Türkiye hükümeti ile PKK arasında iki yıla yakın bir süredir bir barış süreci yürürlükte. Türkiye hükümeti PKK’yle görüşüyor. Kürt partisi HDP TBMM’de temsil ediliyor. HDP yerel seçimlerde bölgedeki belediye başkanlıklarını çoğunu kazandı ve yerelde siyaset biçimlendirmeye çalışıyor. HDP’li siyasetçi Selahattin Demirtaş bu yıl yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaydı ve % 9,8’e yaklaşan oranda oy aldı.
Almanya ve Avrupa’daki siyasetçiler artık karar vermeli: Türkiye’deki barış sürecini istiyorlar mı, istemiyorlar mı? Alman politikacılar on yıllardır durmadan Türkiye’de demokratikleşmenin yolunun en büyük Kürt şehri Diyarbakır’dan geçtiğini söyleyip duruyor. Bu sav bugün hala geçerli kabul ediliyorsa, o zaman barış sürecinin desteklenmesi gerek olduğunu demektir.
Bunun yerine ise Almanya hükümetinin Kürt sorununa yaklaşımı cansız ve isteksiz bir siyasetle karşı karşıyayız. Kürt sorununa yönelik politikalar analitik kriterlerden ziyade, çekimserliğin ve belirsizliğin hakim olduğu bir izlenimi yaratıyor. Bir yandan, 2002 yılından - 11 Eylül saldırılarından- buyana terörist örgütler listesinde yer alan PKK’ya yönelik sürekli bir hoşnutsuzluk dile getiriliyor. Bu hoşnutsuzluk, Kürt bölgelerinde hala aşiret yapısının süregittiği ve seçim sonuçlarını Kürt aşiretlerle ittifakların belirlediği gibi kültürel bir okumayla bütünleşiyor.
Irak İkilemi
Bütün bunlara paralel olarak Kürtlerin yaşadığı –öncelikle Irak ve Suriye olmak üzere- diğer bölgelerdeki gelişmelere de kuşkuyla bakılıyor. Kürt partileri değerlendirilirken normalde kaçınılan ölçütler konuluyor. Örneğin bugün Kobane’de IŞİD ) ile savaşan PYD’nin Rojava’daki muhalif güçleri sindirdiği söyleniyor. Ayrıca gayri Müslim Ezidiler’e yardım edildiğinin PYD propagandasından başka bir şey olmadığı söyleniyor. Oysa bu iddia Türkiye’deki sayısız Ezidi mültecinin anlattıklarıyla taban tabana zıt.
Bunun yerine ise Almanya dış politikası kapalı kapılar ardında kendilerinin de demokrasisinden de emin olunmadığı başka bir alternatif tartışıyor. Alternatif olarak desteklediği çevrelerin %60-70’i siyasal İslam denen güçlerin elinde.
Irak’a baktığımızda bu ikilem net bir şekilde ortaya çıkıyor. Irak’ın dehşetli siyasi ortamında Kürt siyasi partilerin kuzey Irak’ın yöneticisinde olması uluslararası devletler topluluğu tarafından tamamen desteklenmektedir ve kurtarıcı bir durum olduğunu savunuyor.. Burada bir dereceye kadar da olsa istikrarlı bir durum hakim olduğunu düşünülüyor. Buna rağmen Kuzey Irak’ın demokratikleşmesini destekleyeceği düşünülen projeler için destek verilmiyor. Böylece Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasının desteklenmiş olacağı ve Irak’ın toprak bütünlüğünün zedelenebileceği düşünülüyor. Ve son olarak Kürt Bölgesel Parlamentosu uluslararası hukuk tarafından tanınmamıştır. Bu yüzden de bu parlamentonun demokratikleşmesini destekleyen projelerin de desteklenemeyeceği söyleniyor.
Demokratik Ölçütler
Yani dikkatle incelendiğinde anlaşılması güç bir kuralcı savlamanın ardına gizlenme söz konusu. “Eyalet” benzeri bir yapının demokratikleşme çabalarını neden destekleyemiyoruz ki? Irak’ta kabul gören bu yapının demokrasi ve meşruiyetini destekleyerek uluslararası hukuku ihlal etmek anlamına gelmiyor ki!
Kürt partilerinin biri ya da ötekiyle neden birlikte çalışmak istenilmediğine dair sürekli değişen gerekçeler öne sürülüyor. Oysa aynı gerekçeler başka siyasi partiler söz konusu olduğunda – zoraki de olsa - göz ardı edilebiliyor.
Tabii ki, Kuzey Irak’ta Kürt partilerinin bir ölçüde istikrarın güvencesi olması yeterli olmamalı. Tabii ki PYD’nin iki yıldır Kuzey Suriye’de IŞİD’le mücadelede başarılı olduğunu ve bu bölgede alternatif bir yapı oluşturduğunu söylemek de yeterli olmaz. Tabii ki de PKK’nın Kürt sorunuyla ilgili müzakere sürecinde Türkiye’nin muhatabı olmasıyla yetinmemiz de mümkün değil. Hepsinden demokratik standartların uygulamasını talebinde bulunmamız lazım.
Fakat, farklı Kürt aktörlerden demokratik standartlara riayet etmelerini ancak onlarla diyalog halindeysek ve aynı standartları diyalogda bulunulan bölgedeki diğer partnerlerden de talep ediyorsak bekleyebiliriz. Yani, demokratik standartlarından emin olmadığımız birileriyle diyaloğa girmeyi reddederken, aynı anda demokratik standartları konusunda yine de ikna olamadığımız birileriyle diyalog kurmak mümkün değil.
Almanya’nın dış politikasına yönelik üç talep
Aslında şunu artık kavramış olmalıyız: Kürtlerin hakları korunmadığı ve garanti altına alınmadığı sürece demokratik ve istikrarlı bir yapı oluşturmak mümkün değil. Kürt sorunu ile ilgili demokrasi ve insan hakları gibi kıstasları dikkate alan bir siyaset nasıl olmalıdır?
Almanya’nın dış politikası Türkiye bağlamında öncelikle barış sürecini destekleyip desteklemediği sorusunu yanıtlamak zorunda. Desteklemesi halinde bunun kendisi açısından üç temel sonucu olacaktır:
- Almanya’nın, PKK’yı –tıpkı Türkiye hükümetinin yaptığı gibi- muhatap olarak kabul etmesi gerekir. PKK’nın terörist örgütler listesinde yer aldığını söyleyen kanuna harfiyen riayet eden bir iddianın ardına gizlenemeyiz. PKK terörist örgütler listesinde olsa da, olmasa da, biz istesek de, istemesek de, PKK’sız bir barış süreci düşünülemez.
- HDP ve diğer Kürt siyasi aktörleriyle tutarlı bir diyalog zemini kurulmalı ve devam ettirilmelidir. Sivil Kürt aktörlerle bu türden bir sürecin hedefleri konusunda yoğun bir diyalog yürütülmelidir. Bunun için Kürt bölgelerine düzenli ziyaretler gerçekleştirilmeli, sivil toplumdan aktörlerle, çeşitli siyasi partilerin seçilmiş yerel temsilcileriyle düzenli görüşmeler yapılmalı ve demokratik haklar desteklenmelidir. Yine örneğin ana dilde eğitim gibi siyasi taleplerin nasıl hayata geçirileceği konusunda diyalog kurulmalıdır.
- Almanya’nın dış politikasının bu sürecin sonuçları ve barış sürecinin nasıl şekilleneceği konusunda fikir üretmesi, Türkiye hükümeti ve sivil toplumu ile bu bağlamda diyalog kurması ve sürecin kabul görmesi için çaba göstermesi. Almanya’nın dış politikası müzakere sürecinde güvenlikçi yaklaşımlarla sınırlı kalmayan bir yol haritasının talep edilmeli ve Türkiye hükümetini buna ikna etmeli.
Bütün bunlar Almanya’nın Türkiye politikasında bir zihniyet değişikliği, net bir tutum ve demokratikleşme ve Kürt sorunuyla ilgili müzakere sürecinde ısrar eden aktif bir dış politika gerektiriyor. Bunları yapabilmek için ise uygun yapılar, bütün önemli aktörlerle diyalog ve Kürt bölgelerinde geliştirilen diyalog projelerinin desteklenmesi zaruri. Türkiye’de müzakere süreci şu anda pamuk ipliğine bağlıdır. Ama bu ince iplik aynı zamanda Türkiye’de demokratikleşme sürecinin can damarı. İşte Almanya’nın dış politikasının rehberi bu temel düşünce olmalı.
Ve son olarak Almanya’nın dış politikası tek tek ülkelerde Kürtlerin talepleriyle ilgili bir tutum belirlemeli ve Kürtlerin yaşadığı her bir bölge için bu tutumu yeniden tanımlamalı. Bunu yaparken istikrara odaklı politika demokratik değerlerin önüne geçmemeli. Bu yaklaşım, Irak Kürdistan’ı için Kürt parlamentosuyla, partilerle ve sivil toplumla demokrasi konusunda eleştirel bir diyaloga girmek ve sivil toplum girişimlerini güçlendirmek demek. Suriye konusunda ise, PYD’yi sürece dahil etmek, Kürt partileri dışındaki partileri Kürtlerin haklarını içeren demokratik standartlar konusunda zorlamak gerekiyor.