı tekrarladılar.

Böyle karmaşık bir konunun genel ilkelerini veya ayrıntılarını tartışmak ne kadar anlamlıdır? Olsa olsa konular gözden geçirilebilir; belli noktaların önemi, hangi unsuruların neyi nasıl etkilediği görüşülebilir. Çünkü AİH toplantılarında olduğu gibi, genel tartışmaya katılanlar ufak tefek meseleleri bir pazarlık havasında tartışamaz; bunu ancak masada oturanlar yapabilir; kabul ederler, karşıdakinden taviz alırlar, pazarlığı sürdürürler. Bu anlamda bir sorumluluk üstlenmiş olmayan heyetlerin karşısındaki halk ise, bilinen konuları sonuçlandırmak için değil, kendini tatmin etmek veya geliştirmek için tartışmaktadır.

Bu gezi ve toplantılar, bütün ülkede Kürt meselesinin yurttaş nezdindeki tanımının çok kez tekrarlanarak tartışılması, konunun girdilerinin ve meseleye dair farklı düşüncelerin anlaşılması bakımından sürece katkı sağladı. Denebilir ki, dört beş yıl önce “Kürt” kelimesinden korkan halk, toplantılarda ve meydanlarda Kürt halkının eşitliğini irdeledi; içine sindirsin ya da sindiremesin, konuyu yüksek sesle konuşmaktan çekinmedi.

Halk şimdiye kadar “Kürt yoktur” diye özetlenebilecek bir anlayışla kendine itiraf edemediği ve bilmediği, tanımadığı “Kürt sorunu”nun tarihsel gelişimini ilk kez dinledi ve doğru ya da yanlış ilk tepkilerini dile getirdi. Bütün bu tartışmalarda ilk öğrenilmek istenen, “Kürt tarafına neler verildiği”ydi. Bunun bilinmediği söylendiğinde ise “AİH’lerin ne yapacağı” öğrenilmek istendi. Bu soruya cevaben kendilerine, yurttaşların görüşlerinin seslendirilmesinin ve zihinlerdeki soruların AİH üyelerince cevaplandırılmasının hedeflendiği anlatıldı.

Toplantıların bu aşamasının geçilmesi uzun zaman aldı. Yurttaşların söz konusu aşamayı geçmesi, evrensel insan haklarının konuşulmaya başlanabilmesini, gerçekte demokratik yurttaşlarda ve pek çok kurumumuzda var olan antidemokratik “katı anlayışın” zihinlerden silinmesini beraberinde getirir; ancak birçok yerde bu basamağa gelinemedi. Antidemokratik “katı anlayışın” zihinlerden silinmesi için, yönetim sistemi ve kanunların değişmesi kadar demokratik yaşam deneyimlerinin üretilmesinin de gerektiğini iktidarı, muhalefeti, Türkü ve Kürdü, Arabı, Çerkezi, Lazı ile hepimiz her geçen gün biraz daha iyi öğreniyoruz.

Sonuç

AİH’ler yurttaşlara serbest ve dokunulmaz bir platform sağladı. Kürt sorunu bütün Türkiye’de değişik insanların katılımıyla tartışılabildi; bir gün öncesine kadar kahvede söylenemeyenler bu platformlarda söylenebildi. AİH’ler, dokunulamaz konuların ele alındığı bir deneyim yarattı. Katılımcıların çeşitliliği ve sürdürülen serbest tartışmalar, ihtiyaç duyulan zihniyet değişimini hızlandırdı. Hükümetin “Bebek Katili” ile görüşmüş olmasını ihanet sayanlar, onun milletvekili olmasını önerenlerle aynı masanın etrafında oturup tartışabildi ve bu tartışma usulü oradan bütün ülkeye yaygınlaştı. AİH’ler tanımlanmamış görevlerinde başarılı olabildi mi? Başarıları ölçülebilir mi? Bu soruları cevaplamak ise pek kolay değil.

[1] “Çözüm süreci”, Kürt sorununun çözümü konusunda Türk hükümetinin yaptıklarını ve yapacaklarına dair planlarını anlatmak için 2011 seçiminden bu yana Başbakan Erdoğan tarafından kullanılan bir ifadedir. 2009’da kullanılan “Kürt açılımı” ifadesiyle eşanlamlıdır.  

[2] İmralı’ya giden BDP heyeti üyesi Mardin Milletvekili Ahmet Türk’ün demecindeki bu cümle 4 Ocak 2013 tarihli gazetelerde yer almaktadır.

[3] Anlaşmaya ilişkin “aşama” veya “dönem” kavramları ve temel içerik AİH’lerin 26 Haziran’daki toplantısından itibaren kamuoyunda yoğun biçimde tartışılmaktadır. (28 Haziran’dan başlayarak gazetelerde bu konuda çok sayıda yazı ve haber yayımlanmıştır.)