İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) değerlendirmeleri çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt politikaları çeşitli tarihsel dönemler itibariyle şöyle tanımlanabilir: 1924-2009 arasında inkâr ve imha politikası, 2009-2012 arasında Kürtleri tanıma, ama Kürt siyasal hareketini tasfiye politikası izlenmiştir. 2013’ten itibaren ise çözüm politikası benimsenerek Kürt siyasal hareketi muhatap alınmış ve çözüm süreci devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Kürt sorunu Türkiye’nin en önemli sorunudur. Sorunun kaynağının Türk etnisitesine dayalı ideolojik bir ulus-devlet yaratmak uğruna uygulanan asimilasyon politikaları olduğunu vurgulamak gerekir.
Kürt sorununda şiddet dışı çözüm arayışlarının başlangıcı PKK tarafından ilk ateşkesin ilan edildiği 20 Mart 1993 tarihine dayanmaktadır. O tarihten itibaren PKK ve lideri Sayın Öcalan ile Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümeti arasında diyalog başlamıştır. Bu diyaloğun sürekli devam ettiğini, daha sonraları ilan edilen ateşkeslerden anlamaktayız. PKK ikinci ateşkesi 15 Aralık 1995’te, üçüncüyü 1 Eylül 1998’de, dördüncüyü 1 Eylül 1999’da, beşinciyi 1 Ekim 2006’da, altıncıyı 13 Nisan 2009’da, yedinciyi 13 Ağustos 2010 ve sonuncuyu 21 Mart 2013’te ilan etti. Öcalan’ın çağrısıyla ilan edilen son ateşkesle birlikte 8 Mayıs 2013’ten itibaren PKK gerillalarının Türkiye sınırları dışına çıkmaya başlaması kalıcı çatışmasızlık ortamının yaratılması aşamasında önemli gelişmelerin başında gelmektedir.
Kürt sorununun çözülebilmesi için mutlaka yeni ve demokratik bir anayasa hazırlanmalıdır. Mevcut anayasanın başlangıç ilkeleri ve ilk dört maddesi geçerli olduğu sürece, Kürt sorununa çözüm bulunması mümkün gözükmemektedir. Hazırlanacak yeni anayasada Türkiye’de var olan etnik grupların ve inanç gruplarının hiçbirinin inkâr edilmediği ve bunların her birinin kimlik ve kültürlerini yaşayabileceği bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Etnik grupların anadillerinde eğitim ve öğretim görebilmeleri, kamu hizmeti alıp verebilmeleri, yoğun olarak yaşadıkları yerlerde yönetime katılma haklarını etkili bir şekilde kullanabilmeleri için ademimerkeziyetçiliğe dayalı yeni bir idarî sistemin kurulması gerekmektedir.
Çatışmasızlık süreciyle birlikte, yaşam hakkı ihlallerinde azalma kendini göstermeye başlamıştır. Ancak, şu unutulmamalıdır ki, 12 Eylül 1980 askerî darbesiyle başlayan ve 2004’e kadar devam eden süreçte gözaltına alınıp kaybedilen yüzlerce insanın akıbeti hâlâ bilinmemektedir. Ermeni soykırımıyla başlayan, Kürt isyanlarının bastırılmasıyla devam eden, Dersim soykırımında kendini gösteren, darbe dönemlerinde ve özellikle de ‘80’li yıllardan itibaren PKK ile mücadele esnasında yoğunlaşan insanlık suçlarının sonucu olarak yüzlerce toplu mezarın ve bu mezarlarda gömülü binlerce insanın varlığı unutulmamalıdır. İnsan hakları savunucuları açısından kayıpların akıbetinin öğrenilmesi, binlerce faili meçhul cinayetin aydınlatılması, toplu mezarların usûlüne uygun olarak açılması, mayınlı sahaların temizlenmesi, köy koruculuğu başta olmak üzere paramiliter grupların dağıtılması, köyleri boşaltılan insanların evlerine dönüşlerinin sağlanması ve bir bütün olarak barış kültürünün inşa edilmesi yolundaki mücadele devam etmektedir.
Akil İnsanlar Heyeti’nin oluşumu
Oslo süreci olarak anılan ve 2009-2011 yıllarını kapsayan PKK-devlet diyaloğunda Abdullah Öcalan tarafından sık sık gündeme getirilen, ama bir türlü hayata geçirilemeyen önerilerden biri de Akil İnsanlar Heyeti’nin (AİH) oluşturulmasıydı.
Türkiye cezaevlerindeki Kürt siyasî mahpusların 12 Eylül 2012’de başlattığı süresiz ve dönüşümsüz açlık grevlerinin sona erdirilmesi için Öcalan’la girilen diyalog sonuç vermiş ve kendisinin çağrısıyla açlık grevleri 68. gününde sona erdirilmişti. Böylece yeniden başlayan ve müzakereye dönüşen görüşme sürecinde gündeme gelen AİH oluşturulması önerisini hükümet kabul etmiş ve kendi inisiyatifinde bir liste oluşturmuştur. Bu aşamada çeşitli öneriler alındığı da bilinmektedir. Ancak, heyetin bileşimine baktığımızda gerek Öcalan’ın gerekse Barış ve Demokrasi Partisi’nin önerilerinin kısmen dikkate alındığı, daha çok hükümetin belirleyici olduğu bir AİH oluşumundan bahsedilebilir.
30 Mart 2013’te Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay telefonla arayıp bu heyette yer almamı teklif ettiğinde kabul ettim. Zira İHD yıllardır barış mücadelesi veren ve bu sorunu en iyi bilen sivil toplum örgütlerinden biridir. Bu kurumun başkanı olarak böylesi önemli bir işlev görecek bir heyette yer almak benim için elbette önemliydi.
AİH ile Başbakan Erdoğan’ın 4 Nisan 2013’te İstanbul’da yaptığı toplantıda heyet üyelerinin çoğunun kafasındaki soru işaretleri giderilmiş, Başbakan birçok konuya açıklık getirmiştir.
Akdeniz grubu olarak Ankara’daki ilk toplantımızda kendimizi ve kurumlarımızı tanıtıp Kürt sorununa, Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları sorunlarına bakışımızı ortaya koyduk. Birçok konuda farklı düşünen, ama Kürt sorununun çözümü noktasında bir sonuca varmak isteyen kişiler olarak birbirimizi tanımaya çalıştık. Akan kanın durması ve Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye kavuşması konusunda hemfikir olduk. Üç kişilik bir hazırlık komisyonu oluşturup çalışma yöntemimizi ve konularımızı belirlemeye çalıştık. İkinci toplantımızda, bu komisyonun TEPAV ve TOBB Üniversitesi’nden çeşitli uzmanların katkılarıyla hazırladığı çalışma yöntemi ve konularıyla ilgili tartışmalar yürüttük. Bölgemizdeki sekiz ilin siyasal, sosyal, demografik özelliklerini ortaya koyarak nasıl çalışma yürüteceğimizi ve hangi kesimlerle görüşeceğimizi belirledik.
Her ildeki bütün sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, cemaatler ve dinî grupların temsilcileri, köy ve mahalle muhtarları, belediye başkanı ve vali, kanaat önderleri, gençlik ve kadın grupları, yerel basın yayın temsilcileri ve gazetecilerle görüşmeyi kararlaştırdık ve bunu gerçekleştirdik. Yine aldığımız karar doğrultusunda, gittiğimiz ilde sembolik önemi olan yerleri ve kişileri ziyaret ederek barış mesajı verdik. Örneğin, Burdur’da yaşamını yitiren bir polisin ailesini, Antakya’da Musa Ağacı’nın bulunduğu Hıdırlı köyünü ve Vakıflı köyünü, yine Antakya’da farklı dinlere ve inançlara ait ibadet mekânlarını, Kahramanmaraş’ta bir fabrikanın işçilerini ve kahramanlığın sembolü olan direnişin başladığı kaleyi ziyaret ettik. Antalya’da büyük turizm işletmecilerinin yöneticileriyle, Isparta’da da gülün sembolü olan İslamköy’de muhtarlar ve köylülerle toplantı yaptık. Heyetten önce, uzmanlardan oluşan ekibimiz ili ziyaret etti, çeşitli kurumların temsilcileriyle görüşüp önerilerini aldı ve il programını hazırladı.
Eleştiri, hakaret ve tehditler
AİH’nin bir üyesi olarak hiç de hak etmediğimiz eleştirilerle, hakaretlerle ve tehditlerle karşılaştığımızı vurgulama ihtiyacı duyuyorum. Ayrıntılarını belirtmeyeceğim bir toplantıdan örnek vermek istiyorum. AİH’den dört kişi olarak, çatışmaların çözümüyle ilgili İstanbul’da yapılan bir toplantıya katıldık. Toplantı gün boyu sürdü. Sabahtan öğleden sonraya kadar, salonda bulunan birçok kişi gözümüzün içine bakamadan AİH’lerle ilgili çeşitli eleştirilerde bulundu. Sonunda dayanamayıp çay arasında moderatöre çıkıştım. Salonda AİH’den insanların bulunduğunu söyleyerek “Önce bu insanların nasıl bir araya geldiğini, ne yaptıklarını, ne yiyip içtiklerini sormanız gerekmiyor mu?” diye sordum. İkinci oturumda, benzer birkaç konuşmaya daha tanık olunca söz alıp, çalışmalarımız hakkında bilgi verdim ve ilgili kişileri bu tutumları nedeniyle eleştirdim. Söz ettiğim eleştirilerin bir kısmı kıskançlığa, bir kısmı bilgisizliğe dayanıyor, öte yandan bir kısmı da yapıcı ve yol gösterici özellikler barındırıyordu. Hakaret ve tehditlerin ise kasıtlı olarak –köhnemiş ideolojik ulus-devlet zihniyetinin devamını sağlamaya dönük– belli bir ideolojik grup tarafından yöneltildiğini vurgulamak isterim.
Türkmen ve Yörüklerin bakışı
AİH barışın toplumsallaştırılmasına ilişkin çalışmalara ciddi bir katkı sundu. Hatta denebilir ki, Türkiye’de ilk defa bir heyet vasıtasıyla, farklı görüşler taşıyan insanlar bir araya gelerek, kavga etmeden, Kürt sorunu başta olmak üzere çeşitli konularda düşüncelerini ifade edebildi. Toplantılarımıza katılanlara öncelikle onları dinlemeye geldiğimizi, onların görüş ve önerilerini hükümete aktaracağımızı ifade edip üç dakikayı geçmeyen kısa açılış konuşmaları yaparak tartışma yürüteceğimiz konuyla ilgili bilgilenmelerini sağladık.
İHD Başkanı olarak konuşmalarımda Türkiye’de demokrasi ve insan hakları sorununun yaşandığını, bu sorunun en önemli halkasının Kürt sorunu olduğunu ve son otuz yılda yaşanan savaşın çok ağır ihlaller yarattığını belirttim, bu ihlallerle baş etmek, ateşin bir daha hiçbir eve düşmemesini ve akan kanın durmasını sağlamak, sorunları müzakere ederek siyaset yoluyla çözmek, barışa giden yolda toplumun değişik kesimlerini bu sürece katmak gerektiğini ifade ettim. Toplantılar esnasında katılımcıların aralarına katılarak onlarla görüş alışverişinde bulunduk ve bu temas son derece faydalı oldu. Katılımcıların toplantının başlangıcındaki tutumları ile sonundaki tutumları arasında belirgin farklar olduğunu, sorunların karşılıklı saygı çerçevesinde konuşulabildiğini ve çeşitli önyargıların kırılabildiğini gözlemledim.
Bu çalışmalardan bizler de çok şey öğrendik. Bugüne kadar iletişime geçmediğimiz, sorunlarını dinlemediğimiz kesimlerin Kürt sorunu gibi önemli bir soruna dair görüş ve önerilerini dinlemek benim açımdan öğretici oldu. Akdeniz Bölgesi’nde özellikle Türkmen ve Yörüklerin konuyla ilgili tek taraflı bilgilendirildiğini, Kürtlerin yaşadığı ağır travmanın farkında olmadıklarını gördük. Dolayısıyla, insanların bir araya gelip birbirini dinlemesinin sürece olumlu bir katkı sunduğu açık.
Barışın toplumsallaştırılması
AİH çalışmalarının yanı sıra, İHD olarak da barış ve çözüm sürecine hazırlanıyoruz. 27-28 Nisan 2013’te Ankara’da İHD MYK ve Onur Kurulu üyeleri, İHD şube ve temsilcilik başkanlarından oluşan yaklaşık doksan kişilik bir grupla Kürt Sorununun Demokratik Çözüm Sürecinde Halkların Hakları Çalıştayı’nı gerçekleştirdik. Çalıştayda dört ana başlık ele alındı: “Anayasal ve Yasal Çözümler ve Alınması Gerekli İdarî Tedbirler”, “Çatışma Çözümü ve STK’ların Rolü”, “Hakikat ve Adalet”, “Toplumsal Barış ve Barış Kültürünün İnşası”. Bunun yanı sıra, Öcalan’ın çağrısıyla düzenlenen Ankara ve Diyarbakır’daki barış konferanslarına da çok sayıda temsilciyle katıldık. AİH çalışmaları devam ederken Barış İçin Akademisyenler grubu heyet üyelerinden kimileriyle önemli bir destek toplantısı yaptı. Türkiye’de devam eden iç çatışmanın sona erdirilmesi, ülkenin demokrasi ve insan hakları sorununun çözülerek Kürt sorununda barışçıl bir çözüme ulaşılması sürecinde Akil İnsanlar çalışmasını yürüten bir insan hakları savunucusu olarak, bu çalışmadan çok şey öğrendiğimi ve barışın toplumsallaştırılmasında çok önemli bir işlev gördüğümüzü vurgulamak isterim.