Akil İnsanlar Heyeti Doğu Anadolu Grubu

Tayyip Erdoğan başkanlığında 4 Nisan 2013’te Dolmabahçe’de toplanan Akil İnsanlar adı verilen kişiler bu toplantının ardından tüm ülkeye dağıldı. Günlerinin çoğunu görev alanı olan bölge illerinde geçiren bu kişiler büyük ilgiyle karşılandı ve Akil İnsanlar faaliyeti barış sürecinin en popüler konularından biri haline geldi. Bazı illerdeki, çoğunlukla marjinal ve etkisiz negatif tepkiler dışında Akil İnsanlar çalışması toplumun büyük kesimiyle pozitif bir düzlemde buluşmayı başardı.

Bu çalışmanın toplumsal barış sürecine ne kattığı ve bunu nasıl yaptığı etraflıca analiz edilmeye açık. Zaman içinde bu konuda çok sayıda fikrî çalışmanın ortaya çıkacağına kuşku yok. Bu konuyu şimdilik erteleyip Akil İnsanlar faaliyetinin niteliği, işlevi, ortak ilkeleri ve özelliği hususlarında kişisel görüşlerimi paylaşmak istedim. Burada yer alan tüm nitelemeler ve tespitler tamamen “bence” diye ifade ettiğim görüşler olup, ne üyesi olduğum Doğu Anadolu grubunu ne de Akil İnsanlar Heyeti’ni bağlar. Yapmaya çalıştığım şey Akil İnsanlar faaliyetine ortak bir kimlik vermek değil, bu faaliyetin doğasına ilişkin bazı tespitler yapmaktan ibarettir.

Temsil ilişkisi

Akil İnsanlar’ın Türkiye toplumuyla bir temsil ilişkisi içinde olduğunu düşünüyorum. Elbette siyasî ve hukukî bir temsil ilişkisi değil bu; yani, siyasî veya hukukî vekil olmak sonucunu doğurmuyor. Buradaki temsiliyet tamamen toplumsal zemine oturan bir ilişkiye işaret ediyor. Her ne kadar heyette yer alma daveti Sayın Başbakan ve yardımcıları tarafından yapılmış ise de bu çağrının Türkiye toplumu adına yapıldığı kanısındayım. Diğer deyişle, Türkiye toplumunun hükümet aracılığıyla Akil İnsanlar’ı görevlendirdiğini söyleyebiliriz. Türkiye toplumu çok-kimlikli ve çok-kültürlü olduğu için, Akil İnsanlar Heyeti bu çeşitliliği yansıtan bir yapıya sahip. Bu nedenle, Sayın Başbakan’ın dediği gibi, Akil İnsanlar bir Türkiye özeti oldu. Türkiye toplumu bu bileşimde çok sayıda heyet çıkarma kapasitesine sahip olduğu için, mevcut Akil İnsanlar herhangi bir üstün vasfa sahip değil, eşitler arasından seçilmiş bir grup olarak kabul edilmeli.

Toplumsal iradeyi taşıma yükü

Akil İnsanlar’ın toplumsal iradeyi bütün renkleriyle siyaset alanına taşımakla yükümlü olduğu görüşündeyim. Türkiye toplumu sürece ilişkin görüşlerini, kaygılarını, eleştirilerini bu insanlar aracılığıyla siyasî aktörlere aktarıyor. Başka bir anlatımla, egemenliğin gerçek sahibi olan toplumsal irade çözüm süreci bakımından Akil İnsanlar kanalıyla siyaset alanına giriyor, kendi geleceğine ilişkin talebini ortaya koyuyor. Siyasete düşen de bu iradeye uygun siyaset üretmek. Bu nedenle, Akil İnsanlar görevlerini amaca uygun yerine getirmek için anlatmaktan çok anlamak, konuşmaktan çok dinlemek durumunda. Bununla birlikte, bilgi ve görüş paylaşma, gelecek öngörüleri üzerine fikir alışverişi yapma ortamları da doğal olarak şekilleniyor. Ayrıca, toplumun burada belirtilenin dışında ortak iyilik için bir görev yüklemesi halinde, Akil İnsanlar’ın bu görevi de yerine getirme sorumluluğu taşıması beklenebilir.

Birlik ve barış mesajı

Akil İnsanlar’ın mesajının birlik ve barış olduğu anlaşılıyor, çünkü asgarî ortaklıkları kalıcı bir barışa kavuşma isteği. Bunun için birlik vurgusuyla barış mesajı vermek faaliyetlerinin odak noktası olarak gözüküyor. Ayrıca, 21. yüzyılın ihtiyaçlarına yanıt veren demokratik bir siyasal sistemin ülkemizin hakkı olduğu konusunda ortak bir duyarlılık geliştirdikleri de gözleniyor. Üyelerin bireysel olarak görüş açıklama hakkı var; ancak, her üye kendini bu hakkı ortak mesaja zarar vermeyecek tarzda kullanma yükümlülüğü altında hissediyor. Bu, bireysel davranış kültürü açısından ahlakî ve iş yapma bakımından etik bir yükümlülük olarak nitelenebilir.

Sivil girişim özelliği

Akil İnsanlar faaliyeti bir devlet görevi değil; gönüllülük esasına göre bir araya getirilmiş sivil bir girişim özelliğine sahip. Bu insanların yaptığı çalışmaların herhangi bir maddî veya parasal karşılığı yok. Keza heyette yer alan hiçbir kişinin para karşılığı bu işi yapma konusunda beklenti ve isteği de yok, olamaz da, çünkü niteliği gereği, bu işin para karşılığı yapılması mümkün değil. Akil İnsanlar grup bazında çalışma biçimlerini kendileri belirliyor ve süreci kendileri yönetiyor. Her bölge grubu farklı tarzlar seçebiliyor. Bu nedenle ortaya çok çeşitli çalışma biçimleri çıkıyor.

Son olarak, Akil İnsanlar’ın devletle ilişkisinin sadece güvenlik, ulaşım ve konaklama ihtiyaçlarının karşılanmasıyla sınırlı olduğunu belirtmeliyim. Başka bir anlatımla, Akil İnsanlar kendi faaliyetlerinde devleti sürecin dışında tutuyor ve devlet de sürecin dışında kalmayı kabul ediyor.

Sürece ilişkin kısa izlenim ve tespitler

Doğu Anadolu Bölgesi üzerinden bakıldığında, barışa yüzde iki yüz destek verildiği görülüyor, çünkü herkes en az iki kişilik bir coşkuyla çatışma ve şiddetin bitmesini istiyor; yani, hiç kimse Türkiye’de herhangi bir siyasal-toplumsal sorunun artık askerî ve silahlı yöntemlerle çözülmesini istemiyor. Çözüm sürecinin kendisine verilen destek ise neredeyse yüzde 98-99. Sürece karşı çıkanlar hem son derece küçük bir azınlık, hem de yönteme karşı çıkmalarına rağmen, alternatif bir seçenek sunmak konusunda fikir sahibi değiller. Çözüm sürecini destekleyen çevrelere baktığımızda, koşulsuz destekçiler, güvence isteyen destekçiler ve endişeli destekçiler olmak üzere üç ayrı grup gözleniyor.

Kalıcı bir çatışmasızlık ve güvenli ortam için sürece koşulsuz destek verenler önemli bir çoğunluk oluşturuyor. Kürtler, Aleviler, dindarlar, azınlıklar, diğer kimlik grupları ve sosyal adalet arayanlar çözüm sürecinin eşit hakka dayalı ve katılımcı bir siyasal sistem inşasıyla tamamlanmasını istiyor. Endişeli destekçiler ise iki alt grupta toplanıyor. Kürtler arasında, sürecin hak ve özgürlüklerle desteklenmemesi ve yeni bir aldatma pratiğinin yaşanması endişesi görülüyor. Türk milliyetçisi çevrelerde ise bölünme riskinden kaygı duyuluyor. Her iki endişe, hem 21. yüzyılın koşulları hem de sürecin bir hukuk reformunu zorunlu kılması açısından güçlü siyasal ve iktisadî dayanaklara sahip değil.

Doğu Anadolu merceğinden bakıldığında Türkiye toplumu barış ve demokrasi sürecinin engellenmesine hiçbir biçimde izin vermeyecek bir toplumsal irade ortaya koyuyor. Bu süreç, Türkiye toplumunun 21. yüzyıla imzasını atmasını sağlayacak bir dönemi başlattı. Buna dair en ufak bir kuşku taşımıyorum.